sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 3. AYET

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 3. AYET
14.07.2025
10
A+
A-

Haram Kılınan Yiyecekler, Dinin Kemale Erdirilmesi, Zaruret Hali

 

3- Ölü, kan, domuz eti, Allah’tan başka­sının adı anılarak boğazlananlar, bo­ğularak, vurularak, yuvarlanarak veya süsülerek ölen, yırtıcı hayvan tarafın­dan parçalananlar -canları çıkmadan evvel kestiğiniz müstesna- size haram kılınmıştır. Dikili tfişlar üzerine kesi­lenler ve fal oklarıyla kısmet aramanız da (size haram kılınmıştır). Bunlar fa-sıklıktır. Bu gün kafirler dininizden ümitlerini kesmişlerdir. Öyleyse onlar­dan korkmayın da benden korkun. Bu­gün dininizi kemâle erdirdim. Üzeri­nize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâmı beğendim. Her kim açlıktan darda kalıp günaha kaymak-sızm mecbur olursa muhakkak ki, Al­lah Rahîm’dir, Ğafûr’dur.

 

Nüzul Sebebi

 

“Ölü, kan… size haram kılınmıştır.” buyruğunun nüzul sebebi ile ilgili ola­rak, İbni Mende Kitâbu’s-Sahâbe’ de Abdullah b. Cebele b. Hibbân b. Hucr”dan, o babasından o da dedesi Hibbân’dan, şöyle rivayet etmektedir: “Resulullah (s.a.) ile birlikte iken ben de içinde ölü eti bulunan bir tencerenin altına ateş yakmaya uğraşırken ölünün haram kılmışına dair ayet indirildi; bunun üzeri­ne tencereyi tersyüz edip döktüm. [1][6]

 

Açıklaması

 

Yüce Allah kullarına yasağı da ihtiva eden bir şekilde bu haram kılman şeylere dair bize haber vermektedir. Bunların bir bölümüne de (surenin baş ta­rafında) “Size bildirilecekler müstesna” buyruğuyla işaret edilmişti. Toplu ola­rak haram kılınanlar Bakara ve Nahl suresinde söz konusu edilen dört husus­tur: “Size ancak ölü, kan, domuz eti ve Allah’tan başkasının adı anılarak kesi­lenler haram kılındı.” (Bakara, 2/173) ve Nahl, 16/115). Bu ayet-i kerimede de bu haram kılınanlar geniş açıklamayla on tür olarak zikredilmektedir: [2][7]

 

1- Ölü (meyte):

 

Herhangi bir kimsenin kesmek yahut avlamak gibi fiili bir müdahalesi ol­maksızın kendiliğinden ölen hayvan demektir. Şer’an bundan kastedilen ise sert boğazlama söz konusu olmadan ölen hayvandır. Bunun haram kılmış se­bebi pis ve murdar olması, ya hastalık sebebiyle ölmesi yahut kanın içinde kal­ması yüzünden vücudunda zararlı bir takım maddelerin oluşmasıdır. Hayvan normal olarak kesildiği takdirde ondaki zararlı kan akıp gider. Diğer taraftan selim tabiat kendiliğinden ölen hayvandan tiksinir, canı çekmez ve onu yemeyi arzulamaz. O bakımdan böyle bir hayvan hem dini bakımdan hem bedeni ba­kımdan zararlıdır.

Böyle bir hayvanın yenilmesinin haram olduğu ittifakla kabul edilmiştir. Bu hayvanın tüyü, kılı ve kemiği hakkında Hanefîler şöyle der: Bunlar temiz­dir, kullanılmaları caizdir. İmam Şafiî ise şöyle der: İkisi de necistir, kullanıl­maları caiz olmaz.

Ölülerden iki tür istisna edilmiştir. Bunlar balık ve çekirgelerdir. Çünkü Ahmed, Dârakutnî, Beyhakî ve İbni Mâce tarafından İbni Ömer yoluyla gelen rivayete göre Resulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Bize iki ölü ve iki kan helâl kılınmıştır: İki ölü balık ve çekirgedir, kan ise karaciğer ve dalaktır.” Diğer ta­raftan İmam Malik Muvatta’mda, Şafiî ve Ahmed Müsnedlerinde; Ebu Dâvûd, Tirmizî, Nesaî ve İbni Mâce Sünenlerinde; İbni Huzeyme ve İbni Hibban Sa­hih’ lerinde Ebu Hureyre’den, Resulullah (s.a.)’a deniz suyu hakkında soru so­rulması üzerine şöyle buyurduğunu rivayet ederler: “O (deniz) suyu temiz, mey-tesi (ölüsü) helâl olandır.” [3][8]

 

2- Kan:

 

Bundan kasıt akmış kandır. Yani hayvandan akıtılarak dökülen sıvı kan­dır. Yoksa karaciğer ve dalak gibi donuk olan kan ile âdeten kesimden sonra etin içerisinde kalan kan değildir. Buna delil de Yüce Allah’ın bir başka ayet-i kerimede: “Yahut akmış kan olması” (En’âm, 6/145) ifadesidir. İbni Abbâs’a da dalak hakkında soru sorulmuş o da: “Yiyebilirsiniz.” demiştir. Bunun bir kan olduğu söylenince şu cevabı vermiştir: “Size haram kılman akmış olan kandır.”, yani kesim esnasında az yahut çok olsun hayvandan akan kandır.

Akmış kanın haram kılınış sebebi, onun mikropların ve çeşitli zehirlerin yuvası olmasıdır. Diğer taraftan insan, tabiatı itibariyle onu pis kabul eder, hazmedilmesi oldukça güçtür ve bu kan dışkı gibi vücudun zararlı atıkların-dandır. Ayrıca kan grupları farklı farklıdır. Biri ötekine uygun değildir. O ba­kımdan kan vücuda zarar veren bir necis bir maddedir. Cahiliye dönemi Arap-larının el-İlhiz adını verdikleri ve tüylere karıştırılmış kan ile barsaklara kan doldurup sonra bunu kızartıp yeme âdetleri hoş görülmemiştir. [4][9]

 

3- Domuz Eti:

 

Bu yasak yağ ve deri dahil olmak üzere domuzun bütün cüzlerini kapsar. Özellikle etin anılmasının sebebi ise ondan gözetilen en önemli maksadın et oluşudur. Şeriat, Yüce Allah’ın şu buyruğunda domuzun bütün cüzlerinden ya­rarlanmayı yasaklamıştır: “Yahut domuz eti, çünkü o bir pisliktir.” (En’âm, 6/145) Resulullah (s.a.)’ın da Müslim’in Sahîh’inde Büreyde b. el-Husayb el-Es-lemî’den rivayetine göre şöyle buyurduğu sabittir: “Her kim zar ile oynayacak olursa o elini domuz etine ve kanına bandırmış gibidir.” Bu, sırf ona dokun­maktan bizi bir uzaklaşmadır. Dolayısıyla onun yenilmesi ve onunla beslenmek tehdidi daha ağır olur. Buharî ile Müslim’de Resulullah (s.a.)’ın şöyle buyurdu­ğu rivayet edilmiştir: “Şüphe yok ki, Allah şarabın, ölünün, domuzun ve putla­rın alınıp satılmasını haram kılmıştır.” “Ey Allah’ın rasulü! Ölünün yağları hakkında ne dersin? Çünkü bu yağlarla gemiler yağlanır, deriler yağlanır ve insanlar bunu kandillerde aydınlanmak için kullanırlar”, denilince, Hz. Pey­gamber: “Hayır, o da haramdır.” diye buyurmuştur.

Bazıları zaruret dolayısıyla ayakkabı dikiminde domuz kılının kullanılma­sını caiz görmüşlerdir. Zaruret ise mikdarınca takdir olunur. Günümüzde sana­yinin ilerlemesi sebebiyle bu ihtiyaç kalmamıştır.

Domuz etinin haram kılmış sebebi domuzun pislikle beslenmesi ve çoğun­lukla tenya ve kıl kurdu gibi parazitleri ihtiva etmesi, kas liflerindeki yağ ve yağ maddelerinin çokluğu dolayısıyla sindirilmesinin zorluğu gibi hususlardır. Diğer taraftan dişisini kıskanmamak gibi kötü bir tabiatı da vardır. Bu tür ka­rakterler ise et ve yemek yoluyla intikal eder. Modern ağıllar domuzları sıhhi bir şekilde yetiştirip beslemesine ve etleri tıbbî kontrol atında bulunmasına rağmen bu herkes için kolay ve mümkün olamamaktadır. Diğer taraftan mane­vi zararlardan sakınmaya da imkân yoktur. Durum her ne olursa olsun, Müs­lüman haram kılınmış olması hükmüne bağlı kalır. Çağımızda haram kılmış il­leti bulunsun yahut bulunmasın, farketmez. Çünkü; şer”an esas alman husus muayyen bir takım fertlerin değil, bütün insanların maslahatlarının gereği gibi gözetilmesi ve korunmasıdır. [5][10]

 

4- Allah’tan Başkasının Adı Anılarak Kesilenler:

 

Kesilirken Allah’tan başkasının adı anılarak kesilmiş olanların hükmü de böyledir. Bundan kasıt, kesim esnasında Allah’tan başkasının adının anılması-dır. İster bu esnada sadece Allah’tan başkası adı anılmakla yetinilmiş olsun; -kesim esnasında “Mesih adına” veya “filan adına” demek gibi- isterse de Allah adı ile haşasının adı birlikte atıf ile (bağlacı ile) anılmış olsun; “Allah’ın ve filâ­nın adı ile”, demek gibi. Şayet “Allah’ın adıyla, Mesih Allah’ın peygamberidir” yahut “Allah’ın adıyla, Muhammed Allah’ın rasulüdür” demek suretiyle, ve “Ve” bağlacı olmaksızın söylenirse Hanefilerin görüşüne göre hayvanın yenil­mesi helâldir. Bununla birlikte şeklen bunları bitişik zikretmek mekruhtur.

Bunun haram kılınış sebebi ise Allah’tan başkasının tazim edilmesi ve Al­lah’tan başkasına ibadet hususunda ve kesim suretiyle ilâhlarına yakınlaşmak hususunda kâfirler ile benzerlik arzetmektir. Cahiliye dönemi insanları putla­rının önünde hayvan boğazladıklarında “Lat ve Uzza adına!” yahut “Hubel adı­na!” diyerek seslerini yükseltirlerdi.

İşte bundan dolayı İslâm bunu haram kılmıştır. Çünkü Yüce Allah hay­vanların, kendisinin yüce adı anılarak kesilmesini farz kılmıştır. Şer’an belirle­nen bu husustan uzaklaşıldığı ve Allah’ın dışında put, tağut, heykel veya diğer yaratıklardan herhangi bir varlığın adı anıldığı takdirde kesilen hayvan icma ile haram olur. Fakat ilim adamları, En’âm suresinde geleceği üzere, kasten veya unutarak Allah’ın adının anılması terkedilerek kesilmiş hayvanın hükmü[6][11]

 

5- Boğulmuş:

 

Kasten veya boynundaki ipine dolanmak suretiyle yahut ağla veya başka bir suretle boğularak ölmüş hayvanların durumu böyledir. Bunlar şer’an kesil­memiş bir meyte (ölü, leş) hükmündedir. Bu da tıpkı meyte gibi zararlıdır. Meyte tabirinin kapsamına girmesine rağmen, Kur’ân-ı Kerîm’in özel olarak bunu an­ması, herhangi bir kimsenin boğazlamayı andıran bir sebep yahut bir fiille öldü­ğünü sanmaması, kendiliğinden ölmemiş olduğunu zannetmemesidir. Halbuki önemli olan şer’an boğazlamaktır, boğulmak halinde ise bu gerçekleşmemektedir. [7][12]

 

6- Vurularak Ölen:

 

Tahta, taş, çakıl gibi sivriltilmemiş ve ağır bir şeyle ölünceye kadar vuru­larak ve şer’i boğazlama olmaksızın ölen hayvandır. İster el ile, ister sapan ile ve benzeri şeyle vurulmuş olsun. Bu hayvan yine meytedir. Cahiliye döneminde bu gibi hayvanları yerlerdi.

İslâmda bu şekilde vurup öldürmek haramdır. Çünkü bu hayvana bir iş­kencedir; ayrıca bunda boğazlama da söz konusu değildir. Ahmed, Müslim ve Sünen sahipleri Ebu Yala, Şeddâd b. Evs (r.a.)dan Resulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet ederler: “Muhakkak Allah her şeye güzelliği yazmıştır. O bakımdan öldürdüğünüz zaman güzel bir surette öldürünüz boğazladığınız za­man güzel bir şekilde boğazlayınız. Sizden boğazlayacak kişi bıçağını hileylesin ve keseceği hayvanı rahatlasın.”

Tüfek gibi aletlerle atılan kurşun gibi sivriltilmiş şeylerle öldürülenler ise şer’an yenilir. Çünkü Ahmed, Buharî ve Müslim, Adiyy b. Hatim’den şöyle de­diğini rivayet ederler: “Ey Allah’ın Rasulü! Ben tüysüz kısa oklarla ava atıyor ve isabet ettiriyorum.” Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Sen bu şekilde okunu atıp bu attığın ok hayvanı deler ve kanını akıtırsa ondan ye. Şayet sivri olma­yan yanıyla hayvana isabet edecek olursa o takdirde o hayvan vurularak ölmüş bir hayvan demektir, ondan yeme.” Böylelikle Hz. Peygamber okun yahut mız­rağın veya benzeri bir silahın sivri tarafıyla isabet etmesi ile sivri olmayan ta­rafıyla isabet etmesi arasında fark gözetmiş ve birincisinin helâl olduğunu ikincisinin ise vurularak öldürülmüş bir hayvan olup helâl olmayacağını bildir­miştir. Fıkıh âlimleri arasında ise bu hususta icma vardır.

Şu hususta farklı kanaatler vardır: Avcı hayvan, ava çarpıp yaralanmaksı-zın ağırlığı ile ölümüne sebep olursa fıkıh âlimlerninin iki görüşü vardır. Bun­ların ikisi de İmam Şafiî (Allah’ın rahmeti üzerine olsun) ye ait olup birincisine göre okun çarpmasında olduğu gibi helâl değildir; çünkü her iki halde de yara-lanmaksızm hayvan ölmüştür; bu durumda o vurulmuş ve ölmüş (meyte) gibi­dir. İkinci görüşe göre ise helâldir, çünkü köpeğin avladığı hayvanın hükmü­nün mubah olduğu ifade edilmiştir. Bu konuda da herhangi bir tafsilâta gidil­memiştir; bu ise sözü geçen hayvanın mübahlığının delilidir. [8][13]

 

7- Yuvarlanmış:

 

Yüksekçe bir tepeden yahut yüksekçe bir yerden -dağ veya çatı gibi- düşen yahut bir kuyuya yuvarlanan ve bundan dolayı ölen hayvana denilir. Bu da meyte gibi, helâl değildir. Bunun da kesilmeksizin yenilmesi helâl olmaz. Ku­yuda herhangi bir yerde kanı akacak olursa, zaruret dolayısıyla helâl olur. [9][14]

 

8- Süsülerek Ölen:

 

Başka bir hayvanın süsmesi sonucu ölen hayvan, boynuz onu yaralamış ve kanı akmış dahi olsa, meyte gibi haramdır, şer’an yenilmez. [10][15]

 

9- Yırtıcı Hayvan Tarafından Parçalananlar:

 

Arslan, kurt, pars v.b. yırtıcı bir hayvanın saldırısıyla ölen veya kısmen yenildiği yahut yaralandığı için ölen hayvandır. İcma ile, bunların yenilmesi helâl değildir; isterse kesim yerinden kan akmış dahi olsun. Cahiliye dönemi Arapları arasında yırtıcı hayvanların artıklarını yiyenler vardı. Ancak selim bir tabiat bundan hoşlanmaz. Dikkat edilecek olursa ifadede takdirî bir ibare de vardır. Yani yırtıcı hayvanın kısmen yiyip parçaladıkları. Çünkü yırtıcı hay­vanların yedikleri artık ortadan kalkmış olur.

Daha sonra Yüce Allah ölü, kan ve domuz dışında kalan ve sözü geçen bü­tün bu haram kılınanlardan şer’an boğazlanmış olanları istisna etmektedir. Ya­ni ölüm sebebiyle birlikte tekrar ona varılıp ve henüz canlı iken şer’î bir boğaz­lama ile kesilebilmesi mümkün olanları istisna ederek: “Canları çıkmadan ev­vel kestiğiniz müstesna” buyurmaktadır. Bu da Yüce Allah’ın: “Boğularak, vu­rularak, yuvarlanarak veya süsülerek ölen yırtıcı hayvan tarafından parçala­nanlar” emrine racidir. Allah’tan başkasının adı anılarak kesilenlerin durumu da böyledir. Bunlardan henüz hayatta iken yetişilip kesilenler yenilebilir. Ha­yatta olup olmamak ise gözünü kırpmak yahut kuyruğunu sallamakla bilinir. Ali (k.v.) şöyle demiştir: “Ağır şeyle vurulmuş, yüksek yerden yuvarlanmış ve susulmuş olan hayvanlardan ön ya da arka ayağını kıpırdatabiliyorken yetişip de boğazlayabildiğim ye.” Mâlik’in konu ile ilgili sahih olan Muvatta’ daki gö­rüşüne göre ise, eğer hayvan nefes alıp vermekte ve çırpınmakta ikenyetişip kesebilirse o hayvandan yiyebilir.

Ölü, kan ve domuz eti ise kesilmek suretiyle dahi olsa asla helâl olamaz.

Özetle söyleyecek olursak, eğer hayvanın karşı karşıya kaldığı durumla birlikte yaşadığı kuvvetle zannediliyorsa kesilmesi o hayvanı helâl kılar. Şayet meydana gelen durum dolayısıyla öldüğü zannı ağır basıyorsa bu durumda fa-kihler, farklı görüşlere sahiptir. Hanefîler ve mezhebin meşhur görüşlerinde Şafiîlerin kanaatine göre gözünü kırpması, kuyruğunu yahut ayağını hareket ettirmesi gibi hayat emaresi bulunduğu sürece onu kesmenin hükmü değiştiri­ci özelliği vardır. Aralarında bir rivayete göre Mâlik’in de bulunduğu başka bir takım fakihler ise bu durumdaki hayvana kesmenin bir etkisi olmaz, derler.

Konu ile ilgili görüş ayrılığının menşei ise ayet-i kerimedeki istisnanın muttasıl mı munkatı’mı olduğu hususudur. Cumhurun görüşüne göre bu istis­na muttasıl olup haram kılınanların cinsinden lafzın kapsamına aldığı bazı şeyler kapsamın dışında bırakılarak istisna edilmiştir. İstisnadan önce anılan­lar haramdır. Ondan sonra gelenler ise haramın dışında kalır ve helâldir. İstis­nanın muttasıl oluşunu ise ilim adamlarının şerl usule uygun kesimin, kuvvet­li zan ile yaşayacağı kabul edilenleri helâl kılacağını icma ile kabul etmiş olma­larıdır. İstisnanın munkatı’ olarak kabul edilebilmesi ancak sağlam bir delilin varlığı halinde mümkündür. İstisnanın munkatı olduğunu kabul edenler istis­nanın önceki cümlede herhangi bir etkisi olmadığı görüşündedirler. Bunlara göre ifade şöyle gibidir: Sözü geçen hayvanların dışında kalıp şer”î usule uygun olarak kestikleriniz ise helâldir. Çünkü haram kılma bu tür hayvanlara ölüm­den sonra taalluk eder. Bir hayvanın ölümünden sonra ise şer*î usule göre ke­silmesi söz konusu değildir. O halde burada istisna munkatı’dır. Buna şu şekil­de cevap verilmiştir. İstisna helâl hükmün zahir olduğu nazarı itibara alınarak muttasıldır. Çünkü bu hayvanlar zahiren kendilerine isabet eden bu gibi du­rumlar dolayısıyla ölürler ve zahiren bunlar haram olur. Ancak hayatta iken yetişilip şer”î usule uygun olarak kesilenler bunlardan müstesnadır ve bunlar o takdirde helâl olurlar. [11][16]

 

10- Dikili Taşlara Kesilenler:

 

Bu dikili taşlar Kabe’nin etrafında bulunurlardı. Bunlar 360 tane idi. Ca-hiliye döneminde Araplar tazim ettikleri putlara yakınlaşmak maksadıyla bu putların yakınlarında hayvanlarını keserler ve bunların kanlarını Beyt’in her­hangi bir yerine sürerlerdi. Böylelikle onlar bu kesim işinin putlara bir yakın­lık olduğunu kabul etmişlerdi. Daha sonra eti parçalar ve bu dikili taşların üzerine bırakırlardı. Dikili taşlar putların kendileri değildi. Çünkü dikili taşlar yontulmamıştı. Putlar ise yontulmuş taşlar şeklindeydi. Yüce Allah müminlere bu şekilde davranmayı yasakladı ve dikili taşların yakınlarında kesilen bu hayvanların yenilmesini haram kıldı. İsterse kesim esnasında Allah’ın adı üzerlerine anılmış olsun. Böylelikle Allah ve rasulünün haram kıldığı şirkten uzak kalınmış olur.

Kur”ân-ı Kerîm bundan başka şunlann da haram olduğunu ilâve etmekte­dir: [12][17]

 

Fal Oklarıyla Kısmet Aramak:

 

Kendisine neyin kısmet olarak verileceğini yahut yapacağı işte hayır veya şer neyin takdir edilmiş olduğunu fal oklarıyla bilmeye çabalamak. Fal okları (el-Ezlâm) zelem veya zulem kelimesinin çoğulu­dur. Bu da avı yaralayan sivri ucu bulunmayan, ok şeklindeki bir tahta parça­sıdır. Bu işlemin iki anlamı vardır: Birincisi taabbüdî ve manevî yahut itikadî, diğeri ise maddî.

Ruhî ve taabbüdî anlamı itibariyle, âdeten kuşların uçuşlarından uğurlu-luk yahut uğursuzluk araştırmayı (tetayyur) andırmaktaydı. Herhangi bir kimse bir iş yapmak yahut bir yolculuğa çıkmak istedi mi Kabe’ye gider ve put­ların yanında bulunan fal oklarına danışırdı. Bir kuyu başında dikilmiş bulu­nan Hubel’in yakınında yedi tane ok vardı. Bu okların üzerinde kendileri için içinden çıkılmaz bir mahiyet arzeden hususlarda hükmüne başvuracakları şey­ler yazılı bulunurdu. Bunlardan ne çıkarsa ona göre hareket ederlerdi.

İbni Cerîr et-Taberî şöyle der: Fal oklan, birinin üzerinde “yap” diğerinin üzerinde “yapma” yazan; diğeri de boş bulunan üç tane oktu. Bu okları karıştırıp “yap” emrini ihtiva eden ok çıktı mı o işi yapar, “yapma” çıktı mı terkederlerdi. Boş olan çıktı mı, çekme işini bir daha tekrarlarlardı.[13][18] Bu işi bir yolculuğa çık­mak, bir savaşa gitmek, evlenmek, alışveriş ve buna benzer bir iş yapmak iste­diklerinde yaparlardı. Maddi anlamına gelince: Bu da bu gün bir çeşit kumar olan bir piyango idi. Bu okların sayısı on tane olup bunların yedisinde pay nisbet-leri yazılı olmakla birlikte diğerlerinde pay yoktu. Bu fal okları, cahiliye döne­minde kumar türünden bir oyun mesabesinde idi. Bunlar vadeli olarak deve satın alır ve oyuna geçmeden önce bu develeri keser, bunları da 28 yahut 20 paya böler­lerdi. Bu oklardan birisi bir adamın adına çekilir, okun üzerinde yazılı miktar ka­dar pay kazanır; üzerinde pay yazılı olmayan oku çeken kişi ise ödemeyi yapardı.

Şu halde, fal oklarının üç türü vardı: Bunların birincisi yalnızca kişiyi ilgi­lendiren tür olup bu okların sayısı üçtü. Bunlardan birisinin üzerinde “yap” di­ğerinin üzerinde “yapma” yazısı bulunuyordu; üçüncüsü ise boştu. İkinci tür ise yedi ok olup bunlar da Kabe’nin üst tarafında Hubel’in yanında idiler. Bunlar üzerinde de çeşitli olaylarla karşı karşıya kalındığı takdirde insanların nasıl davranacağına dair bir takım hükümler yazılıydı. Üçüncü tür ise on adet kumar oku olup bunların yedisi üzerinde pay miktarları yazılı olup diğer üçü boştu.

Bu iki anlamı ile de fal oklarıyla kısmet aramak, bir çeşit hurafe ve ve­himden ibarettir. Aynı zamanda ümmetin ilerlemesini engelleyen, hidayet ve basiret olmaksızın yol almaya davet eden aklî bir geriliktir. Teşbih, mushaf, oyun kağıdı, boncuk veya fincan gibi şeylerle kısmetini bilmeye çalışması da böyledir. Bütün bunlar şer’an haram ve münker işlerdir; bunlara başvurmak caiz değildir. İslâm bunun yerine meşru bir alternatif öngörmüştür ki, bu da iki rekât istihare namazı kılıp, namaz akabinde rivayet edilen duayı okuyup ken­disi için istihare yapılan işi zikretmek ve bu konuda kalbe ferahlık dolması ya­hut sıkılması gibi sonucu beklemekte ve eğer durum açıklık kazanmazsa na­mazı birkaç defa tekrarlamaktır.

Ahmet ve Kütüb-i Sitte sahiplerinin rivayet ettikleri istihare hadisi Câbir b. Abdullah’tan rivayete göre şöyledir: “Câbir dedi ki: Resulullah (s.a.) Kur”ân-ı Kerîm’den bize bir sure öğretiyormuş gibi istihareyi bize öğretir ve şöyle derdi: “Sizden bir kimse bir iş yapmak isterse farzın dışında önce iki rekât namaz kıl­sın, sonra da şöylece dua etsin:

“Allah’ım ilmin ile senden hayırlı olanı istiyorum, Kudretinle bana güç vermeni diliyorum. O büyük lütfunla senden dilerim; çünkü sen. güç yetirensin, benim ise gücüm yetmez. Sen bilirsin ben bilmem. Sen bütün gizlilikleri en iyi bilensin. Allahım eğer bu işim (ihtiyaç duyduğu şeyi zikreder) benim için dün­yamda, hayatım boyunca, işimin âcilinde (dünya hayatında) ve sonrasında (ahirette) hayırlı ise onu bana takdir buyur, onu bana kölaylaştır, sonra da onu bana mübarek kıl. Bu işim (adını zikreder) benim için dinimde, hayatımda, işimin âcil olanında (dünyamda) ve geleceğimde (ahirette) benim için kötü ise onu benden uzaklaştır, beni de ondan uzak tut. Nerede ise, benim için hayrı takdir buyur, sonra da beni ona razı kıl.” Câbir dedi ki: “Ve ihtiyacını belirtir.”

“Bunlar faşıklıktır”, yani sözü geçen bütün bu haramlar bir fasıklıktır, din yolundan bir çıkıştır, Allah’ın şeriatından yüz çeviip masiyetine yöneliştir, hik­met ve akla uygun olan alışılmış şeyleri terketmektir.

Yüce Allah müminleri sözü geçen bu haramları işlemekten sakındırdıktan sonra onlara teşrî buyurduğu şeylere sımsıkı yapışmayı teşvik etti. Onların ka­rarlılıklarını güçlendirecek, bu konuda onlara cesaret vererek zaferle müjdele­di. Arafe gününde Veda Haccı yılı şu ilâhî buyruklar nazil olmuştur: “Bu gün kâfirler dininizden ümitlerini kesmişlerdir. Öyleyse onlardan korkmayın da Benden korkun…” Bu gün, yani hicretin onuncu yılı Veda Haccı Arefe günü -ki bu cuma günü idi ve bu ayetin indiği gündü- kâfirler dininizi ortadan kaldır­maktan, sizi yenik düşürmekten ve sizin kendi dinlerine dönmenizden ümitle­rini kestikleri gibi, şeytan da artık sizin bu arzınızda kendisine ibadet olun­maktan yana ümidini kesmiştir.

Beyhakî, Şuabu’l-İman’ da İbni Abbâs’tan bu ayet-i kerime ile ilgili olarak şöyle dediğini nakleder: Mekkeliler sizin kendi dinlerine geri dönmenizden -ki bu da putlara tapmaktır- ebediyyen ümitlerini kesmişlerdir.

Sahih hadiste Resulullah (s.a.)’m şöyle buyurduğu sabittir: “Şüphesiz şey­tan artık Arap yarım adasında namaz kılanların kendisine ibadet etmelerinden ümidini kesmiştir, fakat namaz kılanlar arasında kötülüğü kışkırtmaktan değil (ümidini kesmemiştir)”

“Öyleyse onlardan korkmayın da benden korkun.” Muhalefet etmekten ya­na onlardan korkunuz olmasın. Benden korkun. Onlara karşı ben size yardım ederim, sizi desteklerim. Dünya ve ahirette sizleri onlara üstün kılarım.

“Bu gün dininizi kemale erdirdim…” Bu gün dininiz olan İslâmı sizin için kemale erdirdim. Onda helâl ve haramı, gerek duyduğunuz bütün hükümleri sizlere açıkladım. Artık her şey herhangi bir kapalılık ve karışıklık söz konusu olmaksızın açık seçik bir hal almıştır, eksiksiz ve mükemmeldir. “Üzerinize olan nimetimi tamamladım.”, yani size olan nimet ve lütfumu tamamladım. Ebediyyen sizinle birlikte bir müşrik haccetmeyecektir. Mekke’yi fethetmenizi sağladım, size olan vaadim gerçekleşti. İnsanlar Allah’ın dinine bölük bölük girdiler ve zaferiniz tahakkuk etti.

“Ve size din olarak İslâmı beğendim.” O razı olunacak bir konumdadır. Kı­yamet gününe kadar insanların hükmüne başvuracakları bir dindir; O günde o dinde sorumlu tutularak muhakeme olunacaklardır. “Her kim İslâm’dan başka bir din arayacak olursa asla ondan kabul olunmaz ve o ahirette hüsrana uğra­yanlardan olacaktır.” (Âl-i İmran, 3/85).

İşte bunlar bu ayet-i kerime ile tahakkuk etmiş üç tane müjdedir. Pey­gamber bu ayet-i kerimeden sonra seksen bir gün yaşadı, sonra da ruh-ı şerifi kabzolundu.

İbni Abbas: “Bu gün dininizi kemale erdirdim..” ayetini okuyunca bir Ya­hudi şöyle dedi: Bu ayet üzerimize inmiş olsaydı indiği günü bayram edinir­dik.’ İbni Abbâs şöyle dedi: “Bu ayet-i kerime iki bayramın yapıldığı günde na­zil olmuştur. Bayram günü ve Cuma gününde indi. Müslim ve diğer hadis imamları Târik b. Şihâb’ın şöyle dediğini rivayet ederler: Yahudilerden birisi Hz. Ömer’e gelip şöyle dedi: Ey müminlerin emiri! Kitabınızda bulunup oku­makta olduğunuz bir ayet vardır ki, biz Yahudiler topluluğu olarak üzerimize inmiş olsaydı o indiği günü bayram edinirdik. Hz. Ömer bunun hangi ayet ol­duğunu sorunca: “Bu gün dininizi kemâle erdirdim…” ayetidir, dedi. Hz. Ömer şöyle dedi: Ben bu ayetin indirildiği günü çok iyi biliyorum, indirildiği yeri de çok iyi biliyorum. Bu ayet Resulullah (s.a.)’a cuma günü Arafede iken inmiştir.

Dinin tamamlanmasından kasıt, o günde eksikti de sonradan tamamlandı, demek değildir. Aksine bundan maksat artık hükümler neshi kabil olmayacak bir noktaya gelmiş ve bütün zaman ve mekânlar için elverişli ebedî bir hal al­mış demektir. Tamamlanmasından kasıt da bizatihi üstün ve galip gelmesiyle tamamlanması demektir. Bizatihi tamamlanması onun farz, helâl ve haramları kapsamasıdır. Akaid esaslarını, teşrî’in esaslarını, içtihadın kanunlarını açık açık ifade etmesi, naslara bağlamasıdır. Meselâ: “De ki: O Allah’tır, birdir ve tektir.” (İhlâs, 112/1); “Onun benzeri, gibisi dahi yoktur.” (Şûra, 42/11); “O gizli­yi de açığı da bilendir.” (En’âm, 6/83 ve başka yerler); “Muhakkak Allah adale­ti ve iyiliği emreder…” (Nahl, 16/90); “Ve ahitleştiğiniz zaman Allah’ın ahdini tastamam yerine getirin.” (Nahl, 16/91); “İş hususunda onlarla müşavere et.” (Al-i İmran, 3/159); “Bir kötülüğün cezası onun benzeri bir kötülüktür.” (Şûra, 42/40); “Hiç bir kimse bir diğerinin kötülüğünü yüklenmez.” (En’âm, 6/164 ve başka yerler); “İyilik ve takva üzerinde yardımlasın, günah işlemek ve aşırı git­mekte yardımlaşmayın.” (Mâide, 5/2).

Üstünlük sağlamasında tamamlanmasına gelince: Bu da İslâm’ın kelime­sinin yüceltilmesi, diğer bütün dinlereüstün gelmesi, genel olarak bütün mas­lahatlara uygun düşmesi, gelişmelerle birlikte insicamlı olması, bu dindeki özel ve genel maslahatların dengeli olup vasat durumda olmasıdır.

Daha sonra Yüce Allah genel hükümlerden istisnaî bir hal teşkil eden za­ruret halini hükme bağlamakta ve sözü geçen bu haram kılınan şeylerin bütün hallerde, bütün Müslümanlar için haram olduğunu, bundan tek istisnanın za­ruret hali olduğunu ifade etmektedir. Zaruret halinde bulunan kişi ise haram kılman yahut zararlı olan bir şeyi alıp kullanmaya mecbur kalan kimsedir. İle­ri derecedeki açlık halinde sözü geçen haram şeylerden herhangi bir günaha yani bizatihi haram olan bir şeye meyletmeksizin günahı gerektiren şeyden ya­rarlanma arzusunu da taşımaksızın bir şeyler yemek zorunda kalırsa, onun bu zorunluluğu bu zararı giderebilecek miktarda kullanabilme hakkı vardır. AnY cak bunu lezzet ve zevk almamak, ölümden kurtulmak için ihtiyaç duyulan sı­nırı aşmamak şartıyla kullanabilir. Bu şekilde hareket eden kimseye Allah mağfiret eder. Bu durumda olup da haramı kullananı bağışlar. Allah kullarına çok merhametlidir. Çünkü haram bir şeyle kendilerini bu zaruretten kurtarabi­lecek bir şeyi kullanmayı mubah kılmıştır.

Yüce Allah’ın: “Günaha kaymaksızın” buyruğu Bakara suresinde yer alan: “Saldırmaksızın ve haddi aşmaksızın…” (Bakara, 2/173) buyruğuna benzemek­tedir. [14][19]

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.