VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 17. VE 19. AYETLER

Yahudi Ve Hıristiyanların İnançlarını Red
17- Andolsun ki: “Allah Meryemoğlu Mesih’tir.” diyenler kâfir olmuşlardır. De ki: “Eğer Meryemoğlu Mesih’i, anasını ve yeryüzünde olanların tümünü helak etmek isterse kim Allah’a karşı koyabilir. Göklerle yerin ve arasında-kilerin mülkü Allah’ındır. Allah her şeye Kâdir’dir.”
18- Yahudiler ve Hristiyanlar dediler ki: “Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz.” De ki: “Öyleyse günahınızdan dolayı neden size azap ediyor? Hayır, siz onun yarattığı insanlarsınız.” Dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve arasındaki her şeyin mülkü Allah’ındır, dönüş yine O’nadır.
19- Ey Kitap Ehli! Peygamberlerin arasının kesildiği bir dönemde gerçekten size peygamberimiz gelmiştir. Gerçekleri açıklıyor ki: “Bize bir müjdeci de gelmedi, bir uyarıcı da gelmedi” deme-yesiniz. İşte size gerçekten müjdeci ve uyarıcı gelmiştir. Allah her şeye Kâdir’dir.
Nüzul Sebebi
“Yahudiler ve Hristiyanlar dediler ki…” diye başlayan 18. ayetin nüzul sebebi ile ilgili olarak İbni İshâk, İbnü’l-Münzir ve Beyhakî, Delâilü’n-Nübüv-ve’de İbni Abbas’tan şöyle dediğini rivayet etmektedirler: İbni Ubeyy, Nu’mân b. Kusay, Bahrî b. amr ve Şâs b. Adiyy adındaki Yahudiler Resulullah (s.a.)’ın yanma geldiler. Onunla konuştular, o da onlarla konuştu. Kendilerine Allah’a davet etti, Allah’ın intikamından onları sakındırdı. Bu sefer: “Bizi ne diye korkutuyorsun, ey Muhammed?” dediler. “Şüphesiz biz Allah’ın çocukları ve sevgilileriyiz” diye Hristiyanlarm söyledikleri gibi sözler söylediler. Bunun üzerine onlar hakkında, ‘Yahudiler ve Hristiyanlar dediler ki: Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz.” ayeti nazil oldu [1][38]
“Ey Kitap Ehli..” diye başlayan 19. ayet-i kerime ile ilgili olarak da İbni İshâk, İbni Cerîr, İbniü’l-münzir ve Delâilü’l-Nübüvve adlı eserinde Beyhakî İbni Abbas’tan şöyle dediğini rivayet ederler: Resulullah (s.a.) Yahudileri, İslâm’a davet etti. İslama girmek için onları teşvik etti, onları sakındırdı; fakat onlar kabul etmediler. Muaz b. Cebel, Sa’d b. Ubâde ile Ukbe b. Vehb onlara şöyle dedi: “Ey Yahudiler! Allah’tan korkun. Allah’a yemin ederim ki, siz de hiç şüphesiz onun Allah’ın rasulü olduğunu biliyorsunuz. Çünkü peygamber olarak gönderilmeden önce ondan bize söz ediyor ve bize onun niteliklerini anlatıyordunuz.” Bunun üzerine Râfi’ b. Hureyme ile Vehb b. Yahudâ şöyle dediler: “Hayır, biz size öyle bir şey söylemedik. Allah da Musa’dan sonra herhangi bir kitap indirmiş değildir. Ondan sonra müjdeleyici, uyarıcı olmak üzere kimseyi de göndermedi.” Bunun üzerine Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi indirdi [2][39]
Açıklaması
Hz. Mesih’in ulûhiyyetini iddia eden kesim, Hristiyanlann YaTcubiyye kolu idi. Daha sonra onların bu mezhepleri Hıristiyanlığın ünlü üç kesimi arasında egemen bir kanaat halini aldı. Bu üç kesim ise Katoliklik, Ortodoksluk ve Protestanlıktır. Bu sonuncularının mezhebi ise dört asır önce reformist rahip
Martin Luther’in ortaya koyduğu bir mezheptir. Bu mezhebi ile o, Hristiyanları bir çok gelenek ve hurafelerden kurtarabilmiştir. Mezhebi Amerika, İngiltere ve Almanya’da yayılmıştır. Bununla birlikte teslisi kabul ederek ve Allah’ın birliğini kabul edenleri de Hristiyan saymamaya devam etti. Fakat mesele sonunda Mesih’in rab ve ilâh olarak nitelendirilmesine tekrar ulaşmaktadır. Nitekim İncil’in ilk sahifesinde şöyle yazılıdır: “Rabbimiz ve kurtarıcımız İsa Mesih’in yeni Ahid Kitabı”
Bugün bütün Hristiyan fırkaları: “Allah, Meryem oğlu Mesih’in kendisidir, Mesih Allah’ın kendisidir” demektedirler. Onların dayanakları ise Yuhanna İn-cil’indeki şu ibaredir: “Başlangıçta söz vardı ve söz Allah’ın nezdindeydi; Allah ise sözün kendisidir.” Onların yorumlamalarına göre “söz” bizzat Mesih’tir.
İşte Kur”an-ı Kerim’in kendilerini nitelendirmesi böyledir. Kur’an’da onların Hz. Mesih’i ilâhlaştırdıkları ifade edilmektedir. Bundan dolayı Allah’ın, Mesih’in kendisi olduğunu söyleyenler kâfir olmuşlardır. Allah bu batıl iddialarını reddetmekte ve şöyle buyurmaktadır: Ey Peygamber! Şu Hristiyanlara de ki: Allah kendilerini helak etmek dilediği takdirde, helaki ve ölümü Mesih’in ve anasının hatta diğer bütün insanların üzerinden kim kaldırabilir? Elbette buna kimsenin gücü yetmez. Allah istisnasız bütün insanları öldürmeye kadirdir. Kimse onun hükmünü geri çeviremez, kimse onun hükmüne karşı çıkamaz. Hiç bir kimsenin onun meşiet ve iradesi üzerinde bir otoritesi yoktur. Eğer Mesih kendisini de annesini de helak ve ölüme karşı savunamıyor, bunları önleye-miyor ise, nasıl olur da Allah olabilir?
Hakikatte Allah göklerde, yerde, ikisi arasında bulunan insanlar ve cinler âlemleri üzerinde mutlak egemenlik ve tasarruf sahibidir. Bütün varlık âlemi onun mülkü ve onun yaratığıdır. Eşyayı yoktan, dilediği gibi, hikmet ve iradesine uygun olarak yaratan Allah’tır. O dilediği takdirde topraktan babasız ve annesiz yaratır: Atamız Adem’i ve bütün canlıların ilklerini yarattığı gibi. Kimi zaman yalnızca babadan ve annesiz yaratır: Havva’yı yarattığı gibi. Kimi zaman da babasız bir anneden yaratır: Hz. İsa’yı yarattığı gibi. İşte bu Mesih’in hem bir insan, hem bir ilâh olduğunu; onun bir taraftan beşerî bir tabiatı, diğer taraftan da baskın gelen nasûtî, ilâhî bir tabiatı olduğunu iddia eden Hris-tiyanların iddialarına bir cevaptır. Onların bu şüpheye sahip oluşlarının sebebi Hz. İsa’nın alışılmadık bir şekilde yalnızca bir anneden yaratılmış olması, onun çamurdan kuşa benzer bir şey yapması, ondan bir insandan sadır olmayan hayret verici işlerin sadır olması gibi hallerdir. Gerçekte ise bunlar Allah’ın bütün peygamberler eliyle ortaya koyduğu harikulade mucizelerden ibaretti. Bu gibi mucizeler mutlak olarak Allah’ın izni ve iradesi ile meydana gelir. Ta ki, bunlar peygamberlerin doğruluğunu destekleyen deliller olsun. Hz. İsa’dan ve başkalarından bu tür meziyetlerin sadır olması hiç bir zaman yaratılmışı Yaratan yapamaz. Çünkü bunlar Yaratanın meşietiyle, iradesiyle olan şeylerdir.
Yüce Allah Hz. Musa’yı asa ve beyaz el mucizeleriyle desteklemişti. Çünkü onun döneminde sihirbazlık yaygındı. Hz. İsa’yı ise anadan doğma körü, alacalıyı iyileştirmek; ölüleri diriltmek mucizeleriyle desteklemişti. Çünkü tıp onun döneminde ileri seviyedeydi. Muhammed (s.a.)’i ise ayın yarılması gibi bir çok mucizelerle desteklediği gibi, onun ebedî mucizesi olan Kur’an-ı Kerim, fesahat ve belagatın en ileri ve üst seviyesindendir. Çünkü o, nesir, hitabet ve şiir türleriyle fasih söz söyleme imtiyazına sahip Araplar arasında tebliğde bulunmuştu. Hz. İsa’nın ölüleri diriltmesi -ki bu sayılı ve ferdî bir takım olaylardan ibaretti- ilâhlaştırılması için bir sebep değildir. Bizzat kendisi Allah’ın kulu ve ra-sulü olduğunu tekrar etmiştir. Ölüleri Allah’ın izniyle ve onun tevfik, irade ve hikmeti gereğince dirilttiğini ifade etmiştir.
Her şeye gücü yeten ise Allah’tır. O her şeyin yaratıcısıdır. Yerde olsun gökte olsun hiç bir şey onu âciz bırakamaz.
Daha sonra Yüce Allah şu sözleri söyleyen Yahudi ve Hristiyanların iddialarını reddetmektedir: Bizler Allah’ın çocukları ve sevgilileriyiz, yani bizler onun peygamberlerine müntesibiz. Peygamberler ise Allah’ın çocuklarıdırlar. Onlara özel bir şekilde inayet gösterir. O bizi sever. Kendi kitaplarından Yüce Allah’ın kulu İsraile şöyle dediğini de naklettiler: “Sen benim ilk oğlumsun.” Hz. İsa ise İncil’de güya Hristiyanlara şöyle demiş: “İşte ben, benim de sizin de babamız olanın yanma gidiyorum.” Yani benim de sizin de Rabbim olanın yanına. Matta İncil’inde Hz. Mesih’in dağ üstünde verdiği vaazında melekleri ve sa-lih müminleri nitelendirirken şöyle dediği zikredilmektedir: “Barışı yapanlara ne mutlu! Çünkü onlar Allah’ın çocukları diye anılırlar.” Pavlos da Romalılara yazdığı mektubunda şöyle demektedir: “Çünkü Allah’ın ruhu izinden gidenlerin hepsi, işte onlar Allah’ın çocuklarıdır.” Onların kitaplarında Allah’ın oğlu, Allah’ın sevgilisi anlamındadır. Fakat onlar bunu olmadık şekilde tevil ettiler, tahrif ettiler. Aralarından aklı başında olup İslama girenler ise bu tabirin muhatabın şerefini yükseltmek ve ona ikramda bulunmak için kullanıldığını ifade etmişlerdir.
Bilindiği gibi onlar bu sözleriyle Hz. İsa hakkında iddia ettikleri şekilde kendilerinin de Allah’ın çocuğu oldukları iddiasında bulunmadılar. Onlar sadece bu ifadeleriyle Allah nezdinde ne kadar değerli olduklarını, Allah’ın katında yüksek bir mertebeye sahip olduklarını anlatmak istediler ve: “Biz Allah’ın çocukları ve sevgilileriyiz” dediler.
Yüce Allah ise dikkat çekici bir yolla onlara şöylece cevap vermektedir: De ki onlara: Eğer durum sizin ileri sürdüğünüz gibiyse niçin günahlarınız sebebiyle dünya hayatında sizleri azaplandırıyor? Meselâ, putperestlerin en büyük mescidinizi ve beldenizi, Beytulmakdis’i tahrib etmesi, yeryüzünde hakimiyetinize son vermeleri, ahirette de küfür, yalanlama ve iftiranıza karşılık size cehennem ateşinin hazırlanmış olması nedendir? Halbuki baba oğluna azap vermez, seven sevdiğini azaplandırmaz. O halde sizler ne Allah’ın çocuklarısınız, ne de onun sevdikleri! Aksine sizler onun yarattıkları cümlesinden bir takım kimselersiniz. O, kullarından hiç bir kimseye iltimasta bulunmaz. O, ancak mağfirete lâyık olanlar arasından dilediği kimselere -ki bunlar ona itaatkâr olanlardır- mağfiret eder. Azaba lâyık olanlardan dilediği kimselere -ki bunlar da isyankârlardır- azap eder. O dilediğini yapar. Kimse onun hükmünü kovuşturamaz. O hesabı pek süratli görendir. Haydi artık kendiniz, geçmişleriniz, kitaplarınız hakkındaki aldatıcı kanaatlerinizden vazgeçiniz, gururunuzu terkediniz. Bunların size faydası yoktur. Aksine size faydalı olacak olan, İslâm risaletine imanın bir bölümünü teşkil ettiği sahih iman ile salih ameldir.
Allah göklerde, yerde ve ikisinin arasında bulunan her şeyin mutlak maliki, egemeni ve mutlak mutasarrıfıdır. Bütün yaratıklar onun kuludur. Onun mülkü ve saltanatı altındadır: “Göklerde ve yerde bulunan herkes mutlaka Rahman (olan Allah)’a kul olarak gelecektir.” (Meryem, 19/93). Yüce Allah’ın gökleri ve yeri söz konusu ettikten sonra tesniye zamiri kullanarak “ikisi arasındaki her şeyin” diye buyurması, çoğul zamir kullanmayıp aralarındaki şeylerin dememesi, iki türe (yani gökleri bir tür, yeri de bir tür olarak değerlendirdiğine) bir işarettir. Dönüş O’nadır, yani sonunda Allah’ın huzuruna varılacaktır. Kulları arasında dilediği şekilde hükmünü verecektir. O, asla zulmetmeyen mutlak âdildir. Bu ise kâfirlere, onları ahirette küfürleri ve batıl iddiaları dolayısıyla azaplandıracağına dair bir uyarıdır.
“Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır.” buyruğu Hz. Mesih’in ulûhiyyetini iddia eden Hristiyanlara ve yine hem Hristiyanlara hem de Yahudilere red olmak üzere tekrarlanmıştır. Çünkü Allah Hz. Mesih’in maliki ve onu helak etmeye kadir olandır. Göklerin ve yerin Allah’ın mülkiyetinde olduğunun tekrar edilmesi ise dilediğine mağfiret etmeye dilediğini azaplandırmaya kadir olduğunu açıklamak, onların Allah nezdinde yakın olma, üstün bir mertebeye sahip olma iddialarını iptal etmek içindir. Çünkü Allah’a yakın olmanın ölçüsü, iman ve salih ameldir. Miras yoluyla devralman şeyler yahut kavmî veya unsurî ayrıcalıklar değildir. Yahudilerin Allah’ın seçilmiş milleti olduğu iddiası doğru değildir ve hiç bir kavmin, milletin başka bir millete üstünlüğü yoktur.
Daha sonra Yüce Allah Yahudi ve Hristiyanlara şöylece hitap etmektedir: Kendilerine rasulü, kendisinden sonra rasul ve peygamber gelmeyecek peygamberlerin sonuncusu Muhammed (s.a.)’i gönderen O’dur. Hatta onların beraberlerinde bulunanları doğrulayan ve onların hepsini takip eden O’dur. Kitaplarında size müjdesi verilen peygamber, peygamberlerinizin geleceğini haber verdiği peygamber, Muhammed’dir. İşte o peygamber, peygamberlerin ardının arkasının kesildiği bir dönemde gelmiş, size açıklamalarda bulunmaktadır. Yani vahyin kesilmesi üzerinden, onun peygamberliği ile Meryem oğlu İsa’nın peygamberliği arasında uzun bir zaman geçtikten sonra gelmiş ve sizlere ihtiyaç duyduğunuz din ve dünyanıza dair hükümleri, putperestliğin ifsad ettiği inançları, maddi alanda aşırılıklarla bozulmuş ahlâkı, muhtevasını boşalttığınız ve yalnızca anlamsız ve ruhsuz bir takım merasimlere dönüştürmüş olduğunuz ibadetleri açıklamakta; yine sizlere sizin için içinden çıkılamaz bir hal almış olan dini hususları beyan etmektedir. Bilindiği gibi Hz. Adem ile Hz. Nuh arasında on asır; Hz. Nuh ve Hz. İbrahim arasında on asır; Hz. İbrahim ile İmran oğlu Hz. Mûsâ arasında on asır geçmiştir. Bir asır ise yüz yıldır. Hz. Mûsâ ile Hz. İsâ arasında ise 1700 yıl vardır. Hz. İsa’nın doğumu ile Hz. Mu-hammed (s.a.)’in doğumu arasında ise 569 yıl geçmiştir.
“Bize bir müjdeci de gelmedi, bir uyarıcı da gelmedi demeyesiniz.” Siz böyle bir delil ileri sürüp böyle bir söz söylemeyesiniz diye. Ey dinlerini değiştirip tahrifata uğratanlar! Bize hayır ile müjdeleyen, kötülükten korkutan bir rasul gelmedi mi diyorsunuz? İşte size müjdeleyen ve uyaran bir peygamber gelmiştir. Kendisine itaat edenleri cennet ile müjdeliyor. Kendisine itaat eden kimse ise Allah’a iman eden, emrolunduğu şeyleri yerine getiren ve onun yasakladıklarından uzak duran kimsedir. Kendisine isyan eden, Allah’ın emrine muhalefet edenleri de cehennemle korkutuyor. Yani sizlere Muhammed (s.a.) gelmiş bulunmaktadır.
‘Ye Allah her şeye Kâdir’dir.” Taberî şöyle der: Bunun anlamı şudur: Ben sana isyan edeni cezalandırmaya, bana itaat edeni mükafatlandırmaya kadirim [3][40] Yüce Allah’ın kudretinin belgelerinden birisi de peygamberi Muhammed (s.a.)’e yardım etmiş olması, dünyada onun kelimesini ahirette de mevkisi-ni yükseltmiş bulunmasıdır. [4][41]