Hasan-ı BASRİ (RH.A)
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
Hamd âlemlerin Rabbi Rahman ve Rahim, ölüden diriyi- diriden ölüyü çıkartan, geleceğinde hiç şüphe bulunmayan günün sahibi, mümin kullarına merhametli, inkârcılara şiddetli, indirmiş olduğu Kur’an ile bizlere izzet bahşeden ALLAH(CC) aittir
Salât ve selam âlemlere rahmet olarak gönderilen kendi döneminde ve kendisinden sonra var kılınan mükelleflerin ona(sas) itaatten başka kurtuluşunun mümkün olmadığı önderimiz komutanımız Hz. Muhammed sas’e âline ashabına, bugünden önce yaşamış bugün yaşamakta olan ve kıyamete kadar yaşayacak, hakkın gönüllerini aydınlattığı mücahid müminlere selam olsun.
Evet kaldığımız yerden devam ediyoruz. Muhakkak ki Allah cc ve Resulü’nün bildirdikleri haktır. Bu hakka ise ancak belli bir çaba ve gayret sonucu ulaşılabilir. İlim ehlinin Kuran’da Peygamberimizin hadislerinde ve insanlar nezdinde de değeri malumdur. Nasihat almak, gün içindeki gafletin ruhun üzerindeki etkisini azaltmak için doğru sebeptir. Hülasa kendisi ilim ve irfanıyla, takva ve zahid amelleriyle ümmet tarafından sevilen Âlimlerimizden Hasan-ı Basri (Rah) birazda olsa tanımaya anlamaya çalışalım.
(642) yılında Medine’de doğdu. Babası Yesâr’ın (Müslüman olmadan önceki adı Feyrûz), Irak’ın fethi sırasında Basra yakınlarındaki Meysân kasabasından Medine’ye getirilen esirlerden olduğu söylenir. Oğlunun şöhreti dolayısıyla daha çok Ebü’l-Hasan adıyla tanınan Yesâr, kaynaklarda Zeyd b. Sâbit’in veya Enes b. Mâlik’in halasının âzatlısı olarak gösterilir ve efendisine nisbetle kendisine Ensârî nisbesi verilir.[1]
Hasan-ı Basrî’nin annesi Hayre, Resûl-i Ekrem’in eşi Ümmü Seleme’nin âzatlısı ve hizmetkârıdır. Bundan dolayı Hasan’la daha çok Ümmü Seleme ilgilenmiş, bilgili ve hakîm bir kişi olarak yetişmesinde bu ortamın büyük rolü olmuştur.[2]
Bir keresinde devrin insanlarının tenkidini, sahabe-i kiramın zikrini ve İslâm ahlâkının tarifini yaparken şöyle söylemiştir: Vah vah, yazıklar olsun; aşırı istekler, hayali beklentiler, insanları mahvetti. Laflar çok, amel ve uygulamalardan hiçbir eser yok. İlim var fakat gereğini yerine getirmek için ne azim ne de bir gayret var. İman var fakat yavan ve kuru. Her taraf insan dolu ama kafalarında beyin yok. Gelip gidenleri, onların hışırtılarını duyuyorum ama içten bir dost göremiyorum (samimi insan yok). Millet önce girdi (İslâm’ın özüne), vallahi sonra da çıktı. Önce her şeyi öğrendiler, sonra inkâr ettiler. Önce haram olduğunu kabul ettiler, sonra da helâl saydılar. Sizin dininiz nedir? Ağzınızda sakız.
Birinize, âhiret gününe inanıyor musun diye sorulsa hemen, evet der.
Kıyamet gününün sahibine yemin ederim ki yalan söyledi. Mümine yakışan dinde
sağlam olması, iman sahibi ve kesin inançlı olmasıdır. Onun ilmi için hilim,
Hilmi için de ilim süs olmalı. Akıllı fakat yumuşak huylu olmalı.
Güzel giyimi ve zorluğa katlanması yoksulluğunu örtmeli. Zengin olursa itidalli
olmayı elden bırakmamalıdır. Sadaka ve fakirlere harcamalarında şefkatli, perişan
durumda olanlara merhametli, haklıya hakkını vermekte cömert ve geniş kalbli,
adalet ve insafta dürüst olmalıdır.
Mümin; birinden nefret ettiğinde aşırılığa gitmez. Birine sevgi ve muhabbet beslediğinde onun hakkında şeriattan taviz vererek, onu kayırarak günah işlemez. Ne kusur arar, ne alay eder. Laf taşımaz, zevk ü sefa peşinde koşmaz. Lüzumsuz sözlerle boşboğazlık yapmaz. Hakkı olmayan şeyin peşine düşmez. Ödevi olan şeyi reddetmez. Özür göstermekte haddi aşmaz. Başkalarının felâketine sevinmez.
Mü’minin namazı huşu içinde (kendini Allah’a vermiş halde) olur, rükûa gidişi hızlı (istekli)dır. Onun işi şifa bahşeder. Sabrı takva, sessizliği (sükûtu) baştanbaşa tefekkür, bakışı tamamen ibret ve ders almadır.
Âlimlerin meclisine gider, ilim öğrenmek için; onların yanında sükût eder, rahatsız etmemek için. Konuşursa (sevap) kazanmak için, faydalanmak için. İyi bir iş yaparsa sevinir, kötü ve yanlış bir iş yaparsa tevbe ve istiğfar eder. Kendisine bir densizlik yapılırsa yumuşak başlı davranır. Zulmedilirse sabreder. Kendisine hakaret edilirse adaletle karşılık verir.
Allah’tan başkasından yardım dilemez. Ondan başkasına sığınmaz. Topluluk arasında vakarlıdır, tek başına bulunduğunda şükreder. Rızkına kanaat eder; felâketlere, musibetlere sabreder. Gafiller arasında bulunursa hakkı söyleyenlerden, hakkı söyleyenler arasında bulunursa tevbe ve istiğfar edenlerden olur.
Hz. Peygamberin sahabeleri işte böyleydiler. Derece ve sıralarına göre, dünyada yaşadıkları sürece şanlarına yakışan şekilde yaşadılar. Sonra teker teker Allah’a ulaştılar.
Ey Müslümanlar! Sizden önceki salih (olgun) Müslümanlar da öyle idiler. Ancak siz değiştiğiniz için Allah da sizi değiştirdi:
‘Bir millet kendi iyi hallerini kötü ve fena hâle, çevirmedikçe Allah o milletin halini kötü hale çevirmez. Allah bir topluluğa da bir kötülük diledi mi onun geri çevrilmesi imkânsızdır. Ve toplum için Allah’tan başka bir koruyucu da yoktur.
Hasan-ı Basrî şöyle buyurur: Bu davet ilk müminlerin kulağına ulaşınca onlar hemen o anda îman ettiler, ona hemen lebbeyk dediler. Bu davete iman, onların kalplerinin derinliklerine işledi. Onların kalpleri, bedenleri, gözleri Allah’ın heybeti, azameti karşısında eğildi. Vallahi ben onları gördüğüm zaman, sanki onlar dinin gerçeklerini gözleri ile görmüş gibi iman ediyorlar gördüm. Onlar birbiri ile çekişen ve yanlışın peşinde koşan kimseler değildi. Lüzumsuz sözlerle uğraşmazlardı. Allah’tan onlara ne gelmişse hemen inandılar.
Bu samimiyet, ihlâs, dine sarılma, ilmî ve manevî kemallerin etkisi sonucu bütün Basra şehri ona bağlanmış, ona meftun olmuştu. H. 110 yılında vefat edince bütün şehir halkı onun cenazesini uğurladı.[3]
Alimler ümmet için bazen kandil, bazen sevk memuru konumundadır. Karanlıklara daldıklarında onları Kuran’ın hikmet ve manasını açıklamak suretiyle aydınlığa kavuştururlar. Bazen ise aydınlık olmakla birlikte hangi tarafa yürümenin faydalı olduğunu bilemediklerinde onları sevk ve idare ederler. Ancak Allah cc ve Resulünün Âlimlere verdiği değerden habersiz olarak yaşayan kimseler bunu nasıl anlayabilir. Allah cc bizleri onların nasihatlerine kulak veren ve gereğince amel eden, bugünde kendilerini İslam’a adamış ulemanın izinden giden İhlas sahibi kullarından eylesin İNŞAALLAH.
Selam ve dua ile
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ
[1] (İbn Sa‘d, VII, 156).
[2] (İbn Hallikân, II, 69; Ahmed Halîl Cum‘a, I, 161-167)
[3] Ebu’l-Hasan En-Nedevi,