sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolar
Kur'an Dinle
Sesli Makale

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA ENBİYA SURESİ 82. VE 87. AYETLER ARASI

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA ENBİYA SURESİ 82. VE 87. AYETLER ARASI
10.03.2021
0
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

82- Onun için denizde dalgıçlık yapan ve bundan başka iş(ler) de gören şeytanlardan kimseleri de (emrine verdik) . Biz onların koruyucuları idik.(75)
83- Eyup(76) da; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: “Şüphe yok, bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın.”(77)
84- Böylece onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik;(78) ona katımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik.(79)
85- İsmail, İdris(80) ve Zü’l-Kifl,(81) hepsi sabredenlerdendi.
86- Onları rahmetimize soktuk, şüphesiz onlar salih olanlardandı.
87- Balık sahibi (Zünnun yani Yunus’u da) ;(82) hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki,(83) kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı.(84) (Balığın karnındaki) Karanlıklar için de:(85) “Senden başka ilah yoktur, sen yücesin, gerçekten de ben zulmedenlerden oldum” diye çağrıda bulunmuştu.

Kur'an Dinle

AÇIKLAMA

75. “Şeytanların” boyun eğmesi olayı, Sebe Suresi, 12-13. ayetlerde açıklanmıştı. Bu ayetler, Süleyman (a.s) için çalışan şeytanların ve cinlerin insanlardan tamamen farklı bir yapıya sahip olduklarını göstermektedir. Nitekim Araplar, cinlerin gaybın ilmine vakıf olduklarına inanırlardı. Ayrıca bizzat cinlerin kendileri de gaybın ilmini bildikleri zannı içindeydiler. Bu ayetleri önyargısız okuyan herhangi bir kimse buradaki cin ve şeytanların ne tür bir niteliğe sahip mahluklar olduklarını açıkça görür. İşte Arapların gaybın ilmine vakıf sandıkları cinler bunlardı. Bu nedenle, bazı çağdaş müfessirlerin yaptığı gibi bunların “insan” olduğu sonucuna varmak için Kur’an’ın anlamını saptırmak doğru değildir. Kur’an’daki ifade tarzından ve bu ifadenin yer aldığı konunun akışından bahsedilen cinlerin insan olmadığı anlaşılmaktadır. Eğer bunlar insan olsalardı, bu sadece Süleyman’a (a.s) lutfedilmiş bir nimet olamazdı. Çünkü o zamana dek insanlar Mısır’daki piramitler gibi dev yapılar inşa etmişlerdi bile.
76. Eyyûb’un (a.s) kim olduğu, yaşadığı dönem ve mensup olduğu millet konusunda birçok farklı görüş vardır. Bazı müfessirler onun İsrailoğulları’ndan olduğunu, bazıları Mısırlı olduğunu, bazıları Hz. Musa’dan önce yaşayan veya Hz. Davud ve Hz. Süleyman (a.s) zamanında yaşayan bir Arap olduğunu söylerler. Bütün bu tahminler, Kur’an’a muhalif ve kendi içinde çelişkilerle dolu olan Eyyub kitabına dayandırıldığı için onun hakkında hiçbir kesin fikir öne sürülemez. Fakat daha güvenilir eserler olan İşaya kitabına (M.Ö. 8.yy) ve Hezekiel kitabına (M.Ö. 6. yy) göre Eyyub M.Ö. 9.yy veya daha önce yaşamıştır. Milliyetine gelince adının geçtiği Nisa: 163 ve En’am: 84’deki konunun akışından onun bir İsrailî olduğu tahmin edilebilir. Hz. Vehb İbn Münebbih’e göre o Hz. İshak’ın (a.s) oğullarından biri olan Esau’nun torunlarından olabilir.
77. Duanın sözleri çok ilgi çekicidir. Eyyub (a.s) çektiği sıkıntıdan bahseder, fakat Rabbine: “Sen merhametlilerin en merhametlisisin” demekten başka bir şey söylemez. Bu, onun sabırlı, soylu ve mutmain olan kişiliğinin bir göstergesidir.
78. Eyyub’un (a.s) hastalığının nasıl iyileştirildiği Sad Suresi, 42. ayette anlatılmaktadır: “Ayağını yere vur. İşte yıkanılacak ve içilecek serin bir su” bundan, onun ayağını yere vurur vurmaz oradan bir suyun fışkırdığı anlaşılmaktadır. O bu sudan içmiş, onunla yıkanmış ve hemen sonra hastalığından kurtulmuştur. Tedavinin şekli bizi onun bir deri hastalığından muzdarip olduğu fikrine götürmektedir. Bu fikir Kitab-ı Mukaddes tarafından da desteklenmektedir.” Şeytan Rabbin önüne çıktı ve Eyyub’u ayağının tabanından tepesine kadar kötü çıbanlarla vurdu.” (Eyyub 2:7)
79. Eyyub’un (a.s) Kur’an’da anlatılan yüce kişiliği ile Kitab-ı Mukaddes’te anlatılan Eyyub’u karşılaştırmakta fayda vardır. Kur’an onu bir sabır ve dayanıklılık abidesi ve Allah’a ibadet edenlere mükemmel bir örnek olarak sunar. Fakat onun Eyyub kitabında sunulan genel karekteri, Allah’a karşı şikayetlerle dolu bir adamın karakteridir: “Doğmuş olduğum gün yok olsun, Rahimde bir erkek peyda oldu diyen gece de yok olsun. Günü lanetleyenler ona lanet etsinler… Çünkü anam rahminin kapılarını kapamadı ve gözlerinden sıkıntıyı saklamadı. Ben niçin doğunca ölmedim, rahimden çıkınca son soluğumu vermedim?” (Eyyub: 3) …. “Keşke kederim bir kere tartılsa ve felaketimle beraber teraziye konsa… çünkü Kadir’in okları içimdedir, ruhumun onların zehrini içmede Allah’ın dehşetleri bana karşı cenge dizildiler.” (Eyyub: 6) …. “Suç ettimse, sana ne ettim ey insan gözcüsü? Niçin beni kendine hedef ettin ve ben kendime bir yük oldum? Niçin günahımı bağışlamaz, fesadımı da gidermezsin?” (Eyyub, 7: 20-21) .
Üç arkadaşı onu teselliye ve sabretmesini tavsiye etmeye çalışırlar, fakat o ümitsizlik içinde şöyle der: “Canım hayatımdan bıktı… Ruhumun çektiği acı ile söyleyeyim” (10:1) … “Ben bunlara benzer çok şeyler işittim, hepiniz yorgunluk veren tesellicilersiniz.” (16: 2) …. “Ve bu üç kişi artık Eyyub’a cevap vermekten vazgeçtiler… O zaman Elihu’nun öfkesi alevlendi… Eyyub’a karşı… çünkü o kendisini Allah’tan ziyade haklı çıkarmakta idi.” (32: 1-3) Fakat o da Eyyub’u teselli etmeyi başaramadı. Bunun üzerine Rab kendisi geldi, Onun üç arkadaşını ve Elihu’yu suçladı, Eyyub’u azarladı ve daha sonra onu affetti, kabul etti ve ona lutfetti.” (Bab: 41 ve 42)
Bu kitabın ilk iki babında Eyyub Peygamber’in Allah’dan korkan doğru ve mükemmel bir insan olarak gösterilmesi daha sonraki bölümlerde ise sanki şeytanın onun hakkındaki tahminleri doğru ve Allah’ın ondan beklediği iyi kulluk yanlış çıkmış gibi bir şikayet ve isyan timsali olarak sunulması çok ilginçtir. Bu nedenle, bu kitap, kendisinin ne Allah’ın ne de Eyyub’un (a.s) sözü olmadığının, bilakis sonraları başka birisi tarafından yazılıp Kitab-I Mukaddes’e dahil edildiğinin apaçık bir delilidir.
80. Açıklama için bkz. Meryem Suresi, an: 33.
81. “Zü’l-Kifl”, bu salih adamın ismi değil, lakabıdır ve “nasib ve kısmet sahibi” anlamına gelir. Fakat burada dünyevi zenginliği değil, onun üstün kişiliğini ve ahiretteki derecesini kastetmek için kullanılmıştır. Bu zat yine aynı adla Sad Suresi, 48’de anılmıştır. Onun kimilği ve mensup olduğu millet hakkında birçok farklı görüşler vardır. Bazıları onun Zekeriyya olarak kabul etmişlerdir (fakat bu görüş doğru değildir, çünkü 89. ayette Zekeriyya ayrıca anılmaktadır.) Bazıları onu İlyas, Nuh’un oğlu Yeşu veya Elyasa olduğu fikrini öne sürmüşlerdir. Fakat bu da yanlıştır, çünkü Sâd Suresi, 49. ayette Elyasa ve Zü’l-Kifl farklı kimseler olarak anılmaktadır. Bazıları onun Eyyub’un (a.s) kendinden sonra peygamber olan Bişr adındaki oğlu olduğunu söylerler.
Alleme Alusî şöyle der: “Yahudiler onun, İsrailoğulları’nın esareti sırasında (M.Ö. 597) Peygamber tayin edilen ve vazifesini Habur ırmağı yakınlarında bir bölgede yapan Hezekiel olduğunu iddia ederler.”
Bu birbirine karşıt fikirler aslında hiçbir şey ifade etmezler. Fakat çağdaş müfessirler, hakkında inandırıcı bir delil olmamasına rağmen onun Hezekiel olduğu görüşünü kabul etme taraftarıdırlar. Bu görüş mantıklı görünmektedir, çünkü ayette geçen “O sabreden salihlerdendi ve ona lutfettik” ifadesi Hezekiel kitabınca da desteklenmektedir. O da İsrailoğulları’ndan aldığı esirleri Irak’taki Habur ırmağı yakınlarında Tel-abib’e yerleştiren Bahtunnasır’ın Kudüs’ü fethettiğinde aldığı esirlerden biriydi. M.Ö. 594’de en fazla 30 yaşındayken Hezekiel’e peygamberlik verildi ve o tam 22 yıl boyunca gerek esaretteki İsrailoğulları’na gerekse zalim yönetici ve adamlarına Allah’ın mesajını tebliğ etti. Görevinin 9. yılında “gözlerinin sevgilisi” diye adlandırdığı karısı öldü, fakat o ertesi gün karısının ölümüne ağlamaya gelenleri Allah’ın gazabı ve gelecek olan azabla korkuttu. (Bab 24: 15-27) Kitab-ı Mukaddes’deki Hezekiel kitabı, doğru ve ilâhî kaynaklı olduğu anlaşılan yazılardan biridir.
82. Yani Yunus, “Zün-nun” sözlük anlamı olarak “balık sahibi” anlamına gelir, Yunus’a bu ad verilmiştir. Çünkü Allah’ın emriyle Onu bir balık yutmuştu. (Bkz. Saffat: 142 ve an: 77-85, Yunus 98 an: 98-100)
83. Yunus (a.s) , hicret için Allah’dan emir gelmeden kavminden ayrılmıştı.
84. O, Allah’ın azabına uğrayacak olan bu beldeden ayrılması gerektiğini düşünmüştü. Bu davranış aslında başlı başına bir günah teşkil etmez, fakat bir peygamberin Allah’ın izni olmaksızın gönderildiği yeri terketmesi günahtır.
85. “Karanlıklar..”: Balığın içindeki ve onun dışındaki denizin karanlıklarından.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.