BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
ÖNSÖZ
Hamd, âlemleri yoktan var eden yegâne hakimiyet sahibi Allah(cc)’a dır. O’na (c.c.) kulluk eder O’ndan (c.c.) yardım dileriz. Salat ve selam son Rasul Hz. Muhammed (sav)’in, Ehl-i Beytine, Sahabesine ve tüm Mü’minlerin üzerine olsun.
Şüphesiz insanoğlu yeryüzüne kulluk için gönderilmiştir. Misak âleminde Allah (cc)’a söz veren insanoğlu yeryüzüne gönderilip imtihana tabi tutulmuştur. İnsanoğlu mekân, şart gözetmeksizin sırtına yüklenen emanet ile yeryüzün halifesi olarak vazifelendirilmiştir. Hangi şartlar altında olursa olsun halifeliğinden taviz vermemekle sorumlu tutulmuştur.
“Hani Rabbin, Meleklere: “Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim” demişti…”(Bakara/30)
“Halife, kendisine otorite tarafından verilen görevleri, onun yerine kullanan kişidir. O halde insan malik değildir, o sadece Allah’ın temsilcisidir ve kendisine gerçek Hâkim tarafından verilenler dışında hiçbir güce sahip değildir. Bu nedenle, kendi istediklerini yapma hakkına sahip değildir. Onun görevi, temsil ettiği otoritenin isteklerini yerine getirmektir. Eğer verilen yetkileri kendisinin sanır veya bu yetkileri kendi arzularına göre kullanırsa veya bir başkasının hâkimiyetini kabul edip, onun isteklerine boyun eğerse, bu isyan ve ihanet olur.”[1]
Yeryüzüne gönderiliş gayesini anlayan insanoğluna düşen artık ölene kadar bu vasfını kaybetmeme mücadelesini vermek olacaktır. Fakat şu da bir gerçektir ki; insanoğlunun Allah (cc)’a karşı yerine getirmesi gereken sorumluluklarından rahatsız olanlar da elbette ki vardır. Bu rahatsızlık ilk olarak şeytan tarafından dile getirilmiştir. O Allah (cc)’ın hükmünü beğenmemiş ve Âdem (as)’a secde etme hadisesindeki hatadan kendisini sorumlu tutmayıp insana karşı büyük kin ve düşmanlık duymaya başlamıştır. Bu kini ve düşmanlığı ise insanları Allah (cc)’dan uzaklaştırmak isteği ve azmiyle desteklemiştir. Dolayısıyla insanları Allah (cc)’a kulluktan uzaklaştıracak sebepler, hileler üretmeye koyularak şeytanlaşan insanlar aracılığıyla yeryüzündeki savaşını sürdürmektedir.
Bu kitapta ele alacağımız “Beşeri Sistemler” şeytanın hedefine ulaşmak için verdiği mücadelenin bir neticesidir. Bu kitapta göreceğiz ki Beşeri Sistemler, Allah (cc)’a kulluğun önündeki büyük engeldir. Çağımızda ise bu sistemlerin insanlara özgürlüğü ve saadeti getirdiği yönünde büyük propagandalar yapılmaktadır. Bu propagandanın kabul görmesinin en önemli sebebinin ise cehalet olduğu aşikârdır. Biz de Kur’an’dan aldığımız nur ile bu sistemlerin hilelerini ortaya çıkarmaya gayret gösterdik. Gayret bizden başarı Allah’tandır.
İLAH VE SAHTE İLAHLAR
İnsanoğlu yeryüzünde Allah azze ve celle’ye kulluk etmek için yaratılmış bir canlıdır. İtaatini Allah’tan başkasına yapmakla Allah’tan başkalarını ilah kabul etmiş olur. Şurası kesindir ki her kabullenişin hayata yansıyan bir yönü mutlaka vardır. Allah’u Teâlâ’dan başkasını ilah kabul etmenin yaşantıdaki yönü çoktur ve her yönü ile insanları sapıtmada ayrı etkileri vardır. Nihai olarak insan fıtratına uymayan itaat ve ibadet şekilleri gündeme gelir ve saf fıtratların, hak İlah olan Allah’tan kopmasına, yaratılışına aykırı davranmasına sebep olur. Yaratılışımızdaki asıl maksat Allah’a kulluktur. Bu kulluğu yerine getirmeyenler, şereften yoksun zavallılar olmaya mahkûmdurlar.
Hz. Muhammed (Sas)’in gönderildiği toplum da Allah azze ve celle ’den gayrı ilah edinilen saygı duyulan kurban kesilen ve insanlar arasında hükmeden birçok sahte ilah mevcut idi. Hatta bu günde durum aynıdır. İlah olarak Allah’ı kabul eden fert ve toplumların oluşturduğu bir düzen ile Allah azze ve celle’ den başkalarını ilah kabul ederek beşerin istek ve arzularına göre hayatını şekillendiren fert ve toplumlar.
“İlah; kendisine ibadet edilen, her şeyden çok sevilen, tazim ve tesbih edilen mutlak varlık. Lügatte, örtünmek, gizlenmek, alışmak ve kulluk anlamında kullanılmakla beraber genelde ibadet edilen, tapınılan nesnelerin ortak adı olmuştur. Ancak İslâmiyet’in saf tevhid akidesi, tapılacak, ibadet edilecek; kâinatın ve eşyanın yaratıcısı ve yoktan var edicisi olarak sadece Allah’ı kabul etmektir. Bu yüzden, ‘Allah’ lâfzî sadece İslâm’ın kabul ettiği ilah inancının âlemi (özel ismi)’dir.
1.İnsanın zihninde ibadete ve ilâh edinmeye iten etkenin asıl kaynağı, kişinin muhtaç ve güçsüz oluşudur.
İnsan, kendisinin ihtiyaçlarını gidermeye gücü yeten, sıkıntılara karşı ona yardım eden, gerektiği an onu koruyan, ıstırap ve korkusu halinde korkusundan onu emniyete çıkaran bir varlıktan başkasına ibadet etmeyi aklına ve hayaline bile getirmez.
2.Yine kişinin inancına göre ihtiyaçları gideren, dualara icabet eden, isteklere cevap veren bir varlığın, mevki bakımından yüceliğini itiraf etmekle kalmaz, kuvvet ve kudretteki üstünlüğünü de itiraf eder.
3.Şu dünya hayatında kişinin ihtiyaçlarının, çoğunlukla sebep ve sonuç kanunlarına göre olması ve ihtiyaçlarını gidermek için yaptıklarının çoğunun, duygusu, görgüsü altında ve bilgisi çerçevesinden çıkmayacak bir durumda gerçekleşmesi nefsinde o varlığa kulluk etme arzusunu meydana getirmez.
Buna bir örnek verelim: Bir şahıs bazı ihtiyaçlarına sarf etmek için bir mala muhtaçtır. Bunun için başka bir şahsa gider ve ondan bir iş veya vazife ister. O da bunun isteğini kabul ederek bir iş verir. Sonra işine göre ücretini öder. Bu işçi, inanmak şöyle dursun işverene ibadet etmeyi aklına bile getirmez. Çünkü O, kendisine emek harcatan, yorulmasına yol açan işi ve iş düzenini bütün yönleriyle bilmekte, gözleriyle müşahede etmekte, işverenin kendisi için belirlediği çalışma yöntemi hakkında bilgi sahibi olmaktadır. Çünkü kendisine tapınılan “mabud” un kişiliği, zatı ve gücü gayb perdesi arkasında olmadıkça ve bütün ihtiyaçları gideren gücü gizli kalmadıkça, insanın ona ibadet etmesi mümkün değildir.
İşte bu fikirden hareketle, mabud için isim olarak öyle bir kelime seçilmiştir ki, bu kelime, görünmezlik ve derin şaşkınlık anlamı ile birlikte yücelik üstünlük ve şereflilik manalarını da ihtiva eder.
4.Nihayet kaçınılması imkânsız tabii hallerden biri de, insanın aşkla ve şevkle yöneleceği şahsın, ihtiyacı anında ihtiyacını gidermeye, sıkıntıya düştüğü zaman sıkıntısından kurtarmaya, ızdıraplı anlarında acılarını dindirmeye gücü yetsin.Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, “İlâh” kelimesinin mabud hakkında kullanılmasına sebep