VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 88. VE 91. AYETLER

Münafıkların Vasıfları, Hilekârlıkları, Müslümanları Küfre Düşürme Çabaları, Onlara Nasıl Davranılacağı
88- Siz hâlâ niçin münafıklar hakkında -Allah onları kazandıkları yüzünden tepesi aşağı getirdiği halde- iki kısım oluyorsunuz? Allah’ın saptırdığını siz mi doğru yola getirmek istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa artık onun için hiçbir yol bulamazsın.
89- Onlar, kendileri küfre girdikleri gibi sizin de küfredip onlarla beraber olmanızı arzu ettiler. O halde, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dostlar edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları nerede bulursanız yakalayıp tutun, onları öldürün. Onlardan ne bir dost ne de bir yardımcı edinin.
90- Sizinle aralarında antlaşma bulunan bir kavme sığınanlar, yahut ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmak istemedikleri için göğüsleri daralıp size gelenler müstesnadır. Allah dileseydi elbette onları sizin başınıza musallat eder de sizinle herhalde savaşırlardı. Artık onlar sizi bırakıp bir tarafa çekilirler de sizinle vuruşmazlar ve size barış teklif ederlerse, o halde Allah size onların aleyhine bir yol bırakmamıştır.
91- Diğer bir takımını da şu halde bulacaksınız: Onlar hem sizden emin olmak, hem kendi kavimlerinden emin olmak isterler. Ne zaman fitneye döndürülürler ise onun içine baş aşağı atılırlar. Öyle ise onlar sizi bırakıp bir tarafa çekilmezler, size barış teklif etmezler, ellerini çekmezler ise onları nerede bulursanız yakalayıp tutun, onları öldürün. İşte size onlar hakkında apaçık bir ferman verdik.
Nüzul Sebebi
“Siz hâlâ niçin münafıklar hakkında iki kısım oluyorsunuz?” 88. ayetin nüzul sebebi ile ilgili olarak: Buharî, Müslim ve başkaları Zeyd b. Sabit (r.a.)’ten şöyle rivayet eder: Resulullah (s.a.) Uhud savaşma çıktığında kendisiyle beraber gidenlerden bazıları geri döndü. Onlar hakkında Ashab-ı Kiram iki kısma ayrıldı. Bir kısmı, “öldürelim derken diğer bir kısmı, hayır, öldürmeyelim, diyordu. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.
İbni Cerir’in İbni Abbas (r.a.)’tan rivayetine göre ayet Mekke’de müslüman olduklarını izhar etmiş bir kavim hakkında inmiştir. Bunlar Müslümanlar aleyhine müşriklere yardım etmekte idiler. Müslümanlar bunlar hakkında hüküm vermekte ihtilâfa düştüler de o yüzden bu ayet indi.
Saîd b. Mansur ile İbni Ebi Hatim, Sa’d b. Muaz b. Ubâde’nin şöyle dediğini tahric etmişlerdir: Resulullah (s.a.) insanlara hitap ederek buyurdu ki: Bana eza eden ve evinde bana eza verenleri toplayana karşı bana yardımcı olacak kim var? Sa’d b. Muâz hemen “Eğer Evs’ten ise onu öldürürüz, eğer Hazredi kardeşlerimiz ar. smda ise bize emredersiniz, sana itaat ederiz” dedi. Bunun üzerine Sa’d b. Ubade kalkıp “Ey Muâz’m oğlu, Resulullah’a (s.a.) itaat et. Senden meydana gelenleri bilmektesin” dedi. Useyd b. Hudayr da ayağa kalktı ve “Ey Ubâde’nin oğlu, sen münafıksın ve münafıkları seviyorsun” dedi. Onun üzerine ayağa kalkan Muhammed b. Esleme de şöyle dedi: “Ey insanlar susun, aramızda Allah’ın peygamberi bulunmakta. O bize emreder, biz de emrini infaz ederiz.” Bunun üzerine “Siz hâlâ niçin münafıklar hakkında iki kısım oluyorsunuz?” ayeti indi.
Ahmed b. Hanbel, Abdurrahman b. Avf (r.a.)’tan rivayet etmiştir: Araplardan bir kavim Medine’de Resulullah’a (s.a.) geldiler ve müslüman oldular, sonra Medine’nin o zaman yaygın olan hummasına yakalandılar. O yüzden gerisin geriye Medine’den çıktılar. Yolda onlarla bir kısım Ashab karşılaştılar ve sordular: “Ne oldu da Medine’den ayrıldınız?” Onlar “Medine’nin hummasına yakalandık” dediler. Ashab “Allah Rasulü’nde sizin için alınacak güzel bir örnek yok muydu? (O ve Ashabı bu çeşit şeylere sabrediyor)” dediler. O adamlar hakkında bazısı “Bunlar münafık olmuş” derken, bazısı da “Münafık olmazlar” diye hüküm verirken bu ayet nazil oldu.
Ancak bu rivayetin isnadında tedlîs ve inkıta vardır, yani buna itimad etmek sahih değildir.
“Ancak aralarında antlaşma bulunan bir kavme sığındılar…” 90. ayetin nüzul sebebi ile ilgili olarak: İbni Ebî Hatim ve İbni Merdûveyh, Hasan-ı Bas-rî’den şöyle dediğini tahric etmektedir: Sürâka b. Mâlik el-Mudlicî bize şöyle anlatmıştı: Resulullah (s.a.) Bedir ve Uhud’da zaferler elde edip etraftaki kabileler İslâm’a girmişti. Halid b. Velid’in bir askerî birlik ile kavmim olan Mudli-coğulları üzerine Resulullah (s.a.) tarafından sevk edileceği haberini aldım. Hemen Medine’ye gelip Hz. Peygambeı-‘e dedim ki: “Nimet aşkına, benim kavmime asker sevk edecekmişsin. Ben, onlarla mütareke yapmanı istiyorum. Çünkü senin kavmin Kureyş müslüman olursa bizimkiler de müslüman olup İslâm’a girerler. Kureyş müslüman olmazsa kavminin onlar üzerine galip bulunması uygun olmaz.”
Bunun üzerine Resulullah (s.a.) Halid b. Velid’in elini tuttu ve “Onunla git ve istediğini yerine getir” dedi. Halid de onlarla Resulullah (s.a.)’a karşı kimseye yardım etmemeleri, Kureyş İslâm’a girerse onlarla beraber müslüman olmaları şartıyla sulh yaptı. Bunun üzerine Allah Teâlâ “Sizinle aralarında antlaşma bulunan bir kavme sığınanlar müstesna.” ayetini indirdi. Onlara iltica edenler de onlarla yapılan antlaşmaya dahil oldular.
İbni Ebî Hatim, İbni Abbas, (r.a.)’ın şöyle dediğini tahric etmiştir: “Ancak… bir kavme sığınanlar…” ayeti Hilâl b. Uveymir el-Eslemî, Suraka b. Mâlik el-Mudlicî ile Cuzeyme b. Amir b. Abdi Menafoğulları hakkında indi. İbni Ebî Hâtim’in Mücahid’den naklettiği bir rivayete göre ayet Hilâl b. Uveymir el-Eslemî hakkında inmiştir. Bu zat ile Müslümanlar arasında bir antlaşma vardı. Kavminden bazı kimseler ona gidip Müslümanlara karşı beraber olmaları teklifinde bulunmuş, Hilâl ise Müslümanlarla da kendi kavmiyle de savaşmak istememişti. [1][18]
Açıklaması
Münafıkların kâfir olduğu hususunda gerekli deliller mevcut olduğu halde müminlerin onlar hakkında farklı görüş ve gruplara ayrılmasını hoş karşılamayan Allah Teâlâ hitap ederek soruyor: Onlar hakkında niçin farklı görüşlere sahip taraflar haline geldiniz? Bir kısım onları temize çıkarıp haklarında hayır yollu şahitlik etmekte, diğer bir kısım ise münafıkları tan u teşnide bulunup küfre girdiklerine şehadet eylemekte. Halbuki münafıklar kâfirdirler. Allah Teâlâ onları haktan ayırıp dalâlete düşürmüştür. Buna sebep ise isyanları, Allah’ın Rasulü’ne muhalefet etmeleri, batılın peşinden gidip Müslümanlara düşmanlıkta bulunmaları, Müslümanlara buğzedip aleyhlerine entrika ve komplolara girişmeleri, Mekke’den Medine’ye hicret etmemeleridir. Münafıklar aslî fıtratları artık bozulduğu için sanki baş aşağı ters çevrilmişler, yüzleri üzeri yürür bir vaziyete düşmüşlerdir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: ‘Yüz üstü, düşe kalka yürümekte olan kimse mi daha çok hidayete erendir. Yoksa doğru bir yol üzerinde dümdüz yürüyen mi?” (Mülk, 67/22). “Allah onları kazandıkları yüzünden tepesi aşağı getirdi” cümlesinin manası şudur: Allah Teâlâ onları daha önceden oldukları hâle, müşriklerin hükmüne döndürdü. Sebep ise irtidat edip müşriklere katılmaları ve Resulullah (s.a.) aleyhine komplo düzenleyip hilekârlık yapmalarıdır.
“Allah’ın saptırdığını siz mi doğru yola getirmek istiyorsunuz?” Yani kendi istek ve fiilleriyle dalâlete düşmüş, sapıtmış olanları İslâm’a hidayet etmeyi mi istiyorsunuz? Hak yoldan sapıtmış olan kişiyi ona geri çevirmek için bir yol bulamazsın ki. Çünkü hakkın yolu açıktır: O da fıtratın çizdiği, selim aklın götürdüğü ve hayır ile şer, faydalı ile zararlı, hak ile batıl hakkında tarafsızca edilecek tefekkürün yolunu izlemek, o kadar.
Daha sonra Allah Teâlâ münafıkların garip bir tavrını zikrediyor: “Onlar sizin de dalâlete düşmenizi, sapıtmanızı arzu ediyorlar. Ta ki dalâlet bakımından siz de onların haline düşesiniz ve islâm dini tamamen yok edilsin.” Bu şekilde temenni etmeleri ise sadece size şiddetli düşmanlık ve buğuzlarmdan, küfürdeki devamlı azgınlıklarından kaynaklanmaktadır. Zira kendi dalâlet ve kâfirlikleri, taşkınlıkları yetmiyor, başkalarını da sapıtmaya düşürüyorlar.
O yüzden Allah Teâlâ münafıkların hilelerinden ve bu türlü entrikalarından sakındırmaktadır. İman ettiklerine dair açık bir delil bulununcaya, Medine’ye hicret etmelerine kadar putperest müşriklere karşı size yardım edecek diye münafıklardan dostlar, yardımcılar edinmeyin. Çeşitli dava ve meselelerinizde sadakatle size yardımcı olduklarını görürsen ve diğer şartları yerine getirirlerse o zaman imanlarında sadık olduklarını anlarsınız.
Fakat Allah yolunda hicret etmek gibi zahirî imandan yüz çevirip Medine dışındaki yerlerinde kalmaya devam edecek olurlarsa, nerede ve ne zaman, ister Harem sınırları içinde, isterse Harem dışında onları yakalayın ve öldürün; onlarla dostluk ve ittifak kurmayın ve hiçbir önemli işin başına da onları getirmeyin. Aynı halde devam ettikleri müddetçe Allah düşmanlarına karşı onlardan yardım da talep etmeyiniz.
Sonra Allah Teâlâ onlardan iki sınıfı bu hükmün dışında tutmuştur:
Birincisi, Müslümanlarla aralarında antlaşma bulunan bir kavime sığınanlardır. Sizinle sulh veya zimmîlik antlaşması ile antlaşma yapmış olan bir kavme, ahit ve antlaşma müddeti esnasında iltica edenlerin hükmünü de antlaşmanız bulunanlarınki gibi kabul edin. Bu hüküm, Buharî’de de zikredilen Hudey-biye sulhuna uygun düşmektedir. “İsteyen Kureyş’in sulh ve antlaşmasına girer, isteyen de Muhammed ile ashabının sulh ve antlaşmasına girer.” Ebu Bekir er-Râzî diyor ki: İmam, kendisiyle kâfirlerden bir kavim arasında bir antlaşma akdederse, şüphesiz bu antlaşmaya her iki tarafa rahm (akrabalık), ittifak ve velâ yoluyla mensup olup taraftar ve destekçi durumunda bulunanlar da dahil olurlar. Ama başka bir kavimden olan kimse, şart koşulmadıkça antlaşmaya dahil değildir. Başka bir kabileden olup antlaşma yapan tarafların akdine girmesi şart koşulan kişi ise, andlaşma buna göre akdolunmuş ise dahil olur. Nitekim Hudeybiye’de Kinâneoğulları Kureyş’in ahit ve tarafına dahil olmuş idi. [2][19]
İkincisi, tarafsızlardır: Başlan daralmış olarak gelen ve sizinle savaşmayı istemeyen, kendi kavimlerine karşı savaşmak da kendilerine kolay gelmeyenler. Bunlar sizin ne lehinize ve ne de aleyhinize bulunmaktalar. Bugünkü deyişle tarafsız durumdadırlar. Onlar antlaşma icabı Müslümanlara karşı savaşmadıkları gibi ırk ve cins gibi köklü irtibatlarını korumak için kendi kavimleriyle de savaşmazlar. Ne de olsa kendi kavimleridir, karşılarına çıkmak istememekte mazurdurlar.
Her iki sınıfa Allah Teâlâ’nm şu ayeti ile muamele olunur: “Size harp açanlarla, Allah yolunda siz de savaşın. Fakat haddi aşmayın. Şüphesiz Allah haddi aşanları sevmez.” (Bakara, 2/190).
Allah Teâlâ’nm size bir lütf u keremi ve rahmeti neticesi onlar sulh yapmışlardır. Böylece de Allah onların zararını sizden defetmiştir. Allah dileseydi, size karşı savaşa girmelerini ilham ederek onları size musallat kılardı ve sizinle onlar da savaşırlardı.
Eğer bunlar ve benzerleri sizi bırakıp geri çekilir de savaşmazlarsa ve size barış teklif ederlerse, onlar bu halde devam ettiği sürece sizin onlarla savaşmaya hakkınız yoktur. Bedir savaşma istemeye istemeye müşriklerle birlikte çıkmak zorunda kalan Abbas ve emsali, Haşimoğullarından bir grup böyleydi. O yüzdendir ki Peygamberimiz (s.a.) Abbas’ın öldürülmesini yasaklamış, esir edilmesini emreylemişti.
Zeroahşerî diyor ki: Allah Teâlâ’nm o insanları Müslümanlara karşı savaştan çevirmişolması onlara taarruz etmeme ve öldürülmekten kurtulma sebeplerinden biridir.
Daha sonra Allah T&âlâ görünüşte yukarıda anlatılan zümreye benzeyen bir başka cemaatin hükmünü beyan eyliyor. Fakat bunların niyetleri ötekilerinki gibi değildir. Bunlar münafık bir kavimdir, Resulullah (s.a.) ve ashabına karşı müslüman gözüküyorlar ki o yönden canlarını, mallarını, çoluk çocuklarını emniyet altına almış olsunlar. Fakat alttan alta da kâfirlere yardakçılık yapıyorlar, onların ibadet ettiklerine ibadet ediyorlar. Müslümanlardan emin olmak istiyorlar ama kalben içten kâfirlerle birliktedirler [3][20] Allah Teâlâ’nm şu ayetinde belirttiği bir halde bulunuyorlar: “Şeytanlarıyla başbaşa olunca, emin olun, biz sizinle beraberiz, derler.” (Bakara, 2/14). Burada da halleri şöyle tasvir ediliyor: “Ne zaman fitneye döndürülürler ise onun içine baş aşağı atılırlar.” Yani kavimleri onları ne zaman Müslümanlara karşı savaşmaya çağırırsa, en çirkin, azgın bir şekilde o çağrıya uyarlar ve savaşa tepe takla atılır ve diğer bütün düşmanlardan daha şiddetli bir şekilde harbe katılırlar. Zemahşerî diyor ki: [4][21] Süddî dedi ki: Fitne, burada şirk manasınadır. Yani münafıklar ne zaman şirke davet edilirler ise en kabih ve çirkin bir dönüşle ona dönerler. Onlar münafıklık üzerinde idman yapmışlardır. İbni Cerir ise ayetin Esed oğulları ve Gatafan kabilesi hakkında indiğini hikâye eder. Başka kimseler hakkında indiği de söylenmiştir.
Bunların hükmü şudur: Eğer sizi bırakıp bir tarafa çekilmezler, size barış teklif etmezler ve tarafsız kalmazlar, müşriklerle birlikte olurlar ve sizinle savaştan uzak kalmazlarsa onları esir edin, nerede karşılaşırsanız onları öldürün. Onlar aleyhinde size apaçık bir delil, düşmanlıkları ortaya çıktığı için öldürülmeleri hakkında gayet kesin bir ferman verdik.
Bu hükümler, İslâm’ın barışa, güvenliğe, ahde, antlaşma ve sulha ne kadar çok önem verdiğini göstermektedir. Razî diyor ki: Ekseri alimler “Bu da gösteriyor ki onlar bize karşı savaşı bırakıp bizden sulh talebinde bulunurlar ve savaştan ellerini tamamen çekecek olurlarsa, bizim de onlarla savaşmamız ve onları öldürmemiz caiz olmaz” demişlerdir. [5][22]