VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 83. VE 84. AYETLER

Sağlam Bir Kaynağa Dayanmaksızın Haber Yaymak
83- Onlara eminlik veya korku hususunda bir haber geldiği vakit onu yayıverirler. Halbuki bunu Peygamber’e ve onlardan (müminlerden) emir sahiplerine (idarecilere) havale etmiş olsalar onlardan hüküm çıkarmaya kadir
olanlar onun ne olduğunu bilirlerdi. Allah’ın sizin üzerinizdeki lütf u inayeti ve esirgemesi olmasaydı, birazınız
müstesna olmak üzere muhakkak ki şeytana uyup gitmiştiniz.
Nüzul Sebebi
Müslim, Ömer b. el-Hattab’dan (r.a.) rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.) hanımlarından itizal ettiğinde (uzaklaştığında) mescide girmiştim. Baktım ki insanlar ellerindeki çakıl taşlarıyla yere bir şeyler çiziktiriyorlar: “Resulullah (s.a.) hanımlarını boşadı” diyerek üzülüyorlardı. Mescidin kapısına dikildim ve var gücümle “Hanımlarını boşamadı” diye bağırdım. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu: “Onlara eminlik veya korku hususunda bir haber geldiği zaman onu yayıverirler. Halbuki bunu peygamberlere ve onlardan (müminlerden) emir sahiplerine havale etmiş olsalardı, onlardan hüküm çıkarmaya kadir olanlar onun ne olduğunu bilirlerdi.” O haberin hükmünü istinbât eden bendim.
İbni Cerir et-Taberî diyor ki: Bu ayet, Rasul-i Ekrem’in (s.a.) kendilerine söylediğinin veya kendilerinin Hz. Peygamber’e söyledikleri söz ve vaadlerin tersine planlar ve desiseler kuran topluluk hakkında nazil olmuştur.
Suyutî ise: “Ayet-i kerime münafıklardan veya zayıf imanlı müminlerden bir grup hakkında nazil olmuştur. Bazı müminlerin kalpleri zayıflasın, Peygamberimiz (s.a.) de rahatsız olsun diye böyle bir yola tevessül ederdi” demektedir.
Kanaatimce Suyutî’nin söylediği sebep daha barizdir. Zira haber yaymak, bazı söylentilerin dolaşmasına yardımcı olmak ya ümmetin düşmanı bulunan münafıkların kötü bir maksatla işledikleri bir fiil yahut da zayıf imanlı, cahil halk tabakasının iyi niyetle yaptıkları bir iş olabilir. Hz. Ömer (r.a.)’in tavrı da nüzul sebeplerinden birisi olabilir.
Zemahşerî ise şöyle diyor: Bunlar henüz sosyal olaylar hakkında tecrübesi bulunmayan, işlerin iç yüzünden haberdar olmayan zayıf imanlı bazı Müslü-manlardı. Rasul-i Ekrem (s.a.) Hazretlerinin gönderdiği seriyyeler (askerî birlikler) ile ilgili olarak kendilerine ulaşan bir emniyet, selâmet, korku, aksaklık, hezimet haberini derhal yayarlar, bu şayia da genel bir bozgunluk veya felâket sebebi olurdu. [1][10]
Açıklaması
Bu, işlerin ve meselelerin gerçek yönünü öğrenmeden hemen haberini alıp yayan kimselere yöneltilmiş bir nehiydir. Çünkü haberlerin sahih olmaması da mümkündür. Müslim Sahih’inde Ebu Hureyre’nin naklettiği bir hadiste Peygamberimiz (s.a.)’in “Kişiye günah olarak her duyduğunu anlatması yeter” buyurduğunu rivayet etmektedir. Başka bir sahih hadiste de ‘Yalan olduğunu zannettiği bir sözü anlatıp nakleden kişi de iki yalancıdan biridir” buyurmaktadır. Buhari ve Müslim’de Muğire b. Şu’be’den (r.a.) nakledildiğine göre Rasul-ı Ekrem (s.a.): “Kîl u kâl’den (yani dedikodudan nehyetmiştir.” Yani insanların dillerinde dolaşan sözleri hiç bir araştırma ve soruşturma yapmadan nakletmeyi yasaklamıştır. Ebu Davud’un S«nen’inde de “Zeâmû (demişler, ileri sürmüşler) sözü kişi için ne kötü bir binittir” buyurulmuştur.
Ayetin manası şöyledir: Emniyet (barış) ve korku (savaş) durumları ile ilgili bir haber güvenilir olmayan kaynaklardan gelerek cahil halka veya münafıklara ya da genel konularda tecrübesi ve bilgisi bulunmayan bazı zayıf Müslümanlara ulaşabilir ve onlar da hemen halka duyurup yaymaya girişebilirler. Bu ise insanların genel menfaatine zarar veren kötü bir iştir.
O sebeple kamu işleri ile ilgili söz ve açıklamaların Müslümanların başkanına yani Rasul-i Ekrem’e (s.a.) veya emir sahibi olan idarecilere, ehl-i hal ve’l-akd olan ümmetin şûra heyetinin üyesi bulunan zatlara bırakılması gerekir. O tür konularda konuşma hakkına onlar sahiptir. Sağlam haberleri, işlerin gerçek yönlerini ortaya çıkarma imkânı onların elindedir. Bilgileri, istifade ettikleri kaynakların çeşitliliği, savaş ve savaş hileleri, entrikaları hususundaki tecrübelerine dayanarak alınması gerekli tedbirler ve söylenecek sözler hakkında onlar yetkilidirler.
Her duyduğunuzu anlatmakta, sağlamlığını araştırıp sormadan bütün haberleri nakletmekte ise devlete açık bir zarar verme durumu söz konusudur. O yüzden zamanımızda her devlet basm-yaym, radyo, televizyon ve diğer iletişim organlarındaki haberlere belli oranda sansür uygulamaktadır. Tâ ki toplumda kargaşa ve karışıklık çıkmasın, insanlar şayialara kapılmasın. Bu kontrol, sansür barışta da, savaş zamanlarında da mevcuttur.
Daha sonra Allah Teâlâ imam sağlam olan müminlere lütf u inayet edip kendilerini o türlü bozuk ve şaibeli akımlardan koruduğunu belirterek beyan ediyor ki: Eğer Allah’ın, sizin üzerinizdeki lütfü ve esirgemesi olmasaydı -çünkü sizi hidayete sevkeden, Allah’a ve Rasulü’ne itaat etmeye muvaffak kılan, sizi sağlam bir ilmî kaynağa yani peygambere ve ümmetin emir sahibi olan zevatına idarecilerine müracaat etmeye kılavuzlayan O’dur- sizler de şeytanın vesveselerine uyardınız veya Zamahşerî’nin dediği gibi kâfir olarak kalırdınız. Bundan sizin pek azınız müstesna olurdu, yahut birazcık bir itaatla da olsa şeytana uyardınız. Bu ayet-i kerimenin bir benzeri de şu ayettir: “Eğer üzerinizde Allah’ın fazl u rahmeti olmasaydı içinizden hiçbiriniz ebedi temize çıkamazdı” (Nûr, 24/21). [2][11]
Cihada Teşvik
84- Artık Allah yolunda savaş. Sen ken- dinden başkasından mükellef tutulma- yacaksın. İman edenleri de teşvik et. Olur ki Allah o kâfir olanların şiddeti n* defeder. Allah’ın azabı çok çetindir, ibret alınacak cezası da pek şiddet-
Açıklaması
Allah Teâlâ bu ayet-i kerimede de kulu ve peygamberi Muhammed (s.a.)’e savaşa bizzat girişmesini, kendisine yardımdan geri duranları bırakmasını ve onlara önem vermemesini emretmektedir.
Ey Habibim Muhammed! Artık sen Allah yolunda savaş. Onlar seni yalnız ve tek başına bıraksalar da önemli değil. Eğer düşmanlara karşı zafer elde etmek istiyorsan kendinden başkasını cihada atılması için sorumlu tutma. Çünkü sana yardımcı olacak olan Allah’tır, askerler değil. O isterse sana tek başına da, etrafında binlerce asker ile yardım ettiği nusret ve zaferi nasip eder.
Kendin dışında kalan ve niçin bize savaşı farz kıldın ya Rab diyen, senin yanında ve karşında arz ettikleri itaatten başka entrika ve planlarla meşgul olanlara gelince onları kendi işleriyle başbaşa bırak. Şüphesiz Allah yaptıklarının cezasını verecektir.
Onlar hakkında sana düşen sadece cihada teşvik etmektir, onları kınamak, azarlamak değildir. Allah Teâlâ haber verip vaad ediyor ki -O asla vaadinden caymaz- sana yönelecek şu Kureyş kafilesinin her ne türlü şiddet ve kuvveti olursa olsun onu defedecektir. Çünkü Allah Teâlâ kudret ve kuvvetçe de Kureyş’ten çetindir. Kahr u ceza, azap etme bakımından da daha çetindir. Onların kâfirlikleri, hak aleyhine cüretkârlıkları sebebiyle dünyada da ahirette de cezalarını vermeye kadirdir.
İşte bu ilâhî vaad fiilen gerçekleşmiş, Allah Teâlâ kâfirlerin satvet ve kuvvetlerini defetmiş ve kırmıştır. Şöyle ki: Ebu Süfyan Uhud savaşından sonra gelecek yıl Bedir’de Müslümanlarla tekrar karşılaşma ve savaşma talebinde bulunmuş, Resulullah (s.a.) da bu talebi kabul etmişti. Uhud savaşının üçüncü senesinde Küçük Bedir’de karşılaşma vakti geldiğinde Rasul-i Ekrem (s.a.) kesin olarak çıkma kararını vererek: “Nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki tek başıma da olsam savaşa muhakkak çıkacağım” buyurmuş, beraberinde sadece yetmiş kişi bulunduğu halde sefere çıkmış ve zafer elde etmişlerdi. Çünkü Ebu Süfyan “Bu yıl kıtlık yılı diyerek yoldan geri dönmüştü.” Kureyşlilerin yanında sadece kavut bulunuyordu, halbu ki onlar savaş gibi önemli işlere ancak bolluk zamanlarında girişirlerdi. Böylelikle Allah Teâlâ Peygamber Efendimiz (s.a.)’den kâfirlerin şerrini defetmiştir. [3][12]