sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 60. VE 63. AYETLER

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 60. VE 63. AYETLER
13.06.2025
13
A+
A-

Münafıkların Yalan İddiaları Ve Takındıkları Tavırlar

 

60- Sana indirilen (Kur’an-ı Kerim)’e de, senden önce indirilmiş olan (kitap)’lara da herhalde iman ettiklerini boş yere iddia edenlere bir bakmadın mı ki tağu-tun (sihirbazın) önünde muhakeme edilmelerini isterler. Oysa kendilerine onu inkâr edip tanımamaları emrolun-muştu. Şeytan da onları o (bir daha dö­nemeyecekleri kadar) uzak bir sapık­lıkla büsbütün sapıtmak ister.

61- Onlara “Allah’ın indirdiği (hakeme, Kur’an-ı Kerim’e) ve o peygambere ge­lin” denilince, münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.

62- Önce elleriyle (iradeleriyle) yaptıkla­rı (fenalıklar) yüzünden kendilerine bir belâ çattığı zaman (halleri) nice olur?! (Onlar böyle bir belâya uğradıktan) son­ra da “Biz iyilikten ve ara bulmaktan başka bir şey arzu etmedik” diye Allah’a yemin ederek sana geleceklerdir.

63-  İşte bunlar var ya, Allah öylelerin kalplerinde olanı bilir. Artık onlardan yüz çevir, onlara öğüt ver, onlara ken­dileri hakkında tesirli sözler söyle.

 

Nüzul Sebebi

 

“Boş yere iddia edenlere bir bakmadın mı?” (60. ayet) ayetin nüzulüyle ilgili olarak İbni Ebi Hatim ve Taberânî sahih bir senedle tahric etmiştir: İbni Abbas dedi ki: Ebu Berze el-Eslemî kâhin idi. Yahudiler arasındaki muhake­melerde hüküm verirdi. Eşlem kabilesinden bazı insanlar muhakeme için ken­disine geldiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ: “Sana indirilene de… iman ettikleri­ni boş yere iddia edenlere bir bakmadın mı?”, “Onlara kendileri hakkında çok tesirli sözler söyle” /jısmma kadarki ayetleri indirdi.

İbni Ebî Hatim, İbni Abbas (r.a.)’m şöyle dediğini tahric etmiştir: el-Cellâs b. es-Sâmit, Mu’tib b. Kuşeyr, Rafı’ b. Zeyd ve Bişr, müslüman oldukları iddi-asmdaydılar. Bir davadan dolayı kendi kavimlerinden müslüman olanlar Resulullah (s.a.)’m hakemliğine davet ettiler. Bunlar ise cahiliye devrinin ha­kemleri olan kâhinleri davet ettiler. Allah Teâlâ da kendileri hakkında “…iman ettiklerini boş yere iddia edenlere bir bakmadın mı?…” ayetini indirdi.

İbni Cerir’in tahric ettiğine göre eş-Şa’bî şöyle demiştir: Yahudilerden bir kişi ile münafıklardan birisi arasında bir husumet (ihtilâf konusu) vardı. Yahu­di senin dindaşlarının veya peygamberinin hakemliğine gidelim, dedi. Çünkü O’nun hüküm verirken rüşvet almadığını biliyordu. Fakat anlaşamadılar, so­nunda Cüheyne kabilesindeki bir kâhine gitmeyi kararlaştırdılar. Arkasından bu ayet indi.

el-Kelbî’nin de İbni Abbas’tan şöyle bir rivayeti vardır: Bu ayet münafıklar­dan bir adam hakkında nazil oldu. Onunla bir Yahudi arasında bir dava vardı.

Yahudi “Hadi Muhammed’e gidelim” dedi. Münafık ise “Hayır, Kala b. el-Eşref’e gidelim” dedi. Allah Teâlâ Ka’b’a “tağut” adını takmıştır. Yahudi, Resulullah (s.a.)’tan başkasının muhakeme etmesine razı olmadı. Onun ısrarı üzerine münafıkla beraber Rasul-i Ekrem (s.a.)’in hakemliğine baş vurdular. Resulullah (s.a.) dava sonunda Yahudi lehine hükmetti. Onun huzuruna çıktık­tan sonra münafık Yahudiyi bırakmadı ve “Ömer b. el-Hattab’a gideceğiz” dedi.

Hz. Ömer’in yanına varınca Yahudi dedi ki: Ben ve bu Muhammed’in ha­kemliğine baş vurduk, o da bunun aleyhine hükmetti. Fakat bu razı olmadı, se­nin hakemliğine gideceğini iddia ederek beni bırakmadı, beraberce sana geldik. Hz. Ömer münafığa “öyle mi?” diye sorunca o da “evet”, dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer “Biraz bekleyin, dışarı geliyorum” dedi. İçeri eve girdi, abasının altı­na kılıcını koydu. Sonra yanlarına geldi ve kılıcı çekerek münafığın boynunu vurup öldürdü ve “Allah’ın hükmüne ve Resulullah’m hükmüne razı olmayan hakkında ben de işte böyle hükmederim” dedi. Yahudi de oradan kaçtı. Ardın­dan bu ayeti indiren Cebrail (a.s.) “Muhakkak Ömer hak ile batıl arasını tefrik etmiş, ayırmıştır” dedi. Hz. Ömer’e de o manaya gelmek üzere “el-Fârûk” adı verildi. [1][78]

Hasılı, Taberî, ayetin münafık ve Yahudi hakkında nazil olduğu görüşünü tercih etmiştir. [2][79]

 

Açıklaması

 

Bu ayetler, nüzul sebebinde de zikredildiği gibi Allah Teâlâ’nm Rasul-i Ek­rem (s.a.) Hazretlerine ve geçmişteki peygamberlere indirdiği kitaplara iman et­tiklerini iddia eden, ama ortaya çıkan dava ve anlaşmazlıkların halledilmesi hu­susunda Allah’ın kitabı ile Rasulünün sünneti dışındaki kaynak ve makamlara baş vuran kişilere karşı Cenab-ı Hak tarafından bir red ve inkârdır. Ayetler, iniş sebebindekinden daha geniş manalar taşımaktadır. Allah’ın kitabı ile Sünnet-i seniyye’den ayrılan ve onlar dışındaki batılların -ki buradaki tağut ile kastedi­len onlardır- hakemliğine müracaat eden herkesi yermekte, zemmetmektedir.

Şimdi bir grubun haline bakınız ki Peygamber olan Muhammed (s.a.)’e, önceki peygamberlere ve onlara indirilen kitaplara iman ettiklerini iddia et­mektedirler. Allah’ın kitaplarına ve peygamberlerine salih bir şekilde imanın gereği, Allah Teâlâ’nın peygamberlerinin lisanları ile meşru kılıp koyduğu esaslara göre amel etmektir. Bu esası çiğneyip geçtikleri takdirde gerçekte iman etmiş kimseler sayılmazlar.

İşte bu münafıklar Peygamberimiz Muhammed (s.a.)’in hakemliğine baş vurmayı kabul etmemişler ve dalâlet erbabı olan sihirbaz Ebu Berze el-Esle-mî’ye, pek aşırı derecede haktan ayrıldığı, Rasul-i Ekrem (s.a.)’e düşmanlık edip aleyhine kışkırtıcılık yaptığı için tağut adı verilen zalim Kâ’b b. el-Eşrefe müracaat etmişlerdi. Halbuki Kur’an-ı Kerim’de tağutu inkâr edip ondan uzak­laşmaları emredilmişti. Onların bunu kabul etmemeleri imansız olduklarına delâlet etmektedir. Dilleri, Allah’a ve Peygamber’ine indirdiğine iman ettiğini iddia ederken, fiilleri onları inkâr ettiklerini, tağuta inanıp onun hükmünü ter­cih ettiklerini göstermektedir. Bu ise İslâm’dan çıkışın bir delilidir.

Kur’an’ın tağutu inkâra dair emirlerinden biri, “Andolsun ki biz her üm­mete “Allah’a kulluk edin, tağut(a tapmak)dan kaçının” diye bir peygamber göndermişizdir.” (Nahl, 16/36) ayeti, bir diğeri “Artık kim tağutu tanımayıp da Allah’a iman ederse o, muhakkak ki kopması (mümkün) olmayan en sağlam kulpa yapışmıştır” (Bakara, 2/256) ayetidir.

Onlar bu fiilleri sebebiyle şeytana öğrenci olmuşlardır. Şeytan ise onları sapıtmak, haktan çok uzak mesafelere sürüklemek istemektedir. Tâ ki asla hak yola giremesinler.

Bunun delili de şudur: İman sahibi oldukları iddiasındaki o kişilere “Geli­niz, Allah Teâlâ’nın Kur”an’da indirdiği hükümlere ve Resulullah’m hakemliği­ne baş vuralım, zira asıl doğru yol budur” denildiğinde, Ey Habibim Muham­medi Sen o münafıkların senden yüz çevirdiklerini, hükmüne razı olmayıp rağ­bet eylemediklerini, bunda da ısrar, inat ve bilinçle uzaklaşma gösterdiklerini görürsün. Bu ayet-i kerime yukarıda da geçen ve onların tağutun, heva ve he­ves sahiplerini ve cahillerin hükmüne baş vurdukları hususunu tekit etmekte­dir. Kasten Allah’ın hükmünden yüz çeviren ise şüphesiz münafık olur.

Allah seni, Allah’ın hükmünden ve senin hakemliğine müracaattan yüz çe­virdiklerinde onların işlerine vakıf ve muttali kıldığı, günahları ve işledikleri küfür, isyan ve ortaya çıkan rezilce tutumları sebebiyle musibetlere veya bir cezaya maruz kaldıkları zaman, ondan sonra da başlarına gelen ve kaçamadık­ları musibetlerin, felâketlerin kalkması için sana baş vurmaya mecbur kaldık­ları vakit bakalım şu münafıkların hali nice olacak?

Bu felâketlerden sonra da sana gelirler, yalan söyleyerek, Peygamberden başkasının hakemliğine müracaat etmelerinin iyi ilişki kurmak ve kendileri ile hasımları arasını sulh yoluyla düzeltmek amacından başka bir gayeye dayan­madığı iddiasında bulunurlar. Yahut onlar senden özür dileyerek senden baş­kasına gitmek ve düşmanlarının hakemliğine müracaat etmekle ancak iyilik ve ara bulmayı yani müdara ve durumu idare etmeyi murat ettiklerini, yoksa on­ların hakemliğine gitmenin sahih olduğu inancını taşımadıklarını söyleyerek yemin ederler. Nitekim Allah Teâlâ münafıkların bu hallerine dair diğer bir ayette de şöyle haber vermiştir:

“İşte kalplerinde bir (münafıklık) hastalığı bulunan kimselerin “Felâketin bize (dönüp) çarpmasından korkuyoruz” diyerek aralarında koşuştuklarını gö­rüyorsun. Belki Allah fetih (ve zafer) veya kendi katından bir emir getirecek de onlar, yüreklerinde gizledikleri şeye karşı pişman olacaklardır.” (Maide, 5/52). Bu, yaptıkları karşılığında maruz kaldıkları şiddetli bir vaid ve tehdittir. Ve mutlaka pişman olacaklardır, ama pişmanlıkları artık fayda vermeyecektir. Bu ayetin bir benzeri de “(Bununla) iyilikten başka bir şey kasdetmedik” diye mu­hakkak yemin edeceklerdir.” (Tevbe, 9/107) ayetidir.

Bu tür insanların, yani münafıkların kalplerindekini Allah Teâlâ bilmek­tedir, ona göre karşılık ve cezalarını verecektir. Çünkü hiç bir şey Allah’a gizli kalmaz, onların içindekileri de dışındakileri de bilir. O halde onlardan artık yüz çevir, onları ciddiye alma, kalplerdekinden ötürü de onlara ağır konuşma. Onlara öğüt ver, kalplerindeki nifak ve gizli serlerden onları nehyet. Seninle onlar arasında kalmak üzere bu hallerinden vaz geçirecek tesirli sözler söyleyerek onlara nasihat eyle.

“Allah öylelerinin kalplerinde olanı bilir” cümlesi pek büyük olan bir hayır veya şer hakkında kullanılan usluptur. Münafıkların kalplerinde küfür, kin, hile ve desise öyle bir dereceye ulaşmıştır ki onu ancak gizliyi ve gizlinin daha gizlisini bilen Allah Teala kuşatıp kavrayabilir.

“Artık onlardan yüz çevir, onlara öğüt ver; onlara kendilerine dair çok tesirli sözler söyle” cümlesi münafıklara nasıl muamele edileceğine delalet etmektedir. Onlara karşı üç çeşit tavır konulur:Onlardan yüz çevirmek; kalplerinin yumuşaması, incelmesi için kendilerine hayrı tavsiye edip hatırlatmak; bazan teşvik yolouyla, bazan da kendilerinden tekrar münafıklık hali ortaya çıkacak olursa öldürülecekleri şeklinde korkutarak kalbe tesir edecek sözler söylemek.[3][80]

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.