VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 149. VE 152. AYETLER

Kötü Sözü Açıkça Söylemek, Bunun Affedilmesi İle İyiliğin Açığa Vurulması Ve Gizlenmesi
Allah çirkin sözün açıktan söylenmesini sevmez. Zulme uğrayan müstesna. Allah Semî’dir, Alîm’dir.
149- Bir iyiliği açığa vurur veya gizler yahut bir kötülüğü affederseniz, şüphe Allah da affeden, Kadir olandır.
Nüzul Sebebi
Hennâd b. es-Serrî, Mücâhid’in şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Allah çirkin sözün açıktan söylenmesini sevmez, zulme uğrayan müstesna” ayet-i kerimesi, Medine’de birisini misafir eden ve ev sahibi olarak misafirini iyi ağırlamayan bir kimse hakkında nazil olmuştur. Misafir olan kişi daha sonra, gördüğü muameleyi anlatmaya koyuldu. Böylelikle ona ev sahibinden gördüklerini anlatma ruhsatı verilmiş oldu. Yani bu ayet-i kerime (bu durumda olan bir kimsenin) gerektiğinde şikayette bulunabileceği hususunda ruhsat vermek üzere inmiştir. Aynı zamanda, İbni Cüreyc’den de rivayet edilmiştir. [1][76]
Açıklaması
Yüce Allah kötü sözü açıkça söyleyen, insanların kusurlarını ulu orta anlatan kimseleri cezalandırır. Çünkü böyle bir tutum düşmanlığı körükler, nefreti, kini galeyana getirir, ruhlara düşmanlık tohumlarını eker. Aynı şekilde bu, o sözleri dinleyenlere de bir kötülüktür. Bunun sonucunda o sözleri dinleyenlere kötülükleri işleme, kötülük işleyeni taklit etme cesaretini verir, işitenleri kötülük yapmaya iter. Çünkü kötülüğü dinlemek tıpkı kötülük yapmak gibidir.
Kötü sözü gizli söylemek de aynı şekilde haramdır ve cezayı gerektirir. Şu kadar var ki, ayet-i kerimede zararı daha fazla, fesadı daha genel ve daha tehlikeli olduğundan dolayı yalnızca açıkça söyleme hali zikredilmiştir. Çünkü Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz hayasızlığın müminler arasında yaygınlık kazanmasını isteyenler için dünyada da ahirette de oldukça acıklı bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Nûr, 24/19).
Daha sonra Yüce Allah kötü sözün açıkça söylenmesinin caiz olduğu bir hali istisna etmektedir: Bu, yöneticiye, hakime veya üzerindeki zulmü kaldırması, imdadına koşması umulan başka herhangi bir kimseye zalimin zulmünden şikayette bulunma halidir. Zalimi şikayet etmek şer”an istenen bir iştir. Çünkü Yüce Allah kullarının zulme karşı sessiz kalmalarını yahut kendilerine yapılan haksızlıklara boyun eğmelerini yahut küçük düşürülmeyi kabullenerek zillete sessizlikle karşılık vermelerini sevmez. İmam Ahmed şunu rivayet etmektedir: “Şüphesiz hak sahibinin söylemesi gereken bir söz vardır.” Bu ise iki zarardan daha hafif olanını işlemek ve iki kötülükten daha büyük olanını bertaraf etmek kabilinden bir tutumdur.
Kötü sözü açıkça söylemenin caiz oluşu ile caiz olmayışı hallerinin her birisi, Yüce Allah’ın alabildiğine hassas gözetimi altındadır. O söylenen bütün sözleri işitir. Sözleri söylemeye iten niyet ve maksatları bilir. Bütün yaratıkların yaptıkları her türlü fiil ve tasarrufları çok iyi bilendir. Haklı olana sevap verir. Batıl üzere olanı cezalandırır. Zulmün ortadan kaldırılmasına yardımcı olur, her zalimin zulmüne ceza verir.
İster söz, ister fiil kabilinden olsun, hayırlı herhangi bir şeyi açığa vurmak yahut gizlemek veya kötülük yapanı bağışlamak gibi amellerin her birisini Allah hayır ile mükâfatlandırır, hatta Allah böyle davranmaya teşvik bile eder.
Çünkü Yüce Allah hayırlı işler yapmayı sever, kötülükleri bağışlar. Bununla birlikte O, kötülük işleyeni cezalandırmaya tam anlamıyla kadir olandır. Yüce Allah’ın emrettiği ahlâkî güzelliklerle bezenmek ise güzel bir iştir ve teşvik edilmiştir. [2][77]
Küfür Ve İman İle Bunların Ceza Ve Mükâfatı
150- Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah ile peygamberlerinin arasını ayırmak isteyenler “Bir kısmına inanır, bir kısmını da inkâr ederiz” deyip bu ikisinin arasında bir yol tutmak isteyenler var ya;
151- İşte onlar gerçekten kâfir olanlardır. Kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırla-mışızdır.
152- Allah ve peygamberlerine iman edip onlardan birini diğerinden ayır-mayanlara; işte onlara Allah mükâfatlarını verecektir. Allah Gafûr’dur, Ra-hîm’dir.
Açıklaması
Yüce Allah bu ayet-i kerimelerde kendisini ve peygamberlerini inkâr eden Yahudi ve Hristiyan kâfirleri tehdit etmektedir. Çünkü Yahudi ve Hristiyanlar iman hususunda Allah ile peygamberleri arasında fark gözetmişler, ayırıma gitmişler, bazı peygamberlere iman ederken bazı peygamberleri inkâr etmişlerdir. Bunu da taassupları, miras aldıkları geleneklere körü körüne bağlılıkları, heva ve heveslerinin arkasından gitmeleri dolayısıyla yapmışlardır. Yahudiler Hz. İsa ile Hz. Muhammed dışında diğer peygamberlere iman ederken, Hristiyanlar da bütün peygamberlere iman ettikleri halde, peygamberlerin sonuncusu ve en şereflisi olan Hz. Muhammed (s.a.)’i inkâr etmişlerdir.
Peygamberlerden herhangi birisini inkâr eden kimse, diğer peygamberleri de inkâr etmiş demektir. Çünkü bütün peygamberlere iman etmek farzdır. Kıskançlık, taassup veya başka sebeplerle herhangi bir peygamberin peygamberliğini reddeden kimse, böylece iman ettiği peygamberlere olan imanın şer”î bir iman olmadığını açıkça ortaya koymuş olur.
Bundan dolayı Yüce Allah; “Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler” buyruğuyla onları Allah’ı ve peygamberlerini inkâr eden kâfirler olmakla damgala-mıştır. “Allah ile peygamberlerinin arasını ayırmak isteyenler”, iman hususunda onlar arasında ayırım gözetmek isteyenler, “bir kısmına inanır bir kısmını da inkâr ederiz, diyerek bu ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler var ya” İman ile küfür arasında bir yol tutturmak, İslâm ile Yahudilik arasında uydurma bir din icat etmek isteyenler. Bunlar hakkında Yüce Allah bizlere şu haberi vermektedir: “İşte onlar gerçekten kâfir olanlardır.” Onlar iman ettiklerini iddia ettikleri kimselere kesin ve tartışılmaz bir şekilde kâfir olmuşlardır. Çünkü onların imanları şer”! bir iman değildir. Zira bir peygambere Allah’ın peygamberidir, diye iman eden kimselerden olsalardı, delil ve belge itibariyle daha açık bir şekilde peygamberliği ortada olana da iman etmeleri gerekirdi. Yüce Allah kayıtsız ve şartsız olarak dini inkâr eden her bir kâfire veya bir takım peygamberlere iman edip diğerlerine iman etmediği için kâfir olan başka din mensuplarına kısacası bütün kâfirlere zelil kılıcı, küçük ve hakir düşürücü bir azabı, küfürlerinin bir cezası olmak üzere hazırlamıştır.
Böylelikle peygamberleri inkârın iki türlü olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır: Birisi bütün peygamberleri inkâr, diğeri ise onların bir kısmını inkâr. Birinci tür inkarcı kâfirler hiç bir peygambere iman etmezler. Çünkü bunlar peygamberliği ve peygamberleri inkâr ederler. İkinci tür kâfirler ise bir takım peygamberlere iman etmekle birlikte, bir kısmına iman etmezler. Hz. Musa’ya iman edip Hz. İsâ ile Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr eden Yahudiler ile Hz. Mûsâ ve Hz. İsa’ya iman ettikleri halde Muhammed (s.a.)’i inkâr eden Hristiyanlar gibi.
Allah’ın azabını hak etmek bakımından bu iki kesim arasında bir fark yoktur. Çünkü Allah’a ve peygamberlerine iman parçalanma kabul etmez. Gerçekten Allah’a iman eden bir kimse insanları doğru yola çağırmak üzere Allah’ın göndermiş olduğu peygamberlerinin tümüne iman eder. Çünkü peygamberleri gönderen O’dur. Peygamberler Allah ile yarattıkları arasında elçidir. Allah’a iman ile birlikte onun bir takım peygamberlerinin inkârı düşünülemez. Böyle bir durumda ise Hz. Musa’ya iman ederken, Hz. İsa’nın inkâr edilmesi makbul değildir. Bütün peygamberlere iman ile birlikte Muhammed (s.a.)’in inkâr edilmesi kabul olunamaz. Çünkü Hz. Peygamber onların kitaplarında anılmış, ellerindeki kitaplarda geleceği müjdesi verilmiş, o da beraberlerinde bulunan kitapları tasdik etmiştir. Kur’an-ı Kerim kendisinden önceki semavî kitaplar üzerinde bir hakim (müheymin)dir ve Allah kime peygamberliği vereceğini en iyi bilendir. Yüce Allah: “Biz sizden her birinize bir şeriat ve bir yol tayin ettik” (Mâide, 5/48) buyurmuştur.
Daha sonra Yüce Allah bundan önceki iki kesim ile birlikte üçüncü bir kesimden daha söz etmektedir ki, bunlar Müslümanlardır. Bunlardan hep birlikte söz etmesinin sebebi ise aralarında karşılaştırma yapmak, öğüt ve ibret almaktır. İşte bu Müslümanlar Allah’a ve bütün peygamberlerine iman edenlerdir. Bunlar Allah tarafından indirilen bütün kitaplara, Allah’ın gönderdiği bütün peygamberlere iman ederler. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Peygamber Rabbinden kendisine indirilenlere iman etti. Müminler de. Onların her birisi Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. Biz onun peygamberlerinden hiç bir kimse arasında fark gözetmeyiz (derler).” (Bakara, 2/285)
İşte bunlar için Yüce Allah çok büyük bir mükâfat ve oldukça şerefli bir sevap ve ecir hazırlamıştır: “İşte onlara Allah” Allah’a ve peygamberlerine iman ettikleri için “mükâfatlarını verecektir. Allah Gafûr’dir, Rahîm’dir.” Eğer onların bazılarının günahları varsa onların günahlarını bağışlayacaktır. Onlara iyilikle muamele edecek ve iyiliklerini kat kat artıracak şekilde onlara merhamet edecektir. Nitekim Yüce Allah kendilerini hidayete iletmek, en sağlıklı ve doğru yolu açıklamak, en üstün ve dosdoğru yolu bildirmek üzere peygamberler göndermek suretiyle de bütün kullarına gerçekten Rahîm sıfatıyla merhamet etmiştir. [3][78]