VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 142. VE 148. AYETLER

Münafıkların Diğer Tutumları, Cezaları Ve Kâfirlerle Dostluktan Nehyedilmesi
142- Münafıklar Allah’ı aldatmak isterler. Halbuki Allah onların hilelerini kendilerine çevirir. Onlar namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar. Allah’ı pek az anarlar.
143- Onlar bu arada (iman ile küfür arasında) bocalamaktadırlar. Ne bunlara (müminlere) ne de şunlara (kâfirlere) bağlanırlar. Allah kimi doğru yoldan saptmrsa sen artık ona bir yol bulamazsın.
144- Ey iman edenler!.. Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Allah’a kendi aleyhinize olacak apaçık bir delil mi veriyorsunuz?
145- Şüphesiz münafıklar cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Sen onlar için asla bir yardımcı bulamazsın.
146- Ancak tevbe edenler, kendilerini düzeltenler, Allah’a sımsıkı sarılanlar, Allah için dinlerine ihlâsla bağlananlar müstesna. Çünkü bunlar müminlerle beraberdirler. Allah müminlere büyük bir mükâfat verecektir.
147- Eğer siz şükrederseniz ve iman ederseniz Allah size ne diye azap etsin? Allah şükredenlerin mükâfatını veren ve her şeyi gayet iyi bilendir.
Açıklaması
Münafıklar cahillikleri, basitlikleri, bilgilerinin ve akıllarının azlığı, psikolojik hastalıkları ve anlayışsızlıkları sebebiyle hileye yönelirler. Hilekâr kimsenin yaptığı gibi küfrü gizleme ve imanı açığa vurma şeklinde hareket ederler. Nitekim Bakara suresinin başlarında onların bu özellikleri şöyle anlatılmıştı: “Onlar Allah’ı ve iman edenleri aldatmak isterler.” (Bakara, 2/9).
Hiç şüphesiz Allah aldatılamaz. Zira O bütün sırları ve gizlilikleri bilir. Fakat onlar durumlarının insanlar arasında revaç bulduğu gibi, görünüşte kendilerine şeriat hükümleri uygulandığı gibi olacak zannederler. Kıyamet gününde Allah katındaki hükümlerinin de böyle olacağını, durumlarının Allah katında da makbul olacağını zannederler.
Nitekim Cenab-ı Hak onların kıyamet gününde kendilerinin dünyada iken istikamet ve doğru yol üzerinde olduklarına yemin edeceklerini, bu yeminlerinin kendilerine faydalı olacağına inandıklarını haber vermekte, şöyle buyurmaktadır: “O gün Allah hepsini diriltir. Onlar size yemin ettikleri gibi Allah’ın huzurunda da yemin ederler.” (Mücadile, 58/18); “Allah da onları aldatır (onların hilelerine kendilerine çevirir).” Yani onların hilelerine karşılık onlara ceza verir. Bu birinci lafza uygun olsun diye “aldatma” şeklinde adlandırılmıştır. Meselâ “Onlar hile yapar, Allah da onlara hile yapar (yani hilelerinin karşılığını verir)”. (Enfal, 8/30) ayeti de böyledir. Yahut O, aldatmaya karşılık genellikle yapılacak şeyi onlara yapar. Yani zahiren kendilerine şeriat ahkâmı uygulansın diye bırakır. Dünyada kanlarına ve mallarına dokunulmaz. Ahirette ise onlara aşağı tabaka hazırlanır. Dünyada onları rezillik, perişanlık, sıkıntı, işkence ve sürekli korku hiç yalnız bırakmaz.
Cenab-ı Hak münafıkları ahirette insanların huzurunda rezil de edebilir. Sıratta müminlere nur verildiği gibi onlara da nur verilir; sonra nurları söndürülür. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
“O gün münafık erkek ve kadınlar müminlere: “Bize bakın da nurunuzdan istifade edelim” derler. Onlara: “Arkanıza dönün de nur isteyin” denilir. Müminlerle münafıklar arasına kapısı olan bir sur çekilir. Onun içinde rahmet, dış tarafında da azap vardır.”
“Münafıklar müminlere “Dünyada biz sizinle beraber değil miydik?” diye çağrıda bulunurlar. Müminler de “Evet, fakat siz kendinizi fitneye kaptırdınız, müminlerin bir belâya uğramasını beklediniz, din hususunda şüpheye düştünüz. Allah’ın emri gelinceye kadar boş emeller sizi aldattı. Sizi Allah’a karşı aldatıcı şeytan aldattı” derler.”
“Bugün ne sizden ne de kâfirlerden, kurtulmanız için hiç bir fidye kabul edilmeyecektir. Yeriniz cehennemdir. Sığınacağınız odur. O ne kötü bir yerdir.” (Hadîd, 57/13-15).
İmam Ahmed ve Müslim’in İbni Abbas (r.a.)’tan rivayet ettiği hadiste Efendimiz (s.a.) şöyle buyuruyor: “Kim ismini duyurmak isterse Allah (kıyamette kötü bir şekilde) ismini duyurur. Kim gösteriş yaparsa Allah da onu (kıyamet gününde kötü bir şekilde insanlara) gösterir.”
İbni Abbas diyor ki: “Allah’ın onları aldatmakla cezalandırması şu şekildedir. Allah kıyamet gününde insanlarla birlikte yürümek üzere onlara nur verir. Sırata ulaştıkları zaman nurları söner, karanlıkta kalırlar. Bunun delili Cenab-ı Hakkın şu ayetidir:
“Onların durumu aydınlanmak için ateş yakan kimsenin durumuna benzer: Ateş çevresini aydınlatınca Allah onların nurlarını giderdi ve onları karanlıklar içerisinde bıraktı da görmez oldular.” (Bakara, 2/17).
“Namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar.” Yani ağır ağır, üşe-ne üşene kalkarlar. Zira onları namaza sevkedecek imanları yoktur. Onların namaz hususunda hiçbir niyetleri yoktur. Namazın manasını da düşünmezler. Bu onların dış görünüşlerinin sıfatıdır.
Cenab-ı Hak daha sonra onların çürük iç durumlarını da anlatarak şöyle buyurdu: “İnsanlara gösteriş yaparlar.” Yani onların ihlâsı yoktur. Allahla hiçbir irtibatları yoktur. Bilakis onlar sadece suni ve yapmacık bir tavırla hareket ederek insanların kendilerini görmelerini isterler, namazlarında gösteriş ve şöhret amacını güderler. Bunun için umumiyetle yatsı ve sabah namazlarından geri kalırlar.
Nitekim Buharî ve Müslim’in Sa/u’A’lerindeki bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmaktadır: “Münafıklara en ağır gelen namazlar yatsı ve sabah namazlarıdır. İnsanlar bu iki namazdaki ecri bilselerdi sürünerek de olsa bu namazlarına gelirlerdi.”
“Onlar Allah’ı çok az zikrederler.”‘Yani namazlarında haşyetullaha uymazlar, ne dediklerini bilmezler. Onlar namazlarından gafil ve habersizdirler. Gerçekte ise onlar namazı pek az kılarlar. Hiç kimse görmediği zamanlarda ise hiç namaz kılmazlar.
Münafıklar bununla birlikte imanla küfür arasında bocalamakta, tereddüt etmekte ve şaşkınlık geçirmektedirler. Onlar gerçekte ne müminlerle beraberdirler, ne de gerçekten kâfirlerle beraberdirler. İçleri kâfirlerle beraberdir. Onlardan bir kısmı da şüphe rüzgârına kapılmışlardır. Bazan müminlere bazan da Yahudiler gibi kâfirlere meylederler: Tıpkı Cenab-ı Hakkın Bakara suresinin başlarında buyurduğu gibi: “Şimşek onları aydınlattıkça onun ışığında yürürler, üzerlerine karanlık çökünce de dikilip kalırlar.” (Bakara, 2/20). Bu iki gruptan birine hakimiyet nasip olursa kendilerinin o gruptan olduğunu iddia ederler.
“Allah kimi doğru yoldan saptırırsa sen artık ona bir yol bulamazsın.” Yani amelleri, tavrı ve ahlâkı sebebiyle Allah kimi hidayet yolundan çevirirse artık onun girebileceği hayır ve doğruluk yolu bulamazsın.
Cenab-ı Hak daha sonra müminleri münafıklar gibi davranmaktan ve kâfirleri dost edinmekten sakındırdı. Şu mealde buyurdu:
Ey Allah’a ve Rasul’üne iman edenler!.. Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Yani kendileriyle arkadaşlık, dostluk, samimiyet ve sıcak ilişki kuracağınız, sevgiyle sırlarınıza ortak edeceğiniz, kendilerine müminlerin özel durumlarını açıklayacağınız dost ve yardımcılar edinmeyin.
Nitekim bir başka ayette Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Kim böyle yaparsa Allah’tan (bekleyeceği) hiçbir şey yoktur. Ancak onlardan sakınmanız hali müstesna, Allah sizi kendisinden sakındırır.” (Âl-i İmran, 3/28).
“Ey iman edenler!… Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudur.” (Maide, 5/51).
Ancak İslâm devletinde zimmilerin umumi vazifelerde görevlendirilmeleri haram değildir. Çünkü bunlar sahabe asnnda divanlarda çalışmışlardı. Ebu İs-hak es-Sabî Abbasî Devletinde vezir idi.
“Allah’a kendi aleyhinize olacak apaçık bir delil mi veriyorsunuz?” Siz kâfirleri dost edindiğiniz zaman cezayı hak etmekle Allah’a kendi amelleriniz aleyhinde olacak açık bir hüccet mi vermek istiyorsunuz? Yani kâfirlerle dostluk münafıklığa delildir. Bu ancak bir münafıktan sadır olabilir.
Cenab-ı Hak daha sonra münafıkların meşhur cezasını zikretti: “Şüphesiz münafıklar cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar.” Yani onların yeri ateşin en alt derecesindedir. Ateş de yedi tabakadır: Bunlar sırasıyla cehennem, laz’â, hutame, setr, sekar, cehm, hâviye’dir. Bazan birbirlerinin adlarıyla da anılırlar. Cennet de derece derecedir. Bunlar da birbirlerinin üstündedirler.
Münafığın azabının kâfirin azabından daha şiddetli oluşunun sebebi münafığın küfür bakımından kâfir gibi olması, küfrüne ilâve olarak İslâm ve Müslümanlarla alay etmesidir.
Münafıklar kendilerini bu azaptan kurtaracak yahut bu azabı hafifletecek kimseyi asla bulamayacaklardır.
Cenab-ı Hak daha sonra ıslah yolunu zikretti. Islah yolu münafıklıktan tevbe etme kapısının açılmasıdır. Cenab-ı Hak münafıkların tevbesinin sahih bir tevbe olarak kabul edilmesi için “Ancak tevbe edenler, kendilerini düzeltenler, Allah’a sımsıkı sarılanlar, Allah için dinlerine ihlâsla bağlananlar müstesna.” ayetinde dört şart zikretti. Bu şartlar şunlardır:
1- Geçmiş fiilden pişman olmak,
2- Nifak kirlerini temizleyen salih amelleri işlemekte gayretli olmak (kendini düzeltmek),
3- Allah’a sarılmak yani O’na güvenmek, O’nun kitabına sarılmak, Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (a.s.)’nın hidayetiyle hidayete ermek,
4- Allah rızası amacmı taşımak. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
“Allah’a iman edip O’na sarılanlara gelince, Allah onları kendi tarafından bir rahmet ve lütfa sokacak ve onları doğru yola iletecektir.” (Nisa, 4/175).
Allah için ihlâslı olmak, kulların sadece O’na ibadet etmeleri, O’na halisane bir şekilde yönelmeleri, O’na itaat ederken sadece O’nun rızasını arzu etmeleri, bir zararı ortadan kaldırmak veya bir menfaat elde etmek için O’ndan başkasına iltica etmemeleri şeklinde olur. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Biz ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz.” (Fatiha, 1/5).
İşte münafığın tevbesinin kabulünün şartları bunlardır. Kâfire gelince onun tevbesinin kabulünün şartı sadece küfrü terk etmesidir.
Nitekim Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “Küfredenlere de ki: Eğer (küfürden) vazgeçerlerse onların geçmiş günahları bağışlanır.” (Enfal, 8/38).
Münafık, küfrünü gizleyip imanını açığa vuran kimsedir. Kâfir ise küfrünü açıktan ilân eden kimsedir.
Bu tevbe eden kimseler müminlerle beraberdirler yani müminlerin dostları ve her iki dünyada arkadaşlarıdır, kıyamet günü onların zümresindedirler.
Allah müminlere mikdarı bilinmeyen büyük bir mükâfat verecektir. Onlar bu mükâfatta müminlerle ortak olacaklardır. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Hiçbir nefis yaptıklarına karşılık olarak kendileri için gizli kılınan gözlerinin nuru hurileri bilemez.” (Secde, 32/17).
Cenab-ı Hak daha sonra onlara azap edilmesinin sebebini -yani Allah’ın nimetlerini inkâr etmelerini- zikretti. İnkâr manasmdaki bir istifham ile şöyle buyurdu:
Ey insanlar! Allah size ne diye azap etsin? O size, öç ve intikam almak sebebiyle yahut bir zararı engellemek veya bir fayda elde etmek için azap etmiyor. Zira Allah bütün insanlardan müstağnidir. Bu hususta O’na hiçbir şey caiz değildir. Fakat O aynı zamanda adalet ve hikmet sahibidir. O salih kimse ile salih olmayanı eşit saymaz. Kâfir, münafık ve isyankâr kişi kendisine verdiği nimetlerinden dolayı Allah’a şükretmez. Allah’a hakikî iman hususundaki vazifelerini yerine getirmezler. Allah’ın nimetlerini hayır yolunda sarf etmezler.
Eğer amellerini düzeltmek, O’na hakkıyla iman etmek suretiyle Allah’a şükretmiş olsalar benzerleri için hazırlanan bol sevaba lâyık olurlar. Allah şa-kirdir, şükredenlere karşı mükâfat verir, itaat edene sevap verir. Yaratıklarını gayet iyi bilir, O’na hiçbir şey gizli kalmaz
Kim Allah’a iman eder, nimetlerine şükretmek suretiyle vazifesini yerine getirirse Allah bunu gayet iyi bilir. Buna karşılık ona en bol mükâfatı verir.
Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Hani Rabbiniz ilân etmişti: Siz şükrederseniz size artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz benim azabım şiddetlidir.” (İbrahim, 14/7).
O, az ameli çok mükâfatla, basit bir şeyi büyük bir ecirle ödüllendiren, son derece ikramsever ve çok çok ihsan edendir. Bir iyiliği on misline hatta daha çok emsaliyle katlar.
Allahım! Bizi şükreden ve sabreden, ihlâslı takva sahibi, dünya ve ahiret-te kendilerinden razı olduğun müminlerden kıl! [1][75]