VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 64. VE 66. AYETLER

Yahudilerin En Çirkin Sözlerinden Birisi, Aralarında Düşmanlık Ve Nefretin Yerleştirilmesi İle Kitap Ehli’nin İmanlarının Mükâfatı
64- Yahudiler: “Allah’ın eli bağlıdır” dediler. Böyle dediklerinden ötürü kendi elleri bağlansın ve lanet olsun onlara. Hayır, onun iki eli de açıktır, nasıl dilerse öyle infak eder. Andolsun ki, Rabbinden sana indirilen onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü artıraçaktır. Onların aralarına Kıyamet gününe kadar kin ve nefreti saldık. Savaş için ne zaman bir ateşi körükleseler Allah onu söndürür. Üstelik Allah yolunda fesada da koşarlar. Allah ise fesatçıları sevmez.
65- Eğer Kitap Ehli iman edip de sakın-salardı kötülüklerini örter ve onları Naîm cennetlerine koyardık.
66- Eğer onlar Tevrat’ı İncil’i ve kendilerine Rablerinden indirilmiş olanı dosdoğru uygulamış olsalardı, muhakkak ki hem üstlerinden hem de ayaklarının altından rızıklandırıldıkları nimetleri yiyeceklerdi. İçlerinden orta yolu tutan bir ümmet vardır. Onlardan bir çoğunun yapmakta oldukları şey ise pek kötüdür.
Nüzul Sebebi
Taberânî ve İbni İshâk, İbni Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmektedirler: en-Nebbâş b. Kays diye bilinen Yahudilerden bir kişi: “Şüphe yok ki senin Rabbin cimridir, infakta bulunmaz” dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Yahudiler Allah’ın eli bağlıdır, dediler” buyruğunu indirdi. Ebu’ş-Şeyh b. Hayyân da bir başka yoldan İbni Abbâs’m şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Yahudiler Allah’ın eli bağlıdır, dediler.” ayet-i kerimesi Kaynukâ oğullarının başı Fenhas hakkında nazil olmuştur. İkrime’nin dediği de budur. [1][87]
Açıklaması
Yahudiler, Yüce Allah’ı fakir, kendilerini de zengin olmakla nitelendirdiler. Onlar “Allah’ın eli bağlıdır” diyerek Yüce Allah’ı cimrilikle suçladılar. Yani Resulullah (s.a.)’ı yalanlaması sebebiyle malî bir sıkıntı ile karşı karşıya kalan Yahudilerden birisi böyle dedi, demektir. Bunun bütün ümmete nispet edilmesi ise, bir ümmetin kendi arasındaki dayanışması dolayısıyladır. İşte bu kimse: Allah cimridir, dedi. “Elin bağlı olması” mecazî olarak cimriliği ifade etmektedir. Allah’ın elinin açık olması ise, cömertlik ve bol ihsanından, lütuf ve kereminden kinayedir.
Onlar bu sözleriyle Allah’ın elinin bağlı olduğunu kastetmiyorlar. Onlar bununla cimri olduğunu, yani cimrilik ederek yanındaki rızık kaynaklarını alıkoyup vermediğini anlatmak istemektedirler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Elini boynuna bağlı tutma! Onu büsbütün de açma! O takdirde kınanmış ve yaptığına pişman olursun.” (İsrâ, 17/29) Yani Yüce Allah hem cimrilik etmeyi, hem de. savurganlığı yasaklamaktadır. Savurganlık (tebzîr), olmadık yerde fazla harcamada bulunmaktır. Yüce Allah söylediklerini kendilerine olduğu gibi iade etti ve uydurup iftira ettikleri sözleri ile kendilerine mukabelede bulundu. Onlara cimrilikle, rahmetinden kovulmakla beddua etti ve şöyle buyurdu: “Böyle”dediklerinden ötürü kendi elleri bağlansın ve lanet olsun onlara.” Bu cimrilik etmek, sıkıntı içerisinde bulunmak ve hayra karşı eli sıkılık etmek anlamını ifade eden bir bedduadır. Bundan dolayı onlar Allah’ın yarattıklarının en cimrileri ve en sıkıntılıları, dar geçimlileri olmuştur. Bunun gerçek anlamıyla ellerinin bağlanması için bir beddua olması da mümkündür. Dünya hayatında esir alınarak ellerinin bağlanması, ahirette de cehennemin zincirleriyle bağlanmak suretiyle azaplandırılmaları anlamında bir beddua olabilir.
Şanı Yüce Allah onlara verdiği cevabında söylediklerinin aksini ispat ederek şöyle buyurmaktadır: “Hayır, onun iki eli [2][88] de açıktır. Nasıl dilerse öyle in-fak eder.” Bilakis o lütfü geniş ve cömert olandır. Bağış ve ihsanı pek çoktur. Her ne varsa mutlaka her şeyin bütün hazineleri O’nun nezdindedir. Mahlûka-tı üzerindeki her bir nimet yalnızca ondandır, onun hiç bir ortağı yoktur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “O size kendisinden istediğiniz her şeyden verdi. Allah’ın nimetlerini asla sayıp bitiremezsiniz. Şüphesiz ki insan çok zalim ve nankördür.” (İbrahim, 14/34)
İmam Ahmed, Buhârî ve Müslim, Ebu Hureyre’nin şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: “Şüphesiz Allah’ın sağı dopdolu-dur. Hiç bir harcama onu eksiltmez. O gece ve gündüz durmadan sağnak sağ-nak rahmetini yağdırır. Gökleri ve yeri yarattığı günden beri bütün infak ettikleri var ya, şüphesiz bunlar onun sağındakinden bir şey eksiltmiş değildir.” Yine buyurdu ki: “Arşı da su üzerindedir. Onun diğer elinde ise feyz -veya kabz-vardır. Yüksektir ve alçaltın” Yine buyurdu ki: “Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “(Ey Ademoğlu) İnfak et, ben de sana infak edeyim.”
Burada, cömertlik, ellerin açık olması ile ifade edilmiştir. Çünkü cömert olan bir kimse iki eliyle verir.
Bazı insanların rızıklarmın az ve dar olması ise Yüce Allah’ın ihsanının bolluğuna aykırı değildir. Çünkü Allah’ın rızık bakımından insanlardan kimisini kimisine üstün kılmasında bir hikmeti, bir iradesi ve bir meşieti vardır. Nitekim şanı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Eğer Allah kullarına rızkı yaysaydı, yeryüzünde elbette azgınlık ederlerdi. Fakat dilediği bir miktar ile indirir. Muhakkak ki O, kullarından haberdardır, (onları) çok iyi görendir.” (Şûra, 42/27); “Allah dilediği kimseye rızkı yayar ve (dilediğine de) daraltır.” (Ra’d, 13/26)
Daha sonra Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’in onlar üzerindeki etki boyutunu beyan ederek şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki Rabbinden sana indirilen onlardan çoğunun azgınlığını ve küfürünü artıracaktır.” Yani Allah’a yemin olsun ki, sana apaçık indirilen ayetler onların tuğyanlarını, azgınlıklarını artıracaktır. Tuğyan ise küfür ya da yalanlamak bakımından eşyada haddi aşmak ve aşırıya gitmektir. Ey Muhammed! Allah’ın sana vermiş olduğu nimet, senin düşmanların olan Yahudiler ve benzerleri hakkında bir nikmet (azap sebebi) olmaktadır. Allah’ın sana indirdikleriyle müminlerin tasdikleri, salih amelleri, faydalı bilgileri arttığı gibi, seni ve ümmetini kıskanan kâfirlerin de azgınlıklarını ve küfürlerini artırmaktadır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “De ki: O iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında ağırlık vardır ve o, onlara karşı (kalplerinde) bir körlüktür. İşte onlar kendilerine uzak bir yerden seslenilenler (gibi) dirler.” (Fussilet, 41144); “Biz Kur’ân’dan müminlere şifa ve rahmet olanı indiriyoruz. Zalimlerin ise ancak hüsranlarını artırırız.” (İsrâ, 17/82)
Taberî de Katâde’nin: “Andolsun ki Rabbinden sana indirilen…” ayeti hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir: Muhammed (s.a.)’i ve Arapları kıskanmaları onları, Muhammed’i inkâr etmeye itti. Halbuki onlar ellerindeki kitaplarında Hz. Peygamberin sıfatlarının yazılı olduğunu görüp biliyorlardı. [3][89]
Yüce Allah’ın onların bu olumsuz hallerine karşı verdiği cezalarından birisi de buyurduğu şekliyle: “Aralarına Kıyamet gününe kadar kin ve nefret saldık” diye belirttiği cezadır. Yani biz bütün Yahudi ve Hristiyan kesimleri arasında düşmanlık ve nefreti saldık. Onların her bir fırkası, kesimi, diğerine muhalefet etmektedir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Sen onları toplu ve birlikte sanırsın, halbuki onların kalpleri darmadağınıktır.” (Haşr, 59/14)
Tarihte sık sık meydana gelen kavmiyetçi çatışmalar, dinî ihtilâflar ve sömürgeci menfaatler için ortaya çıkan değişik savaşlar bunu ispat etmektedir. Herhangi bir kimse Yahudilerin Filistin’deki oyunlarına aldanmasın; bu geçici bir durumdur.
Bunlar Allah’ın Rasulüne ve samimi müminlere tuzak hazırlamak, toplumlar arasında fitne ve savaşları körüklemek istedikleri her seferinde Allah onları başarısızlığa uğratmış, hile ve tuzaklarını başlarına geçirmiştir. Ya onların çabaları boşuna çıkar veya müminlere, onlara karşı zafer ihsan eder.
Yahudiler bütün yaptıklarıyla yeryüzünde fesada koşarlar. Yani yeryüzünde fesat çıkartıp ıslâh etmemek, onların her zamanki seciyyelerinin bir parçasıdır. Yüce Allah ise bu nitelikte olanları sevmez. Aksine buğzeder, cezalandırır ve azap eder.
Daha sonra Yüce Allah yine de umut ve tövbe kapılarını önlerinde açık tutarak şöye buyurmaktadır: “Eğer Kitap Ehli iman edip de sakınsalardı…” yani onlar Allah’a ve rasulüne iman edip işlemekte oldukları günah ve haramlardan sakınacak olsalar, şüphesiz işlemiş oldukları kötülüklerini örterdik, onları nimete garkolacaklan Naîm Cennetlerine koyardık. Yani şu hoşlarına gitmeyen hallerini üzerlerinden kaldırır ve maksatlarına nail olmalarını sağlardık. Şayet onlar asıl olarak tevhidi bildiren ve İsmail soyundan gelecek son peygamberi müjdeleyen Tevrat ve İncil’de bulunanlar gereğince -herhangi bir tahrif, değişiklik ve değiştirme (tebdil ve tağyîr) söz konusu olmaksızın amel edip Muhammed (s.a.)’e indirilen Kur’an-ı Kerîm gereğince amel etselerdi, şüphesiz ki Allah rızıklarmı genişletir, semavî hayırları üzerlerine indirir, yeryüzü bereketlerinden onlara ihsan ederdi. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Şayet ülkeler ahalisi iman edip takva sahibi olsalardı, biz de üzerlerine semadan ve arzdan bereketlerin kapılarını) açardık.” (A’râf, 7/96) İbni Abbâs da şöyle demektedir: “Hem üstlerinden hem de ayaklarının altından… yiyeceklerdi.” buyruğu, üzerlerine gökten bol bol yağmur yağdırır ve yeryüzü bereketlerinden bol bol ihsan ederdi, demektir.
Daha sonra Yüce Allah itikatlarında olsun davranışlarında olsun Kitap Ehli’nin birbirlerine eşit olmadıklarını söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır: “içlerinden orta yolu tutan bir ümmet vardır. Onlardan bir çoğunun yapmakta oldukları şey ise pek kötüdür.” Yani Yahudilerden Abdullah b. Selâm ve arkadaşları, Hristiyanlardan da Necâşî ve benzerleri din hususunda mutedil olan bir topluluk vardır. Bunlar dışındaki büyük çoğunluğu ise dinin esaslarının dışına çıkan fasık kimselerdir. Onların yaptıkları iş ne kadar kötüdür!
Bazı Kitap Ehli’nin mutedil olduklarına tanıklık eden bu ayete benzer başka bir takım ayetler de vardır. Yüce Allah’ın kimi Yahudiler hakkındaki şu buyruğunda olduğu gibi: “Musa’nın kavminden hak ile hidayet bulan ve onunla adaletli olan bir topluluk vardır.” (A’râf, 7/159). Hz. İsa’ya uyanlar hakkındaki buyruğu da bu kabildendir: “Aralarından iman edenlere ecirlerini verdik; onların pek çoğu ise fasıklardır.” (Hadîd, 57/27). [4][90]