VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA EN’AM SURESİ 38. VE 39. AYETLER

Allah’ın İlminin Ve Kudretinin Kemali, Kur’an-ı Kerim’de Hiç Bir Şeyin Eksik Bırakılmamış Olması
38- Yeryüzünde yürüyen bütün canil lar ve iki kanadıyla uçan kuşların hepsi mutlaka sizin ^hi ümmetlerdir. Biz o Kitap’ta hiç bir şeyi eksik bırakma dik. Sonra ancak Rablerinin huzurun- da toplanırlar.
39″ Ayetlerimizi yalanlayanlara gelin- ce, onlar karanlıklarda kalmış sağırlar ve dilsizlerdir. Allah dilediğini saptı- nr, dilediğini de doğru yol üzere kılar.
Açıklaması
Ey insanlar! Ne kadar yeryüzünde hareket eden canlı ve kuş türlerinden hayvan varsa, mutlaka onlar da sizin gibi yaratılmış ümmetlerdir. Onlar aynı zamanda sizin gibi çeşitli sınıflara ayrılmışlardır. Onların kendilerine ait nzık-ları, düzenleri, durumları ve karakterleri vardır. Bunların işlerini çekip çeviren, durumlarına riayet edip gözetleyen, onlara iyilikte bulunan Yüce Allah’tır.
Özellikle yeryüzündeki canlıların söz konusu edilmesi, bunların kâfirler tarafından da görünüyor olmasından dolayıdır. Göklerdeki melekûtta ise tek başına Allah’tan başka hiç kimsenin bilmediği pek çok şeyler vardır. Orada gerçeğini Allah’tan başka hiç bir kimsenin idrak edemediği canlı varlıklar da vardır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Göklerin, yerin ve oralarda yaydığı her canlının yaratılışı O’nun ayetlerinden (birliğinin belgelerinden)dir. O dilediği zaman onları toplamaya elbette kadirdir.” (Şura, 42/29)
Yüce Allah “Kitap” diye sözü edilen Levh-i Mahfuzda söz konusu etmediği hiç bir şey bırakmamıştır. (Levh-i Mahfuz, gayb âleminde yaratılmış bir şey olup orada kıyamet gününe kadar mahlûkatın takdirleri ile ilgili olarak olmuş ve olacak her şeyin tedvin edildiği şeydir.) Yani bütün yaratıkların bilgisi Allah nezdindedir. O hiç bir şeyi unutarak rızık ve tedbirinin dışında bırakmaz; bu yaratık ister karada ister denizde, isterse de havada olsun. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Yerde yürüyen ne kadar canlı varsa hepsinin rızkını karşılamak Allah’a aittir. Onların duracak yerlerini de emanet edindikleri yerlerini de O bilir. Bunların hepsi apaçık bir kitaptadır.” (Hûd, 11/6)
Râzî ve bir grup müfessire göre bu konuda daha kuvvetli olan görüş, kitaptan kastedilenin Kur’an-ı Kerim olduğudur. Çünkü bu kelimenin başına gelen elif-lâm daha önce sözü geçen kitap hakkındadır. Daha önce sözü geçen kitap ise Kur’an-ı Kerim’dir.
Daha sonra Yüce Allah, insan olsun hayvanlardan olsun bütün bu ümmetleri diriltecek ve kıyamet gününde onları huzurunda toplayıp her birisine amelinin karşılığını verecektir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Vahşî hayvanların bir araya toplandığı zaman…” (Tekvir, 81/5). İmam Ahmed, Ebu Zerr’den rivayetine göre Resulullah (s.a.) birbiriyle toslaşan iki koyun görür ve “Ey Ebu Zerr, bunların birbirleriyle ne için toslaştıklarını biliyor musun?” diye sorar. Ebu Zerr, “Hayır” deyince Resulullah (s.a.) şöyle buyurur: “Fakat Allah bunu bilir ve onlar arasında hükmünü verecektir.”
Ahmed b. Hanbel’in oğlu Abdullah da babasından naklettiği Müsned’inde Hz. Osman’dan rivayetine göre Resulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz boynuzsuz koyun için kıyamet gününde boynuzlu koyuna kısas uygulanacaktır.”
Abdürrezzak da Ebu Hureyre’den Yüce Allah’ın, “… hepsi mutlaka sizin gibi ümmetlerdir. Biz o Kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık. Sonra hepsi Rable-rinin huzurunda toplanırlar” buyruğu hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Kıyamet gününde bütün mahlûkatı, hayvanları, kuşları ve her şeyi bir araya getirip toplar. O gün Allah’ın adaleti o dereceye ulaşır ki, boynuzlu koyundan boynuzsuzun hakkını alır. Sonra da, “Haydi toprak olunuz” der. İşte bundan dolayı kâfir, “Keşke toprak olsaydım” (Nebe, 78/40) diyecektir.
Allah’ın birliğine, peygamberinin doğruluğuna delâlet eden, yalanlayan kâfirlere gelince: Cahillikleri, bilgilerinin azlığı ve anlayışsızlıkları işitemeyen sağır ve konuşamayan dilsiz bir kimseyle örneklendirilmiştir. Bunlar kabul edecek şekilde hak ve hidayet çağrısını işitmezler. Bildikleri hakkı söylemezler. Karanlıklar içerisinde, şirkin, putperestliğin, cahili geleneklerin, bilgisizliğin ve kitaptan habersizliğin karanlıkları içerisinde bocalayıp dururlar. Böyle sağır ve dilsiz bir kimse nasıl doğru yolu bulabilir; yahut içinde bulunduğu karanlıklardan nasıl çıkabilir ki? Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onların misali bir ateş yakanın hali gibidir. O, etrafını aydınlatınca Allah nurlarını giderip kendilerini görmeyecek bir halde karanlıklar içerisinde bırakır. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, artık onlar dönmezler.” (Bakara, 12/17-18). Onlar böyle şeyler üzerinde düşünmekten, bunlar hakkında kafalarını yormaktan yana gaflet içerisindedirler.
Yaratıkları hakkında dilediği gibi tasarrufta bulunan Yüce Allah’tır. Allah saptırmayı dilediğini saptırır, ona lütufta bulunmaz. Buna sebep ise onun lütfa lâyık olmayışıdır. Allah kime hidayet etmek isterse de ona lütfeder ve onu dosdoğru yol olan İslâm’a iletir. Çünkü o lutfedilmeye ehil olan kimsedir. Bu şekilde lütuf görüşü Mutezile’nin görüşüdür.
Saptırmak ve hidayete iletmek, Yüce Allah’ın mahlukâta dair ezelî bilgisine göre meşîeti ile olur. Allah’ın saptırdığı kimsenin onun hak davasından yüz çevirmesi, doğruya ulaştıran delil ve belgeler üzerinde düşünmeyip büyüklük taslaması dolayısıyladır. Allah kime de hidayet verirse yani ciddi bir şekilde düşünme, kulağını, basiretini, kalbini yani aklını kullanma kabiliyetini ihsan ederse, hidayetini de ihsan eder. Bunu insanlara miras yoluyla gelen veya geleneksel etkenlerden dolayı değil bağımsız bir şekilde konu üzerinde düşündüklerinden dolayı verir. [1][16]