VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 110. VE 113. AYETLER

İslâm Ümmetinin En Hayırlı Ümmet Olmasının Sebebi Ve Yahudilere Zillet Ve Yoksulluk Damgasının Vurulması
110- Siz in«»<iTiliH’ için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçilirsiniz. Siz Allah’a iman da edersiniz. Eğer Kitap Ehli iman etmiş olsalardı, kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler vardır, fakat onların çoğu fasıklardır.
111- Onlar size eza etmekten başka asla zarar veremezler. Eğer sizinle savaşırlarsa size arkalarını dönüp kaçarlar, sonra onlara yardım da edilmez.
112- Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar üzerlerine zillet vurulmuştur. Meğer ki Allah’ın ipine ve insanların ahdine sığınmış olsunlar. Onlar Allah’ın gazabına uğradılar. Üzerlerine miskinlik vuruldu. Bunun sebebi onların Allah’ın ayetlerini înlrâT etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmeleridir. Diğer bir sebep de onların isyan etmiş ve aşırı gitmiş olmalarıdır.
Nüzul Sebepleri
- ayet-i kerimenin nüzulü ile ilgili olarak Ikrime ve Mukatil şöyle demişlerdir: Bu ayet-i kerime İbni Mes’ud, Ubeyy b. KaT), Muaz b. Cebel ve Ebu Huzeyfe’nin azatlı kölesi Salim hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: Yahudilerden Malik b. es-Sayf ile Vehb b. Yahuza kendilerine, “Bizim dinimiz sizin bizi çağırdığınız dinden hayırlıdır. Biz de sizden daha hayırlı ve daha üstünüz” dediler. Bunun üzerine Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi indirdi.
- ayetin nüzul sebebiyle ilgili olarak da Mukatil şöyle demektedir: Yahudilerin başkanlarından olan KaT>, Yahya, en-Nu’man, Ebu Râfi’, Ebu Yâsir ve İbni Suriyâ aralarından iman eden Abdullah b. Selâm ile arkadaşlarına Müslüman oldukları için eziyet etmeye koyuldular. Bunun üzerine Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi indirdi. [1][89]
Açıklaması
Yüce Allah İslâm ümmetinin şu ana kadar var olmuş ümmetlerin en hayırlısı olduğunu haber vermektedir. İyiliği emredip münkerden alıkoymaya devam ettiği, Allah’a doğru, samimî ve eksiksiz şekilde iman ettiği sürece de öyle kalmaya devam edecektir. İyiliği emredip münkerden alıkoymasının imandan önce söz konusu edilmesinin sebebi bunun Müslümanların başkalarına olan üstünlüğünü açıkça ortaya koyan en önemli özellikleri olduğundan dolayıdır. Diğer taraftan başkaları da iman iddiasında bulunmaktadır. O halde bu ümmet Allah’a gerçek anlamıyla iman edip iyiliği emredip münkerde alıkoyduğu sürece en hayırlı ve en üstün ümmet kalmaya devam edecektir. Diğer ümmetlerde iman hakikatini tanınmaz hale getirmek daha baskın bir özelliktir. Kötülük ve fesat aralarında yaygınlaşmıştır. Onlar sağlıklı bir imana sahip olmadıkları gibi iyiliği emretmez, kötülükten de alıkoymazlar.
İstenen şekliyle iman Yüce Allah’ın şu buyruklarında nitelenen imandır: “Müminlerin ancak Allah’a ve Rasulüne iman eden, sonra da şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad eden kimselerdir. İşte onlar sadık olanların ta kendileridir.” (Hucurat, 49/15). Yine Yüce Allah’ın şu buyruğu da bu imanın niteliklerini belirtmektedir: “Müminler ancak Allah anıldığı zaman kalpleri titreyenlerdir. Ayetleri karşılarında okunduğu zaman da bu onların imanını arttırır. Onlar ancak Rablerine dayanıp güvenirler.” (Enfal, 8/2).
Yüce Allah’ın “Allah’a da iman edersiniz.” buyruğu iman edilmesi gereken her şeye imanı Allah’a iman olarak ortaya koymaktadır. Çünkü Peygamber, Kitap, öldükten sonra dirilmek, hesap, ceza, sevap yahut buna benzer inanılması gereken şeylerin bir kısmına iman eden, diğerlerini inkâr eden bir kimsenin imanının hiç bir değeri yoktur. O adeta Allah’a da iman etmemiş gibidir. Yüce Allah’ın şu buyruğunda olduğu gibi: “Ve kimine inanırız, kimini inkâr ederiz diyenler, böylece bunun (küfür ile imanın) arasında bir yol tutturmaya yeltenenler var ya, işte onlar gerçek kâfirlerin ta kendileridir.” (Nisa, 4/150-151). Buna delil ise Yüce Allah’ın bundan sonraki, “Eğer Kitap Ehli” Allah’a imanları ile birlikte “iman etmiş olsalardı, kendileri için daha hayırlı olurdu.” buyruğudur. Şüphesiz böyle bir iman, üzerinde bulundukları halden onlar için daha hayırlı olacaktı. Çünkü onlar başkanlık sevgisi, avamın kendilerine tabi olmalarını istemeleri dolayısıyla dinlerini İslâm dinine tercih etmişlerdi. Eğer iman etmiş olsalardı, iman karşılığında batıl dini tercih etmelerine sebep olan başkanlıktan, avamın onlara tabi olmalarından daha hayırlı olarak dünyadan nasiplenmekle birlikte, ecirleri iki defa verilir, kendilerine yapılan vaadleri de elde etmiş olurlardı.
İşte marufu emredip münkerden alıkoymak, Allah’a gerçek manada iman ve diğer iman esaslarına gerçekten inanmak gibi sair nitelikler ve esaslar, üstün ve hayırlı oluşun sebebidir. Ümmet bu üç esası korumadıkça, yine bunlara gerçek manada sağlam bir şekilde sahip olamaz. İbni Cezir, Katade’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bize ulaştığına göre Ömer b. el-Hattab (r.a.) yaptığı bir hacda insanların bir parça pasif ve hareketsiz olduklarını gördü. Bunun üzerine: “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz…” ayetini okudu, sonra şunları dedi: “Her kim bu ümmetten olmayı arzuluyor ise bu hususta Allahü teâlâ’nın koştuğu şartı yerine getirsin.”
Kim bu niteliklere sahip olmazsa Yüce Allah’ın şu buyruğunda yermiş olduğu Kitap Ehli’ne benzer: “Onlar işledikleri bir münkerden birbirlerini alıkoy-mazlardı.” (Maide, 5/79).
İşte bundan dolayı Yüce Allah, bu nitelikleriyle öldükten sonra Kitap Eh-li’ni yermeye ve onları azarlamaya koyularak şöyle buyurmaktadır: Eğer onlar Muhammed’e indirilene iman etselerdi, elbette ki bu onlar için hayırlı olurdu. Çünkü onlar Kitap’ın bir kısmına iman etmekte, bir kısmını inkâr etmektedirler. Musa ve İsa gibi peygamberlerin bir kısmına iman ederken Muhammed’i inkâr edip kâfir olmaktadırlar. Halbuki onlara indirilmiş bulunan Kitap da Muhammed (s.a.)’e dair bilgileri ihtiva etmektedir.
Şu kadar var ki bu yergi onların hepsini kapsıyor değildir. Bundan dolayı arada Kitap Ehli’nden bir kısmını zikretmektedir. Abdullah b. Selâm, onun arkadaşları, Necaşî ve onunla birlikte olanlar gerçekten iman etmiş kimselerdir. Fakat çoğunluğu fasıktırlar; kendi dinlerinin ve kitaplarının sınırlarının dışına çıkan kimselerdir. Küfürde aşırıya kaçmışlardır. Aralarından Allah’a, sizlere indirilenlere, onlara indirilenlere iman edenler gerçekten azdır. Onların pek çoğu ise sapıklık, küfür, fısk ve isyan üzeredirler. Kimi zaman Yüce Allah burada olduğu gibi “pek çok” tabirini kullanmaktadır. Kimi zaman da İsrailoğullan ile ilgili, “Onların pek azı müstesna, iman etmezler.” (Nisa, 4/46) ifadesi kullanılmaktadır. Kimi zaman da onların çoğunlukla görülen halleri söz konusu edilmektedir. Yüce Allah’ın Hristiyanlarla Yahudiler hakkındaki şu buyruğunda olduğu gibi: “Onlardan itidal üzre olan bir topluluk vardır. Onların bir çoğunun yapmakta oldukları ise ne kadar da kötüdür!” (Maide, 5/66).
Fasıklık âdeten dinin ortaya çıkışı üzerinden uzun bir süre geçtikten sonra çoğalır. Yüce Allah’ın şu buyruğunda olduğu gibi: “İman edenlerin kalplerinin Allah’ın zikrine ve haktan inene huşu üe yumuşama zamanı gelmedi mi? Kendilerine önceden Kitap verilip de kendileri üzerinden uzun bir zaman geçti diye kalplerine katılık gelmiş bulunanlar gibi olmasınlar, ki onların pek çoğu fasıklardı.” (Hadîd, 57/16).
Daha sonra Yüce Allah, mümin kullarına haber verip müjdelemektedir: Kitap Ehli’ne karşı zafer ve ilâhî yardım müminlerin olacaktır. Bu fasık kâfirlerin onlara ancak sövmek, hicvetmek, dil ile tehdit etmek, Allah’ın dininden alıkoymaya çalışmak, dini tenkit etmek, şüpheler yerleştirmek, Muhammed (s.a.)’i eleştirmek gibi -günümüz misyonerlerinin yaptığı şekilde- basit zararlar dışında asla zarar veremeyeceklerini hatırlatmaktadır.
Onlar sizinle savaşacak olurlarsa önünüzde bozguna uğrarlar. Fasıklıkları üzerinde devam ettikleri, siz de bu üç esası korumakla en hayırlı olma özelliğinizi sürdürdüğünüz sürece asla size karşı zafer kazanamayacaklardır. Gayba dair haberlerden olan bu üç müjde bu ümmetin geçmişinde gerçekleşmiştir. KaynukaoğuUarı, Nadiroğullan, Kurayzaoğulları ve Hayber Yahudileri bozguna uğramışlardır.
Bu gibi zaferlerin gerçekleşmesi Allah’ın dinine yardımcı olma şartına bağlıdır. Yüce Allah’ın şu buyruğunda olduğu gibi: “Ey iman edenler! Eğer Al-lah(ın dinin)’a yardımcı olursanız O da size yardım eder ve ayaklarınıza sebat verir.” (Muhammed, 47/7). Yine bu ayet-i kerimede olsun, cihad eden müminlerin niteliklerini belirten Yüce Allah’ın şu buyruğunda olduğu gibi başka ayet-i kerimelerde olsun sözü geçen üç esası koruma şartına bağlıdır: “İyiliği emredenler, kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlar.” (Tevbe, 9/112)
Hülâsa, zafer bir takım aldanmışların bekledikleri gibi gelişigüzel verilen bir bağış değildir. Zafer ancak dinî bir takım esasları yerine getirme şartına bağlı olarak verilir. Bizler iyiliği emretmeye, kötülükten sakındırmaya ve sağlıklı bir şekilde Allah’a iman etmeye devam ettiğimiz sürece Allah’ın yardımına mazhar olduk, üstün olduk, güçlü olduk. Onlar da fasık, Allah’ın sınırlarının yani itaat ve iman sınırlarının dışında kaldıkları sürece zillet altında, kahr altında kalmaya devam ettiler.
Zillet ve hakirliği Allah, nerede olurlarsa olsunlar onların ayrılmaz bir niteliği kılmıştır. Hiç bir zaman güvenlik ve huzur duymayacaklardır. Ancak Allah’tan ve müminlerden bir ahit altında bulunmaları hali müstesna. “Allah’ın ahdi”, onlarla zimmet akdi yapılıp cizye konulduktan ve dinin hükümlerine bağlı kalmaları sağlandıktan sonra onlara verilen eman, eziyetin haram kılmışı, haklarda ve mahkeme huzurunda eşitliktir.
“İnsanların ahdi” ise antlaşma yapan, ahitleşen ve bir kadın dahi olsa Müslümanlardan herhangi bir kimse tarafından kendilerine eman verilen esir olma hallerinde görüldüğü şekilde olur. Aynı şekilde İslâm toprağı içerisinde yahut dış şuurlarda kendisi ile karşılıklı menfaat, sanayi ve ticaret ürünlerinin değişimi için muamelede bulunulan tacir de böyledir. Filistin’de Yahudilerin himayesi altında olduğunu gördüğümüz halleri de bu kabildendir. Bu ahit ister Amerika, ister Avrupa, ister Rusya isterse de onların dışında büyük devletlerden birisi tarafından verilmiş olsun, fark etmez.
Yüce Allah aynı şekilde onları kendisinin gazabına mahkûm etmiştir. Bu gazaba onlar mahkûm olmuşlardır. Bu gazabı hak etmişler ve bu gazaba uğramaya sebep teşkil etmişlerdir. Miskinlik, küçüklük, tıpkı bir mekânın orada bulunanları kuşatması gibi onları kuşatmıştır. Onlar başkalarına tabi olan zelil kimselerdir. Her zaman için zillet ve ihtiyaç içinde başkalarına uymak durumundadırlar. Az olmalarına rağmen yeryüzünün dört bir tarafında darmadağındırlar. İşgal ettikleri Filistin topraklarında toplanmak, orayı vatan edinmek, orada yerleşmek için bütün gayretlerine rağmen, zenginliklerine, servet toplayıp dünya ekonomisine egemen olmalarına rağmen onların bu durumları böyle devam edip gidecektir.
Daha sonra Yüce Allah onlara zilletin, miskinliğin vurulması, Allah’ın gazabının döne dolaşa onların üzerine olmasının sebep ve gerekçesini beyan etmektedir: Bu ise onların Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri, şeriatlarının kendilerine verdiği herhangi bir hak olmaksızın büyüklük, azgınlık ve kıskançlık güdülerinin etkisi altında kalarak peygamberleri öldürmeleridir. Halbuki onlar “Rabbimiz Allah’tır” diyen insanları öldürmek şeklindeki cinayetlerinde haklı olduklarına inanmamaktadırlar. İşte bu şekildeki ifadeler ve onların tutumlarının son derece çirkin olduğu ortaya konulmakta ve bundan dolayı en ileri derecede azarlanmaktadırlar.
Bu tür suçları işleme cesaretini onlara veren, Allah’ın ayetlerini inkâra ve Allah’ın peygamberlerini öldürmeye onları iten, ancak Allah’ın emirlerine karşı gelerek çokça isyan etmeleri, sürekli olarak masiyetlere gömülmeleri, Allah’ın şeriatını dinlemeyip hududunu aşmalarıdır. İsyan eden, Allah’ın yasaklarını çiğnemeye alışan kimseye hayatta her türlü haramı işlemek oldukça basitleşir.
Küfür ve peygamberleri öldürme suçları geçmiştekileri tarafından işlenmiş olmakla birlikte, Peygamber (s.a.)’in çağdaşı olan Yahudilerin bundan dolayı kınanma ve yerilmelerinin sebebi, çağdaşların da onlara bağlı olmalarından, onların bu davranışlarını desteklemelerinden, onlara sevgi duymalarından, davranışlarına rıza göstermelerinden ve onların yolları üzere gitmelerinden dolayıdır. Çünkü çağdaşı olanlar da defalarca Peygamber (s.a.)’i öldürmeye çalışmışlardır. [2][90]