KELİMELER VE KAVRAMLAR 65) İÇKİ VE KUMAR
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
“Hamr” sözlükte, bir şeyi örtmektir. Bir şeyi örten örtü anlamında ‘hımâr’ aynı kökten gelmektedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de bu kelime çoğul olarak (“humur” şeklinde) kadınların başlarını örttükleri ‘başörtü’ mânâsında kullanılmaktadır (24 Nûr/31). Hamr kavram olarak; insanın, akıl yürütme ve düşünme yeteneğini örten her türlü uyuşturucu anlamına gelir. Türkçedeki şarap, içki veya uyuşturucu denilen maddelerin genel adıdır. Kur’an-ı Kerim’de aynı anlamda kullanılmaktadır. Özellikle içki içmeyi yasaklayan âyetlerde geçmektedir.
Kur’an’ın inzal olduğu devirde Araplar imal ettikleri içkilere ‘hamr’ adını vermekte idiler. Onlar üzüm, bal, hurma, buğday ve arpadan sarhoşluk veren içkiler üretirlerdi. Bunların tümü ‘hamr’ diye anılırdı ve hepsi de aklı baştan alan uyuşturuculardı. Günümüzde daha çok “alkollü içki” tanımı kullanılmaktadır. ‘Hamr’, alkollü içki tanımından daha geniştir ve bütün uyuşturucuları; esrar, LSD, eroin, morfin gibi şeyleri de içerisine almaktadır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır. “Her sarhoş edici ‘hamr’dır. Ve her sarhoş edici haramdır. Kim dünyada hamr içer ve tevbe etmeden, onun tiryakisi olduğu halde ölürse, Âhirette (Âhiret) şarabı (içeceği) içemez.” (Buhârî, Eşribe 1; Müslim, Eşribe 72, hadis no: 2003; Ebû Dâvud, Eşribe 5, hadis no: 3679; Muvattâ, Eşribe 11, hadis no: 846; Tirmizî, Eşribe 1, hadis no: 1861; Nesâî, Eşribe 21-22)
Sarhoşluk veren şeyler katı ve akıcı olmak üzere iki çeşittir. Katı uyuşturucular afyon, eroin, esrar, kokain, LSD, mariuhana gibi bitkilerden elde edilen maddelerdir. Akıcı olanlar ağız yoluyla alınan alkollü içkilerdir. Çeşitli maddelerden yapılmaktadır. Bira, likör, şampanya, votka, rakı, şarap, cintonik, viski gibi çeşitleri vardır.
‘Hamr’, adı verilen bütün sarhoş edici maddeler, insandaki düşünme ve akıl yürütme faâliyetlerini dumûra uğratır, aklı baştan alır. Vücudu gevşetip normal hareket etmesini engeller. Aklı perdeler, insanı ne yaptığını bilmez bir duruma düşürür. Buna göre ‘hamr’, belli bir maddenin adı değil; sarhoşluk verip ve uyuşturan, aklı perdeleyen maddelerin meydana getirdiği bütünün genel adıdır. ‘Hamr’ın az veya çok olması farketmez. İslâm’a göre hepsi zararlıdır ve hepsi de haramdır (Nesâî, Eşribe 24).
Bütün içkilerin ve uyuşturucuların zararlı olduğunu herkes bilir. Aklı başında olan hiç kimse ‘hamr’ın insana zararlı olmadığını iddiâ edemez. “İnsan vücudunun alkole de ihtiyacı vardır” diyenler, yalnızca demogoji yapmış olurlar. İnsan, vücudunun ihtiyaç duyduğu mineralleri çeşitli sebze ve meyvelerden alır. İnsan vücudunun karbona ihtiyacı vardır ama, karbon demek olan kömürü kimse yemez. Vücudun demire de ihtiyacı vardır ama hiç kimse bu ihtiyacından dolayı demir kemirmeğe kalkışmaz.
İçkinin zararlı olduğu bilindiği ve bunun zararını herkes gördüğü halde ilk çağlardan beri yapılmakta ve içilmekte; insanların çoğu da hâlâ içmeye devam etmektedir. Bu gün dünya genelinde içki tüketiminin korkunç boyutlarda olduğunu görmekteyiz. Bazı ülkelerde su yerine alkollü içki içilmektedir. Dünyada kişi başına düşen içki tüketimi ürkütecek boyutlardadır. İçki aleyhine yapılan kampanyaların fazla bir etkisi olmamaktadır. (Zâten bu kampanyalar, direkt veya film vb. şekilde dolaylı olarak yapılan reklamlara oranla pek önemli de değildir.)
İşin garibi Kur’an’a inandığını söyleyen toplumlarda bile içki tüketimi çağımızda giderek artmaktadır. İslâm içkiyi kesin bir dille yasaklıyor, içenleri tehdit ediyor, içki içmeyi imana zarar veren şey olarak niteliyor. Ancak günümüz müslümanları, İslâm’ın birçok hükmünü eğip büktükleri gibi, içki karşısındaki duyarlılığı da yitiriyorlar. İslâm’ın yasakladığı ve hoş görmediği birçok davranış Batı kültürünün etkisiyle onların da hayatına giriyor. Fâize müslümanlardan bazıları başka bir isim vererek, bazıları câiz diye fetvâ vererek, kimileri de günahını önemsemeyerek fâiz alıp veriyorlar. Kumara; toto, loto, piyango, at yarışı, sayısal, şans oyunu deyip takılıyorlar. Tesettüre; çağdaşlık, moda, kamusal alanda yasak deyip uymuyorlar. Bunun gibi bazıları da içki içmeyi, neredeyse kişiliği tamamlayan, normal bir davranış olarak kabul etmektedir. Peygamberimiz buyuruyor ki: “Ümmetimden bir grup, ‘hamr’ı (sarhoşluk veren içecekleri) kendi taktıkları bir adla helâl kılmaya çalışırlar.” (Dârimî, Eşribe 8, hadis no: 2106)
İslâm, içki içmeyi (hamr’ı) büyük günahlardan saymakta ve kesin ifâdelerle yasaklamaktadır. Bilindiği gibi, İslâm beş ana maddenin korunmasını hedef almıştır. Bunlardan biri de akıldır. Akıl, ya yanlış ve bâtıl fikirlerle bozulur, ya da sarhoşluk verici şeylerle. Allah’ın insana verdiği her şey bir emânettir. Akıl, can, mal, sağlık, beden, toprak, gökyüzü, çocuk ve benzerleri. İnsan bu emânetleri en güzel şekilde korumalıdır. Bu emânetlere zarar veren, onların yapısını bozan davranışlardan kaçınmalıdır. Bu emânetleri tehlikeye düşürmemelidir. İçki yasağı, akıl nimeti ve emânetini koruma konusunda çok önemli bir tedbirdir.
Bu yasak, aynı zamanda bir sınamadır. İnsan, yapısı açısından hem takvâya hem de hevâya (nefsinin isteklerine) uymaya meyillidir. İster ki, hoşuna giden şeylere sahip olsun, onlardan yararlansın. Ama dünya hayatı bir imtihandır. Kişi birtakım davranışlarına sınır koymazsa, fazilete ulaşamaz. Canının istediğini yapmaya devam ederse, Kur’an’ın sakındırdığı, günah, isyan, sapıklık, azgınlık, şirk ve küfür gibi hatalara düşebilir. Allah (c.c.) bazı davranışlardan râzı olmaz. Bunları da elçileri aracılığıyla insanlara bildirmiştir. Hem fıtratı/kişiliği korumak, hem Allah’ı râzı edip sınavı kazanmak, hem de verilen emânetleri korumak için, yasaklara kulak vermek gerekir.
Rabbimiz yeryüzünde bizim faydalanmamız için bir yığın helâl rızık yaratmışken, insanın kendine zararlı bir şeyi yiyecek veya içecek olarak seçmesi, ondan zevk alması akıl dışı bir olaydır. Ne yazık ki, Allah’a kulluk etmeyi hayatlarından çıkaranlar için ne içki yasağının, ne de diğer yasak ve emirlerin bir anlamı vardır. Bunlar canlarının istediğini yapmaya çalışırlar. Hoşlandıklarını yaparlar da yeryüzünü ifsâd ederler (bozarlar), azgınlaşır, haddi aşarlar, zâlim ve müstekbir olurlar. Yeryüzünü yaşanmaz hale getirirler.
Hamr içmekle, önce insanın aklı, doğal işlevini kaybeder.
Akılla beraber din konusundaki duyarlılık da gider.
Sarhoşların nesilleri de içki içmenin zararını görürler.
İçki içmekle işlenen cinâyetlerin, verilen zararların, batan ocakların, yitirilen şereflerin sayısı belli değildir.
O yüzden Peygamberimiz; “İçki bütün kötülüklerin anasıdır” (Nesâî, Eşribe 44) buyurmuştur.
Kur’ân-ı Kerim nâzil olmaya başladığı devirde Araplar arasında içki çok yaygın bir gelenekti, âdetâ hayatın bir parçasıydı; tıpkı günümüzde bazı toplumlarda gördüğümüz gibi. Kur’an, yeni müslüman olan bu insanlara içkiyi birden bire yasaklamadı. Aşamalı olarak onların içkiyi terketmelerini sağladı. Bu konuda gelen ilk âyet, üzümlerden rızık ve içecek elde etmeyi hatırlatıyordu (16/Nahl, 67). İkinci gelen âyet, içki hakkında soru soranlara, ‘onun zararının faydasından çok olduğunu’ haber veriyordu (2/Bakara, 219). Bazı sahâbeler bu âyetle içkinin haram kılınacağını anlamış ve içkiyi terketmişlerdi. Üçüncü âyet, içkiliyken namaz kılınmamasını söylüyordu (4/Nisâ, 43). Son gelen âyet ise içkiyi temamen yasaklıyordu:
“Ey iman edenler, hamr, kumar, dikili taşlar (putlar) ve şans için kullanılan fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bunlardan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz. Gerçekten şeytan hamr ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah’ı zikretmekten ve namazı kılmaktan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz, değil mi?” (5/Mâide, 90-91)
Görüldüğü gibi Rabbimiz ‘hamr’ kullanmayı şeytanın pisliklerinden saymaktadır. Şeytan içki ve kumarla insanlar arasına kavga sokar, onları Allah’a ibâdetten uzaklaştırır. Bugün aynen bu şekilde olmuyor mu? Içki ve kumarla uğraşanların durumu Kur’an’ın anlattığı gibi değil mi? Hepsi de şeytanın emrine girmiş birer zavallı değiller mi?
İnsan, alışkanlıklarından kolay kolay ayrılamaz. O yüzden onlara sunulacak emir ve yasaklar, onların uygulayabileceği şekilde olmalıdır. İnsanı tanıyan Rabbimiz, içki gibi bir konuda aşamalı bir metod uygulamıştır.
İslâm, içki yasağını bir iman meselesi olarak ele alıyor. Nitekim son gelen âyette, ‘hamr’ ve kumarın şeytanın pisliği olduğu özellikle vurgulanıyor ve soruluyor: ‘Artık vazgeçtiniz, değil mi?’ Eğer Allah’a ve O’nun Rasûlüne iman ediyorsanız, eğer Allah’ın azâbından korkup, affını umuyorsanız, eğer şeytanı düşman biliyorsanız, bu pis işi bırakın!
“Allah’a ve Ahiret gününe iman eden hamr içmesin, Allah’a ve Ahiret gününe iman eden içki içilen sofraya oturmasın.”, “Hamr içenin kalbinden iman nuru çıkar.”, “Üç kişi cennete giremez: Deyyus (karısını kıskanmayan), erkekleşen kadın ve içki düşkünü.” (Kütüb-ü Sitte, 8/169) buyuran Peygamberimiz işin önemini ortaya koyuyor. İslâm mü’minlerin duygusal olarak da içkiden nefret etmelerini tavsiye ediyor. Mü’min, hayatına hiç bir şekilde içkiyi ve kumarı sokmamalıdır. Birkaç defa bu yasakları çiğneyen kişi, bunları terketmekte çok zorlanır. Alışkanlık haline getirdiği zaman ise, iş tehlikeli bir noktaya ulaşır.
İçkiyi kesin bir şekilde yasaklayan âyetin sonunda Allah (c.c.) mü’minlere yumuşak bir şekilde soruyor: “Artık (içki içmekten) vazgeçtiniz, değil mi?” Bu ifâde tarzı, şüphesiz kalplere etki eden, duygulandıran, yaptıkları yanlıştan insanları alıkoyacak tatlı bir yöntemdir. Bunu duyan o günün mü’minleri içkiyi derhal bıraktılar. Bu günümüzün içkicilerine de ibret olmalı.[1]
Aklın sıhhatli düşünme ve muhâkeme yeteneğini gideren, sarhoşluk denilen hale sebep olan içeceklere “hamr” denilir. Kur’an’da geçen “hamr” kelimesinin, fakîhlerin çoğu aklı gideren bütün içkileri kapsamına aldığını söylemişlerdir. Hanefîler “hamr”ı şöyle izah etmişlerdir: “Köpüklenip kuvvetlenen yaş üzüm suyu.” Yalnızca bu tür içkilerin ismi hamr’dır. Bunun dışındaki sarhoşluk veren içkiler hamr kelimesinin şumûlüne girmez. Bu tür içkiler, sarhoşluk verdiği için hamr’a kıyasla haramdır Fakîhlerin çoğunluğu (cumhûr-ı ulemâ) ise, sarhoşluk veren bütün içeceklerin azının da çoğunun da haram olduğunu ve hamr kelimesinin kapsamına dâhil olduğunu söylemişlerdir (Sahih-i Müslim, Terceme ve Şerh, A. Davudoğlu, IX/247, vd.).
İçki içmek İslâm’da yasak olduğu gibi, Hıristiyanlık ve Yahûdilikte de, önceki şeriatlerde de bu konuda bazı yasaklar getirilmiştir. Yahûdilerin kutsal kitabı Tevrat’ta şu cümleler dikkati çeker: “Ve Rab Hârun’a söyleyip dedi: Sen ve seninle beraber oğulların, toplanma çadırına girdiğiniz zaman, ölmeyesiniz diye şarap ve içki içmeyin, nesillerinizce ebedî kanun olarak, tâ ki, kutsalla, bayağı şeyi ve murdarla temiz olanı birbirinden ayırdedesiniz” (Tevrat, Levililer, Bab, 10, Cümle 8-11)
İncil’de bu konuda şöyle denir: “Onlar yemek yerlerken, İsa ekmek aldı, şükran duâsı edip parçaladı ve tâbîlerine verdi ve dedi ki: ‘Alın, yiyin, bu benim bedenimdir. Ve bir kâse şarap alıp şükretti ve onlara vererek dedi ki, bundan içiniz. Çünkü bu benim kanım, günahların bağışlanması için birçokları uğrunda dökülen ahdin kanıdır. Fakat ben size derim: Babamın melekûtunda sizinle taze olarak onu içeceğim o güne kadar, ben asmanın bu ürününden artık içmeyeceğim.” (İncil, Matta, bab, 26, Cümle 26-29, Yuhanna, Cümle 30 vd.).
Eski Türklerin İslâm’dan önce Şamanizm’e bağlı oldukları bilinmektedir. Bu dinde genellikle sevinçli zamanlarda ve kutsama törenlerinde Kımız vb. çeşitli içkilerin içildiği bilinmektedir (Mehmet Aydın-Osman Cilacı, Dinler Tarihi, Konya 1980, s. 97 vd.).
İslâm’dan önce ve İslâm’ın ilk devirlerinde, câhiliye Arapları içki içer ve bunu hayatın bir parçası gibi görürlerdi. İslâm beş şeyin korunmasına büyük önem vermiştir. Bunlar: Akıl, sağlık, mal, ırz ve dindir. İçki içen kimse bu beş unsuru da koruyamaz duruma düşer. Amerika’da içki aleyhtarlarının kurduğu bir teşkilat yeryüzünde ilk defa içkiyi kimin yasakladığını araştırır. İlk yasağın Hz. Muhammed (s.a.s.) tarafından ortaya konulduğu anlaşılınca O’nun hâtırasına New York’ta “Muhammed Çeşmesi” adını verdikleri bir âbide yaptırırlar (Yeşilay Dergisi, sayı 441, Ağustos 1970). (Peygamberimizin içkiyi Allah’ın emriyle kesin bir şekilde yasakladığı doğrudur; ama bunu yasaklayan Allah, çok eski şeriatlerde de yasaklamıştır; eğer Tevrat ve İncil tahrif edilmemiş olsaydı, bu yasak, net bir şekilde görülecekti. Şimdiki Kutsal Kitaplarda bile bunu bulmak mümkündür.)
Kur’an-ı Kerîm’de içki yasağı tedrîc prensibine göre gelmiştir. Mekke’de inen ilk ayette yasak hükmü yer almaz.
“Hurma ve üzüm ağaçlarının meyvelerinden içki yapıyor ve ayrıca güzel rızık ediniyorsunuz, bunda aklı eren bir kavim için elbet bir ibret vardır” (16/Nahl, 67).
Bundan sonra Hz. Ömer bir gün Resulullah (s.a.s.)’a gelerek şöyle dedi: “Ya Resulullah! Şarap, malı helâk edici ve aklı giderici olduğu malumunuzdur. Yüce Allah’tan, şarabın hükmünü bize açıklamasını iste. Hz. Peygamber; “Ey Allah’ım, şarap hakkında bize açıklayıcı beyanını bildir” diye dua edince şu âyet indi: “Sana içkiyi ve kumarı sorarlar, de ki. “Onlarda hem büyük günah hem de insanlar için bazı faydalar vardır. Ancak günahları faydalarından daha büyüktür” (2/Bakara, 219). Bu âyet inince, bazı sahabîler “büyük günah” diye içkiyi bırakmış bazıları ise “insanlara faydası da var” diyerek içmeye devam etmişlerdir.
Bir gün Abdurrahman b. Avf bir ziyafet vermiş, ashâb-ı kirâmdan bazıları da bu ziyafette hazır bulunmuştu. Yemekte içki de içmişlerdi. Akşam namazının vakti girince, içlerinden birisi imam olmuş ve namaz kıldırırken “kâfirûn” sûresini yanlış okumuştu. Bunun üzerine Hz. Ömer: “Ya Rabbi bize içki konusundaki beyanında ziyade yap” diye dua etmiş ve daha sonra şu âyet inmiştir: “Ey iman edenler, siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın” (4/Nisâ, 43). Bu sûrette içki yalnız namaz vakitlerinde olmak üzere yasaklanmıştır. Artık onu içenler yatsı namazından sonra içiyorlar, sarhoşlukları geçtikten sonra sabah namazını kılıyorlardı.
Yine bir gün Utbe bin Mâlik (r.a.) bir evlenme ziyafeti vermişti. Sa’d b. Ebî Vakkas da oradaydı. Deve eti yediler, içki içtiler, sarhoş olunca da asalet iddiasına kalkıştılar. Sa’d bu konuda kavmini öven ve Ensar’ı hicveden bir şiir okudu. Ensar’dan birisi buna kızarak, sofradaki bir deve kemiği ile Sa’d’ı yaraladı. Sa’d da durumu Resulullah (s.a.s)’a şikâyette bulundu. Bunun üzerine bu konuda kesin içki yasağı bildiren ayetler indi: “Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın amelinden bir murdardır. Bunlardan kaçınınız ki, felaha eresiniz. Şeytan içki ve kumarla aranıza kin ve düşmanlık sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazı kılmaktan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?” (5/Mâide, 90-91)
Hz. Peygamberin çeşitli hadisleri bu konuda uygulama esaslarını gösterir: “Her sarhoşluk veren şey hamrdır/şaraptır ve her sarhoşluk veren şey haramdır. Bir kimse şarabı dünyada içer de ona devam üzere iken tevbe etmeden ölürse âhirette kevser şarabını içemez” (Müslim, Eşribe, 73). “Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır.” (el-Askalânî, Bulûğu’l Merâm, Terc. A. Davudoğlu, lV, 61 vd.). Hz. Peygamber’e ilaç için şarap yapmanın hükmü sorulunca; “Şüphesiz şarap deva (ilâç) değil aksine derttir” (el-Askalânî, a.g.e, IV, 61). “Ümmetimden birtakım kimseler, çeşitli adlar koyarak içki içeceklerdir” (el-Askalânî, a.g.e, IV, 61).
İçkinin yasak oluşu icmâ-ı ümmetle sâbittir. İslâm fakihleri bu konuda görüş birliği içindedirler. Ancak müctehidler arasında bazı içki çeşitleri üzerinde ihtilaf vardı. Hz. Ömer bu konudaki şüpheleri kaldırmak için, Allah elçisinin minberinden “aklı perdeleyen her şey içkidir” sözüyle özlü bir tarif yapmıştır. Buna göre insana aklını kaybettiren ve onu iyi ile kötüyü, hayırla şerri ayıramaz duruma getiren herşey içki sayılır. Sıvı veya katı olması sonucu değiştirmez. Afyon, eroin ve benzeri bütün uyuşturucular aynı niteliktedir. Çünkü bunları kullanan kişilerde aklın fonksiyonları değişir; uzağı yakın, yakını uzak görür; olağan şeylerden ayrılarak, olmayan ve olmayacak şeyleri hayal etmeye ve rüyalar denizinde yüzmeye başlar. Bazı uyuşturucular da vücûdu durgunlaştırır, sinirleri uyuşturur, ruhsal çöküntülere yol açar, ahlâkı düşürür, iradeyi zayıflatır ve ferdi topluma faydasız hâle getirir. İşte İslâm dini, fert ve toplum için faydalı olan şeyleri emrederken, zararlı olanları da yasaklamıştır. İslâm’ın yasakları tıb tarafından incelendiğinde, bunların fert ve toplum yararına olduğu görülür. Nitekim, içki ve domuz eti gibi yasaklar ilmin ve tıbbın süzgecinden geçirilmiş, nice maddî ve mânevi zararları uzmanlarca açıklanmıştır (bk. Yusuf el-Kardâvî, el-Helâl ve’l-Harâm fi’l-İslâm, Terc. Mustafa Varlı, Ankara 1970, s. 50-53, 75-88).
İslâm, içkinin içilmesini yasakladığı gibi, müslümanlar arasında ticaretini de yasaklamıştır: “Peygamber (s.a.s) içki konusunda on kişiyi lânetlemiştir: Sıkan, kendisi için sıkılan, içen, taşıyan, kendisi için taşınan, içiren, satan, parasını yiyen, satın alan ve kendisi için satın alınan…” (Tirmizî, Büyû’, 59; İbn Mâce, Eşribe, 6).
Mâide suresindeki kesin içki yasağı bildiren ayet geldikten sonra Allah Resulu uygulama ile ilgili olmak üzere şöyle buyurdu: “Şüphesiz Allah içkiyi haram kılmıştır. Bu âyeti haber alıp da yanında içki bulunan kimse, ondan içmesin ve satmasın…” (Müslim, Müsâkât, 67; bk. Buhârı, Megâzî, 51; Büyû, 105, 112; Müslim, Büyû, 93; Fer’, 8; İbn Mâce, Ticârât, 11; Ahmed b. Hanbel, II, 213, 362, 512, III, 217, 324, 326, 340; İbn Kesîr, Muhtasaru Tefsîri İbn Kesîr, Beyrut (t.y), I, 544-547).[2]
[1] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 249-252.
[2] Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 88-90.
Kur’ân-ı Kerim’de İçkinin Haramlığı ve Yasaklanma Aşaması
Hamr kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de toplam 7 Yerde geçer (2/Bakara, 219; 5/Mâide, 90, 91; 12/Yusuf, 36, 41; 24/Nûr, 31; 47/Muhammed, 15). Bilindiği gibi, içki yasağı tedricî şekilde getirildi. Kur’ân-ı Kerim’de bu âyetler, şu iniş sırasını tâkip etti: Önce içkinin güzel olan rızıklardan ayrı olarak (güzel olmayan) bir rızık/gıda olduğunu belirten âyet (16/Nahl, 67) indi, sonra içkide büyük zarar ve günah olduğuna dâir âyet (2/Bakara, 219) bunu tâkip etti. Daha sonra sarhoşken namaza yaklaşılması yasaklandı (4/Nisâ, 43). En sonunda da içkiyi kesin şekilde yasaklayan ve onu şeytan işi bir pislik ilan eden âyet nâzil oldu (5/Mâide, 90-91).
“Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem sarhoşluk veren içki, hem de güzel gıdâlar edinirsiniz. İşte bunlarda da aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır.” (16/Nahl, 67)
“Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için birtakım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür. Yine sana iyilik yolunda ne infak edip harcayacaklarını sorarlar. ‘İhtiyaç fazlasını’ de. Allah size âyetleri böyle açıklar ki, düşünesiniz.” (2/Bakara, 219)
“Ey iman edenler! Siz sarhoş iken -ne söylediğinizi bilinceye kadar-, cünüp iken de -yolcu olan müstesnâ- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya bir yolculuk üzerinde bulunursanız, yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse, veya kadınlara dokunup da bir su bulamamışsanız o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin: Yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır.” (4/Nisâ, 43)
“Ey iman edenler! Hamr (sarhoşluk veren içecekler), kumar, dikili taşlar (putlar, putlaştırılan heykeller), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan içkide ve kumarda, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ın zikretmekten ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz, değil mi?” (5/Mâide, 90-91)
“Müttakîlere vaad olunan Cennetin durumu şöyledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Orada meyvelerin her çeşidi onlarındır. Bunlardan da öte Rablerinden bir bağışlama vardır. Bu, ateşte ebedî kalan ve barsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu hiç?”(47/Muhammed, 15)
“(Ey Muhammed!) Hayatın hakkı için, onlar, sarhoşluklar içinde bocalıyorlardı.” (15/Hıcr, 72)
“Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyâmet vaktinin depremi müthiş birk şeydir! Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden vazgeçer, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş birk halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allah’ın azâbı çok dehşetlidir.” (22/Hacc, 1-2)
“Ölüm sarhoşluğu bir gün gerçekten gelir de, ‘işte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir’ denir.” (50/Kaf, 19)
“Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını, yalan yemin ve şâhitlik ile yemeniz için o malları hâkimlere (reislere, yetkili idarecilere veya mahkeme hâkimlerine el altından) vermeyin.” (2/Bakara, 188)
“Ey iman edenler! Aranızda karşılıklı rızâya dayanan ticâret olması hali müstesnâ, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah size merhamet edecektir. Kim düşmanlık ve haksızlık ile bunu (haram yemeyi veya öldürmeyi) yaparsa, (bilsin ki) onu ateşe sokacağız; bu ise Allah’a çok kolaydır. Eğer yasakladığımız büyük günahlardan kaçınırsanız; sizin, küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.” (4/Nisâ, 29-31)
İçki mâide sûresi 90. âyet le mutlak anlamda haram kılınmadan önce, hakkında iki hüküm daha inmişti (2/Bakara, 219, 4/Nisâ, 43). Son hüküm gelmeden önce Hz. Peygamber (s.a.s.) kendileri mutlak yasağa hazırlamaları için halkı toplamış ve onları uyararak şöyle demişti: “Allah insanların içki içmelerinden asla hoşlanmaz. Mutlak yasak yakında gelse gerektir. Bu yüzden ellerinde içki bulunanlar en iyisi mi onu satsınlar.” Bundan bir süre sonra, Mâide suresi 90. ayet inince, “Şu anda ellerinde içki bulunanlar artık onu ne içebilir, ne de satabilir; bu yüzden onu yok etsinler.” diye ilânda bulundu. Bunun üzerine dökülen içkiler Medine sokaklarında aktı. Bununla birlikte bazıları “Onu Yahudilere hediye edemez miyiz?” diye Hz. Peygamber’e (s.a.s.) sordular. Cevap şöyleydi: “Onu haram eden, hediye olarak verilmesini de yasaklamıştır.” Daha bazıları “Onu sirke yapamaz mıyız?” diye sordular. Cevap: “Hayır, dökmelisiniz” şeklinde oldu. Bir başkası tekrar tekrar sordu: “İçkiyi ilaç olarak da kullanamaz mıyız?” Hz. Peygamber (s.a) üstüne basa basa bunu da reddetti ve şöyle buyurdu: “Hayır, o bir ilaç değil, bir hastalıktır.” Yine, bir başkası daha sordu: “Efendim, biz çok soğuk bir yerde yaşıyoruz ve işimiz de yorucudur. Bu bakımdan, yorgunluğumuzu gidermek ve ısınmak için içki içiyoruz.” Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle dedi: “İçtiğiniz sarhoşluk veriyor mu?” “Evet” dedi adam. Bunun üzerine, Hz. Peygamber (s.a.s.) “Ondan el çek!” buyurdular. Soruyu soran adam bu kez, “Bizim orada oturanlar bunu kabul etmiyecektir.” dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.) buna da şöyle karşılık verdi: “Eğer kabul etmezlerse git, onlarla savaş!”
İbn Ömer’den (r.a.) rivâyet edilen bir hadise göre Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır: “Allah içkiyi ve onu içeni, sunanı, satanı, alanı, üreteni, ürettireni, taşıyanı ve kendisine taşıtanı lânetlemiştir.” Bir başka hadisinde Hz. Peygamber (s.a.s.) müslümanlara içkiyle birlikte sunulan yemekten yemeyi yasaklamıştır. Yasağın ilk döneminde, içkiyi çıkarmada ve içmede kullanılan aletlerden yararlanılmasını bile yasaklamış, fakat daha sonra yasa iyice yerleşince bunların kullanımına izin vermiştir.
Arapça “hamr” kelimesi öncelikle üzümden yapılan şarap anlamına geliyorsa da, buğday, arpa, kuru üzüm, hurma ve baldan yapılan içkiler için de kullanılır olmuş ve yasak, sarhoşluk veren her şeyi içine almıştır. Hadisler bu noktada oldukça açıktır: “Her sarhoşluk veren hamrdır ve haramdır”, “Sarhoşluk veren her içki haramdır”, “Her sarhoşluk veren şeyi yasaklıyorum.” Cuma hutbelerinden birinde Halife Hz. Ömer (r.a.) hamr’ı “düşünme melekesini gideren her şey” olarak tanımlamıştır.
Bu bağlamda Hz. Peygamber (s.a.s.) genel ilkeyi şöyle koymuşlardır: “Çoğu sarhoşluk veren şeyin en az miktarı da haramdır; bir bardağı sarhoşluk veren şeyin bir damlası da haramdır…” Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında sarhoş için belli bir ceza yoktu. Tutuklanıp mahkemeye çıkarılan suçlu ayakkabılarla dövülür, tepiklenir, yumruklanır, çomaklanır ve kırbaçlanırdı. Bu suç için verilen cezanın en yüksek miktarı kırk kırbaçtı. Hz. Ömer’in (r.a.) halifeliğinin ilk günlerinde de aynı ceza uygulanıyordu. Fakat o suçların arttığını görünce, diğer sahabelere de danışarak cezayı seksen kırbaca çıkardı.
İmam Malik, İmam Ebu Hanife ve bir rivayete göre İmam Şafiî de aynı görüşteydiler. Fakat, İmam Ahmed b. Hanbel ve bir başka rivayete göre İmam Şafiî, içki içmenin cezasının kırk kırbaç olduğu fikrindedir. Hz. Ali (r.a.) de kırk kırbacı kabul etmiştir.
İslam fıkhına göre, yasağın üzerinde durmak İslâm Devleti’nin görevidir. Nitekim, Hz. Ömer (r.a.) zamanında Beni Sakif kabilesinden Ruveyşid adlı bir adamın dükkanı, içinde gizlice şarap üretilip satıldığı için yakılmıştır. Başka bir seferinde ise, şarap sattıkları için bir köyü yaktırmıştır (Tefhîmu’l Kur’an, Mâide, 90. âyetin tefsiri).
“Her sarhoşluk veren şey ‘hamr’dır. Ve her hamr (sarhoş edici) haramdır. Kim dünyada hamr içer ve tevbe etmeden, onun tiryakisi olduğu halde tevbe etmeden ölürse, Âhirette (Âhiret) şarabı (içeceği) içemez.” (Buhârî, Eşribe 1, Edeb 80, Ahkâm 21, 22, Meğâzî 60; Müslim, Eşribe 72-75, hadis no: 2003; Ebû Dâvud, Eşribe 5, hadis no: 3679; İbn Mâce, Eşribe 9, 13, 14; Muvattâ, Eşribe 11, hadis no: 846; Tirmizî, Eşribe 1, hadis no: 1861; Nesâî, Eşribe 21-22, 40, 49, 53)
“Ümmetimden bir grup, ‘hamr’ı (sarhoşluk veren içecekleri) kendi taktıkları bir adla helâl kılmaya çalışırlar.” (Dârimî, Eşribe 8, hadis no: 2106)
“İçki bütün kötülüklerin anasıdır” (Nesâî, Eşribe 44)
“…İçki içme. Çünkü içki, bütün şerlerin/kötülüklerin anahtarıdır.” (İbn Mâce, hadis no: 4034)
“… Sarhoşluk vereni içmeyin; her sarhoşluk vereni haram kıldım.” (Nesâî, Eşribe: Tefsîru’l-Bit’i ve’l-Mizr
“… İnsanı sarhoş edip namazdan alıkoyacak her içki haramdır.” (Müslim, Eşribe 70)
“Çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır.” (Tirmizî, Eşribe 3; Ebû Dâvud, Eşribe 5; Nesâi, Eşribe 25)
“Her kim zehir içerek kendini öldürürse, cehennem ateşinde ebedî kalarak dtaima o zehri içmekle meşgul olacaktır.” (Buhârî, Tıb 56; Müslim, İman 175; Ebû Dâvud, Tıb 11; Tirmizî, Tıb 7; Mesâî, Cenâiz 68; İbn Mâce, Tıb 11)
“Allah Teâlâ hastalığı da ilacı da indirmiştir. Ve her hastalığa bir ilaç var etmiştir. Öyleyse tedâvi olun. Ancak haram olan şeyle tedâvi olmayın.” (Ebû Dâvud, Tıbb 11, hadis no: 3874)
“Allah sizin için haram kıldıklarında şifâ yaratmamıştır.” (Tâc, c. 3, s. 212)
“Alkollü içkiler devâ değil; derttir.” (Câmiu’s Sağîr, 1/72)
“Allah, alkollü içkileri içen kişiye Cehennem’de azab göreceklerin irinlerini içirmeye and içmiştir.” (Tâc, c. 3, s. 145)
“Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse, üzerinde içki içilen sofraya/masaya asla oturmasın!” (Tirmizî, Edeb 43; Ebû Dâvud, Et’ıme 18)
“Hamr (sarhoşluk veren içki ve uyuşturucu) içenin kalbinden iman nuru çıkar.” (Kütüb-ü Sitte, cilt 8, s. 169)
“Üç kişi cennete giremez: Deyyûs (karısını kıskanmayan), erkekleşen kadın ve içki düşkünü.” (Kütüb-ü Sitte, 8/169)
“Allah şaraba (alkollü içkilere), yapanına, yaptıranına, taşıyanına, taşıtanına, alım satımında bulunanına, parasını yiyenine, kendisi için satın alınanına, garsonuna ve içenine lânet etti.” (Tirmizî, Büyû’ 58; İbn Mâce, Eşribe 6; Ebû Dâvud, Eşribe 2)
“Zinâ eden, zinâ ettiği anda mü’min değildir. Hırsızlık eden, çaldığı anda mü’min değildir. Şarap içen, içtiği anda mü’min değildir.” (Buhârî, Mezâlim 30, Eşribe 1; Müslim, İman 100-104; Ebû Dâvud, Sünnet 15; Nesâî, Kat’u’s-Sârik 1, Kasâme 49; İbn Mâce, Fiten 3; Dârimî, Eşribe 11; Ahmed bin Hanbel, II/317)
“İçki içilmesini yasaklayan Allah Zülcelâl, içkinin alım ve satımını da haram kılmıştır.” (Müslim, hadis no: 930)
“Allah bir şeyi haram kılınca, onun bedelini de haram kılar.” (Ebû Dâvud, Büyû’ 38, 63, 64)
“Şüphesiz Allah içkiyi haram kılmıştır. Bu âyeti (5/Mâide, 90) haber alıp da yanında içki bulunan kimse, ondan içmesin ve satmasın…” (Müslim, Müsâkât, 67; Buhârı, Megâzî, 51; Büyû, 105, 112; Müslim, Büyû’, 93; Fer’, 8; İbn Mâce, Ticârât, 11; Ahmed bin Hanbel, II/213, 362, 512, III/217, 324, 326, 340)
“Haramla beslenen vücut (cennete girmez;) ona ancak ateş yaraşır.” (Mişkâtu’l Mesâbih, hadis no: 2787; Keşfu’l Hafâ, hadis no: 2632)
“…Bir kimse ellerini semâya kaldırarak: ‘Ya Rabbi, ya Rabbi, diye duâ eder. Halbuki, yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, kendisi haramla beslenmiş olursa, duâsı nasıl kabul edilir?” (Müslim, Zekât, 65; Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’an, 3173; Dârimî, Rikak 2720)
“Bilmiş ol ki, haramdan gıdasını alıp büyüyen bir ete ancak ateş evlâdır.” (Tirmizî, Salât 429, hadis no: 609; Dârimî, Rikak 60, hadis no: 2779)
“Öyle bir devir gelecek ki, insanoğlu, aldığı şeyin helâlden mi, haramdan mı olduğuna hiç aldırmayacak.” (Buhârî, Büyû’ 7, 23; Nesâî, Büyû’ 2). Rezîn rivâyetinde şu ziyâde vardır: “… Böyle kimselerin hiçbir duâsı kabul edilmez.”
“Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyeni yap! Doğruluk gönül rahatlığı, yalan ise kuşkudur.” (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 22, hadis no: 2637; Nesâî, Eşribe 50, hadis no: 5677; Dârimî, Büyû’ 2, hadis no: 2535)
“Ey insanlar, şüphesiz ki Allah, Tayyib’dir. Tayyibden (temiz, hoş ve helâl olandan) başka bir şey kabul etmez. Allah, mü’minlere de, Rasullere emrettiği şeyi emreder: ‘Ey Rasuller, helâl olan şeylerden yiyin ve sâlih amellerde bulunun. Çünkü Ben, sizin yaptıklarınızı bilirim. (23/Mü’minûn, 51) ve “Ey iman edenler, size verdiğimiz rızıkların tayyiblerinden (helâl ve hoş/temiz olanlarından) yiyin.’ (2/Bakara, 172) buyurmuştur.” dedi. Sonra devam etti: “Bir kimse (Hak yolunda) uzun sefere çıkar, saçları dağılmış, toza-toprağa bulanmış bir halde ellerini semâya kaldırarak: ‘Yâ Rabbi, Yâ Rabbi’ diye duâ eder. Halbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, kendisi haramla beslenmiş olursa, böyle birinin duâsı nasıl kabul edilir?” (Müslim, Zekât 65; Tirmizî, Tefsîrul’l-Kur’an 3, hadis no: 3173; Dârimî, Rikak 9, hadis no: 2720)
“Muhakkak insanlara öyle bir zaman gelecek ki, o vakit kişi eline geçirdiği malı helâldan mı, yoksa haramdan mı kazandığını düşünmeyecektir.” (Buhârî, Büyû’ 35; Nesâî, Büyû’ 2, hadis no: 4432; Darîmî, Büyû’ 5, hadis no: 2539)
“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyâmet günü gelmeden önce o kimseyle helâlleşsin. Yoksa kendisinin sâlih amelleri varsı, yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir.) Şayet iyilikleri yoksa, kendisine zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir.” (Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48)
“Her müslümanın öteki müslümana kanı, ırzı (nâmusu) ve malı haramdır.” (Müslim, Birr 32; Tirmizî, Birr 18)
“Kuşları ürkütüp isimlerinden, seslerinden ve hareketlerinden mânâlar çıkarmak, uğursuzluğa inanmak, kum üzerine çizgiler çizerek geleceğe yönelik hükümler çıkarmak bir çeşit sihir ve kehânettir.” (Ebû Dâvud, Tıb 23; Ahmed bin Hanbel, III/477, V/60)
“Gerçekten Allah, çalışıp kazanan mü’min kulunu sever.” (İbn Kesir, c. 4, s. 397)
“İnsanların yediği şeylerin en temizi (helâli), kendi kazancından olanıdır ve kişinin çocuğu onun kazancındandır.” (Ebû Dâvud, Büyû’ 77, hadis no: 3528; İbn Mâce, Ticâre 1, hadis no: 2137-2138; Nesâî, Büyû’ 1, hadis no: 4427-4430; Tirmizî Ahkâm 22, hadis no: 1372; Dârimî, Büyû’ 6, hadis no: 2540)
Enes bin Mâlik (r.a.) şöyle diyor: “Hamr haram edildiği zaman ben, Ebû Talha’nın evindeki bir topluluğa şarap sunuyordum. Çünkü ben onların en küçüğü idim. O gün onların içtikleri hamr, büsr ve temr (karışımı) idi. Birinin, ‘Şarap haram kılındı’ diye bağırdığını duyduk. Medine sokaklarında (şarap) aktı. Ebû Talha bana ‘Dışarı çık da bu dök!’ dedi. Çıkıp döktüm…” (Müslim, Eşribe 41)
Doğal bir olay olan mayalanma dolayısıyla alkol, ilk devirlerden itibaren biliniyor olmalıdır. Kur’ân-ı Kerim’de, Hz. Yusuf’un Mısır’da hapiste iken rüyasını yorumladığı iki kişiden birinin hükümdarın sarayında şarap sâkîsi olduğu belirtilmektedir (12/Yûsuf, 41). Tevrat ve İncil’in bugünkü şeklinin yer aldığı Kitab-ı Mukaddes’in değişik bölümlerinde içkinin zararlarına işaret edilir (Hâkimler, 13/4-6, 14; Levililer, 10/8-10; Luka, 1/15). Ancak Kitap ehli, bira, şarap ve likör türü içkilere yemeklerinde ve bazı dinî merâsimlerinde yer verirler, içkinin kesin haram olduğunu kabul etmezler. Eski Türk kültüründe de içkinin önemli bir yeri olmuştur. Türkler şaraba süci, bor, çağır gibi adlar vermişlerdir. Bazı Türk topluluklarında, geleneği hâlen devam eden, kısrak sütünden “saba” denilen tulumlarda özel bir mayalama usûlüyle yapılan “kımız” millî bir içki olarak telâkkî edilmektedir. Türkler ayrıca ayranı uzun müddet tulumlarda bekleterek bir tür rakı üretmişlerdir. Câhiliye devri Araplarında daha çok üzüm ve hurmadan değişik içkiler yapılmakta, ayrıca Suriye, Irak ve Yemen’den Arabistan topraklarına içki getirilmekteydi.
İslâmiyet’ten öce içki içmeyen ve onu haram kabul eden hanîfler de vardı. Bununla birlikte bi’setten sonra dahi içkinin haram kılınmasına kadar Arap, yahûdi ve hıristiyan tüccarlar Medine’de içki satmaya devam etmişlerdir. İçkinin haram kılınmasından sonra da alışkanlıklarını bırakamayıp gizlice içki kullanan (Ebû Dâvud, Edeb 45) veya açıktan için kendilerine had uygulanan kimseler olmuştur.
Emevîler döneminde refah seviyesinin yükselmesi ve farklı kültürlerin etkisiyle içki kullanımı yaygınlaştı. Yezid bin Muâviye, Abdülmelik bin Mervan, Yezid bin Abdülmelik ve Velid bin Yezid gibi Emevî hükümdarlarının içki kullanmaları da bunda etkili oldu. Ömer bin Abdülaziz içkiyle mücâdele etmiştir. Abbâsi hükümdarlarından Hâdî İlelhak, Emin, Me’mûn, Mu’tasım Billâh, Vâsık Billâh ve Mütevekkil Alellah içkiye düşkündü. Fakat İbn Haldun’un da işaret ettiği üzere Hârun Reşid gibi bazıları hakkında söylenenler doğru değildir (Mukaddime, s. 18). Mansûr ve Mühtedî Billâh ise içkiyle mücâdele etmişlerdir. Abbâsî dönemi İslâm devletlerinin hükümdarları arasında sarhoş olup akla gelmedik çılgınlıklar yapanlar bulunduğu gibi, ilaç için bile içki kullanmayan da vardı.
Çoğu pagan kökenli antik dinlerde bir vecd aracı olarak dinî bir içeriğe sahip bulunan içki, özellikle şâmanik karakterli dinlerde sarhoş edici özelliğinin getirdiği kendinden geçme hali dolayısıyla, şâmanın öteki âlemle ilişki(!) kurmasını sağlayan kutsal bir araç olarak düşünülmüştür. Yahûdilik ve Hıristiyanlık gibi dinlerde ya haram kılınmış veya sınırlandırılmış; İslâm’da ise tümüyle ve kesin bir şekilde yasaklanmıştır.
İslâm’ın tüm emir ve yasakları, öncelikle Allah’a itaat edip O’nun rızâsını kazanmak için yerine getirilir. Müslüman bilir ki, Allah’ın bizim bazı şeyleri yapıp bazı şeyleri terk etmemize hiçbir ihtiyacı yoktur. O’nun emirlerine itaat, bizim için hem dünya ve hem de âhiret açısından büyük faydalar sağlar. Yasakladıkları şeyler de bizim için zararlı olduğu için haram kılınmıştır. İçki yasağına uymamak, öncelikle ve en önemli zarar olarak âhirette büyük cezâsı olan bir suçtur. Kur’an’da içki yasağının putlara tapınma (ensâb -dikili taşlar-) yasağıyla birlikte zikredilmesi (5/Mâide, 90), içki haramlığının derecesinin putlara tapınmaya denk olarak kabul edilebileceğine delâlet eder. Kur’an, bunun çirkinliğini; “şeytan işi pislik” olarak belirtir (5/Mâide, 90). İçkinin ayrıca toplumsal zararlarını da özlü bir şekilde belirten Kur’an, içki ve kumar yoluyla şeytanın insanlar arasına düşmanlık ve kin sokmak istediğini (5/Mâide, 91) açıklar. Peygamberimiz (s.a.s.) de, içki içen kimsenin, tevbe etmeden öldüğü takdirde âhiret şarâbından içemeyeceğini belirtir (Buhârî, Eşribe 1, Edeb 80, Ahkâm 21, 22, Meğâzî 60; Müslim, Eşribe 72-75).
Mü’mini sarhoşluk veren içkileri içmekten alıkoyan en güçlü ve mutlak otorite, sahip bulunduğu imanıdır. Allah’tan başka sahte tanrılara ve putlara tapmak onun için ne ise, içki içmek de aynı şeyi ifâde eder. Çünkü Yüce Allah “içki” içmeyi “putlara tapma”ya izâfe etmek sûretiyle zikretmiştir (5/Mâide, 90). İmanının iç dinamikleri mü’min kimseye putlara itaat etmemeyi, onlardan korkmamayı, onları sevmemeyi emrettiği gibi, aynı dinamikler Allah’ın koyduğu içki yasağına tam bir itaat göstermeyi de emreder. Şu hadis-i şerif, içki yasağı ile iman arasındaki bağı çok net bir şekilde kurmaktadır: “… Şarap içen, içtiği anda mü’min değildir.” (Buhârî, Mezâlim 30, Eşribe 1; Müslim, İman 100-104)
Bilindiği gibi, sarhoşluk veren her şey “hamr”, yani Türkçe söyleyişiyle “içki” kabul edilir. Ve her hamr/içki, az da içilse, bir damla da alınsa, içinde alkol miktarı az olan “bira” ve benzeri içecek de olsa; bir “rics -pislik-”tir (5/Mâide, 90). Kur’an, Allah’’ın verdiği temiz rızıklardan yememizi emretmiş, habîs/pis olan yiyecek ve içecekleri yasaklamıştır (2/Bakara, 172; 7/A’râf, 157). Ancak pislikler, pis şeyler, pis insanlar içindir; onlar kendilerine helâl kılınmış sayısız temiz gıdaları bırakıp pis şeyleri tercih ederler (24/Nûr, 26). Yediği ve içtiği haram olan, haramla beslenmiş kişilerin duâsı da kabul edilmeyecektir (Müslim, Zekât 65; Tirmizî, Tefsîrul’l-Kur’an 3; Dârimî, Rikak 9). Haramla beslenip gıdalanan vücudun hakkı ise Cehennem ateşidir (Tirmizî, Salât 429; Dârimî, Rikak 60). “Allah, alkollü içkileri içen kişiye Cehennem’de azab göreceklerin irinlerini içirmeye and içmiştir.” (Tâc, c. 3, s. 145). Hadis-i şeriflerde Cennete giremeyeceği belirtilen üç kişiden biri, içki tiryakisidir (Kütüb-ü Sitte, 8/169). Allah’ın lânetinin de içki içene, imal edenlere, taşıyan, satana, garsonuna Allah’ın lânet ettiğini bildiren hadis-i şerif (Tirmizî, Büyû’ 58; İbn Mâce, Eşribe 6), içki konusunda yardımcı olan veya geçimini şu veya bu şekilde içkiyle bağlantılı yapanlara da Allah’ın rahmet nazarıyla bakmayacağını haber verir.
İçki, uyuşturucu vb. sarhoşluk veren şeyleri kullanan kimselerin kalbinden iman nurunun çıkacağını (Kütüb-ü Sitte, cilt 8, s. 169) bildiren Peygamberimiz, içki, bira vb. içilen adına kahve de denilse, bazılarının evdeki içkili sofrası da olsa, meyhâne cinsinden bu sofra veya masalara oturulmasını yasaklamıştır (Tirmizî, Edeb 43; Ebû Dâvud, Et’ıme 18). Bazı insanlar, içinde alkol miktarı az olduğu veya az miktarda içilince sarhoş yapmadığı gibi gerekçelerle “bira”yı veya bir-iki kadeh içmeyi haram kabul etmeyebiliyor. Bu haramı daha büyük hale getirir; Allah’ın haram kıldığı bir hükmü kabul etmediği için insanı küfre sokabilir. Peygamberimiz, sanki ta 14 asırdan bu mantığı şu şekilde deşifre eder: “Ümmetimden bir grup, ‘hamr’ı (sarhoşluk veren içecekleri) kendi taktıkları bir adla helâl kılmaya çalışırlar.” (Dârimî, Eşribe 8, hadis no: 2106)
Sarhoş eden şeyleri kullanmanın ve kumar oynamanın haram olmadığını söylemek, bütün âlimlerin görüş birliği ile küfürdür. Eğer Peygamber (s.a.s.) kumar oynayana değil de şarap içene had vurmayı uygun görmüş ise, bu, aklı gideren şarabın, kişiyi, başkalarının hakkına tecâvüz etmeğe de sürükleme ihtimaline bağlı olabilir. Allah’ın elçisi, şarap içene, te’dîb ve ta’zîr türünden had vurmuştur. Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Tirmizî Hz. Peygamber (s.a.s.)’in şarap içeni sopa ve ayakkabı ile dövdüğünü (veya dövdürdüğünü) rivâyet ederler. Ebû Hüreyre şöyle diyor: “Şarap içen birisi, Allah’ın elçisine getirildi. Rasûlullah: “Onu dövünüz!” dedi. Kimi eliyle, kimi ayakkabısı ile, kimi elbisesiyle vurdu. Adam dönüp giderken bazıları ona: ‘Allah seni perişan etsin!’ deyince Allah’ın Rasûlü (s.a.s.) buyurdu ki: “Hayır, öyle demeyin. Ona karşı siz de şeytana yardım etmeyin!” (Buhârî, Hudûd11/184-185)
Alkollü şuruplardan ve tedâvi amaçlı da olsa Allah’ın haram kıldığı pisliklerden kaçınmak gerekir. Bu konudaki hadislerin zâhirine baktığımızda bu tür ilaçlardan da sakınılmalı, aynı cins ilacın alkolsüzü tercih edilmeli veya en azından hayatî önem taşımayan bu tür ilaçlar kullanılmamalıdır. “Allah Teâlâ hastalığı da ilacı da indirmiştir. Ve her hastalığa bir ilaç var etmiştir. Öyleyse tedâvi olun. Ancak haram olan şeyle tedâvi olmayın.” (Ebû Dâvud, Tıb 11), “Allah sizin için haram kıldıklarında şifâ yaratmamıştır.” (Tâc, c. 3, s. 212), “Alkollü içkiler devâ değil; derttir.” (Câmiu’s Sağîr, 1/72). “Peygamber habîs (pis, zehir) ile tedâviden men etti.” (Ebû Dâvud, Tıb 11)
Bu hadislere rağmen, alkolün ilaç olarak kullanılıp kullanılamayacağı konusunda mezheb âlimlerinin görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Kur’an’da; leş, domuz eti gibi haram kılınan yiyecekler belirtildikten sonra, “Kim çâresiz kalır da bunlardan yemek zorunda kalırsa, aşırı gitmeden, başkasının hakkına saldırmadan yediği takdirde kendisine günah yoktur” (5/Mâide, 3) ifâdesiyle, zorunlu durumlarda bu haram şeylerden yenilebileceği belirtilmiştir. Bu ifâde, alkol içeren maddelerin ilaç olarak kullanılabileceğini düşündürür.
- Reşid Rızâ’ya göre ilâçlara, belli olmayacak ve normalde sarhoş etmeyecek ölçüde alkollü içki katmak, haram değildir. Elbiseye azıcık ipeğin karışması zarar vermediği gibi, ilâca -zarûret gereği- alkol karıştırmakta da bir sakınca yoktur. Reşid Rızâ şöyle diyor: “Hamrın sarhoş eden miktarı, içerdiği zarar ve bozukluktan dolayı bizzat haramdır. Bundan azı da, kötülüğe meydan vermemek için haramdır. Fakat zarûret halinde, haram olan şeyler mubah olur. Güvenilir doktorun tanıklığıyla şarapla tedavi zorunluğu doğarsa “zarûretler, miktarına göre takdir edilir” kuralına uyulur. Ne kadar alkol almak gerekli ise o miktar alınabilir. Ondan fazlası haram olur.” (Tefsiru’l-Kur’âni’l-Hakîm, 7/89-90).
İçki doğurgan bir kötülüktür; her günah, başka bir günaha kapı açar, ama içkinin açtığı kötülük/günah kapıları hem daha âcil açılır hem de kapıların sayısı çok fazladır. “İçki bütün kötülüklerin anasıdır” (Nesâî, Eşribe 44), “…İçki içme. Çünkü içki, bütün şerlerin/kötülüklerin anahtarıdır.” (İbn Mâce, hadis no: 4034)
İçki, sadece içene zarar vermekle de kalmaz; İçki içmenin toplumsal ve psikolojik yönleri bulunmaktadır. Çünkü içki, bireyin âilevî, sosyal ve meslekî faâliyetlerini önemli ölçüde aksatmaktadır. Alkol bağımlısı olan kişilerde sinir sistemi işlevinde birçok bozukluklar ortaya çıkmasına bağlı olarak şizofreni ve duygusal bozukluklar meydana gelmektedir. Aynı zamanda da, alkolik olan kişinin; işini, âilesini, yaşamını kaybedebildiği, alkolik kadınlarda ise, çocuğun özürlü veya sakat doğurma ihtimalinin çok yüksek bir düzeyde olduğu ve büyük oranda streslere yol açtığı da tesbit edilmiştir (Doğan Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, Remzi Kitabevi, s. 471, 473). Kur’an da, (her iki dünyada da) kurtuluşa ermek için içki ve kumardan uzak durmayı tavsiye etmektedir (5/Mâide, 90).
Günümüzde içki, hiddet ve öfkenin ortaya çıkmasına etki eden en büyük faktör olarak kabul edilmektedir. Sarhoş bir insan, sanki hiç uygarlaşmamış bir kimse gibi hareket eder. Çünkü içki içen bir kimsenin akıl işlevi aksadığı için ağzından çıkan sözlere dikkat edememekte ve hareketlerini kontrol altına alamamaktadır. Buna bağlı olarak kendi kendini denetleyemez hale gelmekte ve başkalarına karşı olan saygısını yitirerek bazı aşırı davranışları sergileyebilmektedir. Bu durum da, çevresindekileri rahatsız etmekte ve toplumda bir kinin oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Kur’an da, bu alışkanlığın toplumda düşmanlıklara sebebiyet verdiğine dikkat çekmektedir: “… Şeytan içki ve kumar yolu ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak ister…” (5/Mâide, 91)
Toplumun temeli, fertler arası nezâket bağlarına dayanmakta, hislerin taşkınlığı ise, büyük oranda bu bağları koparmaktadır. İçki içen bir kimse, içki içmediği zamanlar, insanlığa karşı duyduğu kini gizleyebilmekte ve düşmanlık eğilimlerini frenleyebilmektedir. Ancak içkinin bu gibi insanda zihinsel ve devinsel işlevleri kalıcı bir şekilde bozduğu için, kişiliği menfî yönde değiştirdiği, ferdi kuşkucu ve aşırı saldırgan yaparak topluma karşı düşmanlık duygularını geliştirdiği tesbit edilmiştir (Cüceloğlu, a.g.e. s. 235-238).
Fahreddi Râzî, içkinin aklı giderdiği ve onun yerine şehvet ve gazabı hâkim kıldığını, bunun da kişi ile toplum arasında çatışmanın meydana gelmesine sebebiyet verdiğini, bu çatışmanın ise, zamanla dövüş ve cinâyete dönüştüğünü ifâde etmektedir. Yapılan bir istatistikte, adam öldürme olaylarını gerçekleştiren fâillerin üçte birinin kanlarında yüksek oranda alkol bulunmuşturd. Bu durum, Kur’an’da içkinin zararlarını dile getiren ifâdelerin haklılığını ortaya çıkarmaktadır (Hayati Aydın, Kur’an’da İnsan Psikolojisi, s. 304-305).
Bugün hemen hemen hiçbir tedâvi edici özelliğinin bulunmadığı bilinen ve bütün dünyada bağımlılığı ve kötüye kullanımı en yaygın madde olan alkol, insanlık tarihi boyunca farklı şekillerde algılanmış, üretim ve tüketimi devlet tarafından bazen Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğu gibi yasaklanmış, bazen de glasnost öncesi Sovyetler Birliği’nde görüldüğü gibi teşvik edilmiştir. Alkol kullanımı ve doğurduğu sonuçlar çağımız da özellikle Batı ve batılışma yolundaki toplumların en önemli problemlerinden biridir. Alkol kullanımının, yol açtığı sağlık sorunları yanında, trafik kazaları, intiharlar, suça yönelme, aile bölünmesi, iş hayatının bozulması, meslek kayıpları ve çeşitli ekonomik yıkımlar açısından toplumlara verdiği zararlar çok boyutlu bir biyo-psikososyal sorun oluşturmaktadır.
Alınan alkolün yaklaşık % 10’u midede, kalanı ise ince bağırsaklarda emilerek kısa sürede kana karışır. Aç karnına alınan alkolün emilmesi daha hızlı, tok karnına alınanınki daha yavaştır. Dolayısıyla kandaki alkol yoğunluğunun en yüksek noktaya ulaşma süresi 30-90 dakika arasında değişir. Alkol emildikten sonra vücut özümleme faâliyetine geçerek kandaki alkol yoğunluğunu düşürmeye çalışır ve büyük bir kısmını karaciğerde yakarak su ve karbondiokside dönüştürürken kalanı da solunum ve idrar yoluyla dışarı atar. Ancak bu süreçte vücut, asetaldehid birikmesi sonucu zehirlenme belirtileri göstermeye başlar. İnsan vücudu aşırı alkol yüklenmesine karşı bir noktaya kadar kendini savunmakta ve mide yaptığı salgılarla cidarını korumaya çalışırken arkasından çıkış kapağını kapatarak alkolün ince bağırsağa geçip kana karışmasını engellemekte, daha sonra da kusma refleksiyle onu dışarı atmaktadır. Ancak yine de aşırı yüklenme devam ettiğinde alkol koması ve arkasından ölümün gerçekleşmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Alkol, merkezî sinir sistemi ve beyin üzerine fizyolojik baskı yapar. İçkinin beyni uyarıcı etkisi olduğu şeklinde bir görüş varsa da, bu doğru değildir. Alkol alındığı zaman başlangıçta kişinin canlanması, neşelenmesi, beyindeki savunma ve karşı kontrol mekanizmalarının ilk anda baskı altında kalmasının sonucudur. Bu durum, birçok kimseyi ve bazı hekimleri yanıltmakta ve az dozda alınan alkolün uyarıcı etki yaptığı gibi yanlış bir kanaate yol açmaktadır. Alkol zehirlenmesinin bir miktar ilerlemesiyle kişinin bunalımı yatışmakla birlikte kendini kontrol edemediği görülür; hâfıza zayıflar, dikkat toparlanamaz ve basîret tamamen kaybolur. Kendine aşırı güven kazanan kişi canlı, taşkın ve girişkendir. Kontrolsüz mizaç dalgalanmaları ve duygusal patlamalar ortaya çıkar; bu psikolojik değişikliklere davranış ve idrâk bozuklukları da eşlik eder.
Akşamları içki alınması genellikle uykuya dalmayı kolaylaştırırsa da, alkolün asıl uyku üzerinde ters etkisi vardır. Alkol, uykunun hızlı göz hareketlerinin olduğu ve rüyaların görüldüğü dönemini etkileyerek derin uykuyu azaltır ve daha sık, daha uzun uyanma dönemleriyle uyku parçalanmasını urttırır; dolayısıyla uykuya yardım ettiği kanaati yanlıştır. Alkol zehirlenmesinin başlangıcında şahıslar çok konuşkan ve hoş sohbet veyat tam tersine içe kapanık ve somurtkan, yahut hırçın ve kavgacı ya da gülme ve ağlama nöbetlerinin birbirini takip ettiği bir görüntü sergiler. Bazı kişilerde alkolün tesiri kısa sürede görülmez, yani alkol alımı onlar için zehirlenmenin başlangıcında genellikle rahatlatıcı ve neşelendirici rol oynar. Fakat sıkıntılarını, problemlerini ve öfkelerini kontrol altında tutaıbilen bu şahıslar, ilerleyen saatlerde alkolün alkolün kontrol mekanizmalarını depresyona uğratması ve bu arada savunma mekanizmalarını da yıkması sonucunda daha sıkıntılı, üzüntülü, öfkeli ve saldırgan olurlar; bu yüzden beraber içmeye gittiği arkadaşını içki masasında öldürenlerin sayısı az değildir. Bazıları da çok hafif etkisi olabilecek kadar az miktarda alkol aldığı halde, hemen çılgınlık derecesinde ağır davranış bozuklukları gösterir.
Aşırı içki içmenin ilk ve enönemli yan etkisi karaciğer hasarı şeklindedir. Yine, aşırı ve uzun süreli kullanma mide, bağırsaklar ve pankreasta ağır bozukluklara, tansiyon yükselmesine ve kalp atışlarının düzensiz hale gelmesine sebep olur. Ayrıca kan yapımıyla ilgili sistemi olumsuz yönde etkileyerek karaciğer, kalın bağırs ak ve akciğer gibi çeşitli organlarda kanser riskini arttırır. Alkoliklerin % 10’unda kısırlık ve alkole bağlı sirozu olan erkeklerin % 30-50’sinde testis küçülmesi görülmektedir. Genellikle otuz beş yaşından sonra, çok uzun süreyle fazla miktarda alkol kullanımından dolayı hâfıza bozuklukları meydana gelir. Aşırı alkol kullanımı, kişinin eşine olan sevgi ve saygısının, bu arada cinsel ilgisinin de giderek azalıp kaybolmasına, özellikle onu umursamaz ve aşağılayıcı tavırlar takınmasına, içinde beliren kıskançlık ve aldatılma duygularını şiddetle sergilemesine yol açar. Çok sinirli, huzursuz, alıngan, her şeyden şüphe eden ve sık sık öfke patlamaları gösteren bu kişilerde önceleri sadece sarhoşluk ânında dışa vurulan şüphe, korku ve saldırgan davranışlar zamanla süreklilik kazanıp gerçek bir hezeyan halini alır ve kişinin bütün düşüncelerine ve hayatına hâkim olur. Hastalardaki aldatılma ve kıskançlık hezeyanları, şahsın aile hayatını sarsan ve bazen intihara veya adam öldürmeye yol açabilecek kadar tehlike arzeden, “alkol paranoyası” adı verilen bir hastalıktır. Son yıllardaki çalışmalar, alkol kullanımıyla ilişkili zararların ve bozuklukların sadece alkolü kullananlarla ve yetişkinlerle sınırlı kalmadığını, gelecek nesilleri de etkilediğini göstermiştir. Bir alkolik kadının özürlü bir çocuğa sahip olma riski % 35 gibi yüksek bir orandadır. Bu risk, anneleri içki içen çocukların ana rahminde iken alkole mâruz kalmalarının sonucudur. Alkol ana rahmindeki büyümeyi ve doğum sonrası gelişmeyi engeller; çocukta zekâ geriliğine, boy kısalığına ve davranış bozukluklarına sebep olur.
Evliliklerde kaçınılmaz bir gerilme ve tahribata yol açan alkol, ailede sosyoekonomik problemlere yol açabilir. Sürekli çekişme ve şiddetle dolu bir aile atmosferi çocuklar üzerinde yıkıcı bir rol oynar ve sarhoş anne babalar çocuklarının onlarla özdeşleşmesi açısından kötü örnek oluştururlar. Aşırı alkol alan kişilerin çoücuklarında duygusal çöküntü ve davranış bozukluklarının gelişme riski çok yüksektir, bu çocukların çoğu okulda da başarılı olamaz. Alkol kullanımı ile antisosyal kişilik gelişmesi arasında âşikâr bir ilişki vardır ve bu durum, özellikle çocuk yaşta alkole başlayan gençlerde görülür. Alkol, suça yönelimi ve saldırgan davranışları kamçılar; ayrıca, başka madde bağımlılıklarını da körükler. Her yıl, sadece alkol kullanımı ile doğrudan ilişkili binlerce ölüm meydana gelmektedir. Dünya Sağlık Teşkilatı’nın Türkiye’nin de içinde bulunduğu otuz ülkeyi kapsayan son araştırma raporlarına göre cinâyetlerin % 85’i (% 60-70’i aile içine dönüktür), tecâvüzlerin % 50’si, şiddet olaylarının % 50’si, eşlerini dövenlerin % 70’i, işe gitmeyenlerin % 60’ı ve akıl hastalıklarının % 40-50’si (bu oran bizzat alkol kullananlarla ilgilidir; onlardan doğan çocuklarda aklî ârızalar % 90’lardadır) alkolden kaynaklanmaktadır.[1]
Son yıllarda dünyayı felâkete götüren alkollü içkilere âit verilen haberler korkunçtur. Rusya’da yılda bir milyon kişi, alkole bağlı hastalıklardan ölmektedir. İngiltere’deki bir araştırmaya göre, genç ve orta yaştaki insanların ölümlerinin % 25’i alkolden olmaktadır. ABD Sağlık Bakanı, Kongreye verdiği raporda ağız, gırtlak, akciğer, karaciğer kanserlerinde alkollü içkilerin birinci sırada sorumlu olduğunu açıkladı. Dünya sağlık örgütü, suçların % 60’ının alkollü kimseler tarafından işlendiğini, ırza geçme olaylarında bu oranın % 85’e çıktığını yayınlamıştır. Yine, yapılan istatistikler bir alkoliğin neslinden gelenlerin % 30 suçlu, % 45 akıl hastası olduğunu ve bu zararın beş kuşak sürdüğünü ortaya koymuştur.
Alkollü içkinin hafifi, kuvvetlisi olmaz. Dünya Alkolle Mücadele Derneği Başkanının açıkladığına göre alkoliklerin tümü işe bira ile başlamıştır ve alkollü içkilerin yeryüzüne böyle süratli yayılmasının sebebi biranın kolayca meydana getirdiği alışkanlıktır. İçkinin insan sağlığına olumsuz etkilerini anlamak için önce onun kimyasal birkaç özelliğini bilmek gerekiyor. Bilindiği gibi, alkol temel bir eriticidir. Özellikle yağları eritir. Besin açısından ise bir sentez ürünü değil; bir ayrışım ürünüdür. Temel besin maddesi şekerin, bakteriler tarafından kullanılması, yani yenmesi sırasında ortaya çıkan, artık bir kimyasal maddedir. Bu özellikleri sebebiyle insan vücudunda alkol zararlı bir kimyasal madde kabul edilir ve karaciğer tarafuından hemen yakılıp bozulur (detoksike). Şu halde bazı alkol sempatizanlarının iddia ettiği giibi alkol kesinlikle besin değildir. Vücuda girince tüm besinlerin aksine, kontrol edilmeden yanar. (Bakara sûresinin 219. âyetinde işaret edilen zâhirî yarar bu olabilir.)
[1] Musa Tosun, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 21, s. 462-463.
Alkolün İnsan Vücuduna Etkisi:
İnsan vücuduna alkolün etkisine gelince:
1) Alkolün Sindirim Sistemine Etkisi:
Alkolün zararlı etkisi ağızdan başlar. Normalde ağzımızda özel canlı bir ortam vardır (flora). Bu ortam, mikropların yaşamasını âzamî derecede zorlaştırır. İşte alkol bu florayı bozduğundan diş etlerinin kolayca mikroplanıp kronik iltihaplanmasına sebep olur. Bu yüzden alkol alışkanlığı olanlarda dişler çabuk çürür.
Ağızdan sonra, yutak ve yemek borusu gelmektedir. Bu iki organ birbirinin devamıdır. Çok zor görevler görür; çok duyarlı bir iç zarı vardır (mukoza). İşte, alkol, bu iki organın da iç yüzlerini tahriş eder, dayanıksız hale getirir. Bu organların kanserlerinde alkol, kesinlikle sorumlu tutulmaktadır. Nitekim özellikle 1980 yılından itibaren ağır alkollü içkilerle mücâdelede kanser merkezleri çok ciddi adımlar atmıştır.
Alkolün midede devamlı gastrit yaptığı bilinmektedir. Yemek borusu ve yutak kanserlerinde olduğu gibi, kesinlik kazanmamakla birlikte, mide kanserine de alkolün yardımcı olacağı kanaati hâkimdir. Alkol, çok ince kimyasal işlemlerin yapıldığı 12 parmak bağırsağına en ağır etkileri yapar; onun salgı düzenini, kimyasal duyarlığını bozar. Alkol, sindirim olayının merkezi sayılan bu organı bozarken safra salgısını da altüst eder. Bütün alkoliklerin 12 parmak bağırsağı ve safra kesesi hastadır. En azından düzensiz çalışmakta ve safradır. Bu hal şiddetli gaz şeklinde, her alkoliğin kulağını çekmektedir.
Bu düzensizlik, tüm bağırsakları etkilediğinden, devamlı alkol kullananlarda sindirim sisteminin düzen ve kompüter âhengi bozulmuştur. Normal vücut, sindirim sistemine verdiği özel tâlimatla kendine yararlı olanı sindirdiği halde; devamlı alkol alanlarda bu kontrol kalkmış ve sindirim kontrolsüz yürür hale gelmiştir. Alkolün zahirî bir faydası gibi görülen şişmanlatması, bu kontrolsüz sindirimden doğar. Halk arasında çok isâbetli bir tanımla bu şişmanlığa kof şişmanlık denir. Gerçekte öyledir. Zira, bu bilinçsiz sindirim, hücre arasında yağ depo etmekten öte geçemez; hatta bu yağ birikimi bazen kalp kaslarına da yansır. Kalp yağlanarak, tehlikeli problemlere yol açar. Şüphesiz alkolün en vahim etkisi karaciğer üzerinedir. Karaciğer her alkol molekülünü zehir kabul eden hassas bir laboratuvardır. Alkolün karaciğer üzerine etkisi iki yönlüdür: 1- Karciğer hücreleri alkolü tahrip etmek için bu göreve bağımlı kalıp diğer görevlerini ihmal eder. 2- Karaciğerin birbirinden hassas kimyasal işlemleri, alkolün kontrolsüz müdâhalesiyle bozulur. Bu yüzden karaciğer bir işlemi defalarca yapmak zorunda kalarak, ileri derecede yorulur.
Bu etkiler, karaciğerde çok olumsuz sonuçlar meydana getirir. Bunların en meşhuru alkol sirozudur. Siroz, karaciğer tahribinin tam oluş belgesidir. Ancak alkol alanlar, “ben siroz olmuyorum” diye teselli bulmamalıdır. Daha tehlikelisi, alkolün karaciğerin görevlerini tek tek aksatıp yok etmesidir. Bunlardan ilki, kan yapımı için gereken maddelerin karaciğer tarafından yapılamaması ve bu görevin ileri derecede aksamasıdır. Bu yüzden bütün alkol kullananlar kansızdır. Yüz damarlarının genişlemiş olması sebebiyle yüzleri kanlı görülse de kemil iliği haraptır. Yine karaciğerde alkol alanlarda yeterince korunma maddesi yapılamaz. Bu yüzden alkol kullananlarda, hastalıklara karşı genel bir dayanıksızlık vardır. Alkol bazen hızlı karaciğer iflâsları oluşturur ki, bu durumda alkol alan kimse, karaciğer komasında ölür. Karaciğerle ilgili hiçbir olay yoktur ki, alkolden zararlı etki görmesin.
2) Alkolün Dolaşım Sistemine Etkisi:
Alkolün dolaşım sistemine etkisi karaciğere etkisi ile hem dolaylı yoldan, hem kalp kasına etkisi de iki yönlüdür. Kandaki yağlı bes in maddelerinin yanmasına baş rolü oynayan karaciğerin güçsüzlüğe uğraması, damarların sertleşmesine, tansiyonun yükselmesine sebep olur. Diğer yandan, alkol hızlı yanarak dolaşım debisi denilen akımın akış yöntemini bozar ve kalbi yorar. Ayrıca alkol, kalpte yağlanma yaparak ve sinir sistemine yaptığı etki yolu ile de kalbi ciddî şekilde bozar. Alkoliklerin sonunda ya sirozla ya kalp yetmezliğiyle öldükleri bilinmektedir. Çeşitli sebeplerle dolaşım problemleri olanların bir damla alkol almaları bile hayatı hiçe saymak demektir.
Dolaşım sisteminin nihâî bir bölümü sayılan böbrekler de alkolden fevkalâde zarar görür. Zira böbrekler süzme işlemini çok hassas kimyasal değerlerde yürütür. Alkol böbreklerin bu hassas çalışmasını da altüst eder. Özellikle az alkol, bu işlemleri daha şiddetle bozar. Devamlı bira içenlerin böbrekleri mutlaka ârızalanır.
Vücudun en önemli sistemlerinden biri olan lenf (beyaz kan damarları) sistemi, alkolden çok zarar görür. Zira bu sistemin yapısında yağ bileşikleri çok önemli bir yere sahiptir. Alkolün yağ bileşiklerine olan olumsuz etkisi, bu hârika korunma sistemini tahrip etmektedir.
3) Alkolün Sinir Sistemine Etkisi:
Alkol, kalın yağ barajları ile korunan sinir sisteminin hücre zarlarını aşarak sistemin elektriksel iletişimini bozar. Bu etki, iki tarzda kendini gösterir. Birincisi, sarhoşluk dediğimiz ânî etkidir. Ancak bundan daha tehlikeli olanı kronik etkidir. Alkol, her geçen gün sinir sistemini tahrip ederek onda saymakla bitmeyen hastalıklar doğurur. Üstelik alkolün ilk etkisi yavaş, hatta belirsiz de geçse, bu kronik etkisini sürdürür. Bu yüzden bazılarının “ben sarhoş olmuyorum, alkole dayanıklıyım” iddiâsı tamamen bir tesellidir. Bu etki, genç yaşlarda, hele çocukluk çağında fevkalâde vahimdir. Alkol, sinir sisteminde polinevrit, alkol cinneti, korsakof sendromu gibi bilinen hastalıklar dışında, çeşitli merkezlerde telâfisi güç tahripler yapmaktadır. Hâfıza kaybı ve ellerdeki titremeler bu tahribatın habercileridir.
4) Alkolün Soya Yaptığı Etkiler:
Alkol, yağ eritici gücü ile cinsiyet hücrelerine de geçmekte ve onda onarılması güç sakatlıklar doğurmaktadır. Gelecek nesillerde çeşitli zekâ gerilikleri, kas yetersizlikleri en bilinen örnekleridir. Yapılan birçok araştırmalarda ruh hastalıkları taşıyan şahısların anne ve babalarının alkolik olduğu tesbit edilmektedir. Alkolün, soya çekimde, yumurta hücresini daha kolay tahrip ettiği tesbit edilmiştir. Bu yüzden alkolik annelerin çocuklarına hemen hemen daima bir irsiyet (soya çekim) sarsıntısı görülmektedir. Babanın alkolik olması da yine yüzde otuzdan fazla problem oluşturmaktadır.
5) Alkolün Psikososyal Etkileri:
Toplum dengesi ve düzeni açısından alkolün ne denli zararlı olduğu bilinmektedir. Biz bu etkilerin en önemlilerini sıralamak istiyoruz:
Algınlık nedeni ile toplumun fertlerini devamlı kavgaya sürüklemektedir.
Aile düzenini yıkmakta, sonu gelmeyen boşanmalar, topluma ters çocuklar, tüm toplumu sarsmaktadır.
Alkolün verdiği uyuşukluk, tembellik, iş gücünü azaltmakta, toplumun üretim gücü düşmektedir.
Fertlerde yaygın bir umursamazlık meydana getirmektedir. Bunun sonucu millî kaygılar, birlik ve toplumdaki dertlere karşı direnme kaybolmaktadır.
Bu dört husus, Batılı sosyologları öylesine kaygılandırmıştır ki, alkolün yaygınlaşması halinde millî şuurlarının çökeceğinden duydukları korkuları tüm devlet kademelerine yansımışlardır.
İşte Kur’ân-ı Kerim, hiçbir toplumun, hiçbir fikir akımının mücâdeleye cesâret edemediği toplumları kemiren bu derdi, kestirip atmış, asırlar boyu müslüman toplumları bu illetten korumuştur. Dünyanın en ünlü Higiyon (Hıfzıssıhha) bilim adamı Ord. Prof. Hirch, kitabında şöyle demektedir: “Medenî Amerika’nın 15 yıl yürütemediği içki yasağını İslâmiyet 14 asır başarı ile yürütmüş, insanları ve medeniyeti çok önce yok olmaktan kurtarmıştır.”[1]
[1] Halûk Nurbaki, İslâm Dininin İnsan Sağlığına Verdiği Önem, s. 76-85.
Alkolizm tedâvisinde başarılı olabilmek için, kişinin durumunu kabullenmesi, alkolü bırakmaya kesin kararlı ve tedâvi için istekli olması gerekir. Hasta, alkolü bırakmayı istemediği halde, eşinin veya yakınlarının arzusu yahut baskısı ile ya da alkolle ilişkili birbozukluğun ortaya çıkması sebebiyle doktora gittiğinde başarı şansı çok daha az olmakta, zoraki tedâvi o kişiyi geçici bir süre alkolden uzak tutmaktan başka bir anlam taşımamaktadır. Öte yandan tedâvi, alkolün kesinlikle ve tam anlamıyla terkedilmesinin sağlanmasına yönelik olmalıdır. Çünkü alkol bağımlısının az veya kontrollü içmesi diye bir çözüm yolu yoktur; bunun aksini savunmak, hastanın da hekimin de kendini aldatmasından başka bir şey değildir. Bugün alkolle mücâdelenin en etkili yolunun alkole hiç başlamamak olduğu kabul edilmektedir. Bu sebeple, kişinin kendine ve çevresine zarar vermeden mâkul ölçülerde(!) alkol kullanmasının hoş karşılanıp onaylanması belki de insanları alkolizme götüren en etkili yol ve entehlikeli tuzaktır. Zira bütün teorik yaklaşımlara rağmen alkole başlayan kimselerden kimin kontrollü içme aşamasında kalacağı ve kimin alkolik olacağı önceden kestirilememektedir. Alkolikler sadece alkol kullananlar arasından çıktığına göre, alkolizmi önlemenin en kesin yolu alkolün ilk kadehini ağza sürmemektir.
Kişi ve toplumu alkolden uzak tutacak tedbirleri almadan ve insanları alkolizme götüren sebepleri ortadan kaldırmadan, yani bataklığı kurutmadan ve insanlara Allah korkusunu vermeden sorun çözülemez. Kişinin mânevî değerlerini geliştirip kendi yasağını kendisinin koymasını sağlayan Dinin koruyucu rolü herşeyden daha etkilidir. Nitekim İslâm’da içkinin kesin olarak haram kılınması sebebiyle, gerek devletin alkolü yasakladığı ve gerekse yasaklamadğı İslâm ülkelerinde alkolizm oranı çok düşüktür. İçki içmenin günah olduğuna inanan müslümanların çok büyük bir kısmı, ağızlarına bir damla bile alkol koymazlar. Günah olduğuna inanmakla birlikte, kendini tutamadığını söyleyerek alkol alan müs lümanların da çoğu Ramazan ayı gelince içkiyi bırakır; bunlar oruç tutmasalar bile o ay hiç içmezler; bu da içkiden kurtulmak için iyi bir fırsattır. İnsanoğlunun kesin isteyip de kurtulamayacağı hiçbir bağımlılık, tutsaklık yoktur. Bırakmak isteyen, mutlaka bir çözüm bulacaktır. Zâten içki bağımlılığı ve benzerleri terkedilemeyecek bir şey olmuş olsa, Allah’ın bunu bıraktırmaya çalışmasının bir anlamı olmazdı.
“Hamr (sarhoşluk veren içecekler), kumar, dikili taşlar (putlar, putlaştırılan heykeller), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz… Artık (bunlardan) vazgeçtiniz, değil mi?” (5/Mâide, 90-91).
Unutmayalım ki, Allah, kimseye zerre kadar zulmetmez ve kimsenin sırtına kaldıramayacağı yükü yüklemez.
“… Bir şeyi yapmay azmettiğin, karar verdiğin zaman Allah’a tevekkül et/güven…” ‘3/Âl-i İmrân, 159)
Sinir sistemini uyuşturan ve böylece kişinin düşünme ve muhakeme melekesini yok eden maddelere uyuşturucu maddeler denir. Sürekli uyuşturucu madde kullanan kimselerde bu maddelere karşı bağımlılık meydana gelir. Çok çeşitli uyuşturucu madde vardır. Bunlar; alkol, morfin, eroin, kokain, afyon, eter, esrar gibi maddelerdir. Yatıştırıcılar ve uyku ilaçları da uyuşturucu maddelerindendir.
Uyuşturucu alışkanlığı günümüz insanının en büyük sosyal problemlerinden birini oluşturmaktadır. Materyalist ve kapitalist toplumlarda, sistemlerin çarpıklıklarından ortaya çıkan sosyal problemler, insanları uyuşturucu maddelerin tutsağı haline getirmektedir.
En yaygın olarak kullanılan uyuşturucu maddeler, alkol içeren içkilerdir. Gayri İslamî toplumlarda bu tür içkiler yaşamın bir parçası olarak kabul edilmektedir. Diğer uyuşturucu maddelerin satışı ve kullanımı dünyanın hemen her yerinde suç kabul edilmiş ve cezalandırılmıştır. Ancak bu cezalar, uyuşturucu maddelerin kullanımının yaygınlaşmasını ve sosyal bir felaket haline gelmesini engelleyememiştir. Bunun sebebi, çağdaş toplumların yaşam felsefelerinin insanları bu tür alışkanlıklara itecek uygun ortamları hazırlamaya elverişli olmasıdır. Manevî boşluk, ideal yoksunluğu ve bu yolda yapılan etkinler, sosyal felaketlere yol açan, bağımlılarını delilik, hatta intihara sürükleyen uyuşturucu alışkanlığını yaygınlaştırmaktadır.
Uyuşturucuya müptela olan kimseler, her türlü insanî değerlerini kaybederek uyuşturucu madde ticareti yapanların kölesi haline gelmektedirler. Karşı konulmaz bir ihtiyaç haline gelen uyuşturucuyu temin edebilmek için çarpınan bu kimseler, çoğu zaman hırsızlık yapmakta, çeşitli şiddet eylemlerine girişmekte, cinayetler işlemektedirler. Kişiyi rûhen ve bedenen çok süratli bir şekilde çökertip mahveden uyuşturucu alışkanlığının tedavisi son derece güçtür. Tedavi görüp iyileştiği kabul edilenlerin tekrar normal hayata dönüp topluma uyum sağlamaları imkansız olmaktadır.
İslâm, toplumu, ifsad edecek, huzurunu bozacak, onu sosyal bunalımlara itecek her şeyi ta başından yasaklayarak gerekli düzenlemeleri yapmakta ve böylece insanları kötülüklerin pençesine düşmekten kurtarmaktadır. Allah Teâlâ, sarhoşluk veren alkollü içkileri haram kılmış ve bu harama riayet etmeyenler için cezalar koymuştur. İslâm hukukunda alkollü içkiler yanında insanları uyuşturup akıl ve muhakeme kabiliyetlerini yok eden diğer bütün maddelerin kullanımı da haram kabul edilmiş ve şiddetle yasaklanmıştır.
Kimyevî uyuşturucuların ortaya çıkmasından önce yaygın olarak kullanılan uyuşturucu, esrar (hind keneviri). Bunun içindir ki, İslâm hukukçuları genelde bütün uyuşturucuların haram olduğunu kabul ederken, konu içerisinde esrara daha fazla yer vermişlerdir.
Esrâr, “cannabis sativa” denilen boyu 1-3 m. uzunluğunda ılıman iklimde yetişen ve halk arasında “Hint keneviri” adıyla bilinen yıllık yabani bir bitkinin gövde ve yapraklarıyla çiçek kısmından elde edilen bir uyuşturucudur. Etken maddesi “Tetrahydrocannabinol” olan esrar, en eski çağlardan beri bütün dünyada bilinen ve kullanılan bir uyuşturucudur. M.Ö. 2737 yılında Çin’de yazılmış bir eserde kenevirin fiziksel ve ruhsal etkilerinden bahsedilerek bazı hastalıkların tedavisinde kullanımı için sağlık verilmiştir. Esrarı doğudan batıya taşıyan ünlü Venedikli gezgin Marco Polo (1254-1324)’dur. İbn Sina (980-1037) kenevire “kınnap” adını vermiş ve bu bitkiyi incelemiştir. Kenevir ve haşhaş yetiştiren ve tedavide bunları kullanan Sümerler, Asurlular, Mısırlılar, Romalılar, Yunanlılar ve İslâm dünyasında bu bitki çeşitli amaçlarla yetiştirilmiştir. 12-13. yüzyılda İsmailiye mezhebine mensup Hasan Sabbah dünya cenneti kurmak amacıyla müritlerine esrar içirtmiş ve onlara korkunç cinayetler işletmiştir.
Evliya Çelebi İstanbul’da esnaf-ı benkçiyan adı verilen esrar dükkânları bulunduğunu zikretmiştir. 19. yüzyılda İstanbul’da bir dirhem esrar bir kuruşa satılıyordu ve gerek zenginler arasında gerekse fakirler arasında yaygın olarak kullanılıyordu. Üretim ve tüketimi yasaklanmasına rağmen, bütün dünyada gizlice alınıp satılan esrar en yaygın uyuşturuculardan biri olmuştur.
Esrar az miktarda kullanıldığında içinde tatlı hayallar, halk arasında esrar dalgası denilen hülyalar doğurur, fazlaca alınan esrar ise dalgın bir uyku hali, geçici çılgınlıklara varan taşkınlıklar meydana getirir. İçine beng otu veya tatula karıştırılıp macun haline getirilerek veya sigara içine karıştırılarak tüketimi yaygın olan esrar Arapça “haşiş” denilen olgun Hint keneviri yapraklarının kalburdan geçirilmesiyle veya roeşin ceket giyerek olgun kenevir tarlası içinde bu bitkiye sürtünerek dolaşanların ceketine yapışan reçineli kılların kazınmasıyla da elde edilmektedir.
19 Şubat 1920 ve mükeakip tarihlerde hazırlanmış olan Cenevre Afyon Anlaşması’nın I. maddesinin son fıkrasında herhangi bir isim altında ticarete çıkarılacak reçinesi alınmamış kenevirin kurumuş dişi organlarıyla çiçeklenmiş veya meyvelenmiş çiçek yataklarına Hint keneviri denilir. Bu tarif kenevirin belli çeşidinden çok, onun bazı organlarını ima etmekte ve böylece herhangi bir kenevir çeşidinde esrar maddesinin bulunabileceği anlaşılmaktadır (Türk Ansiklopedisi, XV, 348-349: İbn Abidin, Reddil’l Muhtar, Terceme, A. Davudoğlu, XVI, 72-79).
İslâm’da sarhoşluk veren “içki”ler yanında her türlü uyuşturucu yasaklanmıştır. Çünkü bunlarda da sarhoş edici özellik vardır. Âyet-i kerimede: “Ey inananlar! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz, şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz” (5/Mâide 90) ve hadislerde genel olarak sarhoşluk veren sıvı veya katı bütün maddelerin içilmesi, kullanılması yasaklamıştır. “Sarhoşluk veren her içki haramdır” (Buhâri, Vırdû, 81, Eşribe 4, 10; Müslim, Eşribe, 67-68); “Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır” (Ebû Dâvud, Eşribe, 5: Tirmizî, Eşribe, 3); “Her sarhoşluk veren fey içki (hamr) hükmündedir ve her sarhoşluk veren fey haramdır.” (Müslim, Eşribe, 7375; Buharî, Edeb, 80).
Esrar, İslâm dünyasında 12. yüzyılda Tatar istilasına uğranıldığı sırada ortaya çıkmıştır. Dört büyük müctehidin yaşadığı dönemlerde esrardan söz edilmemesi, onun o zamanlar bilinmediğini gösterir. Sonraki mezhep imamları esrarın haram olduğuna dair fetvalar vermişler ve onu satanın te’dib olunacağını bildirmişlerdir (İbn Abidin, a.g.e., XVI, 77; Yusuf el-Kardavî, İslâm’da Helal ve Haram, Trc: Mustafa Varlı, Ankara 1970, 85-87)..
Esrar ve diğer bütün uyuşturucu maddeler aynı içki gibi kişiyi Allah’ın zikrinden ve namazdan alıkoyar. Bu maddelerin haramlığı içkinin haramlığından daha hafiftir. Bu yüzden esrar içene had cezası uygulanmaz, tazir cezası uygulanır. İbn Vehba’nın, el-Vehbaniyye adlı manzum eserinin şerhini yapan eş-Şurunbulalî (ö. 1069/1658) adı geçen şerhin “haram ve mübah; hazr ve ibâha” kısmında esrarın İslâm hukukuna yansıyan hükmünü şu şiirinde toplamıştır: “Esrarın haramlığına ve yakılmasına fetva verdiler./Kaçınılsın içilmesin diye, böyle bir kimsenin boşamasını geçerli saydılar./Onun satıcısına tedib cezası öngördükleri gibi, fasıklığını da tesbit ettiler./Onu helal sayanın da zındık olduğunu yazdılar” (İbn Âbidin, a.g.e., XVI, 72-73).
Argoda diş, dalga, ot, fin, sankız, ampes cığaralık, cuk, gonca, hurda, kaynar toprak, nefes, minare gölgesi, davul tozu gibi adları olan esrar, psikoaktif maddelerden biridir. Keyif verici, uyarıcı yatıştırıcı etkileri sebebiyle kullanılmakta; ancak ruhsal, davranışsal, gelişimsel bozukluklara yol açmaktadır. Halbuki insanları iyiye, doğruya, en güzele götüren İslâm dini, bütün zararlı şeyleri yasaklamıştır. İyiliği emreden ve kötülükten alıkoyan İslâm, uyuşukluğu, gevşeme ve bilinç bozukluğunu, tabii olmayan uyarılmayı caiz görmez. Bilinci karartan esrar kullanımında zaman ve yer algısı değişip, insanın tabiî ve fatn tekâmülü bozulduğu için kıyas yoluyla bu maddenin vb. nin haram olduğuna hükmedilerek, kullanımı yasaklanmıştır. Zaten bütün dünyada bu maddeler yasa dışı yollardan üretilip, el altından satılmakta ve gizlice kullanılmaktadır. Batı dünyasında bir zamanlar hippi denilen gençlik gruplarının popüler uyuşturucusu olan esrar, insanı kendine bağımlılaştırarak gerçek dünyadan koparan, psişik bağımlılık yaratan bir maddedir. Bağımlı kişilerde çeşitli ruhi ve bedeni semptomlarla kendini belli eden bir hastalık hali meydana gelir ki, o artık normal bir insan sayılamaz. Uyuşturucu kullananların bağımlılıkları, onları fuhşa, günaha, ve dolayısıyla murdar olmalarına yol açmaktadır. Aklı olmayanın dini de olmaz ilkesinin yer aldığı İslâm’da, sarhoşluk haramdır. Sarhoş eden bir şey, beyin işlevlerini etkileyerek akıl dinamiklerini ortadan kaldırır. Bu sebeple İslâm toplumlarında aklı korumak esastır ve sarhoş edici her şey yasaktır. Çünkü İslâmî yaşayışın belti bazı ilkeleri vardır ve bunlar materyalist, ruhsuz, sahte ve geçici dünya cennetlerinin bunalımları ve delilik problemleri doğurmaktadır. Ayrıca bu gibi uyuşturucu maddeler çok kullanılmadığı için bu hastalıklar en çok Batı dünyasında görülmektedir. Her türlü sapıklık, hastalık ve yozlaşma da İslâm’ın en güzel yoluna tâbi olmamaktan dolayı insanların cahiliyette ısrar etmeleri ve kendilerine zulmetmelerine yol açmaktadır.[1]
[1] Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 258-259.
Yiyecek ve İçeceklerde İslâmî Esaslar
Her kültürün, her medeniyetin kendine has bir kıyafeti, kendine has mutfağı vardır. İslâm’ın da özel bir mutfağı, yemek kültür ve âdâbı vardır. Müslüman kalmanın şartları arasında, İslâm kıyafetinin muhâfazası gibi, mutfağının da korunması icap eder. Kâmil manada müslüman olmak için İslâm mutfağından yemek şarttır. Başka bir ifade ile, gayr-ı müslim mutfaktan beslenerek müslüman kalmak zordur, kendi kendisini aldatmaktır. İslâm mutfağında haram yiyecekler ve haramla elde edilmiş gıdalara yer yoktur. İslâm mutfağında sözgelimi, şarap, domuz, leş, yırtıcı hayvan eti, besmelesiz kesilmiş hayvan eti, böcek, haşerat yoktur. İslâm, kendine has bir medeniyettir. Kur’an ve hadis, bu kültürel müesseseye geniş yer verir. Sadece haram helâl konulara değil, en küçük âdâbına kadar her şeyini ele alır. Kendi hükmünü eksiksiz verir, bir başka kültürden taklit ve iktibasa yer bırakmaz. Müslümana, yeme içme ile hükümleri, sünnet ve edepleri öğrenip tatbik etmek düşer.
Kur’ân-ı Kerim’de Yeme İçme ile İlgili Âyetler: Yeme anlamına gelen “ekl” türevleriyle birlikte Kur’an’da 109 yerde geçer. İçme anlamına gelen “ş-r-b” kelimesi ise türevleriyle birlikte 39 yerde kullanılır. Kur’an’ın en uzun sûrelerinden birinin adı, “Mâide”, yani sofra’dır. Bu surenin baş tarafı, yiyecekle ilgili temel meseleri, haram ve helâl yiyecekleri açıklar. Kur’an’da yenilip içilmesi haram olan gıdalar sayılır, sayılan az miktardaki gıdaların dışındaki tüm yiyecek ve içeceklerin, bazı şartlara riâyet edilerek helâl olduğu belirtilir (6/En’âm, 119; 7/A’râf, 32). Allah’ın haram kıldıklarını helâl kılmaya veya helâl kıldıklarını haramlaştırmaya kimsenin hakkı olmadığı belirtilir (5/Mâide, 87; 6/En’âm, 140; 66/Tahrim, 1; 9/Tevbe, 37). Kur’an’ın bu konuda vurgu yaptığı şeylerden biri, yenilecek gıdaların “helâl ve temiz” olmasının gereğidir (2/Bakara, 168; 5/Mâide, 88; 8/Enfâl, 69; 16/Nahl, 114). Helâl olan gıdalar da olsa, yeme içme konusunda aşırılığa kaçıp israf etmeyi de Kur’an yasaklar (6/En’âm, 141; 7/A’râf, 31).
Yiyeceklerin Temizinden ve Helâlından Faydalanmak:
Helâl kılmak da, haram kılmak da Allah’a ait bir haktır. Hiç kimsenin, zühdünden, yani dünyaya rağbet etmemesinden dolayı, nefsini kırmak için ve Allah’ın mubah kıldığı bir şeyi, lezzet verdiği için haram kılması caiz değildir. Bir şey, helal ise, nefsimizin hoşuna gidecek şekilde temiz ve lezzetli de olsa, ondan yararlanmak caiz olur. Çünkü İslam, mubah oldukça lezzet veren şeylerden faydalanmayı kişiye yasaklamamıştır. Eğer o şey, haram ise, ondan uzak durmak ve o nitelik onda oldukça onu kullanmamak gerekir. Allah, haram kılmadığı bir zîneti, süsü veya temiz rızıkları haram sayanları reddeder.
“De ki: ‘Allah’ın, kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti?’ De ki: ‘O, dünya hayatında mü’minlerindir; kıyamet günü de yalnız onlarındır.’ İşte Biz, bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıklıyoruz.” (7/A’râf, 32)
Müslümana düşen, helalinden ne bulduysa yemesi, leziz olana kendini zorlamaması ve bunu âdet ve alışkanlık haline getirmemesidir. Tiryakilik, alışkanlık yapan, onsuz yapamadığımız şeyler, giderek helal olmaktan çıkan bir duruma gelebilir. Tiryakilik yapan gıdalardan sakınmaya çalışmalıdır. Peygamberimiz, bulduğu zaman karnını helal yiyeceklerle doyurur, ama yemede aşırıya, lüks ve israfa kaçmaz ve şükreder; bulamayınca da sabrederdi. Eline geçtikçe tatlı yer, rastladıkça bal şerbeti içer, buldukça et yerdi. Bunların hiç birini özellikle yapmadığı gibi; âdet ve alışkanlık da edinmemişti. “Size verdiğimiz rızkın temizlerinden yiyin. Ama bu hususta taşkınlık etmeyin; sonra gazabım üzerinize iner. Kimin üstüne gazabım inerse artık o, (ateşe) düşmüştür.” (20/Tâhâ, 81)
Allah, insanların ve canlıların ihtiyaç duyduğu her şeyi yaratarak, yeryüzüne depo etmiştir. İnsana düşen; hem bu dünyadaki, hem ahiretteki rızkı için gayret sarfetmektir. Ama gayretin yönü ve içeriği ile rızkın helalını veya haramını tercih etmiş olacaktır. Böylece de ahiret rızkını bu dünyadan kendisi göndermiş veya sadece burada tüketmiş olacaktır.
“Câhiller, ‘Üzümünü ye, bağını sorma’ dese de, müslüman, bağını sormadığı -şüpheli- üzümü yemez, hele suyunu hiç içmez.
Yiyeceklerin Helâl ve Haramlığı:
İslâm, beden ve ruh sağlığına büyük çapta önem vermiş, sıhhati korumayı ibadet kabul etmiş, sağlığı zedeleyici özelliği bulunan maddelerin eğlence, gıda ve tedavi için alınmasını haram kılmıştır.
Yiyecek ve içecekler konusunda tarih boyunca toplumların ve bazı filozofların düşünce ve davranışları farklı olmuştur; bunları ifrat, tefrit ve itidâl ölçüleri içinde toparlamak mümkündür. Hayvanın da insan gibi can taşıdığını, kıymaya hakkımız bulunmadığını ileri sürerek et yemeyi haram sayan Brehmenler ile bazı filozoflar ifrâta gitmişlerdir. “Vejetaryen” denilen et yemeyen, eti kendine haram sayan anlayış da bazı çevrelerce bir ayrıcalık ve inanç gibi değerlendirilir. Umumiyetle bitkiler, hayvan ve insanlar için; hayvanlar, bazı hayvanlar ile insanlar için; insanlar ise Allah’a kulluk için yaratılmıştır; tabiî nizam budur.
Brehmenler, tefrit yönünü alırken ifrâta kaçanlar da olmuştur: “Ağızdan giren değil; çıkan onu pisler” diyen Pavlos’a dayanarak yeme içme sınırını çok geniş tutan hıristiyanlar da aşırıya sapmışlardır. Meşrû yoldan elde edilen temiz ve faydalı şeyleri helâl kılan İslâm ise itidâli temsil etmektedir (2/Bakara, 168).
Allah ve Rasulü, bazı yiyecek ve içecekleri, bazı giyecekleri, bir kısım iş ve davranışları haram kılmış, yasaklamışlardır. Bunların bir kısmının hikmetini, haram kılınış sebeplerini açıklamışlar, bazılarını ise açıklamamışlardır. Açıklanan ve deneyerek zararlarını anladığımız nice haram ve yasaklardan uzaklaşmanın, birey ve toplum halinde insanların faydasına, iyiliğine olduğunu, ebedî saâdetlerini hedef aldığını görünce, insaflı bir düşüncenin şu neticeye varması zarûrî oluyor: “Aklımız ve bilgimizin kavrayabildiği bunca haramda, bu ölçüde büyük hikmet ve faydalar olduğuna göre, aynı kaynaktan gelen diğer yasakların da -şimdilik bilgimiz dışında kalan- hikmetleri olacaktır.”
İnsanların yasaklama ve engellemeleri -en azından başlangıçta- zararı çekmeden önce değil; zararı denedikten ve acıyı çektikten sonra olabilmektedir. İnsanın ruh ve beden sağlığı üzerindeki çalışmalar, insanlık tarihi kadar eskidir. Meselâ bin yıllık âmiyâne tecrübe ve otuz
yıllık da ilmî araştırma sonunda bir yiyecek veya içeceğin insan sağlığı için zararlı olduğu
anlaşılırsa, bu zarar bu kadar uzun bir zaman sineye çekilmiş olmaktadır. Daha önce aynı şekilde bilmek imkânı olsaydı elbette tedbirler de o zaman başlayacak, zarar asgariye inecekti. Durum böyle olunca ihtimaliyet hesabı -bilimsel ölçülere göre zararını bilemediğimiz, fakat- ciddî (müslümanlar açısından en temel) bir kaynağın zararlı veya haram olduğunu bildirdiği şeyden çekinmemizi gerektirir.
Böyle bir ihtimali hiçe saymak ve zararını bilimsel olarak bilemediğimiz bir şeyi sakınmadan yemek için insanlığın, bilinebilecek her şeyi bilmiş, meçhûlü kalmamış olması gerekir. Halbuki doğu ve batının ilim adamları, insanlığın bildiğinin, bilmediği yanında denizden bir damla, güneşten bir ışıncık kadar olduğunu itiraf etmektedirler.
Haram İçecekler ve Keyif Vericiler (İçkiler Uyuşturucular ve Sigara)
Dilimizde içki, Arapçada “hamr” ve “müskir” kelimeleri, içildiği zaman azı veya çoğu sarhoşluk veren içecekler için kullanılmaktadır. İslâm dini, bütün sarhoşluk veren içkileri haram kılmış, içmeyi yasaklamıştır:
“Ey iman edenler! Şarap (alkollü içkiler), kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan içkide ve kumarda, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı zikretmekten/hatırlayıp anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçersiniz değil mi?” (5/Mâide, 90-91)
Peygamberimiz (s.a.s.) sadece içkiyi yasaklamakla kalmamış; içki içenleri bizzat cezalandırmıştır. Sahih-i Müslim’de bu husus şöyle rivayet edilir: “Hz. Peygamber’e içki içmiş bir sarhoş getirildi. Peygamber ona yaprakları soyulmuş iki hurma değneği ile 40 kadar sopa vurdu.” (Müslim; S. Müslim Ter. M. Sofuoğlu, c. 5, s. 306)
Her sarhoş eden içki hamrdır ve haramdır. İslâm ulemâsına göre, azı veya çoğu sarhoşluk veren her içki, âyette geçen “hamr” mefhûmuna dahildir ve haramdır. Bir soru üzerine Rasûlullah (s.a.s.)’ın : “Her sarhoşluk veren şey hamrdır ve her hamr haramdır” (Müslim, Eşribe 73-75; Buhârî, Edeb 80, Ahkâm 21) buyurması bu hükmün sağlam delilidir.
Çoğu Sarhoş Edenin Azı da Haramdır:
Sarhoşluk veren içkiler, zamanla alışkanlık ve bağımlılık sağladığı için az içenin giderek çoğa kaçtığı, önceleri az tesir ederken alışkanlık arttıkça aynı miktarın tesir etmediği görülmektedir. Bu sebeple içkiyi önlemenin en kesin yolu, azını ve çoğunu yasaklamaktır. İşte dinimiz de aynı yoldan yürüyerek çoğu sarhoş eden içkinin azını içmeyi de menetmiş, haram kılmıştır. İslâm müctehidlerinin büyük ekseriyeti, bu hükümde birleşmişlerdir. Rasul-i Ekrem (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “Çoğu sarhoş eden şeyin bir avucu da haramdır.” (Tirmizî, Eşribe 3; Ebû Dâvud, Eşribe 5; Nesâi, Eşribe 25)
Kendisi içki içmese bile, içki içilen bir masaya, içki içilen bir yere girip oturmak da haramdır. “Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse, üzerinde içki içilen sofraya/masaya asla oturmasın!” (Tirmizî, Edeb 43; Ebû Dâvud, Et’ıme 18)
Alkollü içkileri içmek yasak olduğu gibi, üzüm veya arpasını şarap veya bira fabrikalarına satan, onun nakliyesini yapan, dükkânında içki satan, aracı olan, içkiye direkt ve dolaylı vesile olan kimse de lânetlik bir haram işlemiştir. “Allah şaraba (alkollü içkilere), yapanına, yaptıranına, taşıyanına, taşıtanına, alım satımında bulunanına, parasını yiyenine, kendisi için satın alınanına, garsonuna ve içenine lânet etti.” (Tirmizî, Büyû 58; İbn Mâce, Eşribe 6)
Birisi Rasul-i Ekrem’e şarabı sordu. O da onu menetti. Soran adam: ‘Ben onu yalnızca ilâç ve tedâvi için yapıyorum’ deyince de: “O ilâç değil; derttir” (Müslim, Eşribe 12; Ebû Dâvud, Tıb 11) buyurdu. Bu mealde olan hadislere dayanan âlimler, sarhoşluk veren içkilerin tedâvide kullanılmasını da câiz görmemişlerdir. Ancak, bu hüküm normal durumlara aittir. Eğer başkası bulunmadığı için içki veya alkollü ilâcı uzman ve müslüman bir doktor bir hastaya yazarsa, burada zarûret prensibi işler ve tedavi câiz olur.
Esrar, afyon, eroin, kokain, morfin gibi uyuşturucu maddeler, alkollü içkilerin tesirini de fazlasıyla taşımaktadırlar. Zararları da bu etki ölçüsünde fazladır. İslâm’ın ana kaynakları helâl ve haram olan şeylerin bir kısmını zikretmiş, geri kalanların haram ve helâl kılınma illetini taşımalarına göre hükme bağlanmasını istemiştir. Şu halde haram hükmünün illetini (sarhoş etme, uyuşturma) taşıyan bütün maddeleri vücuda almak haramdır.
Tütün, 15. Asırdan sonra yeni dünyadan İslâm ülkelerine girmiş, o zamandan beri de İslâm ulemâsı tütünün hükmü üzerinde durmuşlardır.