sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolar
Kur'an Dinle
Sesli Makale

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 158. VE 160. AYETLER ARASI

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 158. VE 160. AYETLER ARASI
18.02.2020
0
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

158- De ki: “Ey insanlar, ben Allah’ın sizin hepinize gönderdiği bir elçisi (peygamberi) yim. Ki göklerin ve yerin mülkü yalnız O’nundur. O’ndan başka ilah yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah’a ve ümmi peygamberine iman edin. O da Allah’a ve O’nun sözlerine inanmaktadır. Ona iman edin ki hidayete ermiş olursunuz.
159- Musa’nın kavminden(116) hakka ileten ve onunla adalet yapan bir topluluk vardır.(117)

Kur'an Dinle

AÇIKLAMA

116. Ara izah olarak getirilen 157-158. ayetlerle kesilen konunun anlatımına kalınan yerden tekrar devam ediliyor.
117. Kur’an meali hazırlayanların büyük bir kısmı, 159. ayete şöyle bir anlam verirler: “Musa ümmeti içinde, Hakka götüren ve Hakka uygun karar veren bir topluluk vardır.” Böyle bir mânâyı verenler, yani Kur’an’ın vahyolduğu devirde, onların içinde böyle bir grubun bulunduğunu söylemek isterler. Fakat biz ise, bu hususun geçtiği metinden, Hz. Musa’nın (a.s) peygamberliği zamanında İsrailoğulları arasında böyle iyi insanlardan meydana gelen bir topluluğun var olduğunu anlıyoruz. Bu konunun burada zikredilmiş olması, o zaman, yani İsrailoğulları arasında ahlâksızlığın ve ruhî soysuzlaşmanın en korkunç boyutlara vardığı, altın buzağıya tapmaya başladıkları ve neticede de Allah tarafından cezalandırıldıkları devirde bile, aralarında böyle bir salihler topluluğu bulunduğu içindir.

160- Biz onları (İsrailoğullarını) ayrı ayrı oymaklar olarak on iki topluluk (ümmet) olarak ayırdık.(118) Kavmi kendisinden su istediğinde Musa’ya: “Asan’la taşa vur” diye vahyettik. Ondan on iki pınar sızıp-fışkırdı; Böylece her bir insan-topluluğu su içeceği yeri öğrenmiş oldu. Üzerlerine bulutla gölge çektik ve onlara kudret helvası ile bıldırcın indirdik.(119) (Sonra da şöyle dedik:) “Size rızk olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yeyin.” Onlar bize zulmetmedi, ancak kendi nefislerine zulmediyorlardı.

AÇIKLAMA

Sesli Makale

118. Bu, Maide suresinin 12. ayetinde ve Kitab-ı Mukaddes’in dördüncü kitabı olan Sayılar’da açıklanmış olan İsrailoğulları’nın teşkilatlanmasına işaret eder. Buna göre, ezeli olan Allah, Hz. Musa’ya (a.s) İsrailoğulları’nı Sina çölünde toplamayı ve bütün topluluğun bir sayımını yapmayı emretmişti. Buyruk gereğince sayıldılar ve Hz. Yakub’un on çocuğu ve Hz. Yusuf’un da iki oğlunun zürriyeti de dahil edilerek İsrail kavmi on iki aşirete ayrıldı. Ve her birinin başına bu aşiretlerin başlarında bulanan oniki reisi, her bir aşiretin ahlakî, dinî, toplumsal, kültürel ve askerî durumuyla yakından ilgilenmesi ve On Emir’in tatbik edilmesi için, babadan oğula geçecek şekide lider yapıldılar. Bununla birlikte, Hz. Musa ve Harun’un dedelerinin kabilesi ve Hz. Yakub’un onikinci oğlu Levilliler boyu, bu on ikinin dışında bırakıldılar. Bu boy, İsrailoğulları’nın oniki aşireti arasında sayılmamış, bilâkis ayrı bir cemaat olarak örgütlendirilmiş ve öteki bütün boyların dinî ve ruhî selâmetleri ile mesul olma gibi umumî bir vazife ile görevlendirilmişlerdi.
119. Yukarıda zikredilen teşkilatlandırma işi, Allah’ın İsrailoğulları’na vermiş olduğu en büyük lütuflarından biriydi. Bu ikramın bir devamı olarak burada üç tane daha zikredilmektedir. 1) Sina Yarımadası’nda kaldıkları sürece, mucize olarak su ihtiyaçlarının sağlanması, 2) Çölün kavurucu sıcağından korumak için, gökyüzünün bulutlarla kaplanmış olması, 3) Çölün ortasında onları (İsrailoğulları’nı) olağanüstü şekilde beslemek için “menne” (kudret helvası) ve “selva” (bıldırcın eti) gibi yiyecekler gönderilmesi. Eğer hayatları için zaruri olan bu düzenlemeler yapılmamış olsaydı, yaklaşık iki milyon insandan oluşan bu büyük topluluk, sıcak, açlık ve susuzluktan helâk olacaktı. Ve hatta, imkânların çok daha ileri olduğu bugün dahi, o Sina Yarımadası’na bu miktarda bir insan kalabalığı, hiçbir ön tedbir almadan bir gezi yapacak olsa, o kalabalık için gerekli yiyecek ve içecekle, onları kızgın güneşten koruyacak barınak temin edebilmenin ne kadar imkânsız olduğunu, o bölgeyi gidip gördüğünüzde anlarsınız. Bölgede yaşayan yerli insanlar o kadar azdır ki, sayıları birkaç bin civarındadır. Eğer çağdaş bir devlet, bölgeye bir askeri birlik göndermek istese (meselâ 500 bin asker kadar) , keşifler çağı olan şu zamanda bile şüphesiz başı ağrıyacaktır. Bu yüzdendir ki, herhangi bir vahye ve mucizeye kafalarında yer vermeyen pek çok araştırmacı bilim adamları, öyle Kur’an’da ve İncil’de bahsedildiği vechiyle, İsrailoğulları’nın bu yarımadayı başından sonuna geçtikleri ve yıllarca bir bölgesinde kaldıkları tarihi gerçeğini kabul etmemişler ve böyle bir şeyin olamayacağını ileri sürmüşlerdir. Bunlar, belki de Filistin’in güneyinden bir yerden Kuzey Arabistan’a geçmiş olabilirler” demektedirler. Bu araştırmacılar, bir de Mısır tarafından gelen bütün ikmal yollarının kesik olması ve yarımadanın kuzeydoğusunda yaşayan Amelikalıların her an saldırabilmeleri kuvvetli ihtimalinin de gözönünde tutulması halinde, böyle bir topluluğun böyle bir güç coğrafi ve iktisadî şartlar altında, belirtilen süre kadar kalabilmiş olmalarına hiç ihtimal dahi vermemekte ve üstelik inandırıcı olmadığını söylemektedirler.
Eğer bu manzarayı gözümüzün önünde tutarsak, ayette vurgulanan insanların gerçek değerini o zaman takdir edebiliriz. Fakat, aynı zamanda, bu topluluğun geçmişinde de sık sık tekrarlandığı gibi itaatsizlik ve riyakârlık da bulunarak nankörlük ettiği, küfran-ı nimette bulunduğu da açıkça belli olmaktadır. (Bu konuyu Bakara suresinin, 72, 73 ve 76. açıklama notlarıyla karşılaştırınız) .

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.