DUA’NIN ÖNEMİ
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
DUA’NIN ÖNEMİ
Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam Peygamberimize aline ve ashabına ve bütün inanların üzerine olsun inşAllah.
Her şeyi yaratan Allah olduğundan bütün yaratıklarda O’na doğru bir yöneliş vardır. Yaratılmış varlıkların en üstünü ve değerlisi de insandır. Allah insanı yaratıp onu kendi varlığından haberdar etmiştir. Bu da insanın özü itibari ile Allah’ı tanıma ve O’na inanma yeteneği ile donatıldığını gösterir. Ayrıca Kur’an’da, insana Allah’ı Rab olarak tanıma özelliğinin verildiğinden söz edilir. Bu özelliğinden dolayı insan, Rabb’inden uzak kalamaz ve O’na her zaman ihtiyaç duyar.
İnsan, bu ihtiyacını ancak Allah’a kulluk ederek karşılayabilir. Çünkü onun yaratılış gayesi ve esas görevi Allah’a kulluktur. Kulluk faaliyetlerinin en önemlilerinden biri de duadır. Dua kelimesi, sözlükte “çağırmak, istemek, yalvarmak ve yardım talep etmek” gibi anlamlara gelir. Bu kelime, “büyükten küçüğe, aşağıdan yukarıya vaki olan talep ve niyaz” anlamında bir isim olmuştur. Bunun için, “insanın Allah’ın yüceliği karşısında aczini itiraf etmesine, sevgi ve tazimle O’nun lütuf ve ihsanını istemesine veya bu amaçla icra edilen ibadet şekline” dua denir.
Dua, insanın halini Allah’a arz etmesi, O’na niyazda bulunması, Rabb’ine doğru yönelip O’nunla diyalog kurmasıdır. Dua, insanın kibirlenme ve istiğnadan vazgeçip Allah’ın mutlak kudretini, adaletini ve merhametini kavramasından doğan bir boyun eğmedir. O, insanın kendi ihmallerini İkmal eden bir ikbal kapısı değildir. Kur’an’daki dua örneklerinin büyük bir bölümünün, dünyevi nimet ve menfaatlerden ziyade bağışlanma, hidayet ve Allah yolunda yardım isteme niteliğinde olması [8], değinilen gerçeği desteklemektedir. Şu halde insan, kendi sorumluluğunu bütünüyle yerine getirdikten sonra karşısına çıkabilecek engellerin aşılması hususunda Allah’tan yardım isteyebilir. Kişinin duayı, bir sihir tekniği gibi algılamaması ve uygulamaması gerekir.
Kur’an’da, insanın çaresizlik içinde ve zor şartlarda duaya başvurması üzerinde ısrarla durulur. Dini yönelişin belirgin veya zayıf hale geldiği durumlar açıklanırken aynı zamanda bu yönelişin, insan tabiatında fıtri ve genel bir motif olarak bulunduğu ortaya konulur. Ayetlerin beyanına göre insan bir tehlike ve sıkıntıya düşerse, bütün samimiyetiyle Allah’a yönelir; bıkmadan usanmadan dua edip iyilik ve başarı ister. Fakat kendisini emniyet içinde ve başarılı gördüğü durumlarda dua isteği zayıflar, kendi güç ve yeteneğine güvenip Allah’tan yüz çevirir. Buradan şöyle bir sonuca varılabilir. Din duygusu zayıfladığı zaman insan hayatında olumsuz gelişmeler görülebilir. Bunu önlemek için insan şuurunda dini inanç ve duygunun mümkün olduğu kadar canlı ve etkili bir halde bulunması gerekir. Bu da dua ve ibadetle sağlanır. Bu yüzden Kur’an’da insanların Allah’a dua etmeleri istenmiş ve bu dua O’na kulluk etme belirtisi olarak kabui edilmiştir. Şu halde dua ve ibadette amaçlanan şey, insan şuurunda Allah inancının canlı ve devamlı kalmasını sağlamaktır.
Dua ederken bazı şekli ve ahlaki şartlara uyulması gerekir. Bunlardan en önemlisi, dua eden kimsenin Allah’a huşu içinde yalvarması, aynı zamanda edepli, istekli ve ümitli olmasıdır. Ayrıca insan, duayı duyarlı bir kalple yapmalı, isteğini sade ve kesin bir dille belirtmeli, Allah’tan beden ve ruh sağlığı, dünya ve ahiret mutluluğu istemeli, bir de duanın kabulü için acele etmemelidir. Dua sözcükleri mümkün olduğunca ayet ve hadislerden seçilmelidir. Özellikle örnek dua metni mahiyetindeki bazı sure ve ayetler dua olarak okunabilir. Bunların başında da kulun taleplerini ve en içten dileklerini benzersiz bir üslupla dile getiren Fatiha suresi gelir. Bu özelliğinden dolayı anılan sure, bütün Müslümanların en çok okudukları dua metni haline gelmiştir. Ayrıca Hz. Peygamberin dua ederken en çok:
“Ey Rabb’imiz! Bize bu dünyada iyilik ver, ahirette de; bizi ateşin azabından koru.” anlamındaki ayeti okuduğu ve Müslümanlara da bu ayeti okumalarını tavsiye ettiği belirtilir. Peygamber uygulaması ve tavsiyesi nedeniyle Fatiha suresi gibi bu ayet de, bütün Müslümanların namazda ve namaz dışında her vesileyle okudukları dua ayetleri arasında yer almıştır.
Dua konusunun daha iyi anlaşılması için, onun gerçek mahiyetinin ve önemli vasıflarının açıklanması şarttır. Kur’an’da dua edene Allah’ın karşılık vereceği bildirilir. Bunun için prensip olarak duanın fayda verdiğine inanmak gerekir. Ancak buradan Allah her isteneni yerine getirir şeklinde bir sonuç çıkarılmamalıdır. Çünkü Allah, sünnetullaha (varlık ve oluşa egemen kıldığı ilkelere) ters düşmeyen duaları kabul eder. O’nun kendi yasalarına aykırı davranması beklenemez. Bunun için, kimden gelirse gelsin Allah, kendi yasalarına ters düşen talepleri reddeder.
İslam ölçülerine uyan gerçek bir duanın iki önemli vasfı vardır. Bunlardan biri teşebbüs diğeri de tevekküldür. Duanın değerinin olması ve hedefini bulması için, önce gayretin kuldan gelmesi gerekir. Zira insandan istenen, ilahi düzenin gerekleri içinde elinden geleni yapmasıdır. İnsanın kendi güç ve kapasitesi oranında sebeplere sarılıp işin gereğini yerine getirmesi, o sebeplerin Yaratıcısına karşı fiili bir duadır. Teşebbüs dediğimiz de budur. Kim yaparsa yapsın böyle bir dua çoğu kez karşılıksız kalmaz. Demek ki Allah’ın kainatta koymuş olduğu düzenin gereklerine göre davranmak, bir tür fiilî dua olmaktadır. Bu aynı zamanda Allah’ın rahmet kapısını çalmaktır. Fakat cevap O’na aittir.
Arzu edilen şeyi elde etmek için teşebbüs gerekli olmakla birlikte tek başına yeterli değildir. Bir de işin tevekkül boyutu vardır. Teşebbüsün son sınırına gelince tevekkül alanına girilir. Bu yüzden teşebbüsten sonra güven içinde Allah’a iltica etmeye tevekkül denir. İşte dua, bu iki esası kendinde toplayan bir ibadettir. O, maddi hayat için gerekli olan teşebbüsle manevi hayat için gerekli olan iman ve tevekkülü dengeli biçimde yürütme işlemidir. Bunun için teşebbüs ve tevekkül, İslam’da duanın iki yönü ve birbirinden ayrılmaz bütünüdür.
Sonuç olarak dua, insanın Allah’tan bir şey istemesi, O’nu anması ve yardıma çağırmasıdır. O hamd, şükür, zikir, teşbih, istiane ve istiaze gibi eylemleri kapsayan dini duygu ve yönelişin ifadesi, kulluk makamlarının da en önemlisidir. Bu yüzden Kur’an’da insanın, ancak Allah’a olan yönelişi ile değer kazanacağı belirtilmiş, “Duanız olmasa Rabb’iniz size ne diye değer versin.” denilmiştir. Öyleyse insan, Allah’a yönelmeli, daima O’nun ilgi ve rahmetini çekecek bir başvuru içinde olmalıdır.
Tabii ki dua kadar onun makbul olması da önemlidir. Bunun için Hz. Peygamber: “Allah’ım! Ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten, fayda vermeyen ilimden ve kabul olmayacak duadan sana sığınırım.” diyerek Rabb’ine yalvarmıştır.
“Ey Rabb’imiz, bu duamı kabul buyur: Hesabın görüleceği Gün, beni, anamı-babamı ve bütün müminleri bağışla.” AMİN