“İslam’ın Müslümanlardan istediği tek şey, Allah(C.C)’a hakkıyla iman etmesidir. O’nunla olan bağının kuvvetli olması. Daima O’nu zikretmesi ve bütün tedbirleri aldıktan sonra ondan yardım isteyerek O’na tevekkül etmesi ve ne kadar sarf ederse etsin, ne kadar tedbir alırsa alsın daima Allah(C.C)’ın kuvvet, yardım ve desteğine muhtaç olduğunu kalbinin derinliklerinde hissetmelidir.

Gerçek sadık Müslüman, Kalbi uyanık, basireti açık, Allah(C.C)’ın kâinatta yarattıklarının mükemmelliğini gören ve kainat ile insanların işlerini yürütenin O’nun Yüce Kudreti olduğunu yakinen bilen kişidir.

Bu durumdaki Müslüman daima Allah(C.C)’ı zikreder ve hayatın her cephesinde sınırsız olarak O’nun kudretinin izlerini görür.

Sadık Müslüman mutlaka Allah(C.C)’ın her emrine, itaat eden, haddini bilen, hoşuna gitse de gitmese de Allah(C.C)’ın emrine uyan biri olmalıdır. Müslümanın imanını ölçen mihenk taşı Allah(C.C)’ın ve Resulünün emirlerini korkmadan, çekinmeden boyun eğip itaat etmesidir.

Nitekim Rasulullah(sav); “Arzusunu benim getirdiğime tabi kılmayanınız tam mana iman etmiş olamaz.” (Nevevi -40) buyurmaktadır.

Allah ve Resulünün hükmüne tam bir itaat ve teslimiyet gerekir. Bu ikisi olmadan iman olmaz ve İslam gerçekleşmez.

Sadık Müslüman daima Allah(C.C)’ın kaza ve kaderine razı olur ve Rasulullah(sav)’ın şu hadisini göz önünde tutar;

“Müslümanın işine hayret edilir. Onun her işi hayırlıdır. Sevinçli bir isabet eder de şükrederse Onun için hayır olur. Şayet zarar isabet eder de sabrederse O da Onun için bir hayırdır.” (Buhari)

Evet, Müslüman tam kalbiyle kaza ve kadere imanın, dinin bir rüknü olduğuna ve bu dünya da vuku bulacak hiçbir şeye engel olunamayacağına zira Allah(C.C)’ın Onu takdir ettiğine inanır. Allah takdir etmiştir ve onu kimse engelleyemez.

Sadık Müslüman aynı zamanda Allah(C.C)’ın kazasına rıza göstermenin kendisine sevap kazandıracağına ve kendisinin böylelikle kurtuluşa eren Müslümanlardan olacağına inanır. Bu yüzden de onun her işi hayırlıdır. Bir iyilik görse, Kerim olan Rabbine şükreder. Bir kötülükle de karşılaşsa Allah(C.C)’ın emrine uyarak sabreder. Kaza ve kaderine rıza gösterir. Her iki durum Onun hayrınadır.

Yazımıza devam edeceğiz İnşaAllah.

VELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN

The post MÜSLÜMANIN RABBİ İLE İLİŞKİSİ appeared first on Ebrar Medya.

Salat ve selam da, âlemlerin Rabbi tarafından sevilen, insanların ise tanıyıp, idrak edebilme nisbetînce sevebildikleri, efendimiz, önderimiz, rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa(sav)ya, âline, ashabına ve onun yolunu izlemeye çalışan ümmetin üzerine olsun.

“Kullarıma söyle, sözlerini güzel söylesinler, muhakkak ki şeytan onların arasını açar. Çünkü şeytan insanlar için açık bir düşmandır.” (İsra 53)

İnsanların kalplerini kendisine doğru açılmasını sağlayan ve davetinin en güzel şekilde kabul edilmesini sağlayan davetçinin bir özelliği de onun güler yüzlü ve güzel sözlülüğüdür. Yüz bir davetçinin aynası ve şahsiyetini ortaya koyan büyük bir alamettir.

Kişinin kalbinin derinliklerinde ne varsa yüzüne de o akseder. Eğer davetçi asık suratlı bir kimse ise konuşmasında da genel olarak zorluğu ve kabalığı sergiler. Eğer güler yüzlü ise bu defa da hayrı ve güzel şeyleri müjdeler.

Güler yüzlülükten maksat, kişinin güzelliği veya gösterişi değildir. Bazen olur ki herhangi bir yüz aslında güzeldir ama onda güzel yüzlülük eseri yoktur.  Bazen de çirkin bir yüzden ülfet, ünsiyet ve müjdeler fışkırabilir.

Bir davetçi kendisini güler yüzlü olmaya alıştırmalıdır. Hatta kendi nefsi böyle güler yüzlü olmaya alışkın olmasa bile bu eğitimi aksatmadan sürdürmelidir. Sürekli tebessümlü olmaya gayret etmeli ve öyle olmaya çalışmalıdır.

Başarılı davetçi kendi nefsine hakim olan kişidir. Nefsine mağlup olan hiçbir zaman başarı sağlayamaz. Her şart ve durumda kendine hakim olabilmelidir. Nerede ve ne zaman ne konuşacağını bilmelidir. Öyle davetçiler tanırım ki insanların karşısına çıktıkları zaman büyük bir neşe ve tebessüm içerisinde görünmektedir. Oysa onların içlerinde öyle üzüntüleri vardır ki, derecesini ancak Allah(C.C) bilir. Yine bazılarını da tanıyorum ki kendi nefislerine en ufak bir hükümranlığı yoktur. En ufak bir üzüntü ve problemleri olsa adeta yüzlerinden okuyabilirsiniz.

Rivayet edilir ki; Bir davetçinin evladı şiddetli hastalıklar çekiyormuş. Fakat kendisi uzak bir yerlere giderek İslami konferanslar veriyormuş. Tam konferans esnasında o davetçinin bir yakını konferans salonuna girip oğluyla ilgili haberi bir kağıda yazarak davetçiye bildirmiş. Davetçi çok soğukkanlılıkla okuyup sanki mühim bir şey değilmiş gibi sohbetine devam etmiş, yüzünden de en ufak bir değişiklik hissedilmemiş. Sohbetini bitirdikten sonra birçok soru sorulmuş ve bu soruların hepsini büyük bir sükûnet ve güler yüzlülükle hepsini de cevaplandırmıştı. Daha sonra oradaki insanlar kendisine verilen kağıdın oğlunun vefat haberini bildirdiğini öğrenince bu büyük davetçinin o üstün haline hayran kalıp hayrete düşüyorlar. Güzel konuşmaya gelince de tesir bakımından güler yüzlülükten az değildir.

Gerçek şu ki davetçinin konuşması kendinin insanlarla ilişki kurmasına bir vesiledir. Yine bir davetçinin fikirlerinin insanlara ulaştırılmasında en üstün araç onun konuşmasıdır.

Eğer davetçi kendi sözüne hakimse, konuşmasına akıcılıkla hükmedebiliyorsa, güzel söz söyleyip, maksadını güzel anlatabiliyorsa bu davetçi bu davetçi insanların kalplerini kazanabilir ve onların nefislerine tesir edebilir. Eğer bunun tersi ise yani ağzından çıkan sözün ehemmiyetini bilmiyorsa veya ne çıkarsa çıksın aldırış etmiyorsa o zaman da bu davetçinin konuşmaları kendisi ile insanların arasında bir duvar olur. Maksadını onlara ulaştıramaz. Hatta insanlar ondan tiksinir ve uzaklaşırlar.

Şimdi de İnşaAllah bu konumuzun önemini ve mahiyetini bildiren ayet ve hadisleri okuyalım.

“İnsanlara güzel söz söyleyin.” (Bakara 83)

“Ey İman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin.” (Ahzab 70)

“Sözün güzeline ve Cenabı Hakkın yoluna irşat ediniz.” (Hac 24)

“Onlarla en güzel şekilde mücadele et.” (Nahl 125)

“Ve ona yumuşak söz söyleyin. Umulur ki nasihat dinler ve korkar (Taha 44)

Bu ayet-i kerimelerden sonra Peygamberimizin(sav) mübarek sözlerini de görelim.

“Sadakalardan hiçbir şeyi küçük görmeyiniz. Velev ki kardeşini güler yüzle karşılamak olsun.” (Müslim)

“Yemek yedirmek, selamı yaygınlaştırmak ve güzel söz söylemek cenneti gerektirir.” (Taberani)

“Kim Allah’a ve Ahiret gününe inanıyorsa ya hayır konuşsun ya da sussun.” (Buhari-Müslim)

Şüphesiz ki Allah’ın Resulü bütün insanlar için en güzel örnektir. İslam davetçisi ise peygambere uymaya herkesten daha çok muhtaçtır. Dolayısıyla bütün İslam davetçileri yapacakları her davette ve çalışmada Allah Resulünün nasıl yaptığına bakmalıdırlar.

“Ammare (r.a) rivayet ediyor;

“Hz. Aişe(r.anhuma)’den Resulullah hanımları ile baş başa kaldığında nasıl hareket ettiğini sordum. O da dedi ki; Tıpkı sizin erkeklerinizden bir erkek gibi hareket eder. Ancak o insanların en cömerdi, en yumuşak huylusu ve en güler yüzlüsüdür.”(Hakim)

Allah(C.C) bizleri de bir İslam davetçisi olarak ihlaslı bir şekilde güler yüzlü ve güzel sözlü olanlardan eylesin.

ELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN

The post KARDEŞİM SEN GÜLER YÜZLÜ VE GÜZEL SÖZLÜ BİRİ MİSİN? appeared first on Ebrar Medya.

Bizler bu dünyaya Müslüman olarak geldik. Müslümanca yaşayıp ve Müslümanca ölmek mecburiyetindeyiz. ALLAH(C.C) Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır;

“Ey İman edenler, gerçek takvaya yaraşır şekilde Allah’tan korkup, sakının ve her halde Müslüman olarak can verin.” (Ali İmran 102)

Şu bir hakikat ki, Müslümanca yaşayanlar veya yaşamaya çalışanlar, Müslümanca ölmeyi de bilmelidirler. Müslümanca yaşamak ne kadar önemli ise, Müslümanca ölmekte en az o kadar önemlidir. Bilindiği üzere günümüzde kimi insanlar ırk için, kimileri heva ve hevesleri için ve kimileri de insanların koyduğu kanunlar için savaşıp ölüyorlar. Yeryüzünde insanlar kime iman etmişler ise ancak onun yolunda savaşırlar. Yani insanların savaş ve kavgaları imanlarına(inançlarına) dayanır.

Nitekim Kur’an-ı Kerim’de ALLAH(C.C) şöyle buyuruyor;

“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, küfredenler de tağut yolunda savaşırlar. O halde sizde şeytanın dostlarıyla savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi pek zayıftır.” (Nisa 76)

Demek ki ortada ikili cephe vardır. ALLAH(C.C)’a iman edenlerin cephesi, bir de tağutlara iman edenlerin cephesidir. Üçüncü bir cephe yoktur. Bu nedenle diyoruz ki, bu dünyada insanlar kimin yolunda savaşıyorlarsa elbette ki onun yolunda ve uğrunda ölecektir. Müslüman ise ne ırk, ne nefsi, ne de beşeri sistemlerin kanunları ayakta kalması için savaşıp ölmez, Müslüman ALLAH(C.C) yolunda savaşır ve ölür. Müslümanın ALLAH(C.C) yolunda savaşıp ölmesi kalbindeki imanın bir neticesidir.

Sünen-i Ebu Davud hadisinde bildirildiğine göre;

“Peygamberimize bir ara biri gelerek; Bir adam ismi anılsın diye harp eder, övülsün diye savaşır, ganimet almak için harp eder, mevkisini görsünler diye savaşır.” Dedi.

Rasulullah(S.A.V): “Her kim ALLAH kelimesi yüce olsun diye savaşırsa işte o kimse, Aziz ve Celil Allah yolundadır.” Buyurmuştur.

Demek ki Müslüman, İslam yücelsin diye, Kur’an yücelsin diye, ALLAH(C.C)’ın emir ve yasakları, hüküm ve kanunları uygulansın diye savaşırsa şehit olmaktadır. Çünkü Müslümana yaraşan ölüm usulü ve yolu budur. ALLAH(C.C) kendi rızası ve davası uğrunda yapılmayan her savaşı, kavgayı ve mücadeleyi lanetlemiştir. ALLAH(C.C)’ın mükafatı, kendi rızası ve davası uğrunda mücadele edenleredir. Bu mükafatın müjdesini ALLAH(C.C) Kur’an-ı Kerim’de şöyle bildirmektedir;

“Allah yolunda harp ederek öldürülenlere yahut galip gelenlere büyük mükafat vereceğiz.” (Nisa 74)

ALLAH(C.C) için, ALLAH(C.C)’ın kelimesinin yücelmesi için mücadele edenler mutlaka mükafatını görecektir. Evet bizler yani Müslümanlar  yeter ki “ALLAH(C.C) İÇİN YAŞASINLAR, ALLAH(C.C) İÇİN SAVAŞSINLAR VE ALLAH(C.C) İÇİN ÖLSÜNLER.”

Rabbim, tüm Müslümanlara böyle yaşayıp, böyle savaşıp, böyle ölmeyi nasip etsin. Amin

ELHAMDULİLLAH

The post NEYİN UĞRUNDA ÖLMEK? appeared first on Ebrar Medya.

Hamd gökleri yeri ve ikisinin arasındakileri emsalsiz yaratan, yöneten, çekip çeviren, bulutları sevk eden Aziz ve Hakem olan ALLAH(Celle Celaluhu)’a olsun…

İçinde bulunduğumuz dünyada, bütün şer güçler, her çeşidi ve şekli ile İslami hareketin üzerine üşüşmüş ve bu hareketi yok etmek için birbiriyle yarışmaktadırlar. Müslümanlara açtıkları bu savaşı kazanmak için ortaya sürdükleri sebepler ve gerekçeler sayılamayacak kadar çoktur.

Şimdi burada İslam düşmanlarının ümmete zarar veren yönlerine değinmeden, dağılmış, parçalanmış olan ümmetin nasıl toparlanacağı ve düzeleceğine vakıf olmamız lazım.

Şunu çok iyi bilelim ki ümmeti bir bütün olarak parçalamadılar. Fert fert, teker teker parçalayarak toplumu bu hale getirdiler. Şimdi bizlerde bu şekilde tekrar fert fert düzelirsek İslam toplumunun ayaklandığı, güçlendiğini göreceğizdir İnşaAllah.

Bütün Müslümanlar “Ben” düzelirsem “Ailem”de düzelir. Ailem düzelirse toplumda düzelir şuuruna sahip olması gerekir.

Evet, öyle bir devirdeyiz ki Rablerinin izni ile insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için canlarını çekinmeden feda eden davetçiler ihanetle suçlanmaktadır. İyilikten ve ALLAH(C.C)’ın hükümlerinden başka bir şey istemeyen bu insanlar “ Vatana ihanet etti”, “Halka ihanet etti” diye suçlanarak tutuklanmaları için emirler çıkarılmakta sonra da bu masum insanlar, ailelerinin arasından, elbiselerini dahi giymelerine izin verilmeyerek çekip alınmaktadır. Bütün bunlar da Kelim-i Tevhid’i yaşadığı suçu ile yargılanmaktadır.

ALLAH(C.C)’a hamd olsun bu ne güzel Müslüman böyle, Tevhidi ne güzel anlamış, yaşamış, yaşatmak içinde mücadele vermiş ve iyi örnek olmuş.

Örnek bir Müslüman kendisini ilgilendiren her alanda örnek olmak için gayret eder. Gerekirse canla, malla, dil ile, gecesiyle, gündüzüyle boşluk kalmayacak bir şekilde mücadele eder. Neden peki?

Çünkü Müslüman bilir ki, en güzel şekilde örnek ve önder olan Peygamberinin de her alanda örnek bir hayat yaşadığı içindir.

İyi örnek olmak, iyi bir davetçi olmak için Müslümanların dikkat edeceği takınacağı bazı durumlar vardır.

-Mantıkları, düşünceleri Kur’an ve Sünnet üzeredir. İktisatlı davranırlar, Yürüyüşleri tevazu iledir. ALLAH(C.C)’ın kendileri için haram kıldığı şeylerden gözlerini çevirirler. Kendilerine faydalı olan, ilme kulak kesilirler. Umut halinde mütevazi oldukları gibi bela içerisindeki olduklarında da mütevazidirler. Her şeyi yaratıp takdir eden ALLAH(C.C) onların nefislerinde yücelmiş, O’nun(C.C) dışında olan herşey de gözlerine küçülmüştür.

Kalpleri mahzundur, ihtiyaçları azdır. Nefisleri iffetlidir. Kısa bir zaman sabreder, Uzun bir zaman rahata kavuşurlar.

Dünya onları ister fakat onlar dünyayı istemezler. Dünya onları esir etmeye çalışır, fakat onlar kendilerini oradan kurtarırlar. Geceleri kıyam ederek ağır ağır, Kur’an okurlar. Teşvik edici bir ayetin üzerinden geçerlerse çok beğenerek ona meylederler. Korkutucu bir ayetin üzerinden geçerlerse kalplerinin ta derinliklerinden ona kulak verirler. Cehennemin o şiddetli sesini ve nefesini kulaklarının dibinde hissederler.

Gündüzleri ise ağır başlı, alim, iyi ve takva sahibidirler. Amellerinin az olmasına razı olmaz, çoğu da çok olarak görmezler. Onlar devamlı nefislerini kusurlu görürler, yaptıkları işlerden de sakınırlar. İçlerinden biri tezkiye edildiği vakit “ Ben nefsimi başkalarından daha iyi bilirim. Rabbimde beni benden daha iyi bilir. ALLAH(C.C)’ım onların söylediklerinden dolayı benim kusuruma bakma beni onların zannettiklerinden daha faziletli kıl, onların bilmedikleri hususlarda bana mağfiret et” der.

Yine iyi bir örnek Müslüman akşama kadar bütün derdi şükretmek, sabaha kadar da bütün derdi zikretmektir.

Emelinin yakın, kalbinin ALLAH(C.C)’a karşı huşu içerisinde, nefsinin kanaatkar, işinin kolay, dininin mahfuz, şehvetinin ölü, kininin mektum (gizli, saklı) olduğunu hayır cihetinden umut edilir, şer cihetinden (yönünden) ise güvenilir olduğunu görürsün.

Kendisine zulmedeni affeder, Kendisine vermeyene verir, Kendisine gelmeyene gider, Fuhuştan uzaktır. Kavli(dili) yumuşaktır, İyiliği hazırdır, Hayrı gelicidir, şerri gidicidir. Zorluklarda ağır başlı, sabırlıdır. Bollukta şükredicidir. Şahit tutulmadan önce hakkı itiraf eder. Muhafaza ettiği şeyleri kaybetmez, hatırladığı şeyleri unutmaz. Kötü lakaplarla hitap etmez, komşusuna zarar vermez. Batıla girmez, haktan çıkmaz. Sustuğu zaman suskunluğundan pişman olmaz. Güldüğü zaman sesini yükseltmez. Nefsi daima alçaktır. İnsanlar onun yanında rahattadır.

Bu maddeler ve davranışlar bizi İnşaAllah önce ALLAH(C.C) katında güzel, kaliteli bir Müslüman sonra da insanlar katında örnek bir Müslüman durumu ve konumuna getirecektir.

Rabbimiz;

 “ALLAH(C.C)’a ve ahiret gününe iman edenler için Peygamberde güzel örnekler vardır.” (Ahzab 21) buyurmaktadır.

Aslında doğru bir anlayış veya inanç bizlere zor gibi gözükse de iyi bir örnek olmak için önümüzdeki bütün engelleri aşmamıza yardımcı olacaktır.

Rabbim bizleri iyi örnek olan kullarından eylesin. Amin

ELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN

The post İYİ ÖRNEK OLMAK ÇOK MU ZOR? appeared first on Ebrar Medya.

Hamd gökleri yeri ve ikisinin arasındakileri emsalsiz yaratan, yöneten, çekip çeviren, bulutları sevk eden Aziz ve Hakem olan ALLAH(Celle Celaluhu)’a olsun…

Her şeyi ile bizlere örnek ve önder olan Peygamberimiz(sav) hicreti ile de en güzel şekilde örnek olmuştur.

Rasulullah(sav) hicret ederken beşerin insanoğlunun aklına gelebilecek hiçbir ihtimali göz ardı etmemiş bütün ihtimaller ve sebepleri değerlendirerek gerekeni yerine getirmişti.

Kendi yatağına Hz. Ali(ra)’i bırakmıştı. Yolculuk için binekleri hazırlatmış ve yolda rehberlik edecek bir kimse tutulmuştu. Düşmanları şaşırtmak için kuzeye, Medine’ye doğru yöneleceği yerde, güneye gitmiştir.

Amir b. Fuheyre’nin koyun sürüsüyle arkalarından gelmesini sağlayarak izleri sildirmişti.

Sevr dağının çok yüksek ve sarp yerinde olup ulaşılması çok zor olan Sevr mağarasında saklanmıştı.

Hz. Ebu Bekir(r.a)’in oğlunu Mekke’den haber getirmekle görevlendirmişti ve Ebu Bekir(ra)’ın kızı Esma’yı mağarada saklandıkları süre içerisinde kendilerine yiyecek getirmekle görevlendirmişti.

Bütün bu zahiri sebepleri yerine getirmesine rağmen düşmanlar mağaranın ağzına kadar gelmelerdi. Eğer ALLAH(C.C) iradesi olmasaydı, mağaradan içeri bile gireceklerdi. Bu durum, Hz. Ebu Bekir Sıddık (r.a)’ı;  Ya Rasulullah(sav) içlerinden biri ayaklarının altına doğru baksa bizi görecek” demeye sevk etmişti. Peygamberimiz(sav) cevaben; “Üçüncüleri ALLAH(C.C) olan iki kişi hakkında ne zannedersin Ey Ebu Bekir” buyurdu.

Bu da gösteriyor ki; Rasulullah(sav) bizlere sadece zahiri sebeplere itimat etmemiş aksine evini çepeçevre kuşatan düşmanların arasından ilk çıktığı andan beri ALLAH(C.C)’a güvenmişti ve mağaradaki o zor anlarda da hiçbir zaman ALLAH(C.C)’a tevekkül edip, O(C.C)’nun yardımına güvenmeyi unutmamıştı. Buradan şunu çıkarıyoruz ki ALLAH(C.C)’a tevekkül etmeyi unutup, sadece kendi planına, yanındaki kişilere veya yaptığı hazırlığa güvenmemelidir.

Zafere götüren yolda atılacak ilk adım ALLAH(C.C)’a tevekküldür.

Müslüman kişi doğru sebeplere sarılıp, ALLAH(C.C)’a tevekkül edip dayandığı müddetçe sonuç hep kazançlı olacaktır ve Rabbimizin buyurduğu üzere; “Bizim başımıza ALLAH(C.C)’ın dilediğinden başka bir şey gelmez” (Tevbe 51)

Hicret yolculuğunda peygamber ve arkadaşın başına ALLAH(C.C)’ın dilediğinden başka bir şey gelmemiştir.

Ne hoştur, Ne güzeldir, ALLAH(C.C)’a güvenip dayanmak.

ELHAMDULİLLAH

The post BİZİM BAŞIMIZA ALLAH(C.C)’IN YAZDIĞINDAN BAŞKA BİRŞEY GELMEZ appeared first on Ebrar Medya.

Hamd gökleri yeri ve ikisinin arasındakileri emsalsiz yaratan, yöneten, çekip çeviren, bulutları sevk eden Aziz ve Hakem olan ALLAH(Celle Celaluhu)’a olsun.  Salat ve Selam son Resul, Son Nebi Hz. Muhammed(sav)’in, ashabının ve bütün Mü’minlerin üzerine olsun.

ALLAH(Celle Celaluhu) İnsanoğlunu aciz ve muhtaç olarak yaratmıştır. Aciz olma yönlerinden biri de birçok bedensel hastalıklara yakalanmasıdır. İnsanoğlunun nasıl ki bedensel hastalıkları varsa aynı şekilde kalbi hastalıkları da vardır. Örneğin, kibir, hased ve ırkçılık gibi… Bu hastalıklar kişi de bulunduğu sürece diline ve azalarına da yansıyacaktır. ALLAH(Celle Celaluhu) bizlere vahiyle yani “Kur’an ve Sünnet” ile neyin helal, neyin haram, kimin dost, kimin düşman, ne doğru, ne yanlış bildirmiştir. Şimdi bizlerde İnşaAllah bu inanç ve anlayışa sahip olarak meseleyi ele alacağız.

Öncelikle ırkçılık beşeri sistemlerin ve tağuti güçlerin hakim olup yönettiği toplumlar da mevcuttur. Irkçılığın tohumlarını bunlar dikmiş, bunlar büyütmüş ve bunlar insanlığın önüne koymuştur. İslam’da ırkçılık yoktur. Zaten ALLAH(Celle Celaluhu) insanlar arasındaki üstünlüğün dil, renk, kavim, aşiret ile değil de takva ile olduğunu bildirmiştir.

“Ey İnsanlar, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanımanız için sizi kavimlere ayırdık. ALLAH(C.C) katında en üstün olanınız ALLAH(C.C)’tan en çok korkanınızdır. Şüphesiz ki ALLAH(C.C) hakkıy bilen, hakkıyla haberdar olandır.” (Hucurat 13)

Bu ayetin tefsirinde müfessirler; ALLAH(C.C) insanları farklı kavim ve ırklardan yaratmasından gaye tanışmaları, birbirleriyle kaynaşmaları olarak bildirirken tağuti sistemlerde ise insanları renk, dil, kavim ayrımcılığı ile düşmanca bir hale getirmektedirler.

Irkçılık, bugün günümüzde hemen hemen her coğrafyada mevcuttur. Yaşadığımız Türkiye coğrafyasında çok açık ve net olarak ırkçılık yapılmaktadır. Örneğin, fabrikalarda, okullarda, kız istemelerde vb. durumlarla etrafımızı virüs gibi sarmıştır. Irkçılık konusu hadislerle de açık ve net olarak yasaklanmıştır.

Rasulullah(sav);

 “Irkçılık davasına kalkan bizden değildir. Irkçılık üzere savaşan bizden değildir. Irkçılık üzere ölen de bizden değildir.” buyurmuştur.” (Müslim)

ALLAH(C.C)’ın ayetine, Peygamberimizin hadisine baktığımızda artık ırkçılık yapmak, ırkçılık üzere savaşmak ve ölmek yasaklanmıştır. Doğru ve hak olan bilgi budur.

Peygamberimiz(sav) bir hadiste;

“Şüphesiz ki ALLAH(C.C) sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar.” (İbn Mace, Zühd 9 – Müslim Birr 33) buyurmaktadır.”

Gerçekten de ne kadar doğru, bu meseleyi aydınlatıcı bir örnek;

Düşünün ki Müslüman bir siyahi hizmetçi, kafir bir beyaz kraldan üstün değil mi? Çünkü inanç, akide farkı bir Müslümanı tüm değer ve kriterlerden üstün tutar.

Peygamberimizin (sav) şu hadis-i ile yazımızı bitiriyoruz;

“Şeytan Ademoğlu için İslam yolunda oturur ve atalarının dinini terk mi edeceksin der. O da şeytana uymayıp Müslüman olur. Sonra şeytan hicret yolunun üzerine oturur ve yurdunu terk edersen garip kalırsın der. Mü’min yine onu dinlemez ve hicret eder. Sonra cihad yolu üzerinde durur. O Mü’min’e savaşa gidersen öldürülürsün malını paylaşırlar, hanımını başkası nikah eder der. O da bu son engeli de aşar ve yoluna devam eder. (Nesai-Cihad-19)

İşte bir Müslüman önüne çıkan zorlukları nasıl aşıp, yoluna devam etmişse, aynı şekilde ırkçılık engellerini de aşıp, kardeşlik, sevgi, muhabbete doğru yoluna devam etmesi lazımdır.

“Rabbim hakkı hak bilip, hakka sarılan, batılı batıl bilip, batıldan uzaklaşan kullarından eylesin.

ELHAMDULİLLAH

The post IRKÇILIK YAPMA appeared first on Ebrar Medya.

Allah(C.C) yeryüzünde ki insanlık için doğru bir İslam anlayışı, doğru bir kitap ve peygamber anlayışı ile kendisine kulluk ve ibadet istemektedir. Yeryüzündeki Müslüman nüfusunun çoğunluklu olduğu toplum ve beldelere baktığımızda Allah(C.C)’ın hüküm ve kanunlarına göre hareket etmeyip yaşamadığını görüyoruz.

Yeryüzünde ki tağuti güçler ve beşeri sistemler amacı ve gayesi de insanların ya tamamen kendi hükümlerine uymalarını beklemeleri yada hem Allah(C.C)’ın hem de kendi hükümlerine birlikte uyulmalarını beklemeleridir.

Yine beşeri sistemlerin gayesi toplumlar üzerinde Allah (C.C)’ın hakimiyetini kaldırmaktır. Bu şekilde İslam toplumunu zayıflatıp etkisiz hale getirmektir.

Böyle bir toplumda yaşayan tüm Müslümanlara da büyük sorumluluklar düşmektedir. Bu önemli olan sorumluluk ve mükellefiyetlerimizi yerine getirmek için de doğru vesilelere sarılmamız lazımdır.

Maide-35 de; ‘’Ey iman edenler Allah’tan korkun. O’na yaklaşmak için vesileler arayın ve Onun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz… Buyrulmaktadır.

Artık Allah(C.C)’a ve Resulüne(sav) iman edenler, sözlerini ahitlerini bozmuş, kafirlere, fasıklara benzemeyiniz de Allah’tan korkunuz. Yani Allah’ın azabından cezasından korkunuz. Çirkinliklerden sakınınız. Bir günaha düştüğünüzde hemen tevbe ediniz, çünkü Allah (C.C) çok affedici çok merhamet edendir..

Müslümanlar olarak sadece kötülüklerden uzak durmakla yetinmeyip boş durmayıp Allah(C.C)’a yaklaşmak için vesileler, yollar aramalıyız. Bu vesileler de bizleri Allah (C.C)’ın sevgisine ve O’na layık güzel ameller yapmaya irademizi yöneltecektir.

Bitti mi? Hayır.

Bir de Allah(C.C) yolunda İslam dini uğrunda doğru yol üzerinde gücümüzü kullanmakla mücadele edeceğiz.

Şimdi doğru vesilelerin ne olduğunu öğrenerek yazımıza devem edelim.

Dilimizde bilindiği üzere ‘’vesile ’’kendisi ile bir gayeye ulaşılan, yani yaklaşılan sebep, yaklaşma sebebidir.

Alimlerde vesilenin tarifi noktasın da şöyle buyurmuşlardır:

Mücahid, Ata, Abdullah bin kesir; ‘’yakınlık’’

Katade ise ‘’Allah(C.C)’a itaat ve hoşnut olacağı amel ile yaklaşınız’’

İbni Zeyd de ’’muhabbet(sevgi)ile kendinizi Allah(C.C)’a sevdirmeye çalışınız’’ diye tarif etmişlerdir.

Ebu hureyre’den rivayetle Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur.

’’Allah(C.C)’tan vesile dileyiniz ’’vesile nedir’’ diye sordular. Resulullah (sav) ise Allah(C.C)’a yakın olmaktır. buyurdu…. (Tirmizi )

Bu tariflerden sonra Allah(C.C)’tan nasıl korkulup ona nasıl yaklaşacağımızı, öğrenmiş olduk.

Allahu Teâlâ ya yaklaşmak için hem kalbi, hem kavli, hem de bedeni olarak bütün vesilelere sarılmamız lazım.

Rabbimizin biz kullarından istemiş olduğu emir ve yasakları, farzları, vacipleri ve nafile ibadetlere sarılarak yaklaşmamız gerekir.

ELHAMDULİLLAH

The post ALLAH(C.C)’A YAKLAŞMAK İÇİN VESİLELER ARAYIN appeared first on Ebrar Medya.

Ilımlı Müslümanlardan sonra, Radikal Müslüman anlayışı ve zihniyeti de maalesef fertlerde ve toplumlarda ortaya çıkmıştır.

Tıpkı ılımlı İslam anlayışından sonra Radikal İslam anlayışının ortaya çıktığı gibi…

Halbuki ne ılımlı bir İslam ya da Ilımlı bir Müslüman vardır. Ne de Radikal bir İslam yada Radikal bir Müslüman vardır.

Rabbimiz Kur’an’da;

“Biz sizi böylece vasat(orta) bir ümmet yaptık.” Buyurmaktadır. (BAKARA 143)

İslam’da ifrat ve tefrit yasaklanmıştır. Radikal ve Ilımlı anlayışında ifrat ve tefrit ile uyuşmaktadır.

ALLAH(C.C) İslam davasına inanan Müslümanlardan istediği şeyler vardır.

1) Hakkı eğip bükmeden söylemek.

2) ALLAH(C.C)’ın emirlerini, hükümlerini tebliğ edip uygulamak.

3) Emrolunduğun gibi Sırat-ı Müstakim çizgisinden sapmadan vasat olarak hareket etmek.

4) Batıla karşı net tavır koymak.

5) Takva, İhlas, Sabır ve Dua gibi silahları kuşanmak.

Bu ve buna benzer istekleri bir Müslümanın uygulaması ve yaşaması ılımlı ve radikal Müslüman anlayışında çıkararak gerçek manada teslim olan Müslümanlardan yapar.

ALLAH(C.C) gerçek Müslümanların vasıflarını Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor;

“Gerçek Müminler(Müslümanlar) ancak ALLAH(C.C) ve Resulüne(sav) iman eden ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, ALLAH(C.C) yolunda canlarıyla ve mallarıyla savaşanlardır. İşte sadık (iman iddiasında doğru olanlar) ancak onlardır.” (HUCURAT 15)

“Elif Lam Mim. Bu kendisinde şüphe olmayan kitaptır. ALLAH(C.C)’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir. Onlar gaybe inanırlar. Namazı dosdoğru kılanlar. Kendilerine rızık olarak verdiğimizden ALLAH(C.C) yolunda harcarlar. Onlar sana indirilene de, senden önce indirilene de inanırlar. Ahirete de kesin olarak inanırlar. İşte onlar Rablerinden gelen bir doğru yol üzeredirler ve kurtuluşa erenlerde işte onlardır. (BAKARA 1,5)

ALLAH(C.C)’ın Müslümanlara vermiş olduğu vasıflar aynı zamanda ayırıcı özelliği taşımaktadır.

1-) Müslümanların hiçbir kuşku ve şüphe duymadan Kur’an’a inanmaları

2-) Gözleri ile görmeseler dahi gayba iman etmeleri

3-) Namazı dosdoğru kılmaları

4-) Hz. Adem(a.s)’den Hz. Muhammed(sav)’e kadar gelmiş geçmiş bütün peygamberlere inanmaları ve itaat etmeleri

5-) Ahiret gününe de kesinlikle inanmaları

6-) Can ve mal ile ALLAH(Celle Celaluhu) yolunda savaşılması

Bu ayırıcı özelliklere sahip olan Müslümanlar “Kafirlerden, müşriklerden ve münafıklardan, hem inanç(Akide), hem amel, hem de ahlak ve toplum olarak ayrılırlar.

Ne kadar güzel ve hoş bir durum bu çünkü Rabbimiz böylece iyiyi kötüden, temizi pisten, Hakkı batıldan, imanı küfürden ayırdı.

İslam’ın hakim olmadığı beşeri ve cahili topluluklarda Müslümanlar bu ayırıcı özellikleri ile de kafirlerden, Müşriklerden ayrılırlar ve böylece iyi olan, temiz olan, hak ve iman ehli olan Müslümanlar her zaman ve her yerde bu ayırıcı özellikleri taşımış olacaklar.

ALLAH(Celle Celaluhu) gerçek Müslümanların vasıflarını tüm insanlık için çok açık ve net bildirmiştir. Akıl nimetine sahip olan her insan içinde bu doğrultuda hareket etmesi gerekir.

Rabbim bizleri gerçek Müslüman üzere yaşamayı ve gerçek Müslüman üzere ölmeyi nasip etsin.

ELHAMDULİLLAH

The post GERÇEK MÜSLÜMANLAR appeared first on Ebrar Medya.

Salat ve Selam Bizlerin insanoğlunun İslam’ı, Kur’an’ı, imanı ve tevhidi nasıl anlayıp nasıl yaşayacağımızı göstermek için gönderilen tek örnek ve önder Hz. Muhammed (sav)’e ve bütün Müslümanların üzerine olsun.

Her asırda olduğu gibi bu asırda da İslam düşmanları Müslümanlara gerçek yüzünü göstermeyip çeşitli tuzaklar kurarak zarar vermeye çalışmışlardır. Kafirlerin ve İslam düşmanlarının tek gayesi İslam’a ve Müslümanlara verilebilecek en büyük zararı vererek doğru bir din, doğru bir Kur’an ve doğru bir peygamber anlayışını ortadan kaldırmaktır.

Bu anlayışla da Müslüman bir toplumu ılımlı bir hale getirerek istedikleri gibi yönlendirip birkaç ibadeti önlerinde bırakarak İslam’ın bundan ibaret olduğunu aşılamaktır. Bu anlayış yeryüzünde Müslüman nüfusunu oluşturan her ülkede hakimdir.

Ilımlı kelimesi lugatta; Sıcak ve soğuk olmayan demektir. İnanç ve ideolojide ise aşırı olmayan, ölçülü ve mutedil anlamlarında kullanılır.

Öncelikle şunu iyi bilelim ki ne ılımlı bir İslam ne de ılımlı bir Müslüman vardır. İslam İslam’dır. Müslümanda Müslüman. Peki nerden gelir bu ılımlı bakış açısı denilirse, bizde deriz ki batı kaynaklıdır. Kısaca “ Yahudi ve Hristiyanların planı.

Ilım bir İslam ya da Ilım bir Müslüman tabiri ile içi boşaltılmış bir din ve Müslüman anlayışı kastedilmektedir. Nasıl yani derseniz;

1- LA’SI OLMAYAN BİR TEVHİD ANLAYIŞI İLE: Tevhid’den şirki, imandan küfrü, hakk’tan batılı ayrılmamış bir anlayış önümüze koyarak red edilmemiş bir şirk, küfür bakış açısı ile.

2- İLLALLAH’I OLMAYAN BİR TEVHİD ANLAYIŞI İLE: ALLAH(Celle Celaluhu)’tan başkalarına kulluk, ibadet, yardım isteme, helal ve haram belirleme yetkilerini vererek yani kısacası bizlere kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkar ederek bir din ve Müslüman anlayışı vererek halbuki ALLAH(Celle Celaluhu) Bakara Suresi 85. Ayet-i Kerime’de mealen şöyle buyuruyor;

“Yoksa siz kitabın bir kısmına iman edip, bir kısmını inkar mı ediyorsunuz. Sizden böyle davrananların cezası ancak dünya hayatında rezillik, rüsvaylıktır. Kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. ALLAH(Celle Celaluhu) sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir.” (BAKARA 85)

3- PEYGAMBERİMİZ’İN (SAV) YAŞADIĞI İSLAMİ HAYATTAN UZAKLAŞTIRARAK: Bir Müslüman peygamberinin (sav) yaşadığı hayatı yaşamazsa, gerek Mekke dönemi, gerekse Medine dönemi ile çok açık net olarak Peygamber’in (sav) yaşadığı hayatın zıddını, tersini yaşamış olacaktır.

Yani İslam’ın hakim olmadığı Mekke’ye Medine, İslam’ın hakim olduğu Medine’ye de Mekke diyerek bir anlayışla ALLAH (C.C.) muhafaza eylesin

Ne kadar kötü ve korkunç bir durum değil mi? Halbuki İslami bir yönetime sahip olmayan her ülke ve toplumlarda Müslümanlar bu şekilde yaşamaktadır.

Batılı bilginler, müsteşrikler ve belamlar Kur’an ve Sünnet anlayışında zayıf olan hiçbir Müslümana acımayarak kurt ve çakallar misali ümmeti parçalamaktadırlar.

Yine bu kurt ve çakallar ılımlı kavramlar ile gerçek İslam’ın zor olduğu aşırı olduğu, önyargısından yola çıkarak, alternatif (çözüm) olarak beşeri bir din anlayışı ortaya çıkarırlar ve böylece topluma kolay, basit, nefse hoş gelen, ılımlı bir din, İslam dizayn edip halka bakın sizin dininiz bu olmalı demeye başlarlar.

İslam’da zorluk değil kolaylık esastır. ALLAH(Celle Celaluhu)’ın emir ve yasaklarına göre yaşayan kişi veya kişiler hem dünya hayatını düzene koyar, hem de ahiret sınavını başarı ile bitirir ve böylece cennet nimetlerini elde eder.

ALLAH(Celle Celaluhu) Kur’an’da şöyle buyuruyor;

“ ALLAH(C.C.) size kolaylık ister, sizin için zorluk istemez.” (Bakara 185)

İslam dinini tahrif edilmiş bir şekilde yaşayan kimse hem akidesini hem de amelini zayi etmiştir.

Kafirlerin “ Hristiyan ve Yahudilerin” istediği budur.

ALLAH(C.C.) Kur’an’da şöyle buyuruyor;

“Sen onların dinine uyuncaya kadar Yahudilerde, Hristiyanlarda senden asla razı olmazlar. De ki; Doğru yol ancak ALLAH(C.C.)’ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan, Andolsun ki ALLAH(C.C.)’tan ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara 120)

ALLAH(Celle Celaluhu) özelde Müslümanlara, genelde bütün insanlığa kendilerine verilen gözle hakkı görmeyi, kendilerine verilen kulaklar ile hakkı işitmeyi akıl ile doğruyu idrak etmeyi ve kalp ile de imanı, Tevhidi tasdik eden kullardan olmayı bizlere nasip etsin. Amin

ELHAMDULİLLAH…

The post ILIMLI MÜSLÜMAN ! appeared first on Ebrar Medya.

Salat şerefliler yarışmasında birinci gelmiş, seçilmiş, en güzel ahlak ile Kuranın ete kemiğe bürünmüş hali olan Hz. Muhammed(sav)’e, selam; Seçilmiş elçinin izini takip ederek şerefliler yarışmasında hedefi yüksek olup bu hedef için bu güne dek yarışmış ve bundan sonra da yarışmayı kazanmak için canla malla fedakârlık yapan güzide insanların, hidayete tabi olanların üzerine olsun…

Müslüman, rehber ve  kılavuz olarak ,Kabul ettiği Kuran’ın helalini helal, haramını haram, kanunlarını kanun bilendir…

Yine Müslüman Allah(C.C)’ın sevdiğini seven,Allah(C.C)’ın dostlarını dost bilen, Allah(C.C)’ın düşmanlarını da Düşman bilendir…

Her Müslümanın Allah(C.C)’a, peygambere, Kuran’a ve Müslümanlara karşı görev ve sorumlulukları vardır.

Yine her Müslümanın ‘’belamlara, firavunlara, nemrutlara ve Ebu cehillere kısaca Tuğyan edip azgınlaşan Tağutlara karşıda görev ve sorumlulukları vardır…

Her Müslümana bu görev ve sorumluluklar ilahi bir kitap ve ilahi bir peygamber vasıtası ile ALLAH(C.C) tarafından bildirilmiştir…

Kelime-i Tevhid her Müslümanın ilk ve son görevidir. Yine Kelime-i Tevhid bir Çağrıdır Tüm nesillere ve Çağlara..

Tabiki bu ilk görev ve çağrının  başı ‘’LA İLAHE’’ ile başlar,’’İLLALLAH’’ ile Hakimiyetini kurar,’’Mumammedun Resulullah’’ ile de tatbikatını tamamlar…Bir bütün olarakta ‘’ La ilahe illallah Muhammedun Resulullah’’ ile kıyamete kadar devam eder…

İslam, yeryüzünde Allah’ın değişmez binasıdır. Her binanın bir kapısı ve bu kapının da bir anahtarı vardır, İslam binasını açan anahtar ise Kelime-i Tevhid’dir. Kelime-i Tevhid’in anahtarı da ‘’LA’’dır. LA kurtuluş kapısını açan anahtardır …

Bu anahtarı elinde bulundurmayan ferd ve toplumlar her daim zulüm, işkence  ve karanlıklarda yaşamaya mahkum kalmışlardır…

LA Arapçada =yoktur, reddediyorum, Kabul etmiyorum, hayır anlamlarına gelir…İLAHE ise=bütün ilahları, sistemleri, ideolojileri, Allah(C.C)’a baş kaldırmış bütün kurum ve kuruluşları Kabul etmiyorum demektir. İLLALLAH ise=yalnız Allah’ın varlığına ve birliğine, hakimiyetine, hüküm ve kanunlarını Kabul etmektir.

Kelime-i Tevhide iman etmek demek ,bütün bu sayılan manaları düşünerek söylemek ve Kabul etmektir…

Kelime-i Tevhid’in başında ki  LA’nın anlaşılmadığı toplumlarda sahte ilahların üremesinin ve türemesinin önüne geçilemez. “LA” inkılabını gerçekleştirmeyen toplumlar, Tağuti iktidarların yıkıldıklarına şahidlik edemedikleri gibi, Tevhid düzeninin kurulduğuna da  sevinemezler…

Bu hakikat ve gerçeklerin durumu ile alakalı bir çok ayeti kerime karşımıza çıkmaktadır..Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır.

‘’Andolsun ki biz kavme Allah’a kulluk edin Tağutlara kulluk etmekten sakının diye tebliğat yapması için bir peygamber gönderdik. Allah kimilerine  hidayet Verdi kimileri de kendi iradesi ile sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünü gezinde peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu bir görün.(Nahl-36)

“Dinde zorlama ve baskı yoktur .Doğruluk sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim Tağutu inkar edip Allah’a inanırsa kopması mümkün olmayan bir kulpa (Tevhide, Kur’an’a, İmana) yapışmıştır. Allah hakkıyla işiten ve bilendir.”(Bakara-256)

“Allah iman edenlerin velisidir(dostu, yardımcısıdır).Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfredenlerin velisi ise Tağut’tur, onları aydınlıktan karanlığa çıkarır. işte onlar ateş ehlidir ve orada ebedi kalıcıdırlar.”(Bakara-257)

Tağutlarla ilgili her ayetin Müslümanlarla bir bağlantısı ve üzerine düşen sorumlulukları açık ve nettir …

İman ve tağut zıt iki kavramdır.İman Tağut’a düşman,Tağut’ta imana düşmandır.Biri aydınlık diğeri ise karanlıktır.yani iman aydınlık tağut ise karanlıktır.Karanlık kaybolmadan aydınlık zuhur etmez.

Şimdi  tağutlarla alakalı meseleyi daha iyi anlamak için sözü işin ehli olan tefsir alimlerimize bırakalım…

Fahreddin-I Razi(Rh.a)şöyle der ,Bakara-256. Ayetin tefsirinde …’’Kafir bir kimse için önce küfürden tevbe edip sonra Allah’a iman  etmesi gerekir “yani herhangi bir küfür çeşit ve  nizamından  islam nizamına girmek isteyen bir kimse önce üzerinde bulunduğu küfür çeşidini ve küfür kapsamına giren her çeşit küfrü Reddetmesi, veto etmesi gerekir. Şeytani kanunları, felsefi kuruntuları ve ideolojileri, tüm ihdas edilmiş ve edilecek izm’leri veto etmeden, elinin tersi ile geri çevirmeden  Allah’a iman edilmez’’ buyurmaktadır.(tefsir-i kebir)

Elmalı Muhammed Hamdi yazır(Rh.a)bu konuda şöyle diyor. “Mümini Muvahhid olmak için ,Allah’a imandan evvel küfre tevbe etmek şarttır ve bu tevbenin şartı da tağutları asla tanımamağa azmeylemektir.’’ Bu suretle  kim tağut’u inkar edip Allah(C.C)’a iman ederse ‘’ayeti-La ilahe illallah-kelime-i tevhidin bir tefsiri demektir. buyurmaktadır(Hak Dini Kuran Dili tefsiri)

Demek oluyor ki kişi –la ilahe- dediği zaman yeryüzündeki Allah düzeniyle çelişen ve çatışan tüm Tağuti idareleri, şeytani kanunları, beşer uyduruğu ahkamları bir anda hatır-gönül dinlemeden, beklemeden inkar etmektir..

Tağut, hakkı tanımayıp azan ve sapan her kişi ve güce verilen addır. şeytana da bu yüzden tağut denilmiştir. Tağut, hakka, hakikate ve imana karşı gelen ,Allah’ın kulları için çizdiği nizamı ve sınırları aşan her şeyi ifade eder..

Tuğyan edenlerle alakalı bütün ayetler inanca ve itikada taalluk etmektedir. Bu durum da özelde Müslüman olduğunu söyleyenleri ilgilendirmektedir.

Allah (C.C) bir çok ayette önce iman sonra salih amel kaidesini koymuş ve bu şekilde bir hakikat ortaya çıkmıştır. Kimse de bu hakikati hiçbir şekilde değiştirme gücüne sahip değildir.

‘’Asr’a ve zamana yemin olsun ki ,insanlar hüsran içindedir.ancak iman edip salih amel işleyenler ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna…(ASR-1,2,3)

Bu ve bunun gibi birçok ayette imandan sonra salih amel zikredilmiştir.Önce iman sonra salih amel ilişkisini anlamayan ferd ve toplumları büyük bir hüsran ve zarar  beklemektedir …

Yeryüzünde ki bütün tuğyan edenlerin metodu ve usulu bir olmuştur.değişiklik ise sadece tağutların isimleri olmuştur ..Tağutların insanları Allah cc kulluk etmekten alıkoymak için her zaman iki yok izlemişlerdir.

1)zorbalık, işkence, şiddet ve öldürme yoluyla (ashabı-I uhdud da olduğu gibi)

2)Biraz Allah’a kulluk, birazda bizi kulluk şekliyle (en tehlikeli olan da budur)

Yazımızı toparlayacak olursak, hiçbir peygamber gönderildiği kavme, topluma öncelikli olarak tuğyan edenleri tanıtıp onları red etmeye  çağırmamıştır veya çalışmamıştır.

Öncelikle olarak Allah(C.C) varlığının ve birliğinin Kabul edilmesini, Marifetullah bilincini aşılamışlardır…Çünkü ancak bu şekildeki kişinin la demesi doğru ve geçerli olur. Şimdi biz  Müslümanların da takınacağı tavırda böyle olması lazım ,yani önce Allah cc tanıyıp onu tevhid ettikten sonra ,kimi seveceğimizi, kimden nefret edeceğimizi, kimi dost, kimi düşman bileceğimizi rahmani olarak anlamış ve uygulamış oluruz …

Alllah cc bizleri en güzel şekilde kendisine kulluk eden,tuğyan edenlere baş kaldıran kullarından eylesin..AMİN …Elhamdulillah..

The post TUĞYAN EDENLERE “LA” appeared first on Ebrar Medya.