BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd alemlerin Rabbi Rahman ve Rahim din gününün sahibi Allah c.c , Salat ve Selam Alemlere Rahmet olarak gönderilen ,müminlerin örneği ve önderi Yaşayan kur’an Hz. Muhammed sav’e aline ashabına ve onları takip eden muvahhidlerin üzerine olsun inşallah.
Kul, köle, mahlûk, insan. İtaat etmek, boyun eğmek, tevâzu göstermek, daha açık bir ifade ile kişinin bir kimseye, ona isyan etmeden ve ondan yüz çevirmeksizin itaat etmesi anlamlarına gelen “Abd” kelimesi insanoğlunun yaratılışının yegane gayesini ifade eden bir anlam taşımaktadır.
Evet insan Abd yani kul olarak ve kulluk yapmak gayesiyle yaratlmıştır. İnsana kendisinden üstün bir varlığa itaat ve boyun eğme isteği yaratılış fıtratı olarak verilmiştir. Ancak bu fıtrattan gelen istek doğru merciye yönlendirilmezse, bu durum insan için hem dünyada hem ahirette azap demektir.
Abd kelimesinin masdarı olan ubudiyyet (kulluk etmek) insanın sıfatıdır. Sâmî menşeli olduğu için; İbrânîce’de ve diğer akraba dillerde de görülen Abd kelimesi, Arapça’da bazı hususiyetler ifade etmektedir. insanın yaratılış hikmetinin Allah’u Teâlâ (c.c.)’ya kulluğa dayandığı kat’i nasslarla sabittir.
Abd kelimesinin masdarı olan ubûdiyet ve kulluk, insanın; rubûbiyet ise Allah’ın sıfatıdır. Zaman zaman müstekbir ve mütekebbir insanlar, ilâhlık taslayarak Allah’a ait vasıfların kendilerinde de bulunduğunu iddia ederler. Allah’a ait isim ve sıfatları Rububiyyet ve uluhiyyet yetkilerini kendilerinde görür ve insanlarında böyle görmelrini isterler. Allah’a ait mülkte onun verdiği rızıklarla hayatlarını idame ettirir ancak misafir oldukları mülkte mülkün sahibiyle hudud yarışına kalkışırlar. Cenâb-ı Hak ise bir insanın Allah’ın hükümlerine bağlı kalarak mükemmel bir kul ve insan olacağı üzerinde Kur’ân’da ısrarla durmuştur.
Kur’ân-ı Kerim’de: “Cinleri ve insanları, bana ibadet etmeleri için yarattım” (ez-Zâriyât, 51/56) hükmü beyan buyurulmuştur. Bütün peygamberler abd olduklarını övünerek söylemişlerdir. Hristiyanlar tarafından ilâh olduğu ileri sürülen Hz. İsa (a.s.) bu iddiayı kesinlikle reddederek Kur’ân-ı Kerim’in tabiriyle şöyle der: “Ben Allah’ın bir kuluyum.” (Meryem, 19/30). Hz. Davud (a.s.) için “O ne güzel bir kuldu” (Sâd, 38/30) diye buyrulurken Hz. Eyyüb (a.s.) hakkında da sabrından dolayı şöyle ifade edilmektedir: “Gerçekten biz onu sabırlı bulmuştuk. O ne güzel kuldu” (Sâd, 38/44). Kur’ân-ı Kerim’de birçok isim ve sıfatla anılan Hz. Peygamber (s.a.s.) için en şerefli isim olarak “abd” tabiri kullanılmaktadır. Cenâb-ı Allah’a en yakın bulunduğu Mîrac gecesinde kendisinden “abd” diye sözedilmektedir (el-İsra, 17/1; en-Necm, 53/10) .
Rasûlullah (s.a.s.)’in “abd” yönü ve özelliği rasûl sıfatından daha üstündür. Zira kul olma yönüyle Hakk’a ubûdiyet özelliğini yansıtır; rasûl yönüyle ise insanlara tebliğ özelliğini ifade eder. Allah’a yönelik kul olma özelliği, halka yönelik rasûl özelliğinden daha önemli ve daha üstündür. Bundan dolayı da Kelime-i Şehâdet ve Kelime-i Tevhid’de önce abd (kul) sıfatı sonra rasûl sıfatı zikredilmektedir. Aynı şekilde Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerim’de “Allah Kur’ân’ı kuluna indirdi.” (el-Kehf, 18/1) âyetiyle peygarnberlik görevinden söz ederken Rasûlullah’tan “kul” diye söz etmektedir.
Hz. Âdem (a.s.)’den itibaren bütün peygamberler insanları, Allah’u Teâlâ (c.c.)’ya ibadet etmeye davet etmişlerdir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de “Andolsun ki biz her kavme: -Allah’a ibadet edin, tâğuta kulluk etmekten kaçının diye- (tebligat yapması için) bir peygamber göndermişizdir” (en-Nahl, 16/36) buyurulmaktadır. Bilindiği gibi tâğut; Allah’u Teâlâ (c.c.)’nın indirdiği hükümlere karşı ayaklanan (tuğyan eden) her güce verilen bir isimdir. Bunun insan olması, şeytan olması, put olması veya bir ideoloji olması, mahiyetini değiştirmez. Nitekim: “İman edenler, Allah yolunda cihad ederler; küfredenler de (kâfirler) tâğut yolunda savaşırlar” (en-Nisâ, 4/76) âyet-i kerimesi insanların, ya Allah’a iman edip O’nun dini için cihad edeceklerini, ya da küfredip (kâfir olup) tâğut yolunda savaşacağını sarih olarak ortaya koymuştur. Bu iki hâlin dışında, üçüncü bir hâlden söz etmek mümkün değildir. Bu mücadelenin ortaya çıkardığı hukûkî bir durum “abd” kavramı ile alâkalıdır. Şöyle ki; abd kelimesi, köle mânâsına da kullanılmıştır. (el-Bakara, 2/221) Şimdi bu mâhiyet üzerinde kısaca duralım.
Ruhlar âleminde iken Allah’u Teâlâ (c.c.) bütün insanlardan “mîsak” almıştır. Bu bir anlamda Allah’u Teâlâ (c.c.) ile insanlar arasında tahakkuk eden mânevî bir mukaveledir. Her mü’min “Ne zamandan beri müslümansın?” suâline; “Kâlû Belâ’dan beri” diyerek, bu manevî mukâveleyi ikrar eder. Kur’ân-ı Kerim’de; Allah (c.c.)’ın “emâneti” göklere, dağlara ve yeryüzüne teklif ettiğini, onların bu emanetin ağırlığı karşısında endişeye düştükleri, insanın ise kendi iradesiyle yüklendiği bildirilmiştir. (el-Ahzab, 33/72) Emânet; Allah’u Teâlâ (c.c.)’nın tekliflerinin tamamına verilen isimdir. Ruhlar âleminde gerçekleşen mîsak ve yüklenilen emânet sebebiyle; insan, yeryüzünde Allah (c.c.)’ın halîfesi hükmündedir. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)’in: “Her doğan çocuk, İslâm fıtratı üzerine doğar” müjdesi sarihtir. insan; dünyaya geldikten sonra mîsakı unutur, emânete ihanet eder ve İslâm’a karşı savaşırsa “kölelik” (abd, rakik, memlûk, cariye vs…) gündeme girer. Nitekim Molla Hüsrev: “Kölelik; tevhid akîdesinden yüz çevirmenin cezası olarak, Allah’u Teâlâ (c.c.)’nın takdir ettiği bir hakirliktir” (Molla Hüsrev, ed-Dürer, İstanbul 1307, II, 6) diyerek, meselenin içeriğine işaret etmiştir. İbn Âbidîn’de bu konuyla ilgili olarak şu hükümlere yer verilmiştir: “Bulunan çocuk (lâkit) bütün hükümlerde hürdür. Hattâ kazf (zina isnadı iftirası) edene, had vurulur. Çünkü âdemoğlu için asıl olan hürriyettir. Zira insanlar müslümanların en hayırlıları olan, Hz. Adem ile Hz. Havva’nın çocuklarıdırlar. Bazı insanlardaki kölelik hâli ise, daha sonra ortaya çıkan küfür sebebiyle meydana gelmiştir.” Dikkat edilirse köleliğin tahakkuku, ruhlar âleminde gerçekleşen mîsakı reddetmek ve emânete ihanet ederek İslâm’a karşı savaşmakla ilgilidir. Müsteşriklerin (veya onları taklid eden kimselerin) iddia ettikleri gibi kaba kuvvetle alâkası yoktur. Rasûlullah (s.a.s.)’ın hür bir insanı, kuvvet kullanarak kendisine hizmetçi yapanın namazının asla kabul edilmeyeceğini ve kıyâmet gününde onun karşısında olacağını ifade ettiği bilinmektedir. (Buhârî, İcare, 10) Dolayısıyla bir İslâm beldesi kâfirlerin istilâsına uğrarsa, o beldedeki müslümanlar “esir” olabilirler, ancak kat’iyyen “köle” olamazlar.
Râgıp el-İsfahânî; “abd” kavramının Kur’ân-ı Kerim’de dört ayrı mahiyeti ifade için kullanıldığını kaydeder. Bunlar: 1) Hukûkî açıdan köle mânâsına: el-Bakara Sûresi’nin 221. âyetinde olduğu gibi. 2) Yaratılması bakımından abd: Bu mâhiyette, sadece Allah’u Teâlâ (c.c.)ya nisbet edilerek kullanılır. Nitekim Rasûl-ü Ekrem (s.a.s.): “Hiç biriniz (elinizin) emrinizin altında bulunanlara kulum demesin. Çünkü hepiniz Allah’u Teâlâ (c.c.) ‘nın kullarısınız” diyerek bu mahiyete işaret etmiştir. 3) Allah’a kulluk yapması açısından abd: İster hür, ister köle olsun şer’î hududlara riâyet eden kimse. 4) Dünyaya ve dünya servetine kul haline gelen abd: Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)’in: “Kahrolsun altına, gümüşe ve lükse kul olan insan” (Tirmizî, Zühd, 42) diye zemmettiği kimseler.
Kelime-i Şehâdet getirirken; bütün ilâhları reddettiğimizi, sadece Allah’u Teâlâ (c.c.)’ya iman ettiğimizi, Peygamber Efendimizin (s.a.s.) önce “abd” (kul), sonra “rasûl” olduğunu ikrar ve tasdik ediyoruz. Dikkat edilirse, kelime-i şehâdette geçen kavramlardan birisi de “abd” kavramıdır. İnsanın sıfatı; Allah’u Teâlâ (c.c.)’ya kul olmasıdır: Eğer bu sıfat kaybedilirse, beşeri sistemlerin esiri haline gelme tehlikesi mevcuttur. Allah’u Teâlâ (c.c.)’ya kulluk eden kimseye “hür insan”, beşeri sistemlere kulluk edene de “köle” denilir. Bu mahiyet asla unutulmamalıdır. Hz. Âdem (a.s.)’den beri devam eden mücadelenin mahiyeti “abd” kavramı ile izah edilebilir. Zira bütün peygamberler insanları “Allah’a kulluk (ibadet) edin, tâğût’a kulluk etmekten kaçının” diyerek uyarmışlardır. Toplumlar aradıkları huzuru ve saadeti ancak Allaha kulluk edip onun emir ve yasaklarına uyduklarında bulacaklardır.insanı var eden Allah onun fıtratına uygun bir ortamın ne ile sağlanacağını da en iyi bilendir. Bu sebeple göndemiş olduğu kitap ve indirmiş olduğu nizam insan fıtratının bu gün muhtaç olduğu huzurun tek kaynağıdır.
Seyyeid Kutubun (ra) dediği gibi “İnsan DAİMA KULLUK halindedir. Ya ALLAH’A ,ya Dışındakilere.” Rabbim şeytana, nefsine, hevasına, şehvetine, paraya , mala, makama, beşere ve sistemlerine köle olmaktan kurtulup Kendisine hakkıyla kul olabilmeyi ve asıl özgürlüğün tadına varabilmeyi bizlere nasip etsin İNŞALLAH. AMİN.
VELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN.