VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 57. VE 63. AYETLER

Kafirleri Veli Edinmenin Yasaklanması Ve Sebepleri
57- Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alay ve eğlenceye alanları ve kâfirleri veli edinmeyin. Eğer müminler iseniz Allah’tan korkun.
58- Namaza çağırdığınızda onu alay ve eğlenceye alırlar. Bu, onların gerçekten akıllarını kullanmaz bir topluluk olmalarındandır.
59- De ki: “Ey Kitap Ehli! Bizi ayıplayı-şınızın Allah’a, bize indirilene ve daha önce indirilenlere inanmamızdan ve sizin bir çoğunuzun da fasık kimseler olmanızdan başka bir sebebi mi var?”
60- De ki: “Allah katında bundan daha kötü bir cezanın bulunduğunu size haber vereyim mi? O kimseler ki, Allah onlara lanet etmiş, aleyhlerine gazap etmiş ve onlardan maymunlar, domuzlar ve tâğûta ibadet edenler kılmıştır; işte onlar yer bakımından en kötü ve doğru yoldan en sapmış olanlardır.”
61- Size geldiklerinde: “İman ettik” l&n gizlemekte olduklarını daha iyi bilir.
62- Onlardan bir çoğunun günaha, haksızlığa ve haram yemeye koşuştuğunu görürsün. İşledikleri şey gerçekten ne kötüdür!
63- Rabbaniler ve bilginler onları günah söylemelerinden ve haram yemelerinden vazgeçirmeye çalışmalı değil miydi? Yapmakta oldukları şey gerçekten ne kötüdür!
Nüzul Sebebi
“Ey iman edenler…” diye başlayan 57. ayet-i kerimenin nüzulü ile ilgili olarak Ebu’ş-Şeyh b. Hayyân el-Ensârî el-Isfahânî İbni Abbâs’ın şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rifâa b. Zeyd b. et-Tâbût ile Suveyd b. el-Hâris Müslüman olduklarını açığa vurmakla birlikte münafıklık ediyorlardı. Müslümanlardan bir kimse de bu ikisine oldukça sevgi besliyordu. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey iman edenler! Sizden önce… dininizi alay ve eğlenceye alanları ve kâfirleri veli edinmeyin.” buyruğundan itibaren “Allah gizlemekte olduklarını daha iyi bilir.” buyruğuna kadar olan buyrukları indirdi.
Yine dedi ki: Aralarında Ebu Yâsir b. el-Hattâb, Nâfi’ b. Ebi Nâfı’nin bulunduğu bir grup Yahudi Peygamber (s.a.)’e gelip: “Biz peygamberlerden kime iman edeceğiz?” diye sordular. O da şu cevabı verdi: “Ben Allah’a, “İbrahim’e, İsmail’e, İshâk’a, Ya’kûb’a ve Esbâta indirilenlere Musa’ya ve İsa’ya verilenlere, bütün peygamberlere Rablerinden verilenlere (iman ettim). Onlardan herhangi birisi arasında fark gözetmeyiz, biz ona teslim olmuşlarız.” (Al-i İmran, 3/84). Fakat Hz. İsa anılınca peygamberliğini inkâr ettiler ve biz İsa’ya da iman etmeyiz, ona iman edene de iman etmeyiz. Bunun üzerine Yüce Allah haklarında: “De ki: Ey Kitab Ehli! Bizi ayıplamanızın Allah’a, bize indirilene ve daha önce indirilene inanmamızdan ve sizin bir çoğunuzun da fasık kimseler olmanızdan başka bir sebebi mi var?” ayetini indirdi.
Bir rivayette de şöyle denilmektedir: Hz. İsa anılınca şöyle dediler: “Biz sizin dininizden daha kötü bir din tanımıyoruz. İbni Abbâs’tan gelen bir rivayette de şöyle denmektedir: Yahudilerle müşriklerden bir topluluk secdeye vardıkları sırada Müslümanların bu durumlarına güldüler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey iman edenler… kitap verilenlerden dininizi alay ve eğlenceye alanları ve kâfirleri veli edinmeyin.” buyruğunu indirdi.[1][81]
Açıklaması
Bu ayetlerin konusu İslama ve Müslümanlara düşmanlık besleyen, İslâ-mm tertemiz sert hükümleriyle alay eden ve onları bir çeşit oyuncak edinen Kitap Ehli ve müşrikleri veli edinmekten nefret ettirmek, uzaklaştırmaktır.
Ey iman edenler! Dininizle alay eden, dininizin şeâirini, şerı hükümlerini bir çeşit oyuncak edinen Yahudi, Hristiyan, müşrik ve münafıklardan oluşan bütün kâfirleri hiç bir şekilde veliler, yani antlaşmaklar, dost ve yardımcılar edinmeyiniz. Çünkü bir şey ile alay eden kimse ona karşı inat eden, onu küçümseyen, ona iman etmeyen, ona ve o şeye sahip olanlara düşmanlık besleyen bir kimsedir. İsterse bunlar size sevgi gösterisinde bulunsunlar. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “İman edenlerle karşılaştıklarında: İman ettik, derler. Kendi şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise: Şüphesiz ki, biz sizinle beraberiz. Biz ancak alay edenleriz, derler.” (Bakara, 2/14).
Ey iman edenler! Eğer gerçekten siz imanınızda samimi, imanınızın hükümlerine saygı gösteren, onun sınırları çerçevesinde ona bağlı kalan kimseler iseniz yakut eğer sizler şu sefillerinden alay ve oyuncak edindikleri Allah’ın şeriatına iman eden müminler iseniz, Allah’ın azabından ve tekdidinden korkunuz.
Aynı şekilde sizler ezan ile namaza çağırdığınız vakit, namazı bir oyun ve eğlence edindiler. Çünkü onlar Allak’a ibadetin ve Allak’m şeriatının manasına akıl erdiremiyorlar. İşte bunlar ezanı duyduğunda ezan sesini işitemeyeceği yere kadar kaçan şeytana tabi olanların nitelikleridir.
Daba sonra Yüce Allak onlarla tartışarak şöyle demektedir: Ey Muhammed! Şu dininizi eğlenceye alıp oyuncak edinen Kitap Ekli’ne de ki: Bizim Allak’a ve peygamberlerine sapasağlam ve sarsılmaz olan imanımız ile bize indirilenlere, daka önceki peygamberlere indirilen kitaplara iman etmekten başka neyimizi ayıplıyor veya reddediyorsunuz? Bunlar ayıp şeyler değildir ve bunlarda kınanacak bir taraf da yoktur. Bu durumda bu istisna, munkatı’ bir istisnadır: Yüce Allak’m şu buyruğunda olduğu gibi: “Onların berikilerden intikam alışlarının tek sebebi, Aziz ve Hamîd olan Allah’a iman etmeleriydi.” (Bürûc, 85/8); “Halbuki onlardan intikam almaya kalkışmalarının tek sebebi, Allah’ın ve peygamberinin kendilerini lütfuyla zenginleştirmiş olmasıydı.” (Tevbe, 9/74)
Bir diğer sebep ise sizin çoğunuzun fasık kimseler oluşudur. Yani dinin hakikatinin dışına çıkan ve inat eden kimseler olmanızdan başka bir sebep yoktur. Siz din namına taassup ve boş taklitlerden başka bir şeye sahip değilsiniz.
Yüce Allah’ın: “Ve sizin bir çoğunuzun da fasık kimseler olmanızdan başka” buyruğu daha önce geçen “inanmamızdan”a. atfedilmiştir. Yani: Bizi ayıplamanızın tek sebebi, bir taraftan iman edişimiz, diğer taraftan ve aynı zamanda sizin hakkınızda, isyan edip imanın dışına çıkışınıza dair hüküm vermemiz-dir. Şöyle denilmiş gibidir: Siz ancak İslâm’ın dışına çıkmış olduğunuz halde, bizim İslâm dinine girmemiz suretiyle size muhalefet edişimizi reddediyor, tepkiyle karşılıyoruz.
Hazfedilmiş bir muzafın takdiri de mümkündür. Yani sizin bizi ayıplamanızın sebebi, sizin fasıklar olduğunuza inanışımızdır.
Bir mecrura atfedilmiş olması da mümkündür: Sizler ancak Allah’a ve bize indirilenlere iman ettiğimizden dolayı, bir de sizin çoğunluğunuzun fasıklar oluşunuzdan ötürü bizi ayıplıyorsunuz.
Burada “çoğunuz” tabirinin kullanılış sebebi kimi Kitap Ehli kimselerin hâlâ tevhid, ibadet, hak ve adalete bağlılık, hayrı sevmek gibi dinin esaslarına sıkı sıkıya bağlı kalmaya devam etmeleriydi.
Daha sonra Yüce Allah onların alay etmelerine şu buyruğu ile cevap vermektedir: Ey Muhammed! Onlara de ki: Ey “dininizden daha kötü bir şey bilmiyoruz” diyerek, dinimizle alay edenler! Ben sizlere bu din sahibi kimselerden daha kötü yahut da Allah’ın lanetlediği kimsenin dininden daha kötü bir kimseyi haber vereyim mi?
Bu ise onların, bu daha kötünün mahiyeti ile ilgili bir diğer soru sormalarını gerektirdiğinden Yüce Allah şöylece cevap vermektedir:
Bundan daha kötü olan ise: “O kimseler ki, Allah onlara lanet etmiş, aleyhlerine gazap etmiş, onlardan maymunlar, domuzlar ve tâğûta ibadet edenler kılmıştır.” Yani söylediklerinizden ve hakkımızda zannettiklerinizden daha kötü olani size haber vereyim mi? Bu, Yüce Allah’ın şu buyruğuna benzemektedir: “De ki: Ben size bundan daha kötüsünü haber vereyim mi? O ateştir.” (Hacc, 22/72). Böylelikle alay edilip oyunlarına karşı delil getirmek suretiyle azarlanışlarından daha ağır bir azar ve bir ayıplamaya geçilmektedir. Bu ise geçmişlerinin peygamberlerine karşı kötü durumlarını Allahu Teâlâ’nm da fa-sıklıklarına karşı onları cezalandırmalarını hatırlatmaktır.
“Allah’ın lanetlediği”, rahmetinden kovup uzaklaştırdığı kimse demektir. Lanet, ilâhî gazabı, ilâhî gazap da laneti gerektirir. Çünkü lanet, Allah’ın gazabına uğrayan kimseler için sorgulanmanın nihâî noktasıdır.
Allah’ın kendisine gazap ettiği kimse, bir daha kendisinden ebediyyen razı olmamak üzere gazap ettiği kimse demektir.
Onlara olan gazap ve öfkesi dolayısıyla aralarından domuz ve maymunlar kıldığı kimseler. İşte Allah böylelikle dünya hayatında onları rezil etmiş, ibretli bir şekilde cezalandırmıştır. Bu da Yüce Allah’ın şu buyruklarını andırmaktır: “Andolsun ki, aranızda Cumartesi de haddi aşanları bilmişsinizdir. Biz de onlara haydi aşağılık maymunlar olun, demiştik.” (el-Bakara, 2/65) Daha sonra gelecek şu buyruğu da andırmaktadır: ‘Ne zaman ki onlar kendilerine kılınan yasağa karşı baş kaldırdılar, biz de onlara: Aşağılık maymunlar olunuz! dedik.” (A’râf, 7/166) Cumhur onların hakikaten mesholunduklarına (hilkatlerinin değiştirildiğine) kanidir. Onlar maymun ve domuzlara döndürüldüler, sonra da yok olup gittiler. Maymunlara dönüştürülenler cumartesi yasağını çiğneyenler, domuzlara dönüştürülenler ise Hz. İsa’ya indirilen sofrayı inkâr ederek kâfir olanlardı. Yine rivayet edildiğine göre, her iki mesh de cumartesi yasağını çiğneyenler hakkında olmuş ve onların gençleri maymunlara, yaşlıları da domuzlara dönüştürülmüştü. Nesillerinin yok olduğunun delili ise Müslim ve başkalarının İbni Mes’ûd’dan yaptığı şu rivayettir: “Resulullah (s.a.)’a maymunlar ve domuzlar hakkında: Bunlar Allah’ın mesh ettiği kimselerden midir? diye sorulmuş o da şöyle buyurmuştu: “Allah helak ettiği -yahut mesh ettiği diye buyurmuştur- bir kavme bir nesil ve arkalarından gelecek bir zürriyet takdir etmemiştir. Şüphesiz ki, maymunlar da domuzlar da bundan önce de var idiler.”
Taberî de Mücahid ve başkalarından Yüce Allah’ın: “Aşağılık maymunlar olunuz.” buyruğu hakkında, yani zelil ve küçülmüş maymunlar olunuz, açıklamasını yaptıklarını nakletmektedir.[2][82]
Tâğût’a ibadet edenler, yani aralarından Allah’ı bırakıp tâğûtu mabud edinen kimseler kıldığı kesim ve topluluklar, demektir. Tâğût ise Allah’tan başka kendisine ibadet olunan put, şeytan, buzağı gibi şeylerdir. Onların buzağıya tapınmaları ise şeytanın kendilerine güzel gösterdiği şeylerdendi. Böylelikle onların o buzağıya ibadetleri gerçekte şeytana yapılmış bir ibadetti.
İşte sözü geçen bu gülünç ve ayıp niteliklere, kusurlara sahip olanlar, sizin hakkımızdaki kanaatlerinden daha kötü bir durumdadırlar. Zira böylelerinin ahirette cehennemden başka gidecek yerleri yoktur ve böyleleri mutedil ve orta yol olan doğru yoldan sapmış kimselerdir. “Kötü… ve sapık” tabirlerinin birlikte kullanılması üstünlük ifade etmek için değildir. Çünkü bu din, katıksız bir hayırdır. Bu, karşı tarafta bulunmayan şeyler hakkında is-m-i tafdilleri kullanmak kabilindendir. Böyle bir ifade onların lafızlarına müşakele (kullandıkları lafızlara benzer lafızlar kullanmak) ve kendi kanaatlerini doğru farz ederek onlara cevap vermek kabilindendir. Yüce Allah’ın şu buyruğunda olduğu gibi: “O günde cennetlikler hem yerleştikleri yer bakımından daha hayırlıdır, hem de dinlenecekleri yerleri daha güzeldir.” (Furkân, 25/24)
Daha sonra Yüce Allah, münafıkların durumlarını açıklayacak: “Size geldiklerinde…” diye buyurmaktadır. Yani Yahudi münafıklar size geldikleri vakit, biz peygambere ve ona indirilene iman ettik, derler. Oysa onlar küfür ile beraberdirler ve kalplerinde küfür üzere karar kılmışlardır. Ey Muhammedi Yanına veya yanınıza girdiklerinde yahut yanınızdan çıkıp gittiklerinde durumları aynıdır onların: Asla küfürlerinden vazgeçmemişlerdir. Bu ise Yahudi münafıkların bilinen bir niteliğidir. Zahiren müminlere karşı iyi görünürler.
Kalplerinde ise küfür gizlidir. Onların bütün işleri aldatmak, hile ve tuzak kurmaktır. Yüce Allah’ın buyruğunda olduğu gibi: “İman edenlerle karşılaştıklarında: İman ettik, derler, fakat biribirleriyle başbaşa kaldıklarında ise: Allah’ın size açtığını Rabbinizin huzurunda aleyhinize delil getirsinler diye mi haber veriyorsunuz, derler.” (Bakara, 2/76) Onların tümü ahmaktırlar. Çünkü Yüce Allah gizlediklerini daha iyi bilir. Yani onların kalplerinde sakladıklarım, gizlediklerini O çok iyi bilendir. İsterse insanlara gerçeğe muhalif olanı izhar etsinler. Şüphesiz ki, Allah gizli olanı da aşikar olanı da bilir. Onları kendilerinden daha iyi bilir. Bu hallerine karşılık olarak da onları tam anlamıyla cezalandıracaktır. Peygamber (s.a.)’in olsun, müminlerin olsun yanına girdiklerinde ve yanlarından çıkıp gittiklerinde, içlerinde sakladıkları kin, hile, desise, kötü niyetler, yalan ve hainlik olduğu gibi kalmıştır. Asla değişiklik göstermemiştir: “Yahudilerden yana alabildiğine kulak veren ve başka bir kavim için dinleyenler vardır.” (Mâide, 5/41).
Onlar, bu özellikleriyle sapık, eşine ender rastlanır şaşkın kimselerdir. Çünkü Allah rasulü ile birlikte uyanık bir kalp ve edep ile birlikte oturup kalkan kimsenin kalbine -belki de aynı kişi, onu görür görmez ve sözünü işitir işitmez, onu öldürme kastında dahi bulunacak bir kimse olabilirdi- Allah fazla geçmeden imanın nurunu bırakırdı.
Daha sonra Kur’an-ı Kerîm sözü geçenlerden daha da kötü bir takım niteliklerini de zikretmekte ve şöyle buyurmaktadır: “Onlardan bir çoğunun… görürsün.” Yani ey Peygamber! Sen, dininle alay eden bu Yahudilerin bir çoğunun günahı işlemeye, zulüm ve masiyetlere, insanlara haksızlık yapmayı, batıl yollarla mallarını yemeye koşuştuklarını, bütün bunları yapmakta ellerini çabuk tuttuklarını görürsün. Onların yaptıkları bu iş ne kadar kötü, bu haksızlıkları ne kadar çirkin; davranışları ne kadar da berbattı!
Sonra Yüce Allah onların ilim adamlarını günahı gerektirecek sözler söylemekten ve yalandan kaçınmaya teşvik ederek: “Rabbaniler ve bilginler onları… vazgeçirmeye çalışmalı değiller miydi?” buyurmaktadır. Kadı Beydâvî der ki: “Bu, teşvik içindir. Çünkü “değiller miydi?” anlamını ifade eden (lev-lâ) edatı mazi (di’li geçmiş) fiilin başına geldiği takdirde, azar ifade eder. Gelecek zaman (muzâri) ifade eden fiilin başına geldiği takdirde ise teşvik ifade eder. Yani Rabbaniler onları teşvik etmeli değil miydi? Rabbanilerden kasıt ise üzerlerinde yetki sahibi, yönetici olan ilim adamlarıdır. Bilginler (el-Ahbâr) den kasıt ise, yönetici olmayıp sadece ilim adamı olan kimselerdir.[3][83] İşte onların Rabbanileri ve ilim adamları, kendilerine bunları işlemekten ahkoymalı değil miydi? Bunu terkedip münkere razı oluşları dolayısıyla yaptıkları bu iş ne kadar da kötüdür! Adeta onlar bizzat münkerleri işleyenlerden daha büyük günah sahibi gibi sunulmaktadırlar. Çünkü her bir iş yapan kimseye “yapan (sâni’)” adı verilmez ve her bir işe de sinâ’a denilmez. Kişi, bu hususta ileri dereceye varıp gereken eğitimi alıp ona nispet olunmadıkça bu tabirler kullanılmaz. Nitekim ez-Zemahşerî de böyle demektedir.[4][84] Kurtubî de şöyle der: Sun’ “işlemek (amel etmek)” anlamındadır. Şu kadar var ki, yapılan işin iyi ve güzel yapılmasını gerektirmektedir. [5][85]
İbni Abbâs (r.a.)’tan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Bu, Kur’ân-ı Ke-rîm’deki en ağır ayet-i kerimedir. Yani Kur’ân-ı Kerîm’de ilim adamlarını bu ayet-i kerimeden daha ağır bir şekilde azarlayan başka bir ayet-i kerime yoktur. ed-Dahhâk şöyle der: Bana göre Kur’ân-ı Kerîm’de bu ayetten daha çok korkutan bir başka ayet yoktur. Yani bu ayet-i kerime insanları doğruya iletmek, hidayet yolunu göstermek hususunda kusurlu davranıp ferdin de toplumun da hayat düzenini ifsad eden kötülük ve günahları yasaklamayı terketme-leri halinde, ilim adamlarına karşı ağır bir delildir. [6][86]