VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 47. VE 48. AYETLER

Ehl-I Kıtab’a Kur’an’a İman Etmelerinin Emredilmesi Ve Lanet İle Tehdit Olunmaları
47- Ey kendilerine Kitap (Tevrat) veriri lenler, yanınızdaki (kitap)ları tasdik edici olmak üzere indirdiğimiz edici olmak üzere indirdiğimiz
(Kur’an-ı Kerim)’e biz bir takım yüzleri süip ve belirsiz edip de enselerine çevirmezden, yahut cumartesi yaranına ettiğimiz lanet gibi kendilerini de lâ- netlemezden evvel iman edin. Allah’ın emri yerine gelecektir.
Nüzul Sebebi:
İbni İshâk, İbni Abbas (r.a.)’tan tahric ediyor: Resulullah (s.a..), aralarında Abdullah b.Sûriyâ, Kâ’b b. Esed’in de bulunduğu Yahudi alimlerinin reisleri ile konuşurken onlara dedi ki: Ey Yahudiler topluluğu! Allah’tan korkun da müslüman olun. Allah’a yemin olsun ki sizler benim getirdiğim dinin hak olduğunu çok iyi bilmektesiniz. Fakat onlar “Bilmiyoruz ya Muhammed” diyerek bildiklerini inatla inkâr ve küfürde kalmakta ısrar ettiler. İşte Allah Teâlâ onlar hakkında bu ayeti indirdi: “Ey kendilerine Kitap verilenler, yanınızdaki (kitap)ları tasdik edici olmak üzere indirdiğimiz (Kur’ân-ı Kerim’e) iman edin.” [1][67]
Açıklaması
Ayet-i kerime öncesi ile bağlantılıdır. Kitaplarının bazısını tahrif etmek, diğer bir kısmını da kaybetmek suretiyle hidayet karşılığında dalâleti, sapıklığı satın almalarından sonra Ehl-i Kitap önünde emel kapısını açmak için varit olmuştur. Çünkü kendi kitapları da bildikleriyle ameli ve Kur”an’a iman etmeyi onlara lâzım kılmaktadır. Tevrat’a iman etmeleri, onu tasdik eden kitaba da imanı icap ettirir.
Allah Teâlâ, Ehl-i Kitap olan Yahudi ve Hristiyanlara, Peygamberimiz s.a.)’ine indirdiği Kur’ân-ı Mecid’e iman etmelerini emrediyor. Kur’ân-ı Kerim, şimdiki durumda almış olduğu şekilde değil sahih olan ilk esaslarda kendinden önce geçen semavi kitapları tasdik edici olarak gelmiştir. Allah’ın bir olduğunu takrir, şirki red, açık ve gizli fuhuş ve kötülükleri terk, Yahudilerin ellerindeki kitapta bulunan Hz. Muhammed’in peygamberliğinin müjdelenmesi ile ilgili haberleri tasdik etmek gibi. Bunlar bütün semavî dinlerin esasları ve temel amaçlarıdır.
Kitaplarının bir kısmını yitirmiş, diğer bir kısmını da yakmış oldukları halde, Kur’ân-ı Kerim onlara, Kur”an’a iman etmeye çağıracak, aleyhlerine olarak kusurlarını ve cezayı hak ettiklerini tescil edecek şekilde “kendilerine Kitap verilenler” diye hitap ediyor.
Bütün semavî dinlerin tevhid, şirki red, güzel ahlâk ile bezenmek, fuhuş ve kötülüklerden uzaklaşmak gibi genel esaslarda ittifak eder oluşu bunları imana çağıran hususlardandır.
Kur’an-ı Kerim İbrahim, Nuh, Davud, Süleyman, Musa, İsa ve öteki peygamberlerin (aleyhimüsselâm) peygamberliklerini tekit etmiştir. O halde nasıl oluyor da bu peygamberlerin tabiîleri Kur*an’a ve Muhammed aleyhisselâm’m peygamberliğine hem de onların yanındaki kitabı tasdik ederek ve tevhid esasına dayalı Hz. İbrahim milletine (dinine) muvafakat edici olarak geldiği halde iman etmiyorlar?
Habibim onlara de ki: İndirdiğimize inanın. Semadan indirilmiş bütün kitaplar aynı kaynaktan gelmektedir, tek bir gayeleri vardır.
Sonra Allah Teâlâ onları, böyle yapmadıkları takdirde yüzlerini silip belirsiz ederek enselerine çevirmek, yüzdeki göz ve diğer organları imha etmekle yahut da Yahudilerden cumartesi yârânmı helak ettiği, maymun ve domuz suretine çevirerek helak etmek ya da suret ve şekillerini değiştirmekle tehdit etmiştir.
Cumartesi yârânı: Hile yoluyla cumartesi günündeki avlanma yasağını çiğneyenler demektir. Bunlar sahillere havuzlar yapmışlardır. Deniz kabarınca suyla beraber balıklar da havuzlara girerdi. Adamlar cuma günü havuzların kapaklarını kapatırlar, cumartesi günü deniz suyu çekilirken balıklar havuzdan çıkamayıp kalırlardı ve pazar günü yasak olmadığı için balıkları havuzlardan tutarlardı.
“Allah’ın emri yerine gelecektir.” Yani O’nun “ol der, oluverir” demek olan herhangi bir şeyin vuku bulması hakkındaki tekvin emri, mutlaka geçerlidir. O bir şey emredince ona karşı gelinmez, engellenemez; o halde O’nun tehdidinden sakının, cezasından korkun. Emirden maksat, yapılmasını emrettiği şeydir, onu ne zaman isterse, var kılar, gerçekleştirir, demektir.
İbni Abbas diyor ki: Allah Teâlâ, kendisinin hükmünü geri çevirecek, emrini bozacak kimse yoktur, manasını murad etmektedir. Onlara inanmayanlarsa iki işten biri vaki olacaktır. Nitekim vahyin inmekte olduğu devirde bu ilâhî tehditler gerçekleşmiş, Beni Nadir Yahudileri hıyanetleri sebebiyle zelil olup Medine’den sürülmüşler, Beni Kurayza Yahudileri düşmanla işbirliği yapmaları dola-yısiyle helak edilmişlerdir. Hadiseler hissî, gözle müşahede edilen işler olarak kabul edilirse, bu da tams’m (silmenin) ve geriye (enselerine) çevirmenin manasıdır.[2][68]
Allah Tealâ’nın Mağfiret Ettiği Ve Etmediği Şeyler
48- Şüphesiz ki Allah, kendisine şirk koşulmasını mağfiret etmez. Ondan başkasını, dileyeceği kimseler için mağfiret eder. Kim Allah’a şirk koşarsa muhakkak pek büyük bir günah ile iftira etmiş olur.
Nüzul Sebebi
İbni Ebî Hatim ve Taberî’nin tahric ettiklerine göre Ebu Eyyüb el-Ensârî şöyle demiştir: Bir adam Rasul-i Ekrem (s.a.) Hazretlerine gelerek dedi ki: Benim bir amcaoğlum var, haramdan vazgeçmiyor. Peygamberimiz “Dini nedir?” diye sorduğunda, “Namaz kılıyor, Allah’ı bir tanıyor” dedi. “Ondan dinini sana hibe etmesini iste. Kabul etmezse satın al” buyurdu. Adam da gitti, ondan böylece talep etti; fakat amcaoğlu buna razı olmadı. Adam Resulullah (s.a.)’a döndü, olanı haber vererek “Kendisini dinine karşı düşkün buldum” dedi. Bunun üzerine “Şüphesiz Allah, kendisine şirk koşulmasını mağfiret etmez. Ondan başkasını dileyeceği kimseler için mağfiret eder” ayet-i kerimesi indi. [3][69]
Açıklaması
Allah Teâlâ kendisine şirk koşulmasını mağfiret etmeyeceğini, yani kendisine şirk koşmuş olarak kıyamette karşısına çıkacak kulunu yarlıgamayacağ-ını haber vermektedir.
Buradaki şirkten maksat, Yahudiler ile başkalarının küfürlerini de içine alan mutlak kâfirliktir. Yüce Allah, şirkten daha aşağı derecedeki günahları, dilediği kullar için affeder. Allah’a şirk koşan kimse gerçekten pek büyük bir günah işlemiştir.
Taberî diyor ki: Bu ayet açıkça ortaya koyuyor ki her büyük günah sahibinin işi Allah Teâlâ’nın dilemesine kalmıştır: Dilerse onun günahını affeder, dilerse o yüzden cezalandırır. Ancak bu büyük günah Allah’a şirk koşmak olmamalıdır. Bazı müfessirler ise şöyle demektedir. O noktayı Hak Teâlâ, “Eğer yasak edildiğiniz büyük (günah)lardan kaçınırsanız sizin (öbür) kabahatlerinizi örteriz.” (Nisa, 4/31) ayetiyle beyan etmiştir. Burada büyük günahlardan kaçınanların küçük günahlarını affetmek istediğini, büyük günahları işleyenlerin küçük günahlarını affetmeyeceğini bildirmektedir. Kanaatimce Taberî’nin görüşü daha açıktır.
Bu ayet-i kerime “De ki: Ey kendilerinin aleyhinde (günahta) haddi aşanlar…” ayetini tahsis etmekte, sınırlamaktadır. İbnu’l-Münzir, Ebu Miclez’den tahric ediyor: “De ki: Ey kendilerinin aleyhine (günahta) haddi aşanlar. Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları mağfiret eder. Şüphesiz ki O, çok mağfiret edicidir, çok esirgeyicidir.” (Zümer, 39/53) ayet-i kerimesi inince Nebiy-yi Muhterem (s.a.) minbere çıktı, ayeti insanlara okudu. Bir adam kalkıp “Allah’a şirk koşmak (hususu da dahil mi)” dedi. Hz. Peygamber sükût etti. Adam tekrar kalkıp, “Ey Allah’ın elçisi, Allah Teâlâ’ya şirk koşmak (da öyle mi?)” dedi. Hz. Rasul-i Ekrem iki veya üç kere sükût etti. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.
Tirmizî, Hz. Ali (r.a.)’den onun şöyle dediğini tahric ediyor: Kur’an-ı Ke-rim’de en çok şu ayeti severim: “Şüphesiz ki Allah kendisine şirk koşulmasını mağfiret etmez. Ondan başkasını, dileyeceği kimseler için mağfiret eder (yarlı-ğar).”[4][70]