VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 40. VE 42. AYETLER

Allah’ın Emirlerine Boyun Eğmeye Teşvik, O’na Muhalefet Ve İsyan Etmekten Sakındırmak
40- Şüphesiz ki Allah zerre kadar haksızlık (zulüm) etmez. (Zerre kadar) bir iyilik (hasene) olursa onu (onun sevabını) kat kat artırır. Kendi tarafından (ayrıca da) pek büyük bir ecir (sevap) verir.
41- Her ümmetten birer şahit, onların üzerine de seni (ey Rasulüm) bir şahit olarak getirdiğimiz zaman (o Yahudilerin, kâfirlerin, münafıkların halleri acaba) nice olur?
42- Kâfir ve o peygambere asi olanlar o gün, yer ile yeksan edilselerdi de Allah’tan bir sözü gizlememiş olsalardı temennisinde bulunacaklardır.
Açıklaması
Allah Teâlâ, kıyamet gününde yarattıklarından hiç kimseye bir hardal tanesi ya da zerre miktarı kadar dahi olsun zulmetmeyeceğini, bilakis şayet ha-sene ve sevabı varsa bunun tam olarak hem de kat kat fazlasıyla karşılığını vereceğini haber vermektedir. “Biz kıyamet gününe mahsus adalet terazileri (mizanları) koyacağız. Artık hiçbir kimse hiç bir şeyle zulme (haksızlığa) uğratıl-mayacaktır. (O şey) bir hardal tanesi kadar bile olsa onu getiririz (mizana koyarız). Hesapçılar olarak biz yeteriz.” (Enbiya, 21/47). Cenâb-ı Hak, Lokman (a.s.)’dan haber vererek de şöyle buyurur: “Oğulcağızım, gerçekten (yaptığın iyilik veya kötülük) bir hardal tanesi kadar olsa bile, bir kaya içinde, veya göklerde, yahut da yerin içinde (gizlenmiş) olsa bile Allah onu getirir (meydana çıkarır, hesabını görür). Çünkü Allah Latiftir (ilmi en gizli şeyleri de içine alır, hak-kıyle haberdardır.” (Lokman, 31/16).
Buhari ve Müslim’de geçen Ebu Saîd el-Hudrî’nin rivayet ettiği şefaat hakkındaki uzun hadiste Resulullah (s.a.) buyuruyor ki: “Allah azze ve celle buyurur: Dönün, hardal tanesi ağırlığı kadar kalbinde iman bulduğunuz kimseyi cehennem ateşinden çıkarın.” Hadisin bir lafzında “Hardal tanesi ağırlığının en azının en azının en azı miktarda imanı olan kimseyi cehennem ateşinden çıkarın” denilmiştir. Melekler pek çok halkı cehennemden çıkarırlar. Ondan sonra Ebu Said isterseniz “Şüphesiz ki Allah zerre kadar haksızlık (zulüm) etmez…” ayet-i kerimesini okuyun, dedi.
Ayetin manası şöyledir: Cenab-ı Hak hiç kimsenin amelinin sevabından, ne kadar az olursa olsun, bir şey eksiltmez. Ve hiç kimseyi de haksız yere bir şeyden dolayı cezalandırmaz. Çünkü zulüm noksanlıktır. Allah Teâlâ ise bütün kemal sıfatlara sahip, her çeşit noksanlıktan münezzeh, yüce bir zattır.
Allah kendisini akıl, takdir ve ölçü kudretiyle donattıktan sonra bir günah (seyyie) işleyen kimse ancak kendi kendine yazık etmiş olur: “(Yoksa) Rabbin kullarına (zerrece) zulmedici değildir.” (Fussilet, 41/46).
Ancak Allah Teâlâ, hiç kimsenin sevabından zerre kadar bile eksiltmemesi bir yana, bir hasene ve iyiliğin sevabını on katma, yedi yüz katına, daha da çok katına çıkarmakta; buna mukabil bir seyyie (günah) ve kötülüğün cezasını art-tırmamakta, sadece misli kadarıyla ceza vermektedir. “Kim (Allah’a) bir hasene (iyilik, güzellik) ile gelirse, işte ona bunun on katı vardır. Kim de bir seyyie (kötülük) ile gelirse bu, o miktardan başkasıyla cezalanmaz. Onlar (yani iyilik ve fenalık edenler) haksızlığa uğramazlar.” (En’am, 6/160).
“Kendi tarafından (ayrıca da) pek büyük bir ecir (sevap) verir.” Yani Allah Teâlâ iyilik edenin hasenatını kat kat arttırmakla iktifa etmez, ayrıca amellerinin karşılığı haricinde de pek çok sevaplar verir. O’nun fazl u keremi bol, ihsanları, lütuflan çoktur. O büyük ecir, cennettir. Rabbimiz Teâlâ’dan bizleri rızasına ve cennetine kavuşturmasını dileriz.
Verdiği sevabın nizamı ve işleyişi bu olunca Yüce Hâlık bazı insanların şaşılacak hallerine işaretle buyuruyor ki: Her ümmetten yaptıkları şeylere şahitlik edecek birer şahit getirdiğimiz zaman, bakalım şu Yahudiler ve diğer kâfirler ne yapacaklar? Bu şahitler “Ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde bir şahit idim.” (Maide, 5/117) ayet-i kerimesinde belirtildiği gibi her ümmetin peygamberidir. İşte Ey Muhammed aleyhissalâtü vesselam, seni de şu yalanlayanlar üzerine şahit olarak getireceğiz. Abdullah b. Mesud (r.a.) rivayet ediyor. Resulullah’a (s.a.) Nisa suresini okudum. “Onların üzerine de seni bir şahit olarak getirdiğimiz zaman (onların hali) nice olur?” ayetine geldiğimde Resulullah (s.a.) ağladı ve “Bu kadar kâfi” buyurdu. Bu şahitliğin manası ümmetlerin amelleri peygamberlerine arzolunur, demektir.
Bu ayetin bir başka benzeri de şudur: “Böylece sizi (Ey Muhammed ümmeti) vasat (orta) bir ümmet kıldık, insanlara karşı şahitler olasınız, bu peygamber de sizin üzerinize tam bir şahit olsun diye”. (Bakara, 2/143). Yani bu ümmet, izledikleri güzel yolları ve kendisine vahiy inen en son ümmet olması sebebiyle geçmiş ümmetler üzerine şahit ve peygamberlerin yolundan sapmaları hususunda aleyhlerinde bir hüccet, delil olacaktır. Rasul-i Ekrem (s.a.) de sîre-ti, hayatı ve istikameti sebebiyle, sünnetini, açtığı yolu terk edenler aleyhine delil olacaktır.
İşte o gün kâfirler ve Allah’ın rasulüne karşı gelenler toprağa defnedilip yeryüzünün kendileriyle birlikte dümdüz edilmesini temenni ederler. “Kâfir, keşke toprak olaydım der.” (Nebe’, 78/40).
Ve onlar Allah’tan hiç bir söz gizleyemezler. Çünkü vücutlarındaki kendi organları aleyhlerine şahitlik eder. Denilmiştir ki, ayetteki “vav” harfi hâl içindir. Yani yer altına gömülmeyi temenni ederler, Allah’tan hiç bir sözü gizleyemezler, “Rabbimiz olan Allah’a yemin ederiz ki biz müşrikler (eş tutanlar) değildik.” (En’âm, 6/23) ayetinde belirtilen yalanı söyleyemezler. Zira onu söyledikleri ve şirk koştuklarını inkâr ettikleri zaman Allah Teâlâ ağızlarını mühürler, elleri ve ayakları da yalanlarını söyler, şirk koştuklarına dair aleyhlerinde şahitlik eder. Son derece zor duruma düştükleri için toprak altına gömülmeyi temenni ederler. [1][60]