VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 163. VE 166. AYETLER

Peygamberlere Gönderilen Vahyin Birliği İle Peygamber Göndermenin Hikmeti
163- Nuh’a, ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi şüphesiz sana da vahyettik. ibrahim’e, İsmâile, İs-hâk’a, Ya’kûb’a ve Esbât’a; İsa’ya, Ey-yûb’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettik. Davud’a da Zebur’u verdik.
164- Kıssalarını daha önce sana anlattığımız peygamberler ile kısasını sana anlatmadığımız peygamberlere de; ve Allah Mûsâ ile konuşmuştur.
165- Müjdeleyici ve uyarıcı peygamberler olarak; ta ki peygamber geldikten sonra insanların Allah’a karşı hüccetleri kalmasın. Allah Azîz’dir, Ha-kîm’dir.
166- Lâkin Allah sana indirdiğine şahitlik eder ki, onu ilmiyle indirmiştir. Melekler de şahitlik eder; esasen şahit olarak Allah yeter.
Nüzul Sebebi
“Nuh’a… sana da vahyettik.” diye başlayan 163. ayetin nüzulü ile ilgili olarak İbni İshâk, İbni Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Adiyy b. Zeyd dedi ki: “Biz Allah’ın Musa’dan sonra herhangi bir insana bir şey indirdiğini bilmiyoruz.” Bunun üzerine Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi indirdi.
O halde bu ayet-i kerime -Sukeyn ve Adiyy b. Yezid’in aralarında bulunduğu ve -Peygamber (s.a.)’e: Allah, Musa’dan sonra herhangi bir kimseye vahiy ile bir şey bildirmiş değildir diyen bir topluluk hakkında nazil olmuştur. Allah onları böylelikle yalanlamaktadır.
“Lâkin Allah… şahitlik eder ki” diye başlayan 166. ayet-i kerimenin nüzulü ile ilgili olarak da İbni İshâk İbni Abbâs’ın şöyle dediğini nakletmektedir: Yahudilerden bir topluluk Resulullah (s.a.)’m huzuruna girdiler. Hz. Peygamber onlara: “Gerçek şu ki, Allah’a yemin ederim, siz benim hakikaten Allah’ın rasulü olduğumu biliyorsunuz.” dedi. Onlar: Hayır biz böyle bir şey bilmiyoruz, deyince Yüce Allah da: “Lâkin Allah sana indirdiğine şahitlik eder ki…” buyruğunu indirdi. [1][86]
Açıklaması
Şanı Yüce Allah kulu ve rasulü Muhammed’e tıpkı kendisinden önce gelen diğer peygamberlere vahyettiği gibi vahyettiğini zikretmektedir. Muhammed (s.a.) peygamberler arasında benzeri görülmedik bir kimse değildir. Onlar gerçekten bütün peygamberlere iman eden kimseler olsalardı, Resulullah (s.a.)’a da iman ederlerdi. Çünkü vahyin türü birdir, onda değişiklik yoktur. Ayrıca onların kitaplarında onun peygamber olarak geleceğinin müjdesi ve nitelikleri de yazılıdır.
Vahiy, Yüce Allah’ın bir peygambere yahut bir resule, Allah’ın kendisine bildirdiğini kesin olarak ondan geldiği bilgisini ifade edecek bir yolla bir sözü yahut bir anlamı bildirmesidir. Risâletü’t-Tevhid’de denildiğine göre, vahiy, kişinin içinde duyduğu bir irfandır ki, bununla beraber duyduğu bu irfanın -vasıtalı ya da vasıtasız olsun- Allah’tan geldiğinden kesin olarak emindir.
Vahiy örnek olarak birdir. Hz. Nuh’a gelen vahiy ile diğer vahiyler arasında bir fark yoktur. Hz. Nuh’un öncelikle zikredilmesinin sebebi, peygamberlerin en önce geleni ve kendisi vasıtasıyla şeriatlerin ortaya konulduğu ilk peygamber oluşundan dolayıdır. Ondan sonra gelen peygamberlere de aynı şekilde vahiy gelmiştir. Bunlar da peygamberlerin atası Allah’ın Halîli Hz. İbrahim, onun büyük oğlu Arapların atası Peygamber (s.a.)’in büyük dedesi Hz. İsmail’dir. Hz. İsmail Mekke’de vefat etmiştir. Hz. İbrahim’in diğer oğlu ve İsrail diye bilinen Hz. YaTaıb’un babası Hz. İshak da bu peygamberlerden birisidir. Yahudiler ona nispet edilir. Şam bölgesinde vefat etmiştir. Sonra Hz. Lût zikredilmektedir. İbrahim (a.s.) onun amacısıdır. Daha sonra Hz. Ya’kub, sonra da Hz. Ya’kub’un on evladı olan Esbât ile Hz. YaTuıb’un Yusuftan olan iki torunu gelir. Böylelikle toplam olarak 12 sıbt (torun) olmaktadırlar. İsrailoğulları arasında Hz. İshak’ın soyundan gelen esbât diye bilinen torunlar, Hz. İsmail’in soyundan gelen kabileleri andırmaktadır. Daha sonra Hz. Musa’ya, Hz. Harun’a, Hz. Ey-yûb’a, Hz. Davud’a Hz. Davud’un oğlu olan Hz. Süleyman’a ve Hz. Yûnus’a vahiy bildirildiği zikredilmektedir. Meryem’in oğlu Hz. İsa’nın bunlardan önce zikredildiğini görüyoruz. Çünkü Yahudiler ona dil uzatmışlardır, “vav” harfi ile atıf ise tertibi gerektirmektedir. Özellikle bu peygamberlerin anılış sebebi ise, Allah nezdindeki şerefleri ve değerleri dolayısıyladır.
Allah, Hz. Davud’a Zebur’u vermiştir. Zebur Yüce Allah’ın Hz. Davud’a vahyettiği kitabın adıdır. Bu 150 sureden ibaret idi. İçinde herhangi bir hüküm, helâl veya harama dair bir şey yoktu. Zebur bir takım hikmet ve öğütlerden ibaretti. Hz. Davut güzel sesli birisiydi. Zebur okumaya koyulduğunda insanlar, cinler, kuşlar ve yabanî hajTanlar dahi sesinin güzelliği dolayısıyla etrafında toplanırdı. Alçak gönülle ve kendi el emeğiyle zırh yaparak geçinirdi.[2][87]
Ey Muhammed! Biz bunlardan başka peygamberler gönderdiğimiz gibi seni de peygamber olarak gönderdik. Bu peygamberlerin bir kısmını bu surenin indi-rilişinden önce sana anlattık ve Mekkî surelerde onlar söz konusu edildi. Nitekim Yüce Allah En’âm suresinde Hz. İbrahim’den şöylece söz etmektedir: “Biz ona İshâk’ı ve Ya’kub’u bağışladık. Onların her birisine hidayet verdik. Önceden Nuh’a da hidayet vermiştir. Onun (İbrahim’in) soyundan da Dâvûd’, Süleyman, Eyyûb, Mûsâ ve Harun’a da (hidayet verdik). İşte biz iyi davrananları böyle mükâfatlandırırız. Zekeriyyâ, Yahya, İsâ ve îlyâs da; bunların hepsi salihlerdendi. Ismâîl, el-Yesa’, Yûnus ve Lût da. Biz hepsini âlemlere üstün kılmıştık.” (En’âm, 6/84-86). Kur’ân-ı Kerîm’de isimleri anılan peygamberler 25 tanedir. Bunlar; Âdem, İdrîs, Nûh, Hûd, Salih, İbrahim, Lût, İsmâîl, İshâk, Ya’kûb, Yûsuf, Eyyûb, Şuayb, Mûsâ, Hârûn, Yûnus, Dâvûd, Süleyman, İlyâs, Yesa’, Zekeriyyâ, Yahya ve İsa’dır. Aynı şekilde müfessirlerin bir çoğuna göre Zülkifl ve bütün peygamberlerin efendisi Muhammed (s.a.)’dir. Peygamberlerin kıssalarını en kapsamlı şekilde ihtiva eden sureler ise Hûd ve Şuarâ sureleridir.
Diğer taraftan kıssaları Kur’ân-ı Kerîm’de anılmayan başka peygamberler de vardır. Bu peygamberlerin ümmetleri bilinmemektedir. Böyle olmayanların anılması ise daha faydalıdır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “An-dolsun ki, biz her ümmet arasında, Allah’a ibadet edin ve tâğûttan uzak durun, diyen bir peygamber göndermişizdir.” (Nahl, 16/36) Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “içinde korkutucu bir peygamberin geçmediği hiç bir ümmet yoktur.” (Fâtır, 35/24)
Peygamber kıssalarının anlatılmasından maksat ise öğüt, sebat vermek ve hatırlatmaktır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki onların kıssalarında özlü akıl sahipleri için bir ibret vardır. Bu (Kur’an) uydurulan bir söz değildir…” (Yûsuf, 12/111) Yine Yüce Allah başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Peygamberlere dair bütün haberleri onlarla kalbine sebat verelim diye sana kıssa olarak anlatıyoruz. Bunda da sana hak ve müminlere bir öğüt ve bir ihtar gelmiştir.” (Hûd, 11/120).
Peygamber ve rasullerin sayısı hususunda meşhur olan ise Ebu Zerr yoluyla gelen uzunca hadistir. Bu da İbni Merdûveyh’in (r.a.) Tefsir’ inde rivayet ettiğine göre şöyledir: Ebu Zerr şöyle der: Ey Allah’ın rasulü, dedim, peygamberlerin sayısı kaçtır? O: “124 bindir” buyurdu. Ey Allah’ın peygamberi, aralarından rasul olanlar kaç tanedir? diye sorunca şöyle buyurdu: “Üç yüz on üç; büyük bir kalabalık.” Ey Allah’ın rasulü, onların ilki kimdir? diye sordum. “Adem” dedi. Ey Allah’ın rasulü, o hem bir peygamber hem bir rasul müydü? diye sordu. Hz. Peygamber: “Evet, Allah onu kendi eliyle yarattı, sonra ona kendi ruhundan üfledi. Sonra onu dosdoğru bir insan olarak düzenledi.” Sonra şöyle buyurdu: “Ey Ebu Zerr! Bunlardan dört tanesi Süryanî (ce konuşurlar) idi. Bunlar: Âdem, Şît, Nûh ve İdris’in kendisi olan Ahnûh’dur. O aynı zamanda kalemle ilk yazı yazandır. Dört tanesi Araplardandır! Hûd, Salih, Şuayb ve, ey Ebu Zerr, senin peygamberin. İsrail oğullarının ilk peygamberi Mûsâ, son peygamberleri İsa’dır. Peygamberlerin ilki Âdem, sonuncuları ise senin peygamberindir.” Yine bu hadisi Ebu Hatim b. Hibban el-Büstî de el-Envâ Ve’t-Tekâsim adlı eserinde zikretmiş ve bunun sahih olduğuna işaret etmiştir. [3][88]
Daha sonra Yüce Allah Hz. Musa’nın bir meziyetini söz konusu etmektedir. Bu ise Yüce Allah’ın ona tahsis etmiş olduğu “Kelîmullah” sıfatıdır. Çünkü bu açıklamalarla kastedilenler onun kavmidir: “Ve Allah Mûsâ ile konuşmuştur.” Yani aracısız olarak, gerçek manada, sahih şekilde. Peygamberler ile konuşmak ise “vahiy” diye adlandırılır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Vahiy ile veya bir perde arkasından yahut izniyle dilediğine vahyetmesi için bir elçi göndermesi yoluyla olmadıkça hiç bir insana Allah’ın söz söylemesi söz konusu olmamıştır. Şüphesiz ki O, yücedir, Hakîm’dir.” (Şûra, 42/51) Perdedeki hikmet ise, gereken dikkat ve önemin tek şeye yöneltilmesidir. Allah’ın izniyle onun dilediklerini vahyeden elçi ise vahiy meleği olan ve kendisinden “er-Rû-hu’1-Emîn” diye söz edilen Hz. Cebrail’dir. Söz söylemenin keyfiyeti hakkında araştırmalara girişmek, bunun yüzyüze olup olmadığını araştırmak, bizim işimiz değildir. Bunu en iyi bilen Yüce Allah’tır.
Daha sonra Yüce Allah peygamber göndermekteki hikmetini söz konusu etmektedir. Bunun hikmeti insanlara delil göstermek ve hidayet yolunu açıklamaktadır. Allah peygamber göndermeyecek olsaydı, insanlar aslî görevleri olan iman ve salih ameli bilmeyişlerini delil olarak ileri sürebileceklerdi. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Eğer bizler onları, ondan önce bir azap ile helak etmiş olsaydık, mutlaka: Rabbimiz bize bir peygamber gönderseydin de zelil ve hakir olmadan önce ayetlerine uy saydık ya, diyeceklerdi.” (Tâ-Hâ, 20/134); “Zaten Biz bir peygamber göndermedikçe azap ediciler değiliz.” (İsrâ, 17/15) Buna göre peygamber göndermenin, kitaplar indirmenin maksadı, herhangi bir kimsenin ileri sürecek bir mazeretinin kalmamasıdır.
Peygamberlerin görevi ise Allah’a itaat edenleri ve O’nun rızasına tabi olanları hayırlarla müjdelemek, Allah’ın emrine aykırı hareket edip peygamberleri yalanlayanları da ceza ve azap ile korkutmaktır.
Allah kimsenin mağlup edemeyeceği kadar güçlü olan, Aziz olandır. Sanatında ve bütün fiillerinde hikmeti sonsuz, Hakîm’dir. Hiç kimsenin ileri sürecek bir itirazını bırakmaz.
Buharî ile Müslim’de İbni Mes’ud’un şöyle dediği sabittir: Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Allah’tan daha gayretli (kıskanç) yoktur. İşte bundan dolayı açığıyla gizlisiyle hayasızlıkları haram kılmıştır. Yine Aziz ve Celil olan Allah’tan daha çok övülmeyi seven yoktur. Ondan dolayı kendisini övmüştür. Kimsenin ileri sürecek mazeretini bırakmamayı Allah’tan daha çok seven yoktur, İşte bundan dolayı o, müjdeleyiciler ve uyarıcılar olmak üzere peygamberleri göndermiştir.” Bir başka lafızda da: “işte bundan dolayı peygamberler göndermiş, kitaplar indirmiştir.” buyurulmaktadır.
Bundan önceki ayet-i kerime: “… şüphesiz sana da vahyettik.” ifadesiyle Hz. Peygamberin peygamberliğini isbatı ve bunu inkâr eden müşriklerle Kitap Ehli’nin iddialarını reddini ihtiva ettiğinden dolayı, Yüce Allah: “Lâkin Allah sana indirdiğine şahitlik eder…” buyurmaktadır. Böylelikle önceki ayet-i kerimede zımmen ifade edilen, burada açıkça ifade edilmektedir. Çünkü ifadelerin akışından Yahudilerin ve müşriklerin ve onların dışında kalanların Resulullah (s.a.)’ın peygamberliğini inkâr ettikleri, onun peygamberliğini kabul etmedikleri anlaşılmaktadır. Bu ek açıklamanın muhtevası da şudur: Yüce Allah Hz. Peygamber’in (s.a.) lehine, üzerine Kur’ân-ı Azîm diye bilinen kitabı indirdiği rasulü olduğunu şahitlik etmektedir. O kitap, “önünden de arkasından da batılın kendisine erişmediği bir kitaptır. Hakim ve Hamîd (olan Allah) tarafından indirilmiştir.” (Fussilet, 41/42) İsterse seni yalanlayan, sana muhalefet edenler arasından onu inkâr edenler bulunsun; bu gerçeği değiştirmez.
Daha sonra Yüce Allah: “Onu ilmiyle indirmiştir.” buyruğuyla şahitliğini pekiştirmektedir. O kitapta kullarının muttali olmasını dilediği bilgisi vardır. Muttali olmasını istediği şeyler o kitapta yer alan apaçık belgeler, hidayet, hakkı batıldan ayıran ölçüler (Furkan), Allah’ın sevip razı olduğu veya sevmeyip istemediği şeyler, geçmiş ve geleceği ihtiva eden gayba dair bilgiler, Allah bunları bildirmedikçe gönderilmiş bir peygamberin de, mukarreb bir meleğin de bilemeyeceği Allah’ın yüce ve mukaddes sıfatlarıdır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onun dilediğinden başka onlar onun ilminden hiç bir şeyi kuşatamazlar.” (Bakara, 2/255) Melekler de aynı şekilde buna şahitlik etmektedir. Yani onlar da Yüce Allah’ın bu hususa dair olan şahitliği ile birlikte sana gelenin doğruluğuna ve sana gelen vahyin gerçekliğine, bu Kitab’m sana indirildiğine şahitlik etmektedirler. “Esasen şahit olarak Allah yeter.” Onun senin lehine yaptığı şahitliği kafidir. Çünkü bu konuda o gerekli delili ortaya koymuş ve onu açık bir şekilde aydınlatmıştır. Zaten onun şahitliği en doğru ve en gerçek şahitliktir: “De ki: Şahitlik itibariyle en büyük olan hangisidir? De ki: Benimle sizin aranızda Allah şahittir. Ve bu Kur’ân bana onunla hem sizleri hem de bu Kur’an’ın kendisine ulaştığı kimseleri uyarıp korkutayım diye vahyolundu.” (En’âm, 6/14). [4][89]