sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 163. VE 166. AYETLER

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 163. VE 166. AYETLER
09.07.2025
4
A+
A-

Peygamberlere Gönderilen Vahyin Birliği İle Peygamber Göndermenin Hikmeti

 

163- Nuh’a, ondan sonra gelen peygam­berlere vahyettiğimiz gibi şüphesiz sa­na da vahyettik. ibrahim’e, İsmâile, İs-hâk’a, Ya’kûb’a ve Esbât’a; İsa’ya, Ey-yûb’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettik. Davud’a da Zebur’u ver­dik.

164- Kıssalarını daha önce sana anlat­tığımız peygamberler ile kısasını sana anlatmadığımız peygamberlere de; ve Allah Mûsâ ile konuşmuştur.

165- Müjdeleyici ve uyarıcı peygamber­ler olarak; ta ki peygamber geldikten sonra insanların Allah’a karşı hüccet­leri kalmasın. Allah Azîz’dir, Ha-kîm’dir.

166- Lâkin Allah sana indirdiğine şa­hitlik eder ki, onu ilmiyle indirmiştir. Melekler de şahitlik eder; esasen şahit olarak Allah yeter.

 

Nüzul Sebebi

 

“Nuh’a… sana da vahyettik.” diye başlayan 163. ayetin nüzulü ile ilgili ola­rak İbni İshâk, İbni Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Adiyy b. Zeyd dedi ki: “Biz Allah’ın Musa’dan sonra herhangi bir insana bir şey indirdiğini bilmiyoruz.” Bunun üzerine Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi indirdi.

O halde bu ayet-i kerime -Sukeyn ve Adiyy b. Yezid’in aralarında bulundu­ğu ve -Peygamber (s.a.)’e: Allah, Musa’dan sonra herhangi bir kimseye vahiy ile bir şey bildirmiş değildir diyen bir topluluk hakkında nazil olmuştur. Allah onları böylelikle yalanlamaktadır.

“Lâkin Allah… şahitlik eder ki” diye başlayan 166. ayet-i kerimenin nüzulü ile ilgili olarak da İbni İshâk İbni Abbâs’ın şöyle dediğini nakletmektedir: Yahudi­lerden bir topluluk Resulullah (s.a.)’m huzuruna girdiler. Hz. Peygamber onlara: “Gerçek şu ki, Allah’a yemin ederim, siz benim hakikaten Allah’ın rasulü olduğu­mu biliyorsunuz.” dedi. Onlar: Hayır biz böyle bir şey bilmiyoruz, deyince Yüce Allah da: “Lâkin Allah sana indirdiğine şahitlik eder ki…” buyruğunu indirdi. [1][86]

 

Açıklaması

 

Şanı Yüce Allah kulu ve rasulü Muhammed’e tıpkı kendisinden önce gelen di­ğer peygamberlere vahyettiği gibi vahyettiğini zikretmektedir. Muhammed (s.a.) peygamberler arasında benzeri görülmedik bir kimse değildir. Onlar gerçekten bü­tün peygamberlere iman eden kimseler olsalardı, Resulullah (s.a.)’a da iman eder­lerdi. Çünkü vahyin türü birdir, onda değişiklik yoktur. Ayrıca onların kitapların­da onun peygamber olarak geleceğinin müjdesi ve nitelikleri de yazılıdır.

Vahiy, Yüce Allah’ın bir peygambere yahut bir resule, Allah’ın kendisine bildirdiğini kesin olarak ondan geldiği bilgisini ifade edecek bir yolla bir sözü yahut bir anlamı bildirmesidir. Risâletü’t-Tevhid’de denildiğine göre, vahiy, ki­şinin içinde duyduğu bir irfandır ki, bununla beraber duyduğu bu irfanın -vası­talı ya da vasıtasız olsun- Allah’tan geldiğinden kesin olarak emindir.

Vahiy örnek olarak birdir. Hz. Nuh’a gelen vahiy ile diğer vahiyler arasın­da bir fark yoktur. Hz. Nuh’un öncelikle zikredilmesinin sebebi, peygamberle­rin en önce geleni ve kendisi vasıtasıyla şeriatlerin ortaya konulduğu ilk pey­gamber oluşundan dolayıdır. Ondan sonra gelen peygamberlere de aynı şekilde vahiy gelmiştir. Bunlar da peygamberlerin atası Allah’ın Halîli Hz. İbrahim, onun büyük oğlu Arapların atası Peygamber (s.a.)’in büyük dedesi Hz. İsma­il’dir. Hz. İsmail Mekke’de vefat etmiştir. Hz. İbrahim’in diğer oğlu ve İsrail di­ye bilinen Hz. YaTaıb’un babası Hz. İshak da bu peygamberlerden birisidir. Yahudiler ona nispet edilir. Şam bölgesinde vefat etmiştir. Sonra Hz. Lût zikredil­mektedir. İbrahim (a.s.) onun amacısıdır. Daha sonra Hz. Ya’kub, sonra da Hz. Ya’kub’un on evladı olan Esbât ile Hz. YaTuıb’un Yusuftan olan iki torunu gelir. Böylelikle toplam olarak 12 sıbt (torun) olmaktadırlar. İsrailoğulları arasında Hz. İshak’ın soyundan gelen esbât diye bilinen torunlar, Hz. İsmail’in soyundan gelen kabileleri andırmaktadır. Daha sonra Hz. Musa’ya, Hz. Harun’a, Hz. Ey-yûb’a, Hz. Davud’a Hz. Davud’un oğlu olan Hz. Süleyman’a ve Hz. Yûnus’a va­hiy bildirildiği zikredilmektedir. Meryem’in oğlu Hz. İsa’nın bunlardan önce zikredildiğini görüyoruz. Çünkü Yahudiler ona dil uzatmışlardır, “vav” harfi ile atıf ise tertibi gerektirmektedir. Özellikle bu peygamberlerin anılış sebebi ise, Allah nezdindeki şerefleri ve değerleri dolayısıyladır.

Allah, Hz. Davud’a Zebur’u vermiştir. Zebur Yüce Allah’ın Hz. Davud’a vahyettiği kitabın adıdır. Bu 150 sureden ibaret idi. İçinde herhangi bir hü­küm, helâl veya harama dair bir şey yoktu. Zebur bir takım hikmet ve öğütler­den ibaretti. Hz. Davut güzel sesli birisiydi. Zebur okumaya koyulduğunda in­sanlar, cinler, kuşlar ve yabanî hajTanlar dahi sesinin güzelliği dolayısıyla et­rafında toplanırdı. Alçak gönülle ve kendi el emeğiyle zırh yaparak geçinirdi.[2][87]

Ey Muhammed! Biz bunlardan başka peygamberler gönderdiğimiz gibi seni de peygamber olarak gönderdik. Bu peygamberlerin bir kısmını bu surenin indi-rilişinden önce sana anlattık ve Mekkî surelerde onlar söz konusu edildi. Nite­kim Yüce Allah En’âm suresinde Hz. İbrahim’den şöylece söz etmektedir: “Biz ona İshâk’ı ve Ya’kub’u bağışladık. Onların her birisine hidayet verdik. Önceden Nuh’a da hidayet vermiştir. Onun (İbrahim’in) soyundan da Dâvûd’, Süleyman, Eyyûb, Mûsâ ve Harun’a da (hidayet verdik). İşte biz iyi davrananları böyle mü­kâfatlandırırız. Zekeriyyâ, Yahya, İsâ ve îlyâs da; bunların hepsi salihlerdendi. Ismâîl, el-Yesa’, Yûnus ve Lût da. Biz hepsini âlemlere üstün kılmıştık.” (En’âm, 6/84-86). Kur’ân-ı Kerîm’de isimleri anılan peygamberler 25 tanedir. Bunlar; Âdem, İdrîs, Nûh, Hûd, Salih, İbrahim, Lût, İsmâîl, İshâk, Ya’kûb, Yûsuf, Ey­yûb, Şuayb, Mûsâ, Hârûn, Yûnus, Dâvûd, Süleyman, İlyâs, Yesa’, Zekeriyyâ, Yahya ve İsa’dır. Aynı şekilde müfessirlerin bir çoğuna göre Zülkifl ve bütün peygamberlerin efendisi Muhammed (s.a.)’dir. Peygamberlerin kıssalarını en kapsamlı şekilde ihtiva eden sureler ise Hûd ve Şuarâ sureleridir.

Diğer taraftan kıssaları Kur’ân-ı Kerîm’de anılmayan başka peygamberler de vardır. Bu peygamberlerin ümmetleri bilinmemektedir. Böyle olmayanların anılması ise daha faydalıdır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “An-dolsun ki, biz her ümmet arasında, Allah’a ibadet edin ve tâğûttan uzak durun, diyen bir peygamber göndermişizdir.” (Nahl, 16/36) Yine Yüce Allah şöyle bu­yurmaktadır: “içinde korkutucu bir peygamberin geçmediği hiç bir ümmet yok­tur.” (Fâtır, 35/24)

Peygamber kıssalarının anlatılmasından maksat ise öğüt, sebat vermek ve hatırlatmaktır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki onların kıssalarında özlü akıl sahipleri için bir ibret vardır. Bu (Kur’an) uydurulan bir söz değildir…” (Yûsuf, 12/111) Yine Yüce Allah başka yerde şöyle buyurmakta­dır: “Peygamberlere dair bütün haberleri onlarla kalbine sebat verelim diye sa­na kıssa olarak anlatıyoruz. Bunda da sana hak ve müminlere bir öğüt ve bir ihtar gelmiştir.” (Hûd, 11/120).

Peygamber ve rasullerin sayısı hususunda meşhur olan ise Ebu Zerr yo­luyla gelen uzunca hadistir. Bu da İbni Merdûveyh’in (r.a.) Tefsir’ inde rivayet ettiğine göre şöyledir: Ebu Zerr şöyle der: Ey Allah’ın rasulü, dedim, peygam­berlerin sayısı kaçtır? O: “124 bindir” buyurdu. Ey Allah’ın peygamberi, arala­rından rasul olanlar kaç tanedir? diye sorunca şöyle buyurdu: “Üç yüz on üç; büyük bir kalabalık.” Ey Allah’ın rasulü, onların ilki kimdir? diye sordum. “Adem” dedi. Ey Allah’ın rasulü, o hem bir peygamber hem bir rasul müydü? diye sordu. Hz. Peygamber: “Evet, Allah onu kendi eliyle yarattı, sonra ona ken­di ruhundan üfledi. Sonra onu dosdoğru bir insan olarak düzenledi.” Sonra şöyle buyurdu: “Ey Ebu Zerr! Bunlardan dört tanesi Süryanî (ce konuşurlar) idi. Bunlar: Âdem, Şît, Nûh ve İdris’in kendisi olan Ahnûh’dur. O aynı zaman­da kalemle ilk yazı yazandır. Dört tanesi Araplardandır! Hûd, Salih, Şuayb ve, ey Ebu Zerr, senin peygamberin. İsrail oğullarının ilk peygamberi Mûsâ, son peygamberleri İsa’dır. Peygamberlerin ilki Âdem, sonuncuları ise senin peygam­berindir.” Yine bu hadisi Ebu Hatim b. Hibban el-Büstî de el-Envâ Ve’t-Tekâsim adlı eserinde zikretmiş ve bunun sahih olduğuna işaret etmiştir. [3][88]

Daha sonra Yüce Allah Hz. Musa’nın bir meziyetini söz konusu etmekte­dir. Bu ise Yüce Allah’ın ona tahsis etmiş olduğu “Kelîmullah” sıfatıdır. Çünkü bu açıklamalarla kastedilenler onun kavmidir: “Ve Allah Mûsâ ile konuşmuş­tur.” Yani aracısız olarak, gerçek manada, sahih şekilde. Peygamberler ile ko­nuşmak ise “vahiy” diye adlandırılır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Vahiy ile veya bir perde arkasından yahut izniyle dilediğine vahyetmesi için bir elçi göndermesi yoluyla olmadıkça hiç bir insana Allah’ın söz söylemesi söz ko­nusu olmamıştır. Şüphesiz ki O, yücedir, Hakîm’dir.” (Şûra, 42/51) Perdedeki hikmet ise, gereken dikkat ve önemin tek şeye yöneltilmesidir. Allah’ın izniyle onun dilediklerini vahyeden elçi ise vahiy meleği olan ve kendisinden “er-Rû-hu’1-Emîn” diye söz edilen Hz. Cebrail’dir. Söz söylemenin keyfiyeti hakkında araştırmalara girişmek, bunun yüzyüze olup olmadığını araştırmak, bizim işi­miz değildir. Bunu en iyi bilen Yüce Allah’tır.

Daha sonra Yüce Allah peygamber göndermekteki hikmetini söz konusu etmektedir. Bunun hikmeti insanlara delil göstermek ve hidayet yolunu açıkla­maktadır. Allah peygamber göndermeyecek olsaydı, insanlar aslî görevleri olan iman ve salih ameli bilmeyişlerini delil olarak ileri sürebileceklerdi. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Eğer bizler onları, ondan önce bir azap ile helak etmiş olsaydık, mutlaka: Rabbimiz bize bir peygamber gönderseydin de zelil ve hakir olmadan önce ayetlerine uy saydık ya, diyeceklerdi.” (Tâ-Hâ, 20/134); “Zaten Biz bir peygamber göndermedikçe azap ediciler değiliz.” (İsrâ, 17/15) Buna göre peygamber göndermenin, kitaplar indirmenin maksadı, her­hangi bir kimsenin ileri sürecek bir mazeretinin kalmamasıdır.

Peygamberlerin görevi ise Allah’a itaat edenleri ve O’nun rızasına tabi olanları hayırlarla müjdelemek, Allah’ın emrine aykırı hareket edip peygam­berleri yalanlayanları da ceza ve azap ile korkutmaktır.

Allah kimsenin mağlup edemeyeceği kadar güçlü olan, Aziz olandır. Sana­tında ve bütün fiillerinde hikmeti sonsuz, Hakîm’dir. Hiç kimsenin ileri süre­cek bir itirazını bırakmaz.

Buharî ile Müslim’de İbni Mes’ud’un şöyle dediği sabittir: Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Allah’tan daha gayretli (kıskanç) yoktur. İşte bundan dolayı açığıyla gizlisiyle hayasızlıkları haram kılmıştır. Yine Aziz ve Celil olan Al­lah’tan daha çok övülmeyi seven yoktur. Ondan dolayı kendisini övmüştür. Kimsenin ileri sürecek mazeretini bırakmamayı Allah’tan daha çok seven yok­tur, İşte bundan dolayı o, müjdeleyiciler ve uyarıcılar olmak üzere peygamberle­ri göndermiştir.” Bir başka lafızda da: “işte bundan dolayı peygamberler gön­dermiş, kitaplar indirmiştir.” buyurulmaktadır.

Bundan önceki ayet-i kerime: “… şüphesiz sana da vahyettik.” ifadesiyle Hz. Peygamberin peygamberliğini isbatı ve bunu inkâr eden müşriklerle Kitap Ehli’nin iddialarını reddini ihtiva ettiğinden dolayı, Yüce Allah: “Lâkin Allah sana indirdiğine şahitlik eder…” buyurmaktadır. Böylelikle önceki ayet-i keri­mede zımmen ifade edilen, burada açıkça ifade edilmektedir. Çünkü ifadelerin akışından Yahudilerin ve müşriklerin ve onların dışında kalanların Resulullah (s.a.)’ın peygamberliğini inkâr ettikleri, onun peygamberliğini kabul etmedikle­ri anlaşılmaktadır. Bu ek açıklamanın muhtevası da şudur: Yüce Allah Hz. Peygamber’in (s.a.) lehine, üzerine Kur’ân-ı Azîm diye bilinen kitabı indirdiği rasulü olduğunu şahitlik etmektedir. O kitap, “önünden de arkasından da batı­lın kendisine erişmediği bir kitaptır. Hakim ve Hamîd (olan Allah) tarafından indirilmiştir.” (Fussilet, 41/42) İsterse seni yalanlayan, sana muhalefet eden­ler arasından onu inkâr edenler bulunsun; bu gerçeği değiştirmez.

Daha sonra Yüce Allah: “Onu ilmiyle indirmiştir.” buyruğuyla şahitliğini pe­kiştirmektedir. O kitapta kullarının muttali olmasını dilediği bilgisi vardır. Mut­tali olmasını istediği şeyler o kitapta yer alan apaçık belgeler, hidayet, hakkı ba­tıldan ayıran ölçüler (Furkan), Allah’ın sevip razı olduğu veya sevmeyip isteme­diği şeyler, geçmiş ve geleceği ihtiva eden gayba dair bilgiler, Allah bunları bil­dirmedikçe gönderilmiş bir peygamberin de, mukarreb bir meleğin de bilemeye­ceği Allah’ın yüce ve mukaddes sıfatlarıdır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmak­tadır: “Onun dilediğinden başka onlar onun ilminden hiç bir şeyi kuşatamazlar.” (Bakara, 2/255) Melekler de aynı şekilde buna şahitlik etmektedir. Yani onlar da Yüce Allah’ın bu hususa dair olan şahitliği ile birlikte sana gelenin doğruluğuna ve sana gelen vahyin gerçekliğine, bu Kitab’m sana indirildiğine şahitlik etmek­tedirler. “Esasen şahit olarak Allah yeter.” Onun senin lehine yaptığı şahitliği ka­fidir. Çünkü bu konuda o gerekli delili ortaya koymuş ve onu açık bir şekilde aydınlatmıştır. Zaten onun şahitliği en doğru ve en gerçek şahitliktir: “De ki: Şahit­lik itibariyle en büyük olan hangisidir? De ki: Benimle sizin aranızda Allah şa­hittir. Ve bu Kur’ân bana onunla hem sizleri hem de bu Kur’an’ın kendisine ulaş­tığı kimseleri uyarıp korkutayım diye vahyolundu.” (En’âm, 6/14). [4][89]

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.