VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 153. VE 159. AYETLER

Yahudilerin İnatçı Tutumları
153- Kitap Ehli senin kendilerine gökten bir kitap indirmeni isterler. Mû-sâ’dan da bundan daha büyüğünü istemişlerdi ve: “Bize Allah’ı apaçık göster” demişlerdi de zulümlerinden dolayı onları yıldırım yakalamıştı. Sonra da kendilerine bunca açık ayetler ve deliller geldiği halde yine de buzağıya taptılar. Nihayet biz bunları affettik, Musa’ya apaçık bir hüccet verdik.
154- Söz vermelerine karşılık Tûr dağını üzerlerine kaldırdık ve onlara: “Kapıdan secde ederek girin.” dedik. “Cumartesi gününde aşırı gitmeyin” dedik ve onlardan ağır bir teminat aldık.
155- Sözlerini bozmaları Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri, peygamberleri haksız yere öldürmeleri, “kalplerimiz perdelidir” demeleri yüzünden; hayır Allah küfürlerine karşılık onların kalplerini mühürledi de artık pek azı hariç onlar inanmazlar.
156- Bir de kâfir olmaları ve Meryem’e iftirada bulunmalarından;
157- Ve: “Allah’ın Rasulü Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük” demelerinden. Oysa onu öldürmediler ve asamadılar; ancak onlara (İsa’ya) benzer gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler an-dolsun ondan yana şüphe içindedirler. Bu hususta onların bilgileri yoktur; ancak zanna dayanmaktadırlar. Onu gerçekten öldürememişlerdir.
158- Bilakis Allah onu kendi katına yükseltmiştir. Allah Azîz’dir, Ha-kîm’dir.
159- Kitap Ehli’nden olup ölümünden önce ona inanmayacak hiç bir kimse yoktur. Kıyamet günü de aleyhlerinde şahit olacaktır.
Nüzul Sebebi
İbni Cerîr et-Taberî, Muhammed b. Ka’b el-Kurazî’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Yahudilerden bazı kimseler Resulullah (s.a.)’m yanına gelerek dediler ki: “Musa bize, Tevrat levhalarını Allah’tan getirdi. Haydi, seni tasdik etmemiz için sen de bizlere bu şekilde levhalar getir!” Bunun üzerine Yüce Allah da: “Kitap Ehli senin kendilerine gökten bir kitap indirmeni isterler… Meryem’e büyük iftirada bulunmalarından…”a kadar olan buyrukları indirdi. Yahudilerden birisi diz üstü çöküp şöyle dedi: “Allah sana da, Musa’ya da ve hiçbir kimseye de hiçbir şey indirmiş değildir.” Bunun üzerine Yüce Allah: “Allah’ı gerektiği gibi bilip tanıyamadılar.” (En’am. 6/91; Hacc, 22/74; Zümer, 39/67) buyruklarını indirdi.
Yine rivayet edildiğine göre Ka’b b. el-Eşref ile Finhâs b. Âzûrâ ve başkaları Resulullah (s.a.)’a şöyle dediler: Sen gerçekten bir peygamber isen Musa’ya verildiği gibi sen de bize semadan toptan bir kitap getir. Bunun üzerine bu ayet-i kerimeler nazil oldu. İbni Cüreyc şöyle der: Hz. Peygamberden üzerlerine: “Allah’tan filâna, filâna ve filâna kendilerine getirmiş olduğu şeylerde onu tasdik etmelerine” dair yazılmış bir levha getirmesini istediler.
Müfessirlerce bilindiğine göre Yahudiler, Muhammed (s.a.)’den gözleri önünde semaya çıkmasını istemişlerdir. Bu şekilde semaya çıkıp üzerlerine tıpkı Musa’ya Tevrat’ın verildiği gibi, bir defada iddia ettiği şeyler hususunda kendisini doğrulayacak yazılı bir kitabı üzerlerine indirmesini istemişlerdir. Onlar bu isteği Resulullah (s.a.)’la inatlaşmak üzere ileri sürmüşlerdi. Yüce Allah da böylelikle onların atalarının Hz. Musa’ya karşı bundan daha büyük ve daha muazzam bir istekte bulunmak suretiyle inatlaştıklarını bildirdi ve: “Bize Allah’ı apaçık göster” demiş olduklarını zikretti.
Onlar bu sözleri işi yokuşa sürmek, inatlaşmak, küfür ve inkâr kasdıyla söylemişlerdi. Nitekim daha önce Kureyş kâfirleri de Resulullah (s.a.)’tan böyle bir istekte bulunmuşlardı. Bu da İsrâ suresinde şöylece dile getirilmektedir. “Ve dediler ki: Sen bize yerden bir kaynak fışkırtmadıkça sana asla iman etmeyeceğiz”. (İsrâ, 17/90). [1][79]
Açıklaması
Kitap Ehli olan Yahudiler senden, üzerlerine senin Allah tarafından kendilerine gönderilmiş peygamber olduğuna tanıklık edecek semavî bir hat ile yazılmış bir kitap indirmeni isterler. Bu, onların dinin gerçeğini, peygamberlik ve risaletin anlamını bilmediklerinin, ilâhî meşietin ve rabbanî hikmetin anlamını idrâk etmediklerinin delilidir: “Eğer üzerine kâğıtlar içerisinde bir kitap in-dirsek, onlar da elleriyle ona dokunsalardı, hiç şüphesiz kâfir olanlar: Muhakkak bu apaçık bir büyüdür, diyeceklerdi.” (En’âm, 6/7) Bu bilgisizliklerinin sebebi ise, Allah’ın kendileriyle peygamberlerini desteklediği gerçek mucizeler ile büyücülerin hile ve göz bağcılıklarını ayırdedememeleridir.
Onların bu istekleri iyi niyetli bir istek değildir. Bu istek ikna olmak, samimiyetle belge ve delil istemek maksadıyla yapılmış değildir. Böyle bir istek işi yokuşa sürmek, karşısındakini aciz bırakmak ve zora sokmak maksadıyla yapılmıştır. Hasan-ı Basrî şöyle der: Eğer onlar bunu doğruyu bulmak kasdıyla istemiş olsalardı, şüphesiz onlara istediklerini verirdi.
Ey Muhammedi Sen onların bu istekleri dolayısıyla hayrete düşme, şaşırma. Çünkü onlar Musa’dan bundan daha büyük bir istekte bulunmuş ve şöyle demişlerdi: Bize Allah’ı herhangi bir engel ve perde söz konusu olmaksızın gözle görülecek şekilde, açıkça göster. İşte bu, onların Allah’ı gereği gibi bilemediklerinin delilidir. Çünkü onlar Allah’ın gözler ile idrâk edilebilecek sınırlı bir cisim olduğunu sanmışlardı.
Böyle bir isteği ataları yapmış olmakla birlikte Hz. Peygamberimiz çağında yaşayan Yahudilere bu istekte bulunmanın nisbet ediliş sebebi, atalarının yaptıklarına razı olan ve onları taklit eden mirasçıları oluşlarmdandır. İşte bu da fertlerinin bir kısmının yaptığı işlere razı olması halinde, aynı ümmetin birbiri ile dayanışma içerisinde, birlik içerisinde oluşunun şekillerinden birisidir.
Aciz bırakmak arzusuyla yapılan bu istekleri dolayısıyla, kendilerinin ölümlerine sebep olan yıldırımın düşmesi ile cezalandırılmışlardı. Sonra Allah onları diriltmişti.
Söz konusu bu diriltme Bakara suresinde yer alan şu buyruklarda açıklanmaktadır: “Hani: Ey Mûsâ! Allah’ı açıktan açığa görmedikçe asla sana iman etmeyeceğiz, demiştiniz de bu sebepten siz bakıp dururken yıldırım gelip sizi yakalamıştı. Sonra da şükredersiniz diye ölümünüzün ardından sizi diriltmişti” (Bakara, 2/55-56).
Diriltmelerinden sonra Mısır topraklarında Hz. Mûsâ tarafından gösterilen bunca göz kamaştırıcı mucizeleri ve reddedilemez gerçekleri görüp düşmanları olan Firavun ve askerlerinin denizde boğulup helak edilişini görmelerine rağmen, henüz bu yerden fazla uzaklaşmamışken putlara tapınan bir topluluğun yanından geçtiler de Hz. Musa’ya: “Onların tanrıları olduğu gibi sen de bize bir tanrı yap” dediler. Yüce Allah onların buzağıya ilâh edinmelerini A’râf suresinin 152. ayetinde Ta-ha suresinin de 88. ayetinde söz konusu etmektedir. Buzağıyı bu şekilde ilâh edinmeleri ise Hz. Musa’nın Yüce Allah’a münacata gidişi sırasında olmuştu. Hz. Mûsâ yanlarına dönünce yaptıklarından tövbe ettiler ve birbirlerini öldürdüler. Aralarından buzağıya tapınmamış olanlar tapınmış olanları öldürdü. Daha sonra Yüce Allah onları diriltti ve tövbe etmeleri üzerine onları affetti. Hz. Musa’ya da apaçık bir delil ve belge verdi. Yani güçlü, açık seçik, rahatlıkla görülüp tanınacak bir belge: Asa, denizin yarılması ve beyaz el gibi. Bunlara ayet-i kerimede “sultan” adının veriliş sebebi ise, bu gibi belgeleri getirenin belgesinin kahredici, yani ister istemez kabul edilmesi gereken bir belge oluşundandır. Bu belge görülmekte insanların benzerini getirmelerinin mümkün olmadığı bilindiğinden, kalpler buna boyun eğmek zorunda kalır.
Onların tövbeleri birbirlerini öldürmeleri şeklinde olup bu kendilerine: “Artık bırakınız” denilinceye kadar devam edip gitti. Bu öldürülen kimse için şehitlik, hayatta kalan için bir tövbe idi. Nitekim Yüce Allah Bakara suresinde şöyle buyurmaktadır: “Hani Mûsâ kavmine şöyle demişti: Kavmim, şüphesiz sizler buzağıyı ilâh edinmekle kendinize zulmettiniz. Haydi sizi yaratana tövbe ediniz, bunun için de kendinizi (birbirinizi) öldürünüz. Böylesi sizi yaratan nez-dinde sizin için daha hayırlıdır. O da tövbenizi kabul etti. O tövbeleri çokça kabul edendir, Rahîm’dir.” (Bakara, 2/54) İsrailoğulları’nın karşı karşıya kaldıkları durumlardan ve tedip edilme üslûplarından hayrete düşürücü birisi de Yüce Allah’ın üzerlerine Tûr dağını adeta bir gölge yapan bir bulut gibi kaldırmış olmasıdır. O sırada onlar o dağın vadisinde bulunuyorlardı. Tûr”un bu şekilde tepelerine kaldırılması ise, Tevrat hükümlerine bağlı kalmayı kabul etmeyip Hz. Musa’nın getirdiklerine itaati reddetmeleri esnasında olmuştu. Bu şekilde cezalandırılmalarının sebebi ise, Yüce Allah’ın önceden kendilerinden almış olduğu, kendilerine indirilenler gereğince tam bir ciddiyet ve ihlâs ile amel edeceklerine dair sözleriydi.
Daha sonra itaat etmeye mecbur edildiler, onlar da itaate dönüp secde ettiler. Dağ, tepelerine düşer korkusuyla başlarının üstünde duran dağa baka kaldılar. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Hani biz bir zaman dağı üzerlerine sanki bir gölgelikmiş gibi çekip kaldırmıştık da üstlerine düşecek sanmışlardı. Size verdiğimizi kuvvetle alın (demiştik)” (A’râf, 7/171).
Onlara kasabanın, yani Beytulmakdis’in kapısından secde ederek, yani zillet ve itaatle boyun eğerek girmeleri, girerken de “hıttah” demeleri emrolun-muştu. Bunun anlamı şuydu: “Allah’ım, Cihadı terkedip ondan yüz çevirdiğimiz için ve bundan dolayı da kırk yıl boyunca şaşkın şaşkın dolaştığımız için kazanmış olduğumuz günahları üzerimizden kaldır.” Ancak hem söylemeleri emrolunan sözü söylemeyip muhalefet ettiler, hem de yapmaları istenen davranışı da değiştirdiler. Kendilerinden söylemeleri istenilen söz yerine “Arpa içinde bir buğday”, diye bir söz söyleyerek ve kıçları üstünde sürünerek girdiler.
Yüce Allah, cumartesi yasağına riayet etmelerini ve bu kendileri için şer”î bir hüküm olarak devam ettiği sürece Allah’ın kendilerine yasak kıldıklarına bağlı kalmalarını emrederek Hz. Dâvûd aracılığı ile şöyle buyurmuştu: “Cumarteside haddi aşmayın.” Yani dünyevî işlerle uğraşmak suretiyle o hususta Allah’ın size belirlemiş olduğu sınırları çiğnemeyin. Ancak onlar bu hususta balık avlamak ile ilgili bilinen hilelerini yaptılar ve emre muhalefet ettiler: “Andolsun sizler cumartesi hususunda aranızdan haddi aşanları bilmişsinizdir. Biz de kendilerine: Hor ve hakir maymunlar olunuz, dedik.” (Bakara, 2/65)
Allah da onlardan çok ağır bir misak almıştı. Yani Tevrat’a tam bir ciddiyetle, bütün güçleriyle sarılıp onun gereğince amel edeceklerine, Hz. İsa ile Hz. Muhammed’in gönderilecekleri müjdesini gizlemeyeceklerine dair oldukça sağlam bir söz almıştır, fakat onlar bu hususta da muhalefet ettiler, isyan ettiler, Allah’ın haram kıldıklarını işlemek için hileli yollara saptılar. Nitekim A’râf suresinde bu hususa şöyle değinilmektedir: “Bir de onlara deniz kaıyısındaki o kasabayı sor. Hani onlar cumartesi gününde haddi aşmışlardı. Çünkü cumartesilerinde balıklar akın akın meydana çıkarak yanlarına geliyor; cumartesi tatil yapmadıklarında ise gelmiyorlardı. İşte biz itaatten çıktıklarından dolayı kendilerini böylece imtihan ediyorduk.” (A’raf, 7/163)
Yüce Allah bu misakı söz konusu ettikten sonra, onların başlarına gelen ilâhî ceza ve gazabın sebeplerini de zikretmektedir. Bu sebep ise ilâhî emirlere karşı gelmenin en çirkinlerinden olup Allah’ın kendilerinden almış olduğu sözü bozmuş bulunmalarıdır. Böylelikle onlar Allah’ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığını da haram kıldılar. “Sözlerini bozmaları… yüzünden” Yahudilerin sözlerini bozmaları, peygamberlerinin doğruluklarına delil teşkil eden Allah’ın ayetlerini (ve mucizelerini) inkâr etmeleri, Zekeriyyâ ve Yahya (a.s.) (ikisine de selâm olsun) gibi peygamberleri de günahsız ve haksız yere öldürmeleri, kalplerimiz perdelerle kaplıdır demeleri yüzünden senin kendilerini davet ettiğin hiç bir şey onların kalplerine ulaşmamaktadır: “Ve dediler ki: Bizim kalplerimiz bizi kendisine davet ettiğin şeye karşı örtüler içerisindedir. Kulaklarımızda bir ağırlık da vardır. Bizimle senin aranda da bir perde bulunmaktadır. Haydi sen yapacağını yap, biz de yapanlarız.” (Fussilet, 41/5) Yüce Allah onlara gerçeğin böyle olmadığını aksine İsa ve Muhammed (a.s.)’i inkâr etmeleri sebebiyle Allah’ın kalplerini mühürlediğini, bundan dolayı da hidayet nurunun kalplerine ulaşmadığını bildirdi; tıpkı başka bir nakış ve şekle sokulamayan sikke haline getirilmiş paralar gibi. Onlar, aralarından Abdullah b. Selâm ve arkadaşları gibi pek azı müstesna, iman etmezler.
İsa (a.s.)’ya kâfir olmaları, İncil’i inkâr etmeleri, bakire ve tertemiz Hz. Meryem’i fuhuş ile itham etmeleri, aralarında salih bir insan olarak bilinen Yûsuf en-Neccâr ile ilişki kurduğunu söylemeleri -ki bu suçsuz bir kimseyi dehşete düşüren büyük bir iftira, uydurulmuş bir yalandır-, Meryem oğlu İsa’yı öldürdüklerini iddia etmeleri ve onun daveti ile alay olsun diye onu Allah’ın peygamberi diye nitelendirmeleri… Buna karşılık Kur’ân-ı Kerîm: O Allah’ın oğludur, diyen Hristiyanlara cevap olmak üzere Meryem’in oğlu olmak ile onu nitelendirmekte ve Yahudilere de şu şekilde cevap vermektedir: Durum şu ki, onlar iddia ettikleri gibi İsa’yı ne öldürdüler, ne de astılar; fakat Allah bir başka kişiyi ona benzetti ve onlar da onu astılar. Onlar kesin olarak İsa’yı öldürmediler. Yani öldürdükleri kişinin bizzat İsa olduğunu kesin bir kanaate sahip olarak öldürmüş değillerdir. Çünkü Hz. İsa’ya benzeyen kişiyi öldürüp asanlar, İsa’yı tanımıyorlardı. İncillerde bilindiğine göre ise Hz. İsa’yı askerlere teslim eden kişi İsharyotlu Yahuda’dır.
Diğer taraftan Hz. İsa’nın kendisinin mi, yoksa başkasımn mı çarmıha geril-diği hususunda ihtilâf içerisindedirler. Onlar durumun gerçek mahiyeti hakkında şüphe ve tereddüt etmekte olup, kesin bir bilgiye sahip değillerdir. Bu hususta zanna, karinelere ve hakka asla ulaştıramayan bazı emarelere uymaktadırlar.
Yüce Allah Hz. İsa’yı Yahudilerin ellerinden kurtarmış ve onu kendisine kaldırmıştır. Nitekim Âl-i İmran suresinde şöyle buyurulmaktadır: “Hani Allah şöyle demişti: Ey İsâ! Şüphesiz ben seni vefat ettirecek, seni bana doğru kaldıracak ve seni inkâr edenler arasından tertemiz edip çıkaracağım, demişti.” (Âl-i İmran, 3/55) İbni Abbâs şöyle der: Ben seni vefat ettireceğim, sözünün anlamı “seni öldüreceğim”dir. Vehb: Allah onu üç gün boyunca ölü bıraktı, sonra diriltti, sonra da onu yükseltti, demiştir. İbni Cerîr de şöyle der: Onun vefat ettirilmesi yükseltilmesi, kaldırılması demektir.[2][80] Çoğunluk ise şöyle demiştir: Burada vefattan kasıt uykudur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Geceleyin (uyku ile) size vefat ettiren (öldürür gibi uyutan) odur.” (En’âm, 6/60) Bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Allah ölümleri vaktinde ruhları alır. Ölmeyeninkini de uykusunda (ruhunu alır).” (Zümer, 39/42) Hasan-ı Basrî Resulullah (s.a.)’m Yahudilere dediğini söyler: “İsa ölmedi. Şüphesiz o Kıyamet gününden önce size geri dönecektir.” Yani müfessirler arasında meşhur olan görüşe göre Yüce Allah Hz. İsa’yı ruh ve cesedi ile semaya kaldırmıştır. Râzî şöyle der: Bundan maksat: “Ben seni kendime has lütuf ve keremime mazhar kılacağım yere yükselteceğim.” demektir. Bunu kendisine doğru kaldırma diye nitelendirmesi ise bu durumun şanını yükseltmek, azametine dikkat çekmek içindir. Nitekim Yüce Allah’ın Hz. İbrahim’in söylediğini naklettiği: “Ben Rabbime gidiyorum.” (Saffat, 37/99) ifadesi de bu kabildendir. Oysa Hz. İbrahim Irak’tan Şam’a doğru gitmişti. Bütün bunlardan kasıt ise azametine ve yüceliğe dikkat çekmektir. “Seni bana doğru yükselteceğim, kaldıracağım.” ayeti derece ve mevki itibariyle yüksekliğe delil olup mevki ve cihet itibariyle değildir. Nitekim Yüce Allah’ın’: “Sana tabi olanları Kıyamet gününe kadar kâfir olanların üstünde tutacağım.” (Âl-i İmran, 3/55) buyruğundaki üstünde olmak da mekân itibariyle bir üstünlük değildir, derece ve yükseklik itibariyle bir üstünlüktür.[3][81]
Daha sonra Yüce Allah, Hz. İsa’yı çarmıha gerilmekten koruyup, onu zalim Romalılarla Yahudilerden kurtarıp kendisine doğru yükseltmesine: “Allah Azîz’dir, Hakîm’dir” buyruğunu delil getirmektedir. Yani şüphesiz ki, Allah asla mağlup edilemeyen güçlüdür. O yaptıklarında, bütün takdirlerinde ve yaratmayı takdir ettiği, hükmettiği bütün işlerinde hikmeti sonsuz olandır. Her kişiye amelinin karşılığını verir. Dünyada Yahudilere verdiği karşılıklardan birisi de onların karşı karşıya kaldıkları zillet, yoksulluk ve yeryüzünün dört bir tarafına dağılmışlıktır.
İsâ Mesih’in çarmıha gerilmesi ve yükseltilmesi ile ilgili bizim bu akidemiz, varlık âleminde en sağlam ve güvenilir bir kaynak olan Allah’ın kelâmı Kur’an-ı Kerim’dendir ve Kur’an-ı Kerîm bizlere tevatür yoluyla nakledilmiştir. O bakımdan sıhhati sabit olmamış başka bir takım rivayetleri tasdike mahal yoktur. Hatta sağlam olmayan bu rivayetler arasındaki çelişkiler ve pek çok tutarsızlıklar da kendileri hakkında kesin bir şüpheyi ortaya koymakta, diğer taraftan da bunların asla güvenilir olmadıklarını kesinlikle ifade etmektedir.
Ayrıca Hz. İsa’nın aşılmadığını söylemek, Hz. İsa’nın şerefine daha çok yakışır, onun üstünlüğünü daha iyi ifade eder. Onun insanlığın ve dünyanın, Hz. Adem ve çocuklarının günahlarını affettirmek için kendisini feda ettiğini, söylemeye gelince: Bu, Hristiyanlığın vehimlerinden ve insanlar tarafından tedvin edilmiş İndilerde yer alan hikâyelerdendir. Çünkü Yüce Allah günahtan kurtulmayı tövbe etmeye bağlı kılmıştır. Hz. Âdem de tövbe etmiş ve bu problem böylelikle sona ermiş, Allah da onun tövbesini kabul etmiştir: “Derken Âdem Rabbinden bir takım kelimeler telakki etti, Allah da onun tövbesini kabul etti. Şüphesiz ki O, çokça tövbeleri kabul edendir, Rahimdir.” (Bakara, 2/37)
Aklı başında hiçbir kimse Hz. İsa’nın kendisini feda etmesi ve Mesih’e uyanların masiyetleri işlemelerini mubah kılmasını kabul edemez. Çünkü Mesih, onlara göre günahlarını affettirmek üzere asılmıştır.
Daha sonra Yüce Allah Hz. Mesih hakkında kesin sözü söylemekte ve Kitap Ehli’nden herkesin, ölüm gelip kendisini bulduğu esnada Hz. İsa hakkındaki gerçeği açıkça göreceğini ve herhangi bir eğrilik söz konusu olmaksızın gerçek ve doğru şekilde ona iman edeceğini, böylelikle Yahudilerin Hz. İsa’nın yalan söylemeyen doğru sözlü bir peygamber olduğunu, Hristiyanlarm da ne ilâh ne de ilâhın oğlu olmayıp insan olduğunu bileceğini ortaya koymaktadır.
Yüce Allah’ın: “Ölümünden önce ona inanmayacak hiç bir kimse yoktur.” buyruğuna gelince: Bu, şu takdirdeki hazfedilmiş bir mevsufa sıfat olarak gelmiş bir yemin cümlesidir: Yani -Andolsun ki- Kitap Ehli’nden olup da ona iman etmeyecek hiç bir kimse yoktur. Yüce Allah’ın şu buyrukları da bu kabildendir: “Bizden bilinen bir mevkii bulunmayan hiç bir kimse yoktur.” (Sâffât, 37/164); “Aranızdan ona uğramayacak hiçbir kimse yoktur.” (Meryem, 19/71). Buyruğun anlamı şudur: Yahudi ve Hristiyanlardan olup da ölümünden önce Hz. İsa’ya iman etmeyecek, onun Allah’ın kulu ve rasulü olduğuna inanmayacak hiç bir kimse yoktur. Yani bunlardan her bir kimse ölümü görüp canı çıkmadan önce imanın kendisine fayda vermeyeceği bir zamanda ona inanacaktır. İmanın bu zamanda fayda vermeyişinin sebebi ise teklif (dinî sorumlulukla muhatap olma) zamanının artık sona ermiş olmasıdır.[4][82] Diğer taraftan artık herkesin bilmediği hususlar açıkça ortaya çıkacak ve ona iman edecek; ancak bu iman ölüm meleğini gördükten sonra ona fayda vermeyecektir.[5][83]
Kıyamet gününde de Hz. İsa Yahudiler aleyhine, kendisini yalanladıklarına dair, Hrıstiyanlar aleyhine de kendisini Allah’ın oğlu diye çağırdıklarına dair şahitlik edecek ve böylelikle onun gerçek durumu ortaya çıkmış olacaktır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ben onları senin bana emretmiş olduğun, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibadet ediniz, demekten başka bir şey söylemedim ve ben aralarında bulunduğum sürece onlara karşı şahit idim.” (Mâide, 5/117) Yani o aralarından iman eden kimselere iman ettiklerine, kâfir olan kimseler aleyhine de kâfir olduklarına dair şahitlik edecektir. Çünkü her bir peygamber Yüce Allah’ın şu buyruğunda da olduğu gibi ümmetine karşı bir şahittir: “Her ümmetten birer şahit getirip bunların üzerine de seni şahit olarak getirdiğimiz zaman (halleri) nice olur.” (Nisa, 4/41) Katâde “kıyamet günü de aleyhlerinde şahit olacaktır.” ayetiyle ilgili olarak şunları söylemektedir: Onlara karşı Allah’tan aldığı risaleti kendilerine tebliğ ettiğine ve Yüce Allah’a kulluğunu ifade ettiğine dair şahitlik edecektir. [6][84]