VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 123. VE 126. AYETLER

Cennete Hak Kazanmak Boş Temennilerle Değildir, Kötü Veya İyi Amelin Karşılığında Dikkate Alınacak Hususlar
123- Bu durum ne sizin kuruntunuza, ne de Ehl-i Kitab’ın kuruntusuna göredir. Kim bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir. O kimse kendisine Allah’tan başka hiçbir dost ve yardımcı bulamaz.
124- Erkek veya kadın kim mümin olarak güzel amelleri işlerse bu gibi kimseler cennete girerler. Onlara zerre kadar haksızlık yapılmaz.
125- İyi ameller işleyerek kendisini Allah’a teslim eden ve İbrahim’in tevhid dinine tabi olan kimseden daha güzel dindar kim olabilir? Allah İbrahim’i kendine dost edinmişti.
126- Göklerde olan ve yerde olan her şey Allah’ındır. Allah her şeyi kuşatıcıdır.
Nüzul Sebebi
İbni Ebî Hatim İbni Abbas (r.a.)’tan naklediyor: Yahudi ve Hıristiyanlar “”Bizden başkaları cennete girmeyecek dediler. Kureyşliler de “Biz tekrar diril-meyeceğiz” dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak şu ayeti indirdi: “Bu durum ne sizin kuruntunuz, ne de Ehl-i Kitab’ın kuruntusuna göredir…” (Nisa, 4/123).
İbni Cerir et-Taberî Mesruk’un şu sözünü naklediyor: Hıristiyanlar ve İslâm ehli birbirlerine karşı övünmeye başladılar. Bu grup:
-Biz sizden daha üstünüz, dedi. Diğer grup da:
-Biz sizden daha üstünüz, dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak şu ayeti indirdi: “Bu durum ne sizin kuruntunuz ne de Ehl-i Kitab’ın kuruntusuna göredir.” (Nisa, 4/123).
Yine Taberî Mesruk’tan naklediyor: “Bu durum ne sizin kuruntunuza ne de Ehl-i Kitab’ın kuruntusuna göredir” ayeti indiği zaman Ehl-i Kitap müminlere “Siz de bizimle eşitsiniz” dediler. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Erkek veya kadın kim mümin olarak güzel ameller işlerse bu gibi kimseler cennete girerler…” (Nisa, 4/124). [1][60]
Açıklaması
Durum ne sizin kuruntularınıza bağlıdır ey Müslümanlar, ne de sizin kuruntularınıza bağlıdır ey Kitap Ehli! Amellerin karşılığı yapılan amele bağlıdır. Mücerret temenni ile ne size, ne de onlara kurtuluş yoktur. İtibar edilen ve değer verilen husus Allah’a itaat, değerli peygamberlerinin diliyle Allah’ın tayin ettiği şeriata uymaktır.
İbni Ebî Şeybe Hasan-ı Basrî’den -mevkuf olarak- naklediyor: “İman temenniden ibaret değildir. Fakat kalpte yerleşen ve amelin de kendisini tasdik ettiği şeydir.” Yine Hasan-ı Basrî diyor ki: “Bir kavmi mağfiret aldattı. Dünyadan günahlarla dolu olarak çıktılar. Sadık ve samimi olsalardı amellerini güzelleştirirlerdi.”
Kim bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir. Zira verilen karşılık amelin eseridir. Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Kim zerre ağırlığınca kötülük işlerse onu görür.” (Zelzele, 99/8).
İmam Ahmed Ebu Bekir b. Zübeyr’den rivayet ediyor: Haber verildiğine göre Hz. Ebu Bekir (r.a.) Peygamberimiz (s.a.)’e:
— Ya Rasulallah! “Bu durum ne sizin kuruntunuza ne de Ehl-i Kitab’ın kuruntusuna göredir” ayetinden sonra kurtuluş nasıl olacaktır? Her işlediğimiz kötülükle cezalandırılacak mıyız? diye sordu. Peygamberimiz (s.a.) şöyle cevap verdi:
— Allah seni mağfiret eylesin ey Ebu Bekir! Sen hastalanmıyor musun? Yorulmuyor musun? Üzülmüyor musun? Sana bir sıkıntı isabet etmiyor mu? Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (r.a.):
— Evet dedi. Efendimiz (s.a.):
— İşte bu cezalandırıldığınız şeylerdendir buyurdu,
Said b. Mansur, Ahmed, Müslim, Tirmizî ve Nesaî Ebu Hureyre (r.a.)’den rivayet ediyorlar: “Kim bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir” ayeti indiği zaman bu durum Müslümanlara ağır geldi. Bunun üzerine Resulullah (a.s.):
— Doğru olun ve doğruluğa yaklaşın. Zira Müslümana isabet eden her şeyde Müslüman için kefaret vardır. Hatta ayağına batan dikende, çektiği sıkıntıda kefaret vardır, buyurdu.
Bu hadis ve benzerleri dünyadaki hastalıklar, belâlar, musibetler ile dünyanın dertleri ve korkulan sebebiyle Allah’ın hataları sileceğine delâlet etmektedir.
Kim kötülük işlerse kendisinin işini üstlenecek, kendisini koruyacak ve kendisinden cezayı kaldıracak hiçbir dost ve kendisine yardımcı olacak ve başına gelen bu durumdan kendisini kurtaracak hiçbir yardımcı bulamaz. Ölçü sadece iman ve amellerdir, temenni, kuruntu ve rüyalar değildir.
Buna mukabil olarak, karşılaştırma ve adalet gereği olarak -bu ameli işleyen ister kadın ister erkek olsun- imanında sadık olduğu halde nefsini ıslah edecek salih amel işlerse bu şekilde amel edip Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimseler cennete girecekler ve amellerinin ecirlerinden, isterse bu amel gayet basit ve zerre kadar bile olsa hiçbir haksızlığa uğramayacaklardır.
Cennetin ve saadetin yolu imanla birlikte salih amel işlemektir. Cehennemin yolu ise kötü ameldir. Allah’ın şeriatı ve dinine uyulmadığı müddetçe övünmek bir millete veya gruba ya da peygambere mensup olmak hiçbir yarar sağlamayacaktır.
Cenab-ı Hak bundan sonra kemal derecelerini zikrederek devam etti ve şöyle buyurdu: Kalbini sadece Allah’a ihlâsla teslim eden, dua veya dileğinde O’ndan başkasına yönelmeyen, gönlünü O’ndan başka rab veya mabud tanımaksızın sadece Allah’a teslim eden kimseden din yönünden daha güzel kim olabilir?
Ayette kalbin yönelmesi ve maksat “yüzü teslim etmek” şeklinde ifade edilmiştir. Zira yüz kalpte bulunan duygu ve düşüncelerin aynasıdır.
O kimse bu kalbi ihlâs ile ve kâmil imanla birlikte güzel amel işler, yani iyilikleri yapar, kötülükleri terk eder, faziletli ahlâk ve hasletlerle muttasıf olur. Şirkten yüz çevirmekle, putperestlik ve putperestlerden uzak durmak suretiyle tevhid dini olan Hz. İbrahim (a.s.)’in dinine tabi olur. Hak din olan İslâm dinine sarılır. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
“Bir zaman İbrahim babasına ve kavmine şöyle demişti: Ben sizin tapmakta olduğunuz bütün ilâhlardan kesinlikle uzağım. Ancak beni yaratan müstesna. Beni O hidayete ulaştıracaktır. İbrahim bu tevhid kelimesini kendisinden sonrakilere onlar hakka dönsünler diye, ebedî bir kelime olarak bıraktı.” (Zuhruf, 43/26-27).
“De ki: Hayır! Biz hakka yönelen İbrahim’in dinine uyarız. O Allah’a ortak koşanlardan değildi.” (Bakara, 2/135).
“Allah İbrahim’i kendine dost edinmiştir.” Bu cümle ara cümlesi olup mecazi bir mana taşır. Yani Allah İbrahim (a.s.)’i seçti, O’na samimi dostun samimi dostuna yaptığı ikramına benzer özel ikramda bulundu. Allah katında Allah’ın kendisini samimi dost edinecek kadar yakın bir dereceye sahip olan kimse dinine ve yoluna tabi olmaya lâyık bir kimsedir.
Yani Allah İbrahim (a.s.)’e selim bir fıtrat ve inanç, kuvvetli bir akıl ve tertemiz bir ruh, Allah’ı kâmil manada tanıma iradesi, güçlü bir azim, putperestlik ve şirkle savaşma hususunda yüce bir gayret vermek suretiyle lütufta bulunmuş; böylece İbrahim (a.s.) ulü’1-azm (son derece azimli ve yüksek mertebeli) peygamberlerden biri olmuştu. O Rahman’ın samimi dostu ve şeytanın düşmanıdır.
Cenab-ı Hak bundan sonra itaat etmenin sebep ve hikmetini zikrederek şöyle buyurdu:
Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ın mülkü, O’nun kullan ve yaratıklarıdır. Bütün hepsinde tasarrufta bulunan sadece O’dur. O’nun takdir ettiği kaderi geri çevirecek bir güç, verdiği hükmü reddedecek bir kuvvet yoktur. Azameti ve kudreti, adaleti, hikmeti, lütfü ve rahmeti sebebiyle O’nun yaptığından sual edilmez. O’nun kudretiyle birlikte ilmi her şeyi kuşatıcıdır, hepsinde nüfuz sahibidir. Kullarından hiçbir şey O’na gizli kalmaz. O’nun ilminde göklerde ve yerde bulunan zerre ağırlığınca bir şey, zerreden küçüğü de büyüğü de gizli kalmaz. Kullarının amellerini bilen kimse hayırlı ve şerli amellerinin karşılığını onlara verecektir. Kulların üzerine düşen kendileri için en güzel olanı tercih etmektir.
Bu ayet salih amel işleyenlerle kötü amel işleyenlerin zikredildiği ayetle sıkı irtibat halindedir. Mana şu şekildedir: Göklerin ve- yerin mülkü Allah’ındır. O’na itaat etmek onların üzerlerine vaciptir. Kâinatı çevreleyen yüce kudret sahibi olmak, vaad ettiği ve tehdit ettiği şeyleri yerine getirmek sıfatıyla muttasıf olması sebebiyle her şeyde kendisine yönelmeye lâyık olan Allah Teâlâ’dır. Hatta İbrahim Halil (a.s.) ve diğer peygamberler de Allah’a yönelmek zorundadırlar. [2][61]