VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 1. VE 2. AYETLER

NİSA SURESİ
(Kur’an-ı Kerim’in 4. suresi olup Medine’de inmiştir.)
Buharî Hz. Aişe’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Nisa suresi, şüphesiz ben, Resulullah (s.a.)’ın yanında iken nazil olmuştur.”
Hz. Aişe’nin Resulullah (s.a.) ile birlikte evlilik hayatı hicretin birinci yılı Şevval ayında başlamıştır. [1][1]
İnsan Menşeinin Birliği, Eşlerin Birliği Ve Aile Bağı
1- Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan, ondan da zevcesini var eden ve her ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinizden sakının ve O’nun adı ile birbirinizden dilek-Hıılıı iı^ığımın: Allah’tan sakının. Akrabalık (bağlarını koparmak)tan da (sakının). Şüphesiz Allah üzerinizde tam bir gözeüeyicidir.
Açıklaması
Yüce Allah akıl sahibi olan insanlara, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmadan, onu tevhid ederek ibadet etmek ve kul hakları ile ilişkisi bulunan bütün emirlere uyma ve bütün yasaklardan kaçınma emrini vermekte ve bu emirleri yerine getirmeye sevk edecek şekilde takva emrini bir defa daha pekiştirmektedir. Bunu ise nimetleriyle onları besleyip büyüten, ihsan ve lütuflannı onlara bol bol veren kendisinin Rububiyyetini.muhataplara (Rabbiniz diye) izafe edip hatırlatmakla tekit etmektedir. Daha sonra ikinci olarak takva emri verilirken Yüce Allah lafzı bir defa daha zikredilmektedir. Çünkü Yüce Allah’ın adı heybet ve celâlin özel adıdır. Arkasından onların yaratıcısı olduğu hatırlatılmakta ve kendilerini tek bir nefisten yaratma kudretine dikkatleri çekmektedir. Onlar tek bir asıldan gelmişlerdir. Hepsi Adem’dendirler, Adem ise topraktandır. Yüce Allah bu candan eşini yarattı ve erkek ve dişi bütün insanlar da her ikisinden üreyip türedi. Bu zürriyet arasında Yüce Allah akrabalık ve kan bağı esasları üzerinde kurulan aile bağını ortaya çıkardı. Bu bağlar onları birbirlerine merhametli davranmaya, birbirleriyle dayanışmaya sevk eder. İşte bütün bunlar takvayı gerektiren, Allah’ın cezasından sakındıran göz kamaştırıcı ilâhî kudretin delilidir. Nitekim akrabalık nimeti de şükür vazifesini yerine getirmek ve böyle bir nimeti itiraf etmek üzere takva sahibi olmayı gerektirir. Çünkü akrabalık bir destek, bir ilişki, karşılıklı bir sevgi, atıfet ve muhabbettir ki, insana mutluluk duygusu verir, toplum içerisinde manevî güç kaynağı olur. Kişi ailesinin sevinci ile sevinir, kederi ile kederlenir. Nitekim Ahmet ve Hâ-kim’in el-Misver’den rivayetine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Fatı-ma benden bir parçadır. Onu üzen şey beni de üzer, onu sevindiren şey beni de sevindirir…”
İnsanın kendisine aslını hatırlatmakta insanî sınırlara bağlı kalmanın gereğine delâlet vardır. İnsanın hoşuna gitsin yahut gitmesin, bir diğer insanın kardeşi olduğuna, kardeşliğin ise barış içinde yaşamayı, yardımlaşmayı, savaşı, düşmanlığı ve bağlan koparmayı bir kenara atmayı gerektirdiğine işarettir.
İlim adamlarının cumhurunun görüşüne göre tek bir candan kasıt, insanlığın babası olan Adem (a.s.)’dir. Onlar, Hz. Adem dışında “tek bir can* diye nitelenecek kimsenin olmadığını kabul ederler. Ondan önce bir takım Ademlerin varlığını iddia edenlere gelince, bu iddia Kur’an-ı Kerim’in zahir ifadeleriyle çatışmaktadır.
Eşinden kasıt da Havva’dır. Havva Hz. Adem’in sol kaburga kemiğinden uykuda bulunduğu sırada yaratılmıştır. Hz. Adem uyanıp da Havva’yı gördüğünde onu beğenmiş ve karşılıklı birbirlerine yakınlık duymuşlardı. Buna delil ise Buharî ile Müslim’de yer alan sahih hadistir. Buna göre Resulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Kadınlar hakkında birbirinize hayır tavsiye ediniz. Çünkü kadınlar bir kaburga kemiğinden yaratılmışlardır. Kaburga kemiğinde en eğri olan kısım ise onun üst tarafıdır. Sen onu düzeltmeye kalkışırsan onu kırarsın. Olduğu gibi bırakırsan eğri kalmaya devam eder.”
Ebu Müslim el-Isfahânî gibi bazı ilim adamlarının görüşüne göre ise maksat, “o canın cinsinden onun eşini de yaratmıştır” şeklindedir. Her ikisi de buna göre tek bir cinstir ve aynı tabiattır. Diğer taraftan eşinin kaburga kemiğinden yaratılmasının faydası nedir? Çünkü Yüce Allah Adem’i topraktan yarattığı gibi, onu da ayrıca yaratmaya kadirdir. Ebu Müslim buna delil olarak Yüce Allah’ın şu buyruklarını göstermektedir: “Sizin için nefsinizden kendileriyle sükûn bulacağınız eşler yaratmış olması da O’nun ayetlerindendir.” (Rûm, 30/21). Burada “nefsinizden” buyruğundan kasıt sizin cinsinizdendir. Yüce Allah’ın şu buyruğunda olduğu gibi: “Ümmîler arasında kendilerinden bir rasul gönderen O’dur.” (Cuma 62/2). Yine burada kasıt onların cinsidir. Şu buyruk da böyledir: “Andolsun ki size kendi nefislerinizden bir peygamber gelmiştir.” (Tevbe, 9/128).
Ancak Ebu Müslim’e az önce geçen sahih hadisin delâletine aykırı iddiada bulunduğu belirtilerek cevap verilmektedir. Buna göre böyle bir yaratmadaki hikmet Yüce Allah’ın canlıdan -doğum yoluyla değil de- canlı yaratmaya, tıpkı cansızdan bir canlı yaratmaya kadir olduğunu ortaya çıkartmaktır.
Daha sonra Yüce Allah insan türünün çoğalma yolunu açıklamakta ve Adem ile Havva’dan insan cinsinin iki türünü etrafa yayıp dağıttığını söz konusu etmektedir. Bu iki tür ise yeryüzünde yerleşen, orayı imar eden ve her ikisinden dallanıp budaklanan erkek ve dişilerdir.
Daha sonra Yüce Allah az önce sözü geçen takva emrini, insanların ihtiyaçlarını karşılamak üzere Allah adına birbirlerinden isteklerde bulunmaları yolunu hatırlatarak pekiştirmektedir. Allah adına bu şekilde bir şeyler istemeleri O’na imanın ve O’nu tazimin delilidir. Kişi, “Allah adına bu ihtiyacımı vermeni istiyorum” derken bunun kabul edilmesini umarak istekte bulunur. Böyle bir söz Yüce Allah’ın emirlerine uymayı gerektiren hususlar arasındadır. Buna uyan kimse ise Allah’tan korkar, O’nun emirlerine aylan hareket etmekten sakınır, yasaklarından uzak durur.
Allah’tan korkmak gerektiği gibi akrabalık bağlarını kesmekten korkmak da icap eder. Yani adını tazim ettiğiniz ve onun adı ile birbirinizden bir şeyler istediğiniz Allah’tan da, akrabalık bağını koparmaktan da korkunuz. Yani sevgi ve iyilikle bu bağları birleştiriniz, onları koparmayınız. Çünkü onları koparmak, sakınılması gereken bir husustur.
Daha sonra Yüce Allah her şeye muttali olduğunu, her bir işi, her bir durumu tespit edip gözetlediğini bildirerek ayet-i kerimeyi sona erdirmektedir. O bakımdan Yüce Allah ancak bizim korunmamıza yarayacak, menfaatimize olacak şeyleri teşrî buyurur. O hallerimizi çok iyi görendir. İşte bu ifade takva emrinin verilmesinin ve bu emre riayet etme gereğinin bir gerekçesi gibidir. Ayetin sonundaki bu buyruk, Yüce Allah’ın, “Allah her bir şeye tanıktır” (Mücadele, 58/6) buyruğunu andırmaktadır. [2][2]
Yetimlerin Mallarını Yemenin Haram Kılınması
2- Yetimlere de mallanın verin. Temizi murdara değişmeyin ve onların malla- ku bu büyük bir günahtır.
Nüzul Sebebi
Mukâtil ve el-Kelbî der ki: Bu ayet-i kerime Gatafanlı bir adam hakkında nazil olmuştur. Bu kişinin yanında çokça malı bulunan ve kardeşinin oğlu olan yetim bir çocuk vardı. Bu çocuk bulûğ yaşına gelince malını istedi. Amcası malı ona vermek istemedi. Peygamber (s.a.)’in yanına gidip davalaştılar. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. Amca bu ayet-i kerimeyi işitince, “Allah ve Ra-sulüne itaat ettik, biz pek büyük günahtan Allah’a sığınırız” dedi ve çocuğa malını verdi. Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: “İşte her kim nefsinin cimriliğinden korunur ise ve bu şekilde cimriliğinden vazgeçip geri dönerse o güzel yurduna yerleşir.” Yani cennetine konaklar. Delikanlı (amcasından) malını alınca Allah yolunda infak etti. Peygamber (s.a.) de şöyle buyurdu: “Ecir sabit oldu, günah kaldı.” Ey Allah’ın Rasulü, dediler, ecrin sabit olduğunun ne anlama geldiğini bildik. O Allah yolunda infak ettiği halde günah nasıl olur da olduğu gibi kalır? Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Delikanlı için ecir sabit oldu, babası aleyhine ise günah kaldı.” [3][3]
Açıklaması
Ayet-i kerimenin konusu: Yüce Allah ergenlik yaşına geldikleri takdirde yetimlere mallarının tam ve eksiksiz olarak verilmesini emretmekte, mallarım vasilerin kendi mallarına katmalarını yasaklamaktadır. Hitap, mal ellerinde yetimler de yanlarında bulunduğu sürece vasilere yöneliktir.
İşte bu, takvanın değişik hallerinin açıklanmasının bir başlangıcıdır. Takvanın başı ise -Yüce Allah sıla-i rahimi ve akrabalık bağını hatırlattıktan sonra- zayıf ve güçsüz yetimlerin mallarını korumaktır.
Anlamı şudur: Ey yetimlerin vasileri olanlar! Ergenlik yaşına geldikten sonra yetimlere mallarını tam ve eksiksiz olarak veriniz. Onlar küçüken har-* camalannı mallarından yapınız. Onların mallarından herhangi bir şeyi kendi mallarınıza katmayınız. Burada, malları telef eden diğer tasarruflar ve çeşitli yararlanma yollarını ifade etmek üzere “yemek” tabirini kullandı. Çünkü tasarrufların pek çoğu yemek için yapılır. Yüce Allah’ın, “(ilâ) = e, a” harf-i çeri burada “ile birlikte” ya da gerçek manasına kullanılmış olabilir. Yani onların mallarını yemek hususunda kendi mallarınıza katmayın, eklemeyin. Çünkü sizler ne yapacak olursanız Allah’ın lütfuyla kazanmış olduğunuz kendi malınız olan helâl bir şeyi, yetimlerin malları olup sizin için haram olana değişmiş olursunuz. Böyle bir yemek büyük bir günah, büyük bir vebaldir. Rivayet edildiğine göre onlar -İslâm’dan veya bu ayetin nüzulünden-önceleri zayıf koyun verir, yerine semiz bir koyun alırlardı. Böyle davranmaları yasaklandı.
Yetim, mutlak olarak babası ölmüş kimseye denir. Fakat önceden de açıklandığı gibi şeriat ve örfte bu tahsis edilmiş bulunmaktadır. Çünkü Resulullah (s.a.) -Ebu Davud’un Ali (r.a.)’den rivayetine göre- şöyle buyurmuştur: “Ergenlik yaşından sonra yetimlik olmaz.”
Ayet-i kerime yetimlere mallarının verilmesi hususunda zahiri üzeredir ve ergenlik yaşına gelmeden önce mallarının onlara verilmemesi anlamında değildir. Burada yetimlere mallarının verilmesi mecaz yoluyla o mallara kötü bir maksatla el uzatmadan onları sağ salim sahibine bırakmak demektir. Buna delil ise sonraki, “Yetimleri … deneyin.” (Nisa, 4/6) ayetidir. Yani ergenlik yaşma geldikleri vakit mallarını teslim alabilecek durumda olup olmadıklarını deneyiniz. Bu ayet-i kerime ergenlik ve reşitliğin gerçekleşmesi halinde fiilen mallarının yetimlere teslim edilmesine bir teşviktir. “Yetimlere de mallarını verin” ayeti ise ergenlik yaşma gelip reşit oldukları vakit mallarının kendilerine teslim edilmesi için yetimlerin mallarının korunmasını teşvik etmektedir.
Fakat daha uygun olan “verme”nin gerçek anlamı ile kullanılmış olmasıdır ki, bu da fiilen vermek demektir. Buna göre “yetimler” kelimesi ise daha önceki durumları nazarı itibara alınarak kullanılmış mecazî bir tabirdir. Bu şekilde yetimlik tabirinin kullanılmasının sebebi küçüklükleri üzerinden fazla bir zaman geçmeden mallarını kendilerine vermekte eli çabuk tutup acele etmenin vücubuna işaret etmektir. Çünkü yetimlik zayıflıktır. Bu ise merhameti, iffeti gerektirir. Adeta yetim adı ergenlikten sonra da devam ediyor gibi bir intiba verilmiştir. Usûl-i fıkıhta bu gibi anlatımlara nassın işareti adı verilir. [4][4]