VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 87. VE 89. AYETLER

Hoş Ve Temiz Şeylerin Mübahlığı
87- Ey iman edenler! Allah’ın size helâl ettiği o temiz ve güzel şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Çünkü Allah haddi »Şanları sevmez.
88′ Allah’ın size verdiği rızıktan helâl ve temiz olarak yiyin ve iman ettiğiniz Allah’tan korkun-
Nüzul Sebebi
İbni Cerîr et-Taberî, İbni Ebî Hatim ve İbni Merdûveyh, İbni Abbas’tan şöyle dediğini rivayet ederler: Bu ayet-i kerime birisi Osman b. Maz’un olan Ashab-ı kiramdan birkaç kişi hakkında nazil olmuştur. Bunlar, “Erkeklik organlarımızı keselim, dünyalık zevklerimizi ve arzularımızı terk edelim, rahiplerin yaptığı gibi biz de yeryüzüne seyahat maksadıyla dağılalım” demişlerdi. Bu sözleri Peygamber (s.a.)’e ulaşınca onları yanma çağırdı ve söylediklerini onlara hatırlatınca onlar “evet söyledik” dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Fakat ben oruç da tutarım, açarım da. (Geceleyin) hem namaz kılarım, hem uyurum. Hanımlarımla beraber olurum. Benim sünnetimi takip eden bendendir, benim sünnetimi takip etmeyen de benden değildir.”
es-Süddî’nin rivayetinde ise bunların on kişi oldukları, Osman b. Maz’un ile Ali b. Ebî Talib’in bunlar arasında bulunduğu belirtilmektedir.
İbni Cerîr, İbnül-Münzir ve Ebu’ş-Şeyh b. Hayyân b. Ensârî, İkrime’den şunu rivayet ederler: Osman b. Maz’ûn, Ali b. Ebî Tâlib, İbni Mes’ud, el-Mik-dâd b. el-Esved, Ebu Huzeyfe’nin mevlâsı Salim ve Kudâme dünyadan el etek çekerek evlerinde oturdular, kadınlardan uzak durdular ve kalın yün elbiseler giymeye başladılar. Güzel yiyecekleri, elbiseleri kendilerine yasakladılar. Yiyip giydikleri tek şey, İsrailoğulları’ndan (zâhidâne) seyahate çıkanların yedikleri ve giydikleri idi. Hatta hayalarını burmayı bile düşündüler, geceleyin namaz kılıp gündüzün oruç tutmayı kararlaştırdılar. Bunun üzerine: “Ey iman edenler! Allah’ın size helâl ettiği o temiz ve güzel şeyleri haram kılmayın…” ayet-i kerimesi nazil oldu.
Bu ayet-i kerime nazil olunca Resulullah (s.a.) onlara haber gönderip şöyle buyurdu: “Şüphesiz nefislerinizin bir hakkı vardır, gözlerinizin bir hakkı vardır, aile halkınızın bir hakkı vardır. O bakımdan namaz kılınız ama uyuyunuz da. Hem oruç tutunuz hem yemek yiyiniz. Bizim sünnetimizi terk eden bizden değildir.” Hep birlikte şöyle dediler: Allahım, biz bunun doğruluğuna inandık, rasulüne indirdiklerine de tabi olduk.
İbni Mes’ud’dan rivayet edildiğine göre adamın birisi şöyle der: “Ben yatakta yatmayı kendime haram kıldım.” Bunun üzerine İbni Mes’ud ona bu ayet-i kerimeyi okuyarak şöyle demiştir: “Yatağın üzerinde uyu ve ettiğin yeminin kefaretini yerine getir.”
Sonuç olarak bu ayet-i kerimenin, devamlı oruç tutanlara, geceyi namaz kılmakla geçirmeyi kadınlara, güzel ve temiz şeylere yaklaşmamayı, et yeme-meyi, yataklarda uyumamayı kararlaştıran bir grup sahabi hakkında nazil olduğunu rivayetler ittifakla belirtmektedir. [1][4]
Açıklaması
Ey iman edenler! Kendinize hoş ve temiz şeyleri haram kılıp bunlardan imtina etmeyiniz. Hoş ve temiz şeyler taşıdıkları faydalar dolayısıyla kişilerin nefislerinin lezzet duydu” a şeylerdir. Yüce Allah’a yaklaşmak niyetiyle faydalanmayı terk etmek suretiyle bunları kendinize haram kılmayınız. Allah’ın sizin için çizmiş olduğu helâl sınırlarını aşarak da haram kılmış olduğu sınırlara girmeyin. Veya hoş ve temiz şeyleri kullanmakta aşırıya kaçmayın ve bunları haram kılmak suretiyle haddi de aşmayın. Bur göre haddi aşmak iki hususu kapsamaktadır: Birinci şekil, söz konusu şeyde israfa kaçmak suretiyle haddi aşmaktır. Bunu Yüce Allah şu buyruğunda belirtmektedir: “Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz, çünkü O israf edenleri sevmez.” (A’râf, 7/31)
Diğer şekil ise, hoş ve temiz şeylerden başka temiz olmayan, murdar olan şeyleri kullanarak haddi aşmak.
Sözü geçen hususların yasaklanma sebebi ise şudur: Yüce Allah haddi aşanlara buğzeder, şeriatın11 sınırlarını çiğneyen ve helâl kıldığı şeyi haram kılanları da cezalandırır. Helâı; haram kılmak, ister yemin suretiyle ister adak, isterse de başka yolla-ibaac …. la dahi olsa-olabilmektedir.
Bu durum, İslâm’ın orta yolu beni işeyen itidali tavsiye etme ilkesi ile tam bir uyum içindedir. İsraf da yoktur, kısmak da yoktur. Meşru hayatın maddî zevklerinden ve lezzetlerinden çekinmek de söz konusu değildir. Bunun gibi, istekleri baskı altına almak, nefse işkence etmek, bedeni zayıf düşürüp mahrum bırakmak gibi sonuçlara götüren rahiplik ve zahitlik de yoktur. Aynı şekilde alışılmış ve ortalama miktarın üstünde arzulanan ve zevk alınan şeylerden aç gözlülükle faydalanmak da söz konusu değildir.
Yüce Allah insana, hayattaki hoş şeylerden yararlanmamayı yasakladıktan sonra Allah’ın helâl kılıp temiz olan şeylerden yemeyi mubah kılmak anlamında olumlu bir emir vermektedir. Bu emirle Yüce Allah helâl kıldığı rızıklar-dan yenmesini istemektedir. Ancak ister leş, akmış kan ve domuz eti gibi bizatihi haram olan yollardan olsun; isterse de faiz, kumar, hırsızlık, rüşvet ve buna benzer muamelelerle mallarını batıl yollardan sağlamak suretiyle olsun haram yollardan uzak durmayı şart koşmuştur.
İşte bu, “rızk”ın kapsamına helâl ve haram şeylerin girdiğini göstermektedir. Haramın varlığı imtihan içindir. Bundan amaç, nefsi Allah’ın helâl kıldığı şeyleri yapmaya, haram kıldığı şeylerden de alıkoymaya mecbur etmek için bu konuda gösterilecek mücadelenin boyutlarının ortaya çıkarılmasıdır.
Daha sonra Yüce Allah yalnızca ibadet hakkında değil, aynı şekilde alışılmış günlük geçim hayatında da geçerli olacak bir kıstas koymaktadır ki, bu da Allah’a karşı takvalı olup Allah’ın sınırlarına sıkı sıkıya yapışma emridir. Yani bir çeşit “yemek, içmek, giyinmek, kadın ve benzeri hususlarda hayatınızı ilgilendiren bütün konularda kendisine iman etmiş olduğunuz Allah’tan korkunuz, helâl ve haram kılmak hususunda meşruiyyet sınırlarını aşmayınız” şeklinde emretmektedir.
Burada, takva emri Allah’ın buyruklarına gereken riayeti göstermek ve bunu sürekli kılmaya teşvik için zikredilmiştir. Hoş ve temiz şeylerin haram kılınmasını yasaklayıp helâl ve temiz rızıktan yemek emrinin akabinde zikredilmesi de temiz nzıklardan yararlanmakla takva arasında bir aykırılık ve bir farklılık olmadığını göstermek içindir. Bu ayet-i kerimenin bir benzeri de Yüce Allah’ın şu buyruklarıdır: “Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiğimiz hoş ve temiz şeylerden yiyiniz ve Allah’a şükrediniz, eğer O’na ibadet edenler iseniz.” (Bakara, 2/172); “De ki Allah’ın kulları için çıkartmış olduğu ziyneti ve hoş ve temiz rızıkları haram kılan kimdir?” (A’râf, 7/32). Müslim’in Ebu Hureyre’den rivayet ettiği Hz. Peygamberin şu buyruğu da bu ayet-i kerimenin muhtevasını ifade eder: “Şüphesiz Allah müminlere, peygamberlere verdiği emrin aynısını emretmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey peygamberler! Hoş ve temiz şeylerden yiyiniz ve salih amel işleyiniz.” (Mü’minun, 23/51). Yine Yüce Allah şöyle buyurmuktadır: “Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiğimiz hoş ve temiz şeylerden yiyiniz.” (Bakara, 2/172)
Hadiste sözü geçen “tayyıbâftan kasıt ise, Nevevî’nin de belirttiği gibi helâl şeylerdir. [2][5]
Lağv Yemini İle Mun’akide Yemin Ve Yeminin Kefareti
89- Allah sizi yeminlerinizdeki lağvden dolayı sorumlu tutmaz. Fakat bağlamış
olduğunuz (mün’akide) yeminlerinizden sorumlu tutar. Bunun kefareti ailenize yedirdiğinizin orta derecesinden on fakiri doyurmak veya onları giydirmek yahut bir köle azat etmektir. Fakat kim bulamazsa üç gün oruç tutsun. İşte bozduğunuz yeminlerinizin kefareti budur. Yeminlerinizi koruyun. Allah size ayetlerini şükredesiniz diye böyle açıklıyor.
Nüzul Sebebi
İbni Cerîr et-Taberî, İbni Abbas’tan şöyle dediğini nakletmektedir: “Yüce Allah’ın “Ey iman edenler! Allah’ın size helâl ettiği temiz ve güzel şeyleri haram kılmayın” buyruğunu kendilerine kadınlara yaklaşmayı ve et yemeyi haram kılan topluluk hakkında indirince o topluluk şöyle dedi: Peki ey Allah’ın rasulü! Bu hususta yapmış olduğumuz yeminlerimiz ne olacak? Bunun üzerine şanı yüce Allah “Allah yeminlerinizdeki lağvden dolayı sizi sorumlu tutmaz…” buyruğunu indirdi.”
Taberî bununla ilgili şu açıklamayı da yapar: İşte bu da bizim daha önce söylediğimiz “Bu topluluk kendilerine bazı şeyleri yaptıkları yeminlerle haram kılmışlardı” şeklindeki kanaatimizin lehine bir delildir. Onların yaptıkları bu yemin sebebiyle bu ayet-i kerime nazil oldu [3][6]
Ebu’ş-Şeyh İbni Hayyan da Ya’lâ b. Müslim’den şöyle dediğini rivayet eder: Ben Said b. Cübeyr’e bu ayet-i kerime hakkında sordum, şöyle dedi: Ondan önceki ayet-i kerimeyi oku! Ben de “Ey iman edenler! Allah’ın size helâl ettiği o temiz ve güzel şeyleri haram kılmayın…” buyruğundan itibaren “Allah sizi yeminlerinizdeki lağvden dolayı sorumlu tutmaz ” buyruğuna kadar okudum. [4][7]
Açıklaması
Kastî olmadan yapılan yeminlerden dolayı sorumluluk söz konusu değildir. Bunlara herhangi bir hüküm de taalluk etmez. Bu gibi yeminlere lağv yemini denir. Bunlar ise yemin edenin kastî olmayarak dilinden dökülüveren yeminlerdir. Hz. Aişe lağv yemini ile ilgili olarak şöyle der: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: “Lağv yemini kişinin evindeki “hayır vallahi”, “evet vallahi” şeklindeki sözleridir.”
Şafiînin görüşü de budur. Diğer mezhep imamları (cumhur) ise şöyle derler: Lağv yemini, kişinin doğru olduğunu zannederek geçmişte veya halihazırda olmuş bir durumla ilgili olarak olumlu ya da olumsuz şekilde haber vermesidir. Bu tarifin delili de İbni Abbas’tan lağv yemini ile ilgili olarak söylediği rivayet edilen şu sözlerdir: Lağv yemini, bir iş böyle olmadığı halde onun böyle olduğuna dair yemin etmektir. Bu tarif aynı zamanda Mücahid’den de rivayet edilmiştir: Durumun zannettiği gibi olmamasına rağmen, kişinin bir şey hakkında o şekilde olduğuna dair yemin etmesi demektir.
“Fakat Yüce Allah sizleri bağladığınız (mün’akide) yeminden dolayı sorumlu tutar.” Mün’akide yemin ise kişinin geleceğe dair belli bir maksat ve kararlılık ile bir işi yapacağına ya da yapmayacağına dair ettiği yemindir. Üçüncü bir yemin türü daha vardır ki, buna da “yemin-i gamûs” denir. Hanefîlerin görüşüne göre bu, kasten geçmişe dair yahut halihazırdaki bir durum hakkında yalan yere edilen yemindir. Buna göre yeminler üç türlüdür: Lağv yemini, mün’akide yemin ve gamûs yemin. Taberî, Ebu Malik’ten şöyle dediğini rivayet eder: Yeminler üç türlüdür: Kefareti olan yemin, kefareti olmayan yemin ve yemin edenin sorumlu olmasını gerektirmeyen yemin.
Kefareti olan yemin şudur: Kişi bir işi yapmayacağına dair yemin eder, sonra da yaparsa o takdirde kefarette bulunması gerekir. Kefareti bulunmayan yemine gelince, kişinin bir şey hakkında kasten yalan söyleyerek ettiği yemindir. Bunda kefaret söz konusu değildir. Sahibinin sorumlu tutulmadığı yemine gelince, kişinin herhangi bir durum hakkında yemin ettiği şekilde olduğu kanaatinde bulunarak yapılan ve ancak durumun sanılanın aksine olduğu yemindir. Böyle bir yemin için de kefaret söz konusu değildir. İşte lağv yemin de budur. [5][8]
Mün’akide (bağlanmış) yemine gelince: Allah adına yahut Allah’ın sıfatlarından herhangi birisi zikredilerek yapılan yemindir. Çünkü Hz. Peygamber, Ahmed ve Kütüb-i Sitte sahiplerinin İbni Ömer’den yaptıkları rivayete göre şöyle buyurmuştur: “Her kim yemin edecekse ya Allah adına yemin etsin, yahut sussun.” Allah’tan başka herhangi bir varlık adına, Peygamber yahut bir veli adına da olsa yapılan yemin yemin olmaz. Aksine böyle bir şey haramdır.
Fakihler gamûs yemin hakkında birbirinden farklı iki görüşe sahiptirler. Hanefîlerle Malikîler şöyle derler: Gamûs yeminde kefaret yoktur. Çünkü gamûs yeminin cezası cehennemi boylamaktır. Şafiîler ile bir grup ilim adamı ise böyle bir yeminde kefaret icap edeceğini söylerler. Çünkü Yüce Allah “Fakat kalplerinizin kazandığından dolayı sizi sorumlu tutar.” (Bakara, 2/225) diye buyurmaktadır. Yaptığı yeminde kasten yalan söyleyen bir kimse ise kalbiyle bir günah kazanmış olur ve o bundan dolayı sorumlu tutulur. Çünkü kalbi yemin ederken yalan söylemeyi kararlaştırmış ve kastetmiştir. Yüce Allah ise böyle bir yemin ile ilgili olarak “Bunun kefareti…” diye buyurmaktadır.
Hanefîlerle Malikîlerin görüşüne göre kalplerin kazandıklarından dolayı sorumlu tutulması, ahiretteki bir cezadır. Buna delil ise Yüce Allah’ın şu buyruğudur: “Şüphesiz Allah’a olan ahitlerini ve yeminlerini az bir pahaya satanlar, işte onlar için ahirette hiç bir nasip yoktur.” (Âl-i İmran, 3/77). Burada Yüce Allah ahiretteki azap ile tehdidi söz konusu etmekle birlikte, kefareti söz konusu etmemektedir. Beyhakî ve Hakim Hz. Câbir”den Resulullah (s.a.)’ın şu buyruğunu rivayet ederler: Her kim benim bu minberimin üzerinde günah yere (yalan yere) yemin ederse cehennemdeki yerine hazırlansın.” Hz. Peygamber bu şekilde buyurmakla kefareti söz konusu etmemektedir.
Buharî, Müslim ve başkaları Resulullah (s.a.)’m şöyle buyurduğunu rivayet ederler: “Her kim zor ve baskı altında yalan yere yemin ediyor ve bu yemini ile Müslüman bir kişinin malının alınmasına sebep oluyorsa, Allah’ın huzuruna Allah kendisine gazap etmiş olarak çıkar.”
Daha sonra Yüce Allah mün’akide yeminin sorumluluk şeklini beyan ederek şöyle buyurmaktadır: “Bunun kefareti” ifadesindeki zamir ya siyaktan (ifadenin akışından) anlaşılan yemini bozmaya aittir, ya da bir muzaf takdiri ile fiilin kapsamında bulunan yemin akdine döner. Yani bu yemini bozmanın kefareti… Yeminini bozan kişinin ister kasten ister yanılarak ve unutarak, ister hata ederek, ister uykulu iken, ister baygın, deli ya da zor altında kalarak bozmuş olsun, kefarette bulunması gerekir.
Gücü yeten kimsenin yemin kefareti şu üç husustan birisini yapmaktır; o bunlardan birisini seçebilir: Cumhurun görüşüne göre her bir yoksula bir müd (675 gram) buğday olmak üzere on yoksula yemek yedirmek. Bu buğdayın o belde halkının genel olarak yediği ortalama türden olması gerekir. Ne en kalitelisi ne de en kalitesizi olmalıdır. Kefaret, bir defalık ekmek ve onunla birlikte et yiyeceği de olur. Çünkü Hasan-ı Basrî ve Muhammed b. Şîrîn şöyle demektedir: On fakire bir defa et ve ekmek yedirmesi yeterlidir. Hanefîler ise fıtır sadakası olarak ödenmesi gereken miktar diye bunu tespit etmişlerdir. Bu da yarım sa’ (2751 gram) buğday veya bir sa’ hurma, arpa veya unu ya da bunların kıymetidir. Bu da öğle ve akşam iki defa doyuracak kadar yemektir. Çünkü Hz. Ali “Öğle ve akşam ve yemek yedirir” demiştir.
“Veya onları giydirmek…” Yani ülke ve zaman farklılığına uygun olarak fakirleri giydirir. Yedirmekte olduğu gibi orta hallisini seçer. Her bir fakire baştan aşağı bir entari gibi ortalama bir elbise veya bir gömlek ya da pantolon verir. Hanefiler ise pantolon ve sarık ile giydirmeyi yeterli görmezler. Çünkü onlara göre giyimin asgari miktarı bedenin tümünü örten miktardır.
‘Yahut bir köle azat etmektir.” Yani, eğer köle varsa bir kişiyi hürriyetine kavuşturmaktır. Cumhurun görüşüne göre -hata ile öldürme ve zihar kefaretinde olduğu gibi- kölenin mümin olması şartı vardır. Onlar bu kanaati mutlak olan (bu buyruktaki köleyi) diğer kefaretleri öngören buyruklardaki kayıtlı ifadeye hamletmişlerdir. Hanefiler ise kölenin mümin olmasını şart görmezler. Onlara göre kâfir bir köleyi azat etmek de yeterlidir. Bu görüşlerini burada varit olan nassın mutlak ifadesine dayanarak ileri sürmüşlerdir. Yemin kefaretinde lafzın gereğini mutlak olarak bırakmak icap eder. Bu gibi durumlarda her nas ile ayrıca amel edilir. Çünkü hata yoluyla öldürme kefaretinde kölenin mümin olma şartının koşulmasının manası aklen idrak edilemez. O bakımdan nas bu hususta neye dair varit olmuş ise o kadarıyla yetinilir, dışına çıkılmaz.
“Fakat kim bulamazsa üç gün oruç tutsun.” Yani her kim on fakiri yedire-mez yahut giydiremez yahut bir köle azat edemezse veya her kim bu üç husustan herhangi birisini yerine getirme imkânını bulamazsa, o takdirde üç gün oruç tutması icap eder. Hanefilerle Hanbelîlerin görüşüne göre bu üç gün orucun peşpeşe olması gerekir. Ancak Malikîlerle Şafiîlerin görüşüne göre orucun peşpeşe olma şartı yoktur.
Birinci görüşün delili Hâkim, îbni Cerîr et-Taberî ve başkalarının sahih bir yolla kaydettikleri şu rivayettir: Übeyy b. Ka*b bu buyruğu, “Aralıksız üç gün oruç tutsun” diye okurdu. Bu aynı zamanda İbni Mes’ud’dan da gelmiş bir rivayettir. Süfyan es-Sevrî’nin belirttiği gibi er-Râbiî’in mushafmda da böylece tespit edilmiştir. İbni Merdûveyh de bunu İbni Abbas’tan şöylece rivayet etmektedir: “Fakat kim bulamazsa aralıksız üç gün oruç tutsun.”
İkinci görüşe göre bu kıraet delil olarak kullanılmayacak şaz (istisnaî) bir kıraettir, ancak mütevatir kıraet delil olur.
“Güç yetirmek” kişinin aile halkının bir gün bir gecelik yiyeceğinden fazlasına sahip olması demektir. İbni Cerîr’in tercih ettiği görüş budur. Kişi, içinde bulunduğu günün kendisinin ve aile halkının yiyecek ihtiyacından arta kalanından yemin kefaretini çıkartıp verir.
İbni Cerîr, Saîd b. Cübeyr ve Hasan-ı Basrî’den şöyle dediklerini rivayet eder: Her kim üç dirhem bulacak olur ise yoksul doyurması gerekir, aksi takdirde oruç tutar.
Kefaretin belli bir vakti yoktur. Ancak, erken yerine getirilmesi müste-haptır. Şayet hastalanacak olursa gücü yettiği vakit oruç tutar. Eğer oruç tutmakta acizliği devam ederse, Allah’ın onu affedip merhamet edeceği umulur. Mirasçı kişi, (miras bırakanın) kefaretini teberru yoluyla verme hakkına sahiptir.
“İşte bozduğunuz yeminlerinizin kefareti budur.” Yani Allah adına yahut onun isim ya da sıfatlarından birisi ile yemin edip yemininizi bozduğunuz takdirde şer*î yemin kefareti budur. Ayet-i kerimede ayrıca yeminin bozulmasından söz edilmeyişi, kefaretin bizzat yemin ile değil de yeminin bozulması halinde vacip oluşundan dolayıdır. Hanefilere göre yemini bozmadan kefarette bulunmak caiz değildir. Şafiîye göre ise eğer yemin eden kişi yeminini bozmakla asi olmayacaksa, malıyla bozmadan önce kefarette bulunması caizdir.
“Yeminlerinizi koruyun.” lanı yeminlerinize bağlı kalın, yeminlerinizi bozmayın. Kurtubî’nin tercih ettiği açıklamaya göre ise, “Yemininizi bozduğunuz takdirde kefareti yerine getirmek suretiyle yeminlerinizi koruyunuz” demektir. İbni Cerîr ise şöyle der: Bunun anlamı yeminlerinizi (bozduğunuz taktirde) ke-faretsiz bırakmayın şeklindedir. Burda kastedilen ise yemini bozmanın masi-yet olduğu ve hakkında yemin edilen şeye muhalefet bulunduğu durumlardaki yeminlerdir.
“Allah size ayetlerini… böyle açıklıyor.” İşte Yüce Allah bu açıklamada olduğu gibi, sizlere şeriatının belirgin özelliklerini, dininin hükümlerini beyan ediyor, yani geniş geniş açıklıyor, vuzuha kavuşturuyor.
“Şükredesiniz diye.” Yani O, böylelikle sizleri size öğrettikleri ile nimetine şükretmenizi ve bu gibi hallerden kurtuluş yolunu bulmanızı istiyor.
Yapılan yemin vacip olan bir işi yapmaya yahut bir haramı terk etmeye dair ise o yemini bozmak haram olur. Eğer mendup ya da mubah olan bir işi yapmaya yemin edilmiş ise o yemine bağlılık menduptur, yemini bozmak da mekruhtur. Masiyet olan bir işe veya haram bir işe yemin ettiği takdirde onu bozmak ve kefaretini yerine getirmek icap eder. Çünkü -İbni Mace dışında- Kü-tüb-i Sitte sahiplerinin Abdurrahman b. Semura’dan rivayetlerine göre, Resulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Herhangi bir hususta yemin eder de başkasının ondan hayırlı olduğunu görürsen hayırlı olanı yap ve yemininin kefaretini öde.” Ayrıca İbni Mace tarafından rivayet edilen Hz. Aişe yoluyla gelen şu hadis de bunun delilidir: “Her kim bir akrabalık bağını koparma yahut uygun olmayan bir şey hakkında yemin ederse, doğru olan, onun yeminine bağlı kalması değil, yaptığı bu yeminin gereğini yapmamasıdır.” Yani yeminine bağlılık göstermemesidir. Fakat bu durumda da kefarette bulunması icap eder.
Yapılan yemin ister itaatte ister masiyette ister mubah hususta olsun, bozulduğu takdirde kefaretin yerine getirilmesi icap eder. [6][9]