VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 51. VE 53. AYETLER

Yahudi Ve Hıristiyanları Dost (Veli) Edinmek
51- Ey iman edenler! Yahudi ve Hristi-yanları veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin velisidirler. Sizden her kim onları veli edinirse o da onlardandır. Şüphesiz ki, Allah zalimler topluluğuna hidayet vermez.
52- Kalplerinde hastalık olanların onlara koşuştuklarını görürsün. Derler ki: “Bize bir felâket gelmesinden korkuyoruz.” Olur ki Allah fetih verir veya katından bir emir getirir de onlar içlerinde gizlediklerinden dolayı pişman olurlar.
53- İman edenler derler ki: “Sizinle beraber olduklarına bütün güçleriyle Allah’a yemin edenler bunlar mıdır?” Amelleri boşa gitmiş ve hüsrana uğrayanlardan olmuşlardır.
Nüzul Sebebi
İbni İshâk, İbni Ebi Şeybe, İbni Cerîr, İbni Ebi Hatim ve Beyhakî, Ubâde b. es-Sâmit’in şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Kaynuka oğulları savaşınca Abdullah b. Ubeyy b. Selûl onların işleriyle ilgilendi ve onları savunmaya koyuldu. Ubâde b. es-Samit de Resulullah (s.a.)’m huzuruna vardı ve onlarla antlaşmasından Allah’a ve rasulüne karşı beri olduğunu bildirdi. Ubâde b. es-Sâ-mit, Hazrec kabilesinden bir kişi îdi. Onun da Kaynuka oğullarıyla tıpkı Abdullah b. Ubeyy gibi antlaşması vardı. Ubâde, Resulullah (s.a.)’ın huzurunda onlarla olan antlaşmasını bozdu [1][72] ve kâfirlerle antlaşmasından ve onları veli edinmekten beri olduğunu ifade etti. İşte bu sebeple onun ve Abdullah b. Ubeyy’in hakkında Maide suresinde yer alan: “Ey iman edenler! Yahudi ve Hristiyanları veli edinmeyin…”buyrukları nazil olmuştur.
Atıyye b. Sa’d’dan gelen bir başka rivayette de Atiyye şöyle demektedir: Hazrec oğullarından Ubâde b. es-Sâmit Resulullah (s.a.)’m yanına gelip şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasulü! Benim Yahudilerden sayıları pek çok velim vardır. Yahudileri veli edinmekten vazgeçiyor, Allah’ı ve Rasulünü veli ediniyorum.” Abdullah b. Ubeyy dedi ki: “Ben musibetlerden korkan bir adamım. O bakımdan velilerimi veli edinmekten vazgeçmiyorum.” Bunun üzerine Resulullah (s.a.), Abdullah b. Ubeyy’e şöyle dedi: “Habbâb’ın babası! Ubâde b. es-Sâmit’e karşı cimrilik ettiğin vazgeçmek istemediğin o şey varsın sana ait olsun. Ama onun (Ubâde) için bu olmaz.” O da: O halde kabul ediyorum, dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey iman edenler! Yahudi ve Hristiyanları veli edinmeyin…” buyruğundan itibaren “Allah seni insanlardan korur.” (Maide, 5/67) buyruğuna kadar olan ayetleri indirdi.
Sîre’de İbni İshâk, şunu zikretmektedir: Resulullah (s.a.) Medine’ye geldiğinde ona karşı kâfirler üç gruba ayrılmıştı: Bir kesim ile onunla savaşmamak, ona karşı kimseye yardımcı olmamak, onun aleyhine düşmanlarıyla dost olmamak üzere sulh yaptı. Bununla birlikte onlar küfürleri üzere kalacakları ancak kanlan ve mallarından yana emniyet içerisinde olacaklardı.
Diğer bir kısım ise onunla savaştı ve ona düşmanlık etti.
Bir kısım da tarafsız olarak durdular. Onunla barış da yapmadılar, savaşmadılar da. Bunun yerine işin nereye varacağını düşmanının sonunun ne olacağını beklemeye koyuldular. Hakikatte ve içten içe Hz. Peygambere düşmanlık eden bu kimseler münafıklardı. Hz. Peygamber, her bir kesime karşı Allah’ın kendisine emrettiği şekilde davranışta bulundu. Medine’deki Yahudiler ile barış yaptı, kendisi ile onlar arasında bir eman kitabı (güvenlik belgesi) yazdı. Bunlar Medine çevresinde üç taife idiler: Kaynuka oğulları, Nadir oğullan ve Kurayza oğulları. Kaynuka oğulları Bedir”den sonra ona karşı savaş açtılar. Nadir oğulları da bundan altı ay sonra ahitlerini bozdular. Sonra da Hendek gazasına çıktığı vakit Kurayza oğulları ahitlerini bozdular. Yahudiler arasında Peygamber (s.a.)’e en aşırı düşmanlık yapanlar bunlardı. Hz. Peygamber bunlann her bir taifesi ile ayrı ayrı savaştı ve Allah onlara karşı kendisine zafer nasip etti. Arap ve Bizans Hristiyanları da Yahudiler gibi, Hz. Peygambere karşı savaş içindeydiler. [2][73]
Açıklaması
Ayet-i kerimelerin muhtevası şudur: Yüce Allah mümin kullanna İslâmın ve Müslümanlann düşmanı olan Yahudi ve Hristiyanları veli edinmeyi yasaklamakta, birbirlerinin velileri olduklannı haber vermekte, sonra da onları veli edinenleri tehdit edip korkutmaktadır.
Ey Allah’a ve peygamberine iman edenler! İslâm’ın düşmanı olan Yahudi ve Hristiyanları veli edinmeyiniz. Yani onlan Allah’a ve Rasulüne iman edenlere karşı yardımcılar, dost ve antlaşmalılar edinmeyiniz. Sırlannızı onlara bildirip onların dostluklarından, sevgi yahut muhabbetlerinden yana emin olmayınız. Çünkü onlar asla size karşı samimi olmazlar. Gerçekte onlar birbirlerinin dostudurlar. Yani Yahudiler birbirlerinin dostu, Hıristiyanlar da birbirlerinin dostudurlar. Yahudiler size verdikleri ahitlerini bozdular. Hepsi size düşmanlık etmekte, size kin beslemekte ittifak halindedirler.
Daha sonra Yüce Allah onları veli edinenleri tehdit ederek: “Sizden her kim onları veli edinirse o da onlardandır.”buyurmaktadır. Yani kim onlara yardım eder yahut onlardan yardım alırsa şüphe yok ki, gerçekte o onlardandır; yani onlar arasında sayılır, sanki onlar gibidir. Samimi Müslümanlar safında yer alan bir kimse değildir. Bu ise Yüce Allah’ın dinde muhalif kanadı temsil eden Yahudi ve Hristiyanlarla samimi dostluk kuran münafıklar aleyhine işi ağırlaştırması ve sıkı tutmasıdır. Çünkü Yahudi ve Hristiyanları veli edinmek beraberinde onların dinlerine razı olmayı getirir. Bu da şuna işaret etmektedir: Müslümanlarla Müslüman olmayanlar arasında dünyevî bir takım menfaatler için ilişki ve antlaşmalar, ayet-i kerimede yasaklanmamıştır.
Bu tehdidin sebebi ise şudur: Dinî hususlarda, dini ilgilendiren meselelerde İslâm davasının ve faaliyetinin gerekleri hususunda bu gibi kimseleri veli edinip onlara yardımcı olan yahut onlardan yardım alan bir kimse, olmaması gereken yerde olup veli edinmemesi gerekenleri veli edindiğinden dolayı, kendi kendisine zulmeden bir kimsedir. Yüce Allah ise küfrü ve kâfirleri veli edinmekten dolayı böylelerini hayra veya hakka iletmez.
Gerçek şu ki, kalplerinde şüphe, tereddüt ve münafıklık bulunan kimseler onlara süratle koşuşurlar. Yani içten içe ve zahiren de onları veli edinmek, onlara sevgi beslemek hususunda ellerini çabuk tutarlar. Burada sözü edilenler ise Abdullah b. Ubeyy ile onun münafık cemaatidir.
Bu münafıkların İslâm düşmanlarına karşı bu şekilde dostluk beslemeleri, kâfirlerin Müslümanlara karşı zafer elde etmelerinden korkmaları dolayısıyladır. O takdirde bunların Yahudi ve Hristiyanlar yanında kendilerini himaye etmelerine sebep teşkil edecek bir ortamı kaybetmemiş olur ve bu durumun faydalarını görmüş olurlar. Evet, her zaman ve mekânda kendilerini zayıf gören münafıkların durumu budur. Onlar kendilerini desteklesinler, sıkıntılı zamanlarda onlara yardımcı olsunlar diye küfrün ileri gelenleri nezdinde dostluklar ve samimiyetler kurmaya çalışırlar. Vakıa şunu ispatlamıştır: Sıkıntılı zamanlarda onları yardımsız bıraktıkları gibi, dostluklarını da basit bedellere satmışlardır. (Biz çağımızda meselâ, Amerika’nın, bütün ömrü boyunca Amerika’ya dost olarak yaşamış birisini nasıl yüz üstü bıraktığını gördük. Oysa bu devlet başkanı sürekli olarak Amerika’nın maksatlarını gerçekleştirmiş, Amerika’nın çizdiği plan doğrultusunda yol almıştı. Onu kullanan da Amerika, tüketip bitiren de Amerika oldu. Sıkıntılı ve zor durumlarda da onu yüz üstü bırakan yine Amerika’dır.) Allah’tan ve Allah’ın dinine mensup olanlardan başkasından yardım alan herkes ziyana duçar olmuştur.
Bundan dolayı Yüce Allah bu gibi kimselerin iddia ve yorumlarını reddederek şöyle buyurmaktadır: Olur ki, Yüce Allah müminlere fetih ve yardım nasip eder. Müminlerle kâfirlerin arasını ayırır: Mekke fethinde ve diğerlerinde görüldüğü gibi. Yahut da Yüce Allah kendi nezdinden bir emir getirir de bu kâfirler hakkında insanların yapabilecekleri bir şeyleri olmaz. Nadir oğulları Yahudilerinin kalbine korkuyu salması ve buna benzer müminlerin kâfirlere karşı muzaffer kılınmaları olayı gibi. Bunun sonucunda Yahudi ve Hristiyanlan veli edinen münafıklar yaptıklarına, kendilerine hiç bir fayda sağlamadığı için, pişman oluverirler. Yaptıkları kendilerine fayda sağlayacak yerde zararın kendisi olmuştur. Onlar daha önce gizli oldukları halde müminlerin huzurunda rezil edilmişlerdir. Müfessirler der ki: “olur ki” buyruğu Allah hakkında kullanıldığında vücup ifade eder. Çünkü kerim olan bir zat bir hayır hususunda başkasını ümitlendirecek olursa onu yerine getirir. O bakımdan bu nefsin ona taalluku ve onu umması dolayısıyla Allah’tan bir vaad konumundadır [3][74]
Böylelikle fetihten maksadın şu olduğu ortaya çıkmaktadır: Mekke’de ve diğer Arap topraklarında fetihler tahakkuk edecek, Yahudiler Hicaz, Hayber ve diğer böylgelerden sürüleceklerdir. Allah’tan gelecek olan emir ise Allah’ın düşinanlara karşı gizli bir tebliğ; Yahudilerin yerlerinden sürülmeleri yahut da Kurayza oğulları gibilerinin kahredilmeleri yahut da Nadir oğullarının başına geldiği şekilde kalplerine korku salınması ya da Yahudi ve Hristiyanlann cizyeye tabi kılınmaları suretiyle İslâmm hükümlerine, İslâm devletinin otoritesine boyun eğdirilmeleridir.
İşte o vakit münafıkların her türlü yorumlan boşa çıkar, darmadağın olur. Yalancılıkları, iftiraları ortaya çıkar. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “İman edenler derler ki…” yani bazı müminler bazılarına yahut da Yahudilere derler ki: “Bunlar mıdır, muhakkak sizinle beraber olduklarına, mutlaka size, Yahudi düşmanlarına karşı size yardımcı olacaklarına dair Allah adına yemin edenler?” Sonra onların gerçek mahiyetlerini, iç yüzlerini anladılar ve onların düşmanlıkları ortaya çıktı. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ve onlar muhakkak sizdendirler.” diye Allah adına yemin ederler; halbuki onlar sizden değildir, fakat onlar korkan bir toplulukturlar.” (Tevbe, 9/56) Yani onlar kendilerini korumak için yahut gerçeği olmayan siyasi bir manevra olmak üzere Müslüman olduklarını izhar eden korkak bir topluluktur. Müminler hemen akabinde şöyle derler: “Şu münafıkların münafıkça eda ettikleri namaz, oruç, hac ve cihat gibi amelleri boşa çıkmıştır. Böylelikle bunlar dünyalarını ahirette de alacakları sevabı kaybetmiş ziyana uğramışlardır.”
Müfessirler, bu ayet-i kerimelerin nüzul sebebi hususunda farklı kanaatlere sahiptirler: es-Süddî şöyle der: Bu ayet-i kerime biri diğerine Uhud vakasından sonra iki kişi hakkında nazil olmuştur. Bunlardan biri şöyle demişti: “Ben artık filân Yahudiye gideceğim ve ona sığınacağım, onunla beraber Yahudi olacağım. Belki herhangi bir iş veya herhangi bir olay meydana gelecek olursa bunun bana faydası olur.” Diğeri ise şöyle demişti: “Bana da Şam’da bulunan filân Hristiyanın yanına gidiyorum, ona sığınacağım ve onunla birlikte Hristi-yanlığa gireceğim.” Bunun üzerine Yüce Allah “Ey iman edenler! Yahudi ve Hristiyanları veli edinmeyin…” buyruğunu ve diğer ayetleri indirdi.
İkrime, İbni Cerîr’in rivayetine göre şöyle demiştir: Bu ayet-i kerime, Ebu Lübâbe b. Abdülmünzir hakkında nazil olmuştur. Resulullah (s.a.) onu Kurayza oğullarına gönderdiği sırada ona: “Peygamber bize ne yapacak?” diye sormaları üzerine kesilecekleri anlamında eliyle boğazına işaret etmişti. Denildiğine göre bu ayet-i kerime İbni Cerîr’in belirttiği ve nüzul sebebinde de nakledildiği gibi, Abdullah b. Ubeyy b. Selul hakkında nazil olmuştur. [4][75]