VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 48. VE 50. AYETLER

Kur’an Şeriatî İle Hükmetmek
48- Sana da kendinden önceki kitapları doğrulayıcı ve üzerlerine şahit olarak bu Kitabı hak ile indirdik. O halde aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelmiş olan hakkı bırakıp onların hevalarına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik. Şayet Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı. Lâkin sizi verdiği ile denemek istedi. Öyleyse hayırlarda yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır; size ayrılığa düştüğünüz şeyleri bildirecektir.
49- Ve aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların hevalarına uyma! Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın. Eğer yüz çevirirlerse bil ki, bir kısım günahları yüzünden Allah onları cezalandırmak istiyor. Gerçekten insanların bir çoğu fasıklardır.
50- Onlar cahiliye hükmünü mü istiyorlar? Ama yakîne sahip bir kavim için Allah’tan daha iyi kim hüküm verebilir!
Nüzul Sebebi
“Ve aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet” ayetinin nüzulü ile ilgili olarak İbni İshâk, İbni Abbas’ın şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ka’b b. Esid, Abdullah b. Suriye ve Şâs b. Kays: “Haydi Muhammed’e gidelim, belki onu dininden çevirebiliriz” deyip yanına vardılar ve: “Ey Muhammed!” dediler. “Sen de biliyorsun ki bizler Yahudilerin ileri gelen ilim adamları, eşrafı ve efendileriyiz. Bizler sana tabi olacak olursak, Yahudiler de bize tabi olurlar, bize muhalefet etmezler. Fakat bizimle kavmimiz arasında bir anlaşmazlık vardır. O bakımdan onlarla senin huzurunda mahkemeleşmek istiyoruz. Sen de onlar aleyhine ve bizim lehimize hüküm vereceksin. O vakit biz de sana iman ederiz.” Hz. Peygamber ise bunu kabul etmedi, onlar hakkında: “Ve aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet, onların nevalarına uyma!” buyruğundan itibaren “… daha iyi kim hüküm verebilir?” buyruğuna kadar olan ayetler nazil oldu.
“Onlar cahiliye hükmünü mü istiyorlar?” buyruğunda Zemahşerî’nin de dediği gibi iki vecih vardır:
1- Kurayza oğulları ile Nadîr oğulları Hz. Peygamberden cahiliye ehlinin hükmettikleri şekilde maktuller arasında üstünlüğü esas alacak şekilde hüküm vermesini istediler. Resulullah (s.a.)’ın onlara: “Maktuller arasında fark yoktur” dediği rivayet edilmektedir. Bunun üzerine Nadîr oğulları: “Biz buna razı olmayız” deyince bu ayet-i kerime nazil olmuştur.
2- İkincisi ise bu Yahudilere Kitab Ehli ve ilim ehli oldukları halde heva olup kitaptan sadır olmayan bir cehil yani Yüce Allah’tan bir vahye raci olmayan, bir heva olan cahiliye dininin hükmünü aradıkları için bir ayıplamadır.
el-Hasen’den nakledildiğine göre bu buyruklar, Allah’ın hükmünden başkasını arayan herkes hakkında umumidir. Hüküm ise iki türlüdür: Birisi bilerek hüküm vermektir ki, bu da Allah’ın hükmüdür, diğeri ise bilgisizce hüküm vermektir; bu da şeytanın hükmüdür.
Tavus’a çocuklarından birisini diğerine üstün tutan bir kişi hakkında soru sormaları üzerine o da bu ayet-i kerimeyi okumuştu. [1][68]
Açıklaması
Ey peygamber! Biz sana kendisiyle dini tamamladığımız, Allah tarafından geldiği hususunda hiç bir şüphe bulunmayan, hakkı ve doğruyu kapsayan Kur’an-ı Kerim’i indirdik: “Ona batıl önünden de ardından da gelmez.” (Fussilet, 41/42) Ku/an’ı kendisinden önce indirilmiş bulunan Tevrat ve İncil gibi kitapları doğrulayıcı ve destekleyici olmak üzere indirdik. Ayrıca kendisinden önceki kitaplar da Kur’an-ı Kerim’den söz etmekte, onu övmekte, bu Kitabın Allah tarafından kulu ve Rasulü Muhammed (s.a.)’e indirileceğini bildirmekte; bütün bu kitapların Allah tarafından geldiğini, Musa’nın ve İsa’nın Allah’ın gönderdiği iki peygamber olduğunu, Allah’a karşı yalan iftira edip uydurmadıklarını bildirmektedir. Asıl sizler ve atalarınız kitabı tahrif ettiniz ve size verilenlerin bir çoğunu unuttunuz.
Kur’an-ı Kerim aynı zamanda kendisinden önce indirilmiş kitaplara karşı bir hakim, onlarda nazil olan buyruklar hakkında bir şahittir. Yine önceki kitapların aslî hallerinde doğru ve sabit hallerinde doğru ve sabit olduklarına tanıklık etmekte, bunların gerçek durumlarını ve sonradan karşı karşıya kaldıkları unutma, tahrif ve tebdili de açıklamaktadır.
İbni Abbas, İbni Cüreyc ve başkaları: “Şahit olarak” buyruğu hakkında şöyle demişlerdir: Kur’an-ı Kerim kendisinden önceki kitaplara karşı hem emin hem de mutemen (kendisine güvenilen)dir. Kitap Ehli kendi kitaplarında yer alan herhangi bir hususu size haber verdiklerinde eğer Kur’an-ı Kerim’de varsa onu tasdik ediniz, yoksa yalanlayınız. [2][69]
Kur’an-ı Kerim’in durumu ve konumu bu olduğuna göre, o halde ey Muhammed ve aynı şekilde hüküm verecek olan her bir kişi, gerek Kitap Ehli arasında gerekse bütün insanlar arasında Allah’ın sana bu kitapta indirmiş bulunduğu hükümlerle hükmet. Kitap Ehli’ne indirilenlerle değil. Çünkü senin şeriatın onların şeriatlerini neshetmiştir.
Sen bu Kitab-ı Azimde bulunan hükümlerle ve senden önceki peygamberlere indirilmiş bulunup senin şeriatinde de nesholunmamış ve senin için de geçerli kıldığı hükümlerle hükmet. Onların nevalarına, kendi aralarında anlaşarak belirledikleri görüşlerine tabi olma! Allah’ın sana emretmiş bulunduğu haktan saparak başka tarafa yönelerek bu cahil ve bedbahtların nevalarına doğru gitme. Onların recm, kısas, Muhammed (s.a.)’in müjdesi ve benzeri hususlardaki tahrif ve değişikliklerine iltifat etme.
Daha sonra Yüce Allah, konuyu bir daha ele alarak şöyle buyurmaktadır: “Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik.” Yani biz her bir ümmet için hükümlerini uygulamayı farz kıldığımız bir şeriat ile izlemelerini aynı şekilde farz kıldığımız, açık ve seçik bir yol tayin ettik. Her ne kadar bütün bu şeriatler dinin esaslarını teşkil eden Allah’ın tevhidi ve yalnızca ona ibadet edilmesi, ahlâk ve faziletlere dair esas noktalarda ittifak halinde iseler de bu toplumların durumlarının, insan karakterinin, istidatlarının ve gelişen zamanın gereklerine göredir.
Alûsî: “Sizden her biriniz için bir şeriat… tayin ettik.” buyruğu hakkında şöyle demektedir: Bu, Kitap Ehli’nden Hz. Peygamberin çağdaşı olan kimseleri, onun Allah’ın üzerine indirmiş olduğu hak gereğince verdiği hükme tabi olmaya itmek için yeniden ele alınmış bir cümledir. Bu da onun tabi olduğu hakkın bizzat kendilerinin yerine getirmekle yükümlü bulundukları ve kitaplarında yer alan hakkın aynısı olduğunu açıklamak suretiyle beyan etmektedir. Çünkü onların yerine getirmekle yükümlü oldukları şey, neshten önce geçmiş bulunan hükümlerdir. Bu buyruktaki hitap ise -müfessirlerden bir topluluğun da belirttikleri gibi- bütün insanlara yöneliktir. Bu hem hitap esnasında varolan, hem de -tağlib yoluyla- geçmişteki insanlara yöneliktir.
Bizler gerek halihazırdaki ümmetler, gerek geçmiş ümmetlerin her birisi için o ümmete has bir şeriat ve bir yol belirlemişizdir. Hemen hemen hiç bir ümmet kendine ait bir şeriat gönderilmeden bırakılmamıştır. Hz. Musa’nın peygamber olarak gönderilişinden, Hz. İsa’nın gönderilişine kadar bulunan ümmetin şeriatı ise Tevrat’ta bulunan hükümlerdir. Hz. İsa’nın peygamber olarak gönderilişinden Hz. Muhammed’in gönderildiği zamana kadarki ümmetin şeriatı ise İncil’de bulunan hükümlerdir. Muhammed (s.a.)’in gönderilişi anından Kıyamet gününe kadar bütün yeryüzündeki ümmetlerin Allah nezdinde makbul olacak biricik şeriatleri ise, yalnızca Kur*an-ı Kerim’de bulunanlardır, başkası değildir. O halde siz de ona iman ediniz ve onda bulunanlar gereğince amel ediniz.[3][70] Çünkü Muhammed peygamberlerin sonuncusudur, o Allah’ın bütün insanlara gönderdiği rasulüdür. Onun şeriatı bütün şeriatlerin en kâmili ve en yeterli olanıdır. Getirdiği Kur’an-ı Kerim, insanlık için herhangi bir değişiklik ve herhangi bir tebdil söz konusu olmaksızın kalmış biricik kitaptır. Bu Kitap kafî bir şekilde sabit olmuş ve sübutunda en ufak bir şüphe ve tereddüt olmayan bir kitaptır. Örfe göre şeriat, peygamberlerin farklılığı ile farklılık gösteren amelî hükümlerdir. Sonradan gelen her bir şeriat, önceki şeriatı nesh eder. Din ise peygamberlerin değişmesi ile değişikliğe uğramayan sabit esasları ifade eder.
Daha sonra Yüce Allah, bütün ümmetlere hitap etmekte ve üstün kudretini haber vermektedir: Şayet o dileseydi bütün insanları tek bir din ve tek bir şeriat etrafında toplardı. Bunun hiç bir bölümünü nesh etmezdi. Fakat Yüce Allah her bir rasule başlı başına bir şeriat teslim etmiştir. Zira tek bir şeriat bütün çağlara ve insanlara elverişli olmayabilir. Bu da onların ilerilik ve aklî olgunluk bakımından farklı farklı oluşları dolayısıyladır. Ne zaman ki insanlık, artık bu farklılıkların azalıp birbirlerine yaklaştıkları bir vakte geldi, o vakit onlara tek bir şeriat indirdi. Onun değişik şeriatleri indirmesindeki hedef ise, kullarını kendileri için gönderdiği şeriatler ile denemektir. Ta ki, itaatkârı ortaya çıkartıp ona sevap ve mükâfat versin; yaptıkları veya yapmayı kararlaştırdıkları ile de isyankâr olanı cezalandırsın.
Daha sonra Yüce Allah, bütün insanları hayırlarda yarışmaya ve hayır işlemek için ellerini çabuk tutmaya teşvik ederek şöyle buyurmaktadır: “Öyleyse hayırlardı yarışın…” yani itaatlere doğru birbirinizle yansın ve bu hususta elinizi çabuk tutunuz. Allah’a itaat ve kendisinden önceki şeriatleri neshedici kılmış olduğu şeriatine ittiba hususunda birbirinizle yarışın. İndirdiği son kitap olan Kur”an-ı Kerim adındaki kitabını da kesin bir şekilde tasdik edin, doğrula-yın. Bütün bunlar ise, sizin hasrınıza ve sizin faydanızadır. İlâhî lütuf ve rızayı elde etmek içindir. Ey insanlar! Sizin dönüşünüz Allah’ın huzurunadır. Kıyamet gününde onun huzuruna döneceksiniz. Allah, size hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz gerçeği haber verecek, hakkı inkâr eden, yalanlayan, herhangi bir delil ve belgeye dayalı olmaksızın onu bırakıp başkasına yönelen kâfirleri de azaplandıracaktır.
Sonra Yüce Allah, daha önce geçen Allah’ın indirdikleriyle hükmetme emrini pekiştirerek şöyle buyurmaktadır: “Ve aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet…”, yani biz seni sana indirilen hükme uymakla yükümlü tuttuk. Sakın inatçıların nevalarına uyma. Düşmanın olan Yahudilerin seni haktan saptırmalarına, sana bildirdikleri hususlarda hakkı örtüp gizlemelerine karşı dikkatli ol: Onlara aldanma, çünkü onlar çok yalancı ve çok haindirler. Yüce Allah’ın, “Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından…” buyruğunun anlamı ise, Allah’ın sana indirdiklerinin tamamından seni vazgeçirmelerinden sakın, demektir. Çünkü Arapçada bazan “bir kısım” kelimesi tamamı anlamına kullanılır. İbnül-Arabî der ki: Doğrusu buradaki “bazı=bir kısmı” tabiri bu ayet-i kerimede bu anlamı ile kullanıldığı ve bununla kastedilenin recm olduğudur.
Şayet onlar aralarında hüküm verdiğin haktan yüz çevirip Allah’ın şeriatına muhalefet ederlerse, aldırma onlara. Şunu da bil ki, böyle bir şey Yüce Allah’ın kudretiyle olmaktadır. Bu hususta onların bu davranışlanndaki hikmeti ise, onları hidayetten uzaklaştırmaktır. Buna sebep de saptırılmalarını, ibretli bir şekilde cezalandırılmalarını gerektiren geçmişteki günahlarıdır. Allah onları, ahiretten önce bir takım günahları sebebiyle dünyada azaplandır-mayı dilemektedir. Bu günahları ise Allah’ın hüküm ve şeriatından ve senin verdiğin hükümlerden yüz çevirmektir. Yahudilerin sözlerinde durmamaları sebebiyle bu azap tahakkuk etmiştir. O bakımdan Peygamber (s.a.) Nadir oğullarını Medine’den sürmüş, Kurayza oğullarım da öldürmüştür.
Bunlar geri kalan pek çok günahları dolayısıyla ahiret yurdunda oldukça acıklı bir azap ile cezalandırılacaklardır.
Ve şüphesiz insanların bir çoğu fasıklardır, yani küfürde ayak diretenler ve hakka muhalefet eden, ondan uzaklaşan, şeriatin, dinin ve akim sınırlarının dışına çıkanlardır. Bununla Resulullah (s.a.)’ın -onlara getirmiş olduğu hakkı kabul etmeyişlerine karşı- teselli ve gönlünün hoş edilmesi söz konusudur.
Daha sonra Yüce Allah, kabilelerinin farklılığına göre maktuller arasında ayırım gözetilmesini isteyen, Kitab Ehli olmalarına rağmen cahiliye dönemindeki arzularının hakim kılınmasını isteyen Yahudileri tenkit ederek, onlara ve benzerlerine şu inkâri (yani davranışlarını reddetmek anlamına yönelik) soruyu yöneltmektedir: “Onlar cahiliye hükmünü mü istiyorlar…” Gerçek, adaletli ve doğru olmakla birlikte, Allah’ın indirmiş olduğuna uygun olarak verdiği hükmünü kabul etmekten yüz çevirip bundan sonra da zulüm, haksızlık ve hevaya dayalı cahiliye hükmünü mü istiyorlar? Böyle bir soru, hem bir azardır, hem durumlarının hayret edilecek bir hal olduğunu ifade etmektedir; ayrıca her türlü hayrı kapsayan Allah’ın hükmünün dışına çıkıp onun dışında kalan görüş ve hevalara yönelen kimselerin bu durumlarını red ve inkârdır. Nitekim cahiliye mensupları da kendi sapık görüş ve serserice hevalarına dayanarak ortaya koydukları sapıklık ve bilgisizliklere dayalı olarak hüküm veriyorlardı. İşte onlar gibi davrananların tutumları da bu soru ile reddedilmektedir.
Ayet-i kerimedeki bu hitap ile bu soru, bu taaccüb ve bu inkâr, dinin hakikatine kesin olarak inanan, Allah’ın şeriatına itaatle boyun eğen ve Allah’tan daha adil, hükmü ondan daha güzel bir kimse bulunmadığını idrak eden bir kavme yöneliktir.
Kurtubî bunu tefsir ederken şöyle demektedir: Kesin olarak inanan bir topluluğa göre ise hükmü Allah’tan başka güzel hiç bir kimse olamaz. [4][71]