VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 27. VE 32. AYETLER

Kabil Ve Habil Kıssası, Yeryüzündeki İlk Cinayet
27- Bir de onlara Adem’in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat. Hani ikisi birer kurban sunmuşlardı da birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. O: “Andolsun seni öldüreceğim!” deyince (kardeşi): “Allah ancak muttakîlerden kabul eder.” demişti.
28- “Beni öldürmek için bana elini uzatırsan, andolsun ben seni öldürmek için elimi sana uzatmam. Muhakkak ki, ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.
29- Dilerim ki, sen benim günahımı da kendi günahını da yüklenerek cehennemliklerden olasın. Zalimlerin cezası da budur.”
30- Bunun üzerine nefsi kendisine kardeşini öldürmeyi güzel gösterdi ve onu öldürdü de hüsrana uğrayanlardan oldu.
31- Sonra Allah kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek için ona yeri eşeleyen bir karga gönderdi. “Yazıklar olsun bana! Bu karga gibi olmaktan aciz kaldım da kardeşimin ölüsünü örtemedim.” dedi. Artık o pişmanlık duyanlardan olmuştu.
32- Bundan dolayı İsrailoğulları’nın üzerine şunu yazdık: “Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu diri bırakırsa sanki bütün insanları diriltmiş gibidir.” Andolsun ki, onlara peygamberlerimiz apaçık delillerle geldiler, bundan sonra da onlardan bir çoğu gerçekten yeryüzünde taşkınlık edenlerdir.
Açıklaması
Yüce Allah Kabil ve Habil diye bilinen Hz. Adem’in iki oğlunun kıssasında kıskançlığın kötü sonucunu haber vermekte, (Kabil’in) diğer kardeşini kıskanarak, ona haksızlık ederek nasıl öldürdüğünü bildirmektedir. Bu kıskançlığın sebebi ise Allah’ın kardeşine vermiş olduğu nimet ve, ihlâsla Allah’a takdim ettiği kurbanının kabul edilmesiydi. Öldürülen, ilâhî mağfirete nail oldu, cennete girmek nimetine erdi. Katil ise dünyada da ahirette de büyük zararla karşılaştı. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Oku ey Muhammed ve anlat! Şu maymun ve domuzların torunları olan, şu haddi aşan kıskanç Yahudilere ve benzerlerine Adem’in iki oğlunun haberini anlat.(Bunlar selef ve haleften bir grubun görüşüne göre Kabil ve Habil adındaydılar.) İşte sen bunu onlara hak olarak oku. Yani yalanı, vehmi, fazlalığı ve eksikliği bulunmayan, açık, gerçek ve doğru beyan ile anlat. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki bu, gerçeğin anlatılmasıdır.” (Al-i İmrân, 3/62); “Biz sana onların haberlerini hak ile okuyoruz.” (Kehf, 18/13); “İşte Meryem oğlu İsa, hak söze göre budur.” (Meryem, 19/34).
Kıssanın sebebine gelince: Yüce Allah, Hz. Âdem’e durumun zorunlu kılması sebebiyle kendi kız çocuklarını erkek çocuklarıyla evlendirmeyi meşru kılmıştı. Hz. Adem’in hanımından her bir batında biri erkek, biri dişi olmak üzere ikiz çocuğu oluyordu. Bir batnın kız çocuğunu diğer batında doğan erkek çocuğuyla evlendiriyordu. Habil’in ikizi çirkin, Kabil’inki ise güzeldi. O bakımdan Kabil bunu kendisi almak istedi. Hz. Adem ise böyle bir şeyi bir kurban sunmadıkları sürece kabul etmedi. Kimin kurbanı kabul olunursa o kız, onun olacaktı. Habil’in kurbanı kabul olundu, Kabil’inki kabul olunmadı. Habil’in sunduğu kurban semiz bir koçtu. Kurbanının kabul edilişinin sebebi ise takvası ve ihlâsı idi. Kabil’in kurbanı ise kabul olunmadı. Onun sunduğu kurban az miktarda buğday başağından ibaretti; buna sebep takva ve ihlâsmm azlığı idi.
İbni Abbâs, İbni Ömer ve diğerlerinden rivayet edildiğine göre kardeşlerden birisi ziraat ile uğraşıyordu. O sahip olduğu ekinin en kötü ve en bayağısını içinden gelmeye gelmeye sunmuştu. Diğerinin ise koyunları vardı. Koyunlarının en değerlilerini, en semiz, en güzel olanını bütün gönül hoşluğu ile kurban olarak sundu. Bazılarının naklettiklerine göre kabul olunan kurbanı gökten bir ateş geliyor ve yiyordu. Makbul olmayanı yemezdi. Her iki kardeş babalarıyla birlikte dağa çıktılar, kurbanlarını bıraktılar. Daha sonra üçü de oturup kurbanları seyretmeye başladılar. Allah bir ateş gönderdi. Bu ateş kurbanların üzerine geldi, ateşten bir parça yaklaştı, Habil’in kurbanını alıp götürdü, Kabil’in kurbanını olduğu gibi bıraktı. Kabil dedi ki: “Ey Habil! Kurbanın kabul olundu, benimki ise reddolundu. Andolsun ki, seni öldüreceğim.” Habil ise şöyle dedi: “Ben malımın en iyisini kurban olarak sundum; sen ise malının en kötüsünü kurban olarak sundun. Şüphesiz Allah iyiden başkasını kabul etmez. Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder.” Yani şirkten ve riya, cimrilik, he-vaya uyma gibi sair masiyetlerden sakınmak suretiyle Allah’ın cezasından korkanlardan kabul buyurur. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: “Sevdiğiniz şeylerden infak etmediğiniz sürece birre ulaşamazsınız.” (Âl-i İmrân, 3/92). Resulullah (s.a.) da Müslim’in rivayetine göre: “Şüphesiz Yüce Allah hoş ve temizdir, o ancak hoş olanı kabul eder.” buyurmaktadır.
Habil bu sözleri söyleyince Kabil kızdı, bir demir kaldırıp onunla kardeşini vurdu. Habil: “Yazıklar olsun sana Kabil, sen Allah’ın huzurunda ne yapacaksın? Bu ameline karşılık seni nasıl cezalandıracaktır!” dedi. Kabil kardeşini öldürdü ve onu yerdeki bir çukura attı ve üzerine toprakları örtmeye başladı.
Salih insan Habil dedi ki: “Beni öldürmek için sen bana el uzatacak olsan dahi, bu kötü işine benzeriyle sana karşılık vermeyeceğim. O takdirde ben de sen de aynı günahı paylaşmış oluruz.” Daha sonra kardeşini öldürmekten uzak durmasının sebebini de şöylece açıkladı: “Muhakkak ki ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” Yani ben senin yapmak istediğin şeyi yapmam halinde Allah’ın cezasından, azabından korkarım. O bakımdan sana misliyle mukabele edecek yerde sabrederim, ecrimi de Allah’tan beklerim. Çünkü cana kastetmek en büyük günahlardandır. Öldürme suçunu işlemeye kalkışmamanın bu şekilde açıkça ifade edilmesi Ahmed, Buharî, Müslim ve diğerlerinin rivayet ettikleri şu hadis-i şerifte varid olan durum ile aynı değildir. Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “İki Müslüman kılıçlarıyla karşılaştıkları takdirde katil de maktul de cehennemdedir.” “Ey Allah’ın rasulü!” denildi, “Katili anladık, maktulün durumu niye böyle?” Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Çünkü o da arkadaşını öldürmeye haris idi.”
Sonra öldürülecek olan Habil ahiret azabını hatırlatan etkileyici ve oldukça beliğ öğüdünü sürdürdü. Belki kardeşini kendisini öldürmekten bununla alıkoyabilir diye: “Dilerim ki, sen benim günahımı da kendi günahını yüklenip…” Beni öldürmek hem beni öldürme günahını hem de önceki günahlarını taşıyarak cehennemliklerden olursun. Cehennem ise her zalimin cezasıdır. Ahmed, Ebû Davud ve İbni Hibbân’ın Ebû Mûsâ el-Eş’arî’den rivayetlerine göre Resulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Adem’in iki oğlunun en hayırlı olanı gibi ol.”
İşte bundan Habil’in kardeşine üç hususu hatırlatıp öğüt verdiğini, kendisinin öldürmekten uzaklaştırıp sakındırmaya çalıştığını görüyoruz: Allah’tan korkmak, hem öldürmek hem de kendisinin günahını yüklenmek suretiyle iki günahı yüklenmek, hem de kendisini cehennemliklerden ve zalimlerden olmakla tehdit etmek.
Daha sonra Yüce Allah, Kabil’in verilen bütün bu öğütlerden etkilenmediğini, isteğinden vazgeçmediğini haber vermektedir. Nefsi yapacağı işi kendisine güzel göstermiş, kardeşini öldürmeye teşvik etmiştir. Sonunda kardeşini öldüren Kabil, dünyada da ahirette de kendisini zarara sokanlardan oluverdi. Böyle bir günah işlemekten daha büyük zarar ne olabilir ki?
Sonra katil şaşkınlığa düştü, dünya kendisine dar geldi. Kardeşinin cesedini ne yapacağını bilemedi. Kendisinden başka bir varlığın karganın tecrübesinden yararlandı. Bu ise onun ne kadar cahil, ne kadar seviyesiz ve ne kadar bilgisiz olduğunu göstermektedir.
Allah, kardeş iki kargayı gönderdi, bu iki karga birbirleriyle kavga ettiler. Biri diğerini öldürdü, öldüren öldürdüğüne bir çukur kazdı, sonra üzerini toprakla örttü. Karganın bu durumunu görünce Kabil şöyle dedi: “Vay! Benim karşı karşıya kaldığım bu rezalet nedir?” Bu, kendisinin azabı hak ettiğini itirafıdır. Ben böyle bir karga gibi olmaktan dahi aciz oldum ha! Yani ben acizliğim, zaafım ve bilgisizliğim, bilgi ve davranışım itibarıyla şu kargadan daha mı aşağılardayım? Daha sonra kardeşini gömdü, cesedini toprakla örttü. Yaptığına pişman oldu. Bu, yanlışlık yapan herkesin durumudur. Önce günah işler, sonra yaptığına pişman olur.
Şu kadar var ki, Resulullah (s.a.)’m: “Pişmanlık bir tövbedir.” [1][43] buyruğu ile bilinen bu ilkeye rağmen tövbesi kabul olunmadı. Çünkü onun pişmanlığı ve tövbesi günahı dolayısıyla, masiyeti dolayısıyla değildi. O kardeşini öldürdüğünden dolayı pişmanlık duymuştu. Çünkü onu öldürmenin bir faydasını görmediği gibi annesi, babası ve kardeşleri de bundan ötürü kendisine kızmışlardı.[2][44] Bundan dolayı o kötü bir çığır açanlardan oldu. Kıyamet gününe kadar hem işlediği o günahın hem de ondan sonra gelecek ve aynı günahı işleyecek herkesin günahını alacaktır. Buhârî ve Müslim, İbni Mes’ûd (r.a.)’un şöyle dediğini rivayet etmektedirler: “Zulmen ne kadar kişi öldürülürse mutlaka o öldürenin kanı dolayısıyla bir pay da Adem’in ilk oğlu üzerine yüklenir; çünkü öldürme yolunu açan ilk kişi odur.”
Bu korkunç cinayet, iki kardeşten birinin ötekine haksızca ve zalimce yaptığı bu çirkin fiil sebebiyle ve bu öldürmenin bir sonucu olarak, kısas teşrî edildi ve kısas hükmü İsrailoğullanna farz kılındı. Çünkü Tevrat öldürmenin haram kılındığı hükmünün yazılı olduğu ilk kitaptır. Bu hüküm de şöyledir: Her kim bir başkasına karşılık olmaksızın, yani Yüce Allah’ın: “Ve Biz onlara onda (yani Tevrat’ta) ve cana karşılık candır… diye yazdık.” (Mâide, 5/45) buyruğunda teşrî buyurduğu kısası gerektiren bir sebep olmaksızın yahut da güven ve huzuru ihlâl eden -yol kesiciler, hırsızlık çeteleri gibi- yeryüzünde fesat çıkartıp sebepsiz ve öldürülmeyi gerektirecek bir cinayet işlenmeksizin, yeryüzünde fesat çıkartma sebebi olmadan öldürecek olursa, bütün insanlığı öldürmüş gibidir. Çünkü Allah nezdinde canlar arasında bir fark yoktur. Bir cana saldırı bütün insan topluluğuna saldırı gibidir. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Her kim kasten bir mümini öldürürse onun cezası orada ebediyyen kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, ona lanet etmiştir. Ona oldukça büyük bir azap da hazırlamıştır.” (Nisa, 4/93).
Her kim de bir canı hayatta tutarsa, yani onun öldürülmesini haram bulup öldürmekten uzak durursa bütün insanları hayatta bırakmış gibidir. Bu da onların güvenlerini sağlamak, huzurlarını bozmamak, rahatsızlıklarını, tedirginliklerini ve endişelerini gidermek suretiyle olur.
İşte bu, kişinin canının kendi mülkü olmadığının da delilidir. Bu can, içinde yaşadığı toplumun malıdır.[3][45] Buna göre bir kimse intihar suretiyle dahi olsa herhangi bir cana kastedecek olursa, Kıyamet güni ide oldukça ağır azabı hak etmiş olur. Hangi sebeple olursa olsun, kim de herhangi bir canın hayatta kalmasına sebep olursa, bütün insanları hayata kavuşturmuş gibidir.
Daha sonra Yüce Allah”, bunu bilmelerine rağmen haramları işlemeleri, öldürmekte aşırıya gitmeleri, geçmişte de, Peygamber efendimizin döneminde de kalplerinin katılıkları dolayısıyla İsrailoğullarını azarlamakta, yaptıklarını yüzlerine vurmaktadır. Medine etrafına bulunan Yahudi Kurayza oğulları, Nadir oğulları, Kaynuka oğullarının yaptıkları bu işlere bir örnektir. Bunlar cahiliye dönemi savaşları sırasında Evs ve Hacrezliler tarafında savaşa katıldıkları gibi, hicretten sonra da Müslümanlara karşı müşriklerin yanında savaşıyorlardı.
Bu azarlamanın muhtevası da şudur: Allah’ın şerefli rasulleri kendilerine apaçık belgeleri, yani ruhlarını arındırmayı, ahlâklarını temizlemeyi hedef alan ve onlar hakkında öngörülen hükümlere delâlet eden apaçık kesin belge ve delilleri getirmişlerdir. Bununla birlikte onların büyük bir çoğunluğu öldürmekte, haksızlık ve saldırganlık suçlarını işlemekte aşırıya giden kimselerdi. Her ne kadar bu Yahudilerin geçmişte önceki atalarından sadır olmuş ise de, sonra gelenlerin geçmişlerin yaptıklarına tamamıyla razı olduklarından dolayı, aynı zamanda ümmetin tümüne nisbet edilmiştir. Çünkü ümmet tıpkı bir ceset gibi kendi arasında dayanışma içerisinde ve birbirinin destekçisi durumundadır. [4][46]