sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 118. VE 120. AYETLER

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 118. VE 120. AYETLER
04.05.2025
4
A+
A-

Kâfirlere Güvenmek Ve Kâfirlerin Müminlere Karşı Değişmez Tavırları

 

118- Ey iman edenler! Kendinizden başkasını sırdaş edinmeyin. Onlar halinizi bozmaktan hiç geri kalmaz­lar. Size meşakkat verecek şeyi arzu ederler. Muhakkak onların kinleri ağızlarından taşmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Şayet düşünürseniz, işte size ayetlerimizi açıkladık.

119- İşte siz onları seven kimselersi­niz. Halbuki onlar sizi sevmezler. Siz Kitab’ın hepsine de inanırsınız. On­lar ise sizinle karşılaştıkları zaman, “İman ettik” derler fakat başbaşa kaldıklarında kinden aleyhinize par­maklarının uçlarını ısırırlar. De ki: “Kininizle geberin! Şüphesiz Allah göfüslerdekini çok iyi bilendir.”

120- Eğer size bir iyilik dokunursa onları tasaya düşürür, eğer size bir fenalık isabet ederse onunla da sevi­nirler. Şayet sabreder ve sakınırsanız onların hilekarlıklarının size hiç bir zararı olmaz. Şüphesiz Allah ne ya­parlarsa hepsini çepeçevre kuşatan­dır.

 

Nüzul Sebebi

 

İbni Cerîr et-Taberî ve İbni İshâk, İbni Abbas’tan şöyle dediğini rivayet et­mektedirler. Müslümanlardan bazı kimseler cahiliye döneminde aralarında bu­lunan antlaşma ve himaye sözleşmeleri dolayısıyla, bir takım Yahudi kimseleri gözetiyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah fitne korkusu dolayısıyla onları sır­daş edinmelerini yasaklamak üzere bu hususta, “Ey iman edenler! Kendinizden başkasını sırdaş edinmeyin…” ayetini indirdi. Buna benzer bir rivayet Müca­hitten de nakledilmiştir. [1][94]

 

Açıklaması

 

Ey Allah’a ve Rasulüne iman edenler! Yahudi, Hristiyan ve münafıklardan olan kâfirleri sırdaş yani dost, özel yakın kimseler ve danışman edinerek sırla­rınıza ve sizin içinizde kalması gereken meselelere muttali kılmayınız. Bunun aşağıda sıralanan şekilde bir çok sakıncaları vardır:

1- Evvelâ bunlar güçleri yettiğince size zarar vermekten, işlerinizi ifsat et­mekten geri kalmazlar.

2- Dininizde ve dünyanızda zararda olmanızı, zorluklarla karşılaşmanızı ve yok olup gitmenizi temenni ederler.

3- Onlar konuşma esnasında yüzlerindeki ifadelerde dillerinden kaçırdık­ları sözlerle size karşı düşmanlıklarını, kinlerini açığa vurdukları gibi, Kitabı­nızı ve peygamberinizi de yalanlamaktadırlar.

4- Kalplerinde saklı bulunan İslâm’a ve Müslümanlara besledikleri kıs­kançlık, kin ve buğz ise onların açığa vurduklarından daha ileri ve daha çok­tur.

Kur*an-ı Kerim’de bu mutlak yasağın bir çok benzeri vardır. Mümtehine süresindeki bu ayet-i kerime bu yasağı açıklamakta ve ona sınırlar getirmekte­dir: “Sizinle din hususunda savaşmamış, sizi yurtlarınızdan çıkarmamış olan­lara iyilik yapmanızı ve onlara adaletle davranmanızı Allah size yasaklamaz. Çünkü Allah adaletle davrananları sever. Allah sizi ancak sizinle din hususun­da savaşmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarmaya yeltenen kimselerle dostluk etmenizi yasaklar. Kim onları veli (dost ve yardımcı) edinirse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Mümtehine, 60/8-9).

Yönetici yahut Müslümanların imamı Müslüman olmayanlara sevgi izhar etmekten yana rahatsız olmaz. Onlara güven duyarsa onlarla dayanışmak ca­izdir. Nitekim Endülüs’ün fethinde Müslümanlar Yahudilerden yardım gördü­ler. Yine Kiptiler de Mısır’ın fethedilmesinde Müslümanlara yardımcı olmuştur. Aynı şekilde İslâm devletindeki bir takım işlerle -güvene layıksa- görevlendiril­meleri de caiz olur. Nitekim Ömer b. el-Hattab (r.a.), divanında Bizanslı bir ta­kım kimseleri görevlendirmişti. Ondan sonra gelen halifeler de bu yolda onun izinden gitmişlerdir. Abbasîler bir takım devlet işlerini Yahudi ve Hristiyanla-ra vermişlerdi. Osmanlı devletinin büyükelçilerinin bir çoğu da Hristiyanlar-dan idiler. [2][95]

Daha sonra Kur’an-ı Kerim müminleri sakındırmak ve uyarmak üzere şöyle buyurmaktadır: Sizi hayra ileten, doğru yola götüren delilleri, ibret ve belgeleri açıklamış bulunuyoruz; eğer sizler düşmanlarla dostlar arasında ayı­rım gözetilmesini zorunlu kılan bu gerçekleri idrak edebilen kimseler iseniz. Daha sonra Kur’an-ı Kerim bir başka üç sebep dolayısıyla, düşmanları dost edi­nip onlara güvenerek sırları açmayı yasaklayan bir önceki sakındırmasını da­ha bir pekiştirmektedir. Bunların her birisi ayrıca güven ortamının bulunma­ması halinde onlara sevgi beslemekten, onlarla içli dışlı olmaktan uzak durma­yı gerektirmektedir. Söz konusu bu üç sebep şunlardır:

1- Sizler bu kâfirleri sevdiğiniz halde onlar sizi sevmez, aksine düşmanlık ederler.

2- Sizler, onların kitaplarının da aralarında yer aldığı bütün semavî kitap­lara iman ediyorsunuz. Bütün rasulleri ve peygamberleri tasdik ediyorsunuz. Onların rasulleri ve peygamberleri de bunlar arasındadır. Kendileri ise hem si­zin Kitab’ınızı hem peygamberlerinizi inkâr etmektedirler.

3- Bunlar müminlerle karşılaştıklarında kendilerine bir zarar gelir korkusuyla güzel davranır ve konuşurlar. Muhammed (s.a.)’in getirdiklerine inandık, doğruladık derler. Fakat kendi aralarında ve şeytanlanyla başbaşa kaldıkla­rında ise size karşı en ileri derecedeki kin, düşmanlık ve öfke izhar ederler. Si­ze herhangi bir eziyet veremiyorlar diye acı duyar, pişman olur ve kinlerinden parmaklarını ısırırlar. “Parmakların ısırılması” müminlere karşı duyulan öfke, kin veya pişmanlıktan mecaz olabilir.

O halde sizler münafık ve kâfirleri veli ve dost edinmekte hatalısınız. Ze-mahşerî’nin de ifade ettiği gibi onlar kendi batıllarına sizin hakka bağlılığınız­dan daha çok bağlı olduklarından dolayı bu, muhataplara oldukça ağır bir azar manası taşımaktadır. Yüce Allah’ın, “Sizin acı duyduğunuz gibi onlar da acı duyarlar. Fakat onların ummadıklarını siz Allah’tan umarsınız.” (Nisa, 4/104) buyruğu da bu ayet-i kerimeyi hatırlatmaktadır.

Daha sonra Yüce Allah peygamberi Muhammed (s.a.)’e bu kâfirlere şöyle demesini emretmektedir: Kininizle, öfkenizle geberin! Şüphesiz Allah kalpler­de olanı çok iyi bilendir. Yani siz müminleri ne kadar kıskanırsanız, sizin kini­niz ne kadar çok olursa olsun şunu bilin ki, Yüce Allah mümin kullarına olan nimetini tamamlayacak ve dinini kemale erdirecektir. Dinini üstün kılacak, kendi sözünü yükseltecek, Müslümanları aziz kılacaktır. Haydi sizler öfkenizle geberiniz. Allah içinizde gizlediğinizi, müminlere karşı sakladığınız kin, kıs­kançlık ve aldatma duygularının özünü çok iyi bilendir. Dünyada bekledikleri­nizin aksini size göstermektedir. Bundan dolayı Yüce Allah sizleri ahirette ebe-diyyen kalacağınız, kurtulamayacağınız, çıkamayacağınız cehennemde, son de­rece ağır azap ile cezalandıracaktır.

Daha sonra Yüce Allah onların müminlere aşırı düşmanlıklarını ortaya koyan durumlarını açıklamaktadır: Müminlere bol mahsul yahut zafer, ilâhî destek, çokluk ve güçlü yardımcılar gibi herhangi bir hayır yahut bir nimet isa­bet edecek olursa, münafıkların hoşuna gitmez. Şayet kuraklık yahut -Uhud gününde cereyan ettiği gibi ilâhî bir hikmet dolayısıyla- düşmanların müminle­re galip gelmesi gibi bir kötülük isabet edecek olursa, münafıklar bundan dola­yı sevinirler. Burada Kur’an-ı Kerim’in belagat açısından ifadelerindeki farklı­lık da dikkat çekmektedir: İyiliğin dokunması ve kötülüğün isabet etmesi. On­lar iyiliğin asgarî şekilde dahi dönüp dokunmasından rahatsız olurlar. Fakat kötülük isabet etmeden, gelip çatmadan sevinemezler.

Fakat Yüce Allah müminlere buna karşı çözüm yolunu göstermekte, kötü­lerin şerrinden kurtulmayı, facirlerin hilelerinden esenliğe kavuşma yolunu ir­şat etmektedir. Bu ise sabretmek, takvayı elden bırakmamak, onların düşman­larını çepeçevre kuşatan Yüce Allah’a tevekkül etmektir. Çünkü müminlerin bütün güçleri, kuvvetleri Allah’tandır. Yalnız O’nun dilediği olur. Onun takdiri ve dilemesi ile olmadıkça hiç bir şey var olmaz. Kim O’na tevekkül ederse Al­lah ona yeter.

Sert yükümlülükleri eda etmek üzere sabreder, Allah’ın kendilerine ya­sakladıklarından sakınırlarsa kâfirlerin hileleri ve tuzaklarının onlara zararı olmaz. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kim Allah’tan korkarsa Allah ona bir çıkış peyda eder. Ummadığı yerden onu mıhlandırır. Kim Allah’a tevekkül ederse O, kendisine yeter” (Talâk, 65/2-3).

Yüce Allah her şeyi bilendir. O’nun ilmi her iki kesimin de amelini kuşat­mıştır. O düşmanların tuzaklarını bilen ve gizliliklerden haberdar olandır. Bunları boşa çıkartacak ve bütün bu hile ve tuzaklarını başlarına geçirecektir. Yaptıklarının cezasını onlara verecektir. Buna karşılık sabırla Allah’tan yar­dım dileyen, takvaya sımsıkı yapışan müminleri de çok iyi bilendir. Bunlar ise düşmanlara karşı başarılı olmanın, galip gelmenin temel iki şartıdır. [3][96]

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.