ÜMMET-İ DAVET VE ÜMMET-İ İCÂBET

Hamd alemlerin Rabbi olan ALLAH(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve Selam alemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed Mustafa (s.a.v)’ ya ve O’nun ashabına onun yolundan gidenlerin üzerine olsun İNŞAALLAH.

Bu ay ki yazımızda İnşaALLAH ümmeti davet ve ümmeti icabet konusuna değineceğim İnşaALLAH.

“De ki Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan ALLAH(C.C.)’ın elçisiyim. O’ndan başka ilah yoktur. O diriltir ve öldürür. Öyleyse ALLAH(C.C.))’a ve ümmi Peygamber olan Resulune -ki o ALLAH(C.C.)’a ve O’nun sözlerine inanır- iman edin ve O’na uyun ki doğru yolu bulasınız.” (A’RAF 158)

Ayet-i Kerime Peygamberimiz Muhammed Mustafa (sav)’nın önceki Peygamberlerde olduğu gibi sadece içinde bulunduğu kavme değil tüm insanlığa gönderilen olduğunu sarih bir şekilde görmekteyiz. Çünkü o Peygamberlerin sonuncusudur ve bundan dolayı O’nun Risâlet’inden ve davetinden sonra dünyaya gelen kim olursa olsun eğer teklife muhatap bir birey ise oda Peygamberimizin davetiyle muhataptır.

Dünyanın neresinde doğarsa doğsun, doğduğu an Ümmet-i davet olarak doğar. Ümmet-i davet daha  davete icabet edip Ümmet-i icabetten olmayan demektir. Çünkü insan dünyaya geldiğinde akıl baliğ olmadığı için mükellef değildir. Rüşte erişip reşit olduğunda teklife muhatap olur. Fakat öncesinde  ilim olarak, bilgi açısında sıfırdır.

“ALLAH (C.C.)  sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmez iken çıkardı. Ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme, ve gönüller verdi.” (NAHL 78)

İnsan dünyaya İslam’ın fıtratı ile gelir. Fakat kendi iradesiyle Peygamberimiz (sav)’in davetini işitir, görür ve aklederek doğruluğu tasdik ederek seçim yapar. İşte bu kimse Ümmet-i davet iken Ümmet-i icabet olur. Öyleyse dünyaya gelen evlatlarımıza Ümmet-i icabetmiş gibi bakmaktan vazgeçmeli ve onları kendi tercihleri ile İslam’ı seçmeleri için önlerine imkan sunmalıyız. Eğer onlara sanki tercihini yapmış ve Ümmet-i icabet gibi davranırsak, onlara haksızlık etmiş kendi irade beyanıyla seçmediği dolayısıyla içeriğini bilmediği bir dinin içinde imiş gibi davranıp onlara haksızlık yapmış oluruz. Sonra hem Müslümanım der hem de gayri müslim bir kimse gibi yaşar ve siz ona yapabileceğiniz en büyük zulmü yapmış olursunuz. Öyleyse dünyaya gelen çocukların tevhid fıtratı ile dünyaya gelmesi başka bir şey. Kulun rüşt çağına gelince Peygamberin daveti karşısında bir bilinçle neyi niçin yaptığını bilerek İslam’ı seçersem nasıl bir hayat yaşamam gerekir. Bunu bilerek yapmasını sağlamalıyız ki inanıp inandığı gibi yaşayan bir nesil yetiştirebilelim İnşaALLAH. Yani kulun yeteneklerle doğması başka bir şey bu yeteneklerini kullanması başka bir şey.

SELAMUN ALEYKUM