sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 86. VE 90. AYETLER

TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 86. VE 90. AYETLER
25.11.2024
11
A+
A-

86- Size selam verildiği zaman siz de ondan daha güzeli ile karşılık verin veya aynisiyla mukabele edin. Şüphesiz Allah, herşeyi hesap edendir.

Ey iman edenler, sizlere ömrünüzün uzun olması, sağ ve salim olmanız dileğiyle selam verildiğinde, size bu gibi dileklerde bulunanlara daha güzeliyle dileklerde bulunarak selamlarını alın veya onların dileklerinin aynısını ifade eden selamlarla onlann selamını alın. Şüphesiz ki Allah, yaptığınız her ameli muhafaza etmekte ve hesaplamaktadır. Herkese yaptığının karşılığını verecektir.

MüfessirIer, bu âyette zikredilen “Verilen selama daha güzeliyle veya aymsıyla karşılık vermek”ten neyin kasdedildiği hususunda iki görüş zikretmiş­lerdir.

a- Süddi, Ata, İbn-i Cüreyc ve İbrahim en-Nehai’ye göre bu âyette zikre­dilen iki türlü selam alma da müminlerin verdikleri selamı almakla ilgilidir. Bir müslüman diğer bir müslümana “Esselamüaleykümu değiğinde, diğer müslü-man, selam verenin sözlerine ilavede bulunarak “Ve aleyküm Selem ve Rame-tulah” diyecek olursa işte o zaman onun selamına daha güzeliyle karşılık vermiş olur. Şayet “Esselamü aleyküm.” diyene “Ve Aleyküm Selam” veya “Esselamü aleyküm” diyecek olursa işte o zaman verilen selama aynısıyla karşılık vernıiş olur,

b- Abdullah b. Abbas, Katade ve îbn-i Zeyd’e göre bu âyette zikredilen “Selamı alanın daha güzeliyle karşılık vermesinden maksat” müslüman kimse­nin vermiş olduğu selama, daha güzeliyle karşılık vermekteir. Selam verene ay­nısıyla mukabele etmekten maksat ise, müslüman olmayanın vermiş olduğu selamı aynen almaktır. Bunlara göre, selâm veren, müslüman olsun kâfir olsun onun selamını almak gerekmektedir. Ancak müslümanm selamı daha fazla hayır temennisiyle alınır. Kâfirin ise verdiği selam aynen iade edilir.

Taberi diyor ki: “Bu görüşlerden tercihe şayan olanı, bu âyette zikredilen selam alma şekillerinden ikisi de müslümanlann venniş oldukları selamı alma­ya aittir. Zira, kâfirlerin verdikleri selamların daha az temennilerle alınmasının gerekli olduğuna dair Resulullah’tan sahih haberler zikredilmiştir. Bu âyette ise selam verenin selamının verilenden daha güzel veya verilenin aymsıyla alınması emredilmektedir ki, bu da selam verenin müslüman olmasını gerektimıektedir.

Taberi diyor ki: “Eğer denilecek olursa ki Allah tealanın kitabında emre-dildiği üzere selam almak farz mıdır?” Cevaben denilir ki: “Evet, selef alimle­rinden bir topluluk, bu görüştedir. Nitekim Cabir b. Abdullh ve Hasan-ı Basri bunlardandır. Hasan-ı Basri, “Selam vermek nafile bir amel ise de onu almak farzdır.” demiştir.

Resulullah, müminleri, aralarında selamı yaymaya teşvik etmiş ve buyur­muştur ki:

“Sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız takdirde, birbirinizi sevmiş olacağınız bir şeyi göstereyim mi? Aranızda selamı yayın.” [1][206]

Müslüman olmayan kimselere selam verilmez. Şayet onlar selam verir­lerse, verilecek cevapta “Selam” kelimesi kullanılmaksızın sadece “Ve aleyke” denir. Bu hususta Peygamber efendimiz buyuruyor ki:

‘Size ehl-i kitap selam verdiğinde “Ve aleyküm” deyin. [2][207]

 

87- O öyle bir Allah’tır ki, ondan başka hiçbir ilah yoktur. Sizi, kıya­met gününde mutlaka toplayacaktır. Bunda asla şüphe yoktur. Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır?

Allah, kendinden başka, hakkıyla ibadet edilecek hiçbir ilah bulunmayan-dır.O sizi, ölümünüzden sonra mahşer meydanında hesaba çekmek için, gelece­ğinde şüphe olmayan kıyamet günüde mutlaka bir araya toplayacaktır. Söyleyin bakalım, hangi varlık Allah’tan daha doğru bir söz söyleyebilir? O halde Al­lah’ın vermiş olduğu haberlerin doğruluğundan şüphe etmeyin. [3][208]

 

88- Ne oluyor size de münafıklar hakkında iki zümreye ayrılıyorsu­nuz? Halbuki Allah, yaptıklarından dolayı onları baş aşağı çevirmiştir. Allah’ın saptırdığı kimseyi hidayete mi erdirmek istiyorsunuz? Aliah kimi saptırırsa onun için bir çıkış yolu bulamazsın.

Ey müminler, size ne oluyor da, münafıklar hakkında ikiye ayrılıyorsu­nuz? Bazınız onların öldürülmelerini, bazınız da serbest bırakılmalarını istiyor­sunuz? Halbuki Allah, onları, işledikleri kötülükler sebebiyle müşriklerin hük­müne tabi tutarak baş aşağı çevimıiştir. Ey müminler, Allah’ın terk ettiği ve sap­tırdığı bir insanı İslam hidayetine kavuşturmayı mı istiyorsunuz? Allah, kimi saptınrsa onun için bir çıkış yolu bulamazsınız.

Müfessirler, bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi hakkında çeşitli görüşler zikretmişlerdir.

a- Zeyd b. Sabit’e göre bu âyet-i kerime, sahabilerin Uhut savaşında Resulullah’tan ve müslumanlardan ayrılıp Medine’ye gelen ve müslümanlara “Şayet biz savaşmayı bilseydik size tabi olurduk.” diyen münafıkların düştükleri ihtilaf hakkında nazil olmuştur.

Abdullah b. Yezid el-Ensari bu hususta Zeyd b. Sabit’in şunları söylediği­ni rivayet etmiştir.

“Sahabilerden bazıları Resululah ile birlikte Uhut savaşma gittikten sonra oradan savaşa katılmadan geri döndüler. İşte bu kimseler hakkında müslümanlar iki gruba ayrıldılar. Bir kısmı bunların öldürülmesini istiyordu. Diğer bir kısmı ise bunaln mümin kabul ederek “Hayır öldürülmesinler.” diyorlardı. İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu ve “Ne oluyor size de münafıklar hakında iki zümre­ye ayrılıyorsunuz?” buyuruldu. Resulullah da şöyle buyurdu: “Medine pak ve temiz bir yerdir. O, ateşin, gümüşün posasını attığı gibi murdar olanı dışarı

atar. [4][209]

b- Mücahid’e göre ise bu âyet-i kerime, sahabilerin, Mekke’den Medi­ne’ye gelen, müslüman olduklarını açıklayan, daha sonra da Mekke’ye dönerek müşrik olduklarını ilan eden münafıklar hakkında ihtilafa düşmeleri üzerine nazil olmuştur.

Bu hususta Mücahid diyor ki: “Bir kısım insanlar, Mekke’den çıkıp Medine’ye geldiler ve muhacir olduklarını iddia ettiler. Daha sonra da dinden çıktılar. Resulullah’tan, Mekke’ye gidip eşyalarını getirmelerine ve onlarla tica­ret yapacaklarına dair izin istediler, Ve gittiler. İşte müminler, bu kimseler hak­kında ihtilafa düştüler. Bazıları, onların münafık olduklarını bazıları da mümin olduklarını söylediler. Allah teala, bu âyeti indirerek, onların münafık oldukları­nı açıkladı ve onlarla savaşmayı emretti.

c- Abdullah b. Abbas, Ma’mer b. Raşid, Katade ve Dehhak’a göre ise bu âyet-i kerime, sahabilerin, Mekke’de müslüman olduklarını açığa vuran bununla birlikte, müslümanlara karşı müşriklere yardım eden bir kısım münafıklar hak­kında ihtilafa düşmeleri üzerine nazil olmuştur.

Bu hususta Abdullah b. Abbas’ın şunları söylediği rivayet edilmiştir: “Mekke’de yaşayan bir kısım insanlar, dilleriyle müslüman olduklarını söyledi­ler. Fakat onlar müşriklere yardım ediyorlardı. Onlar, bazı işleri için Mekke’den çıktılar ve kendi kendilerine şöyle dediler: “Eğer biz, Muhammedin sahabileriy-; le karşılaşacak olursak bize bir zararları dokunmaz.” İşte müminler bunların, Mekke’den çıktıkları haberini ahnea kendi aralarında ihtilaf ettiler. Bir kısım müminler, dediler ki: “Bineklere binin ve gidin o murdarları öldürün. Çünkü on­lar, size karşı, düşmanlarınıza yardım ediyorlar.”

Diğer bir kısım müminler de bunlar hakkında şöyle demişlerdir: “Sübha-nallah, sizler, sizin söylediklerinizi söyleyen insanları mı Öldüreceksiniz? Onla­rın, sırf memleketlerini bırakıp hicret etmedikleri için mi, kanlarını ve mallarını helal görüyorsunuz?” İşte müminler bu insanlar hakkında iki gruba ayrılmışlar­dır. Resululiah, onların yanında bulunduğu halde o gruplardan herhangi birini görüşlerinden vazgeçimye çalışmamıştır. İşte bunun üzerine “Ne oluyor size de, münafıklar hakkında iki zümreye ayrılıyorsunuz? Halbuki Allah, yaptıklarından dolayı onları baş aşağı çevirmiştir…” âyeti nazil olmuştur.

d- Siiddi’ye göre ise bu âyet-i kerime, sahabilerin, Medine’de yaşayan ve münafıklarından dolayı oradan ayrılmak isteyen kişiler hakkında ihtilafa düşme­leri üzerine nazil olmuştur.

Bu hususta Esbat, Suudi’nin şunları söylediğini zikretmiştir: Münafıklar­dan bir kısım insanlar, Medine’den çıkmak istemişlerdi. Onlar, müminlere “Biz Medine’de hasta olduk. Buranın havası bize ağır geldi. Bizler dağlara çıksak ve eski halimize geldikten sonra geri dönsek daha iyi olur. Çünkü bizler köy halkı idik.” dediler ve Medine’den ayrılıp gittiler.

Sahabiier bunlar hakkında ihtilafa düştüler. Bazıları “Bunlar, Allah düş­manı münafıklardır. İsteriz ki, Resululiah bize izin versin de onlarla savaşalım.” dediler. Diğer bazıları ise “Bilakis bunlar, kardeşlerimizdir. Medine’nin havası bunları bunalttı ve bunlar buranın havasını ağır buldular ve dağlara çıkıp hava almak istediler. İyileşince tekrar geri döneceklerdir.” dediler. Bunun üzerine Al­lah teala da buyurdu ki: “Ne oluyor size de münafıklar hakkında iki zümreye ayrılıyorsunuz?”

e- İbn-i Zeyd’e göre ise bu âyet-i kerime, sahabilerin, Hz. Aİşe’ye yapılan iftira hususunda ihtilafa düşmeleri hakkında nazil olmuştur.

Abdullah b. Übey gibi bazı münafıklar, Hz. Aişe aleyhine konuştular. Sa’d b. Muaz gibi samimi müminler ise Abdullah’ın bu davranışlarından beri olduklarım bildirmişlerdir.

Taberi diyor ki: “Bu görüşlerden tercihe şayan olan görüş, bu âyet-i keri­menin, Resulullah’ın sahübilerinin, müslüman olduktan sonra dinden çıkan Mekkeliler hakkında ihtilaf etmeleri üzerine nazil olmuştur.” diyen Örüştür. Zira bu âyetten sonra gelen âyette de “… Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dostlar edinmeyin…” buyıırulmakta ve bu insanların, Medineli olmadıkları, ora­ya henüz hicret etmedikleri anlaşılmaktadır.

Müfessirler de bu kişilerin ya Mekke veya Medineli oldukları huusunda ittifak etmişlerdir. Bunların Medineli olmadıkları bu âyetten anlaşıldığına göre Mekkeli oldukları kesindir.

Âyet-i kerimenin: “Halbuki Allah, yaptıklarından dolayı onları baş aşağı çevirmiştir.” cümlesinde geçen ve “Baş aşağı çevirmiştir.” diye tercüme edilen cümlesi Ata’nın rivayetine göre Abdullah b. Abbas tara-

fından “Alİ3h onları, müşriklerin hükmüne düşürmüştür. Yani kanlanın ve mal­larını helal kılmıştır.” şeklinde izah edilmiş, Ali b. Ebi Talha’nın rivayetine gö­re, yine Abdullah b. Abbas tarafından “Allah onları yere düşürmüş” şeklinde izah edilmiş, Katade ve Süddi tarafından ise “Allah onlan saptırmış ve helak et­miştir.” şeklinde izah edilmiştir.

Âyet-i kerimenin devamında “Allah’ın saptırdığı kimseyi hidayete mi er­dirmek istiyorsunuz?” Duyurulmaktadır. Burada hitap, münafıkları savunan müslümanlaradır. Allah teala onlara, bu gibi savunmalarından vazgeçmelerini emretmiştir. [5][210]

 

89- Onlar, kendileri gibi sizin de inkâr edip onlarla bir olmanızı is­terdiler. Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dostlar edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirlerse onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan ne bir dost ne de bir yardımcı edinin.

Şu münafıklar sizin de inkâr edip kendileri gibi kâfir olmanızı ve Allah’a ortak koşmakta onlarla eşit hale gelmenizi isterler. O halde onlar, şirk yurdun­dan çıkıp İslam yurduna hicret etmedikçe, onlardan dostlar edinmeyin. Şayet Allah’a ve Resulüne iman etmekten ve şirk yurdunu bırakıp İslam diyarına hic­ret etmekten yüz çevirirlerse, onları yakalayın ve nerede bulursanız öldürün. Onlardan ne dost edinin ne de düşmanlaınıza karşı bir yardımcı edinin. Çünkü onlar kâfirdir. Sizin için ellerinden gelen kötülüğü yapmaktan geri kalmazlar.

Allah teala, bu âyet-i kerime ile, müminlerin, haklarında ihtilaf ettikleri insanların, gerçekten münafık okluklarını, bu durumlarım değiştirmedikleri tak­dirde öldürülmelerinin gerektiğini beyan etmiştir. [6][211]

 

90- Ancak aranızda anlaşma bulunan bir kavmrıc sığınanlar yahut ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmak istedikleri için yürekleri sı­kıntıya düşerek sİ7.c gelenlerle savaşmayın. Allah dilcscydi onları size mu­sallat ederdi de sizinle savaşırlardı. Eğer onlar, sizden uzak dururlar, sizin­le savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse Allah size, onların aleyhine bir yol vermemiştir.

Ancak sizinle anlaşması bulunan bir topluluğa gidip sığınan münafıklar bu hükümden müstesnadır. Sığındıkları topluluklara verdiğiniz eman bunlar için de geçerlidir. Veya bunlar, sizinle savaşmaktım kaçındıkları İçin yahut kendi topluluklarıyla savaşmaktan kaçındıkları için yüreklen sıkıntıya düşerek size geldikleri takdirde bunlar için de eman vardır. Eğer Allah dileseydi sizinle an­laşmalı olanlara sığınanları ve savaşmaktan dolayı usanıp sıkıntıya düşerek size gelenleri size sataştırırdı da, düşmanlarınız olan müşriklerle birlikte bunlar da size karşı savaşırlardı. Fakat Allah, lütfuyla onların şerrini sizden uzaklaştırdı. Eğer onlar sizden uzak durup sizinle savaşmaz ve size barış teklif ederlerse, Al­lah size, onların aleyhine bir yol vermemiştir. O bade böyle davrananlara do­kunmayın.

Rivayet ediliyor ki, Bedir ve Uhud savaşlarından sonra, müslümanların sayısı çoğalınca Resululİah, Halid b . Velid’i Müdlic kabilesine göndererek on­ları İslama davet etmek istemiştir. Bu kabilelerden olan Süraka, Peygamber efendimize gelerek şöyle demiştir: “Ey Allah’ın Resulü, kavmime adam gönde­receğini öğrendim. Onlara dokunmamanı arzu etli yorum. Şayet, senin kavmin olan Kureyşliler müslüman olurlarsa onlarda İslama .girerler. Şayet kavmim müslüman olmazsa onlara düşmanlık beslerler.” Bunun üzerine Resululİah, Ha­lici b. Velid’e “Bununla beraber git ve islediğini yap.” buyurdu Halid b. Velid gi-ti ve Müdlic kabilesiyle Resulullah’ın aleyhinde bulunmayacaklarına, Kureyşli­ler müslüman olursa onların da müslüman olacaklarına dair bir anlaşma yaptı.

İşte âyet-i kerime iki sınıf insanın öldıirülmemesini bildirmektedir ki bunların birisi, kendisiyle sulh anlaşması yapılan bu Müdlic kabilesine katılan ve onların anlaşmasından istifade edenlerdir. Diğeri de Abbas gibi Bedir-sava-şında müsiümanlarla savaşmak istemedikleri hakle kabilelerinin baskısıyla gelip savaşa katılanlardır. Ancak miifessirier bu ve bundan sonra gelen âyet-i kerimenin, Tevbe suresinin beşinci âyetiyle neshcdildi^ini, bu itibarla münafıklar, müslümanlardan uzak dursalar, onlarla savaşmasalar ve onlara banş teklifinde bulunsalar bile, müşrikliğe devam ettikleri ve müslüman olmadıkları müddetçe onlarla savaşılacağını söylemişlerdir.

Nitekim İkrime, Hasan-ı Basri, Katade ve İbn-i Zeyd bu âyet-i kerimenin ve benzeri âyetlerin, Tevbe suresinin beşinci âyetiyle neshedildiğini söylemiş­lerdir.

Bu hususta İkrime ve Hasan-ı Basri’nin müşrikler hakkında şu dört âyetin Tevbe suresinin beşinci âyetiyle neshedildiğini söyledikleri rivayet edilmiştir. Neshedilen bu âyetler de şunlardır; “Ancak aranızda anlaşma bulunan bir kavme sığınanlar yahut ne sizinle ne de kavimleriyle savaşmak istemedikleri İçin yü­rekleri sıkıntıya düşerek size gelenlerle savaşmayın. Allah dileseydi, onları size musallat ederdi de sizinle savaşırlardı. Eğer onlar sizden uzak dururlar, sizinle savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse, Allah size onların aleyhine bir yol vermemiştir.” “Onlardan diğer bir kısmını da hem sizden hem kendi kavimle­rinden emin olmak ister bulacaksınız. Fakat her fitneye döndürmüşlerinde onun içine tepetakla dalarlar. Şayet onlar, sizden uzaklaşmaz, size barış teklif etmez ve ellerini sizden çekmezlerse, onları yakalayın ve onlan bulduğunuz yerde Öl­dürün. İşte bunların aleyhine size apaçık bir ferman verdik. [7][212]Allah, din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Şüphesiz Allah, adaletli davrananları sever.” “Allah, ancak sizinle din hususunda savaşanları, sizi yurtla­rınızdan çıkaranları ve çıkarılmanıza yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onları dost edinirse, işte onlar, zalimlerdir. [8][213]

Bu âyetleri nesneden âyet ise şudur; “Mukaddes olan haram aylar çıkın­ca, müşrikleri nerede bulursanız öldürün. Onları yakalayın çember içine alın. Her gözetilecek yerden onlan gözetleyin. Eğer tevbe ederler, namazı kılıp zeka­tı verirlerse, artık yollarını serbest bırakın. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan­dır, çok merhamet edendir. [9][214]

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.