TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA İBRAHİM SURESİ 36. VE 40. AYETLER

36- Rabbim, çünkü putlar, kendilerine tapan birçok insanın sapmasına sebep oldular. Kim bana uyarsa şüphesiz ki o, benîm dinimdendir. Kim bana karşı gelirse şüphesiz ki sen, af ve merhameti bol olansın.
Ey rabbim, bu putlar, birçok insanı hak yoldan çevirip sapıklığa düşmelerine ve onların, seni inkâr edip, kendilerine tapmalarına vesile olmuşlardır. Ey rabbim, kim, sana iman etmem ve sadece sana kulluk etmemde bana uyar da putları bırakırsa şüphesiz ki o, benim yaptığımı yapmış ve benim dinime tâbi olmuş olur. Kim de benim emrime karşr gelir, benim davetimi kabul etmez ve sana ortak koşacak olursa, onun hakkında hüküm verecek sensin. Şüphesiz ki sen, günahları çokça affeden ve kullarına karşı çokça merhametli olansın. [1][50]
37- Ey rabbimiz, soyumdan bazılarını, mukaddes evinin yanındaki ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz, namaz kılsınlar diye böyle yaptım. Rabbimiz, insanlardan bîr kısmının kalblerini onlara meylettir. Onları meyvelerle rızıklandır ki şükretsinler.
Ey rabbim, oğlum İsmaili ve annesi Hacer’i, Mekke vadisine yerleştirdim. Bu vadide ne su ne de ekin bulunmaktadır. Rabbim, ben bunu, senin mukaddes evinde namaz kılsınlar diye yaptım. Rabbim, bir kısım insanların kalblerini, mübarek belde olan Mekkeyi ziyaret etmeye ve orada yaşayacak olanlara meylettir. Rabbimiz, onları, dünyanın diğer yerlerindeki insanları nzıklandırdığın gibi çeşitli meyvelerle rızıklandır ki, nimetlerine karşı sana şükretmiş olsunlar.
Hz.İbrahim, Allah tealanın emriyle, oğlu İsmaili ve İsnıailin annesi olan karısı Hacer’j Şam taraflarından getirip, o gün için henüz mevcut almayan Mekke şehrinin bugünkü yerine bırakmış ve bu âyet-i Kerimelerde bildirildiği gibi rabbine dua ederek oradan ayrılmıştır.
Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki:
“Kadınların kemer kullanma âdeti ilk olarak Hz.İsmailin annesi Hacer’den kalmıştır. Hacer, kendisini, kuması Sâre’den gizlemek için bu yola başvurmuştur. [2][51]
Hz. İbrahim, oğlu İsmaili ve onu emzirmekte olan annesi Haceri Şamdan alıp, Mescid-i Haramın bugünkü bulunduğu yerin üst tarafında, Zemzem suyunun yanında, büyük bir ağacın altına bıraktı. O gün Mekkede ne insan ne de su bulunuyordu. İşte İbrahim onların ikisini de burada bıraktı. Yanlarına, içinde Hurma bulunan bir dağarcık ve su bulunan bir de kırba bıraktı. Sonra geri dönüp gitmeye başladı. İsmailin annesi Hacer’de onun arkasından yürüdü ve ona: “Ey İbrahim, bizi, hiçkimsenin bulunmadığı, hatta hiçbirşeyin olmadığı bu vadide bırakıp ta nereye gidiyorsun?” dedi. Hacer bu sözlerini tekrar ettiyse de İbrahim ona dönüp bakmadı. Nihayet Hacer İbrahime şöyle dedi: “Bunu sana Allah mı emretti?” İbrahim: “Evet” dedi. Bunun üzerine Hacer: “Öyleyse Allah bizi korur ve helak etmez” dedi. Ve oğlu İsmailin yanına döndü. İbrahim ise yoluna devam edip gitti. Hacer ve oğlu İsmailin, kendisini göremeyecekleri “Seniyye” denilen yere varınca Kâbeye doğru yöneldi, ellerini kaldırdı ve rabbine şöyle yalvardı: “Ey rabbimiz, soyumdan bazılarını, mukaddes evinin yanındaki ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz, namaz kılsınlar diye böyle yaptım. Rabbimiz, insanlardan bir kısmının kalbini onlara meylettir. Onları, meyvelerle nzıklandır ki, şükretsinler.”
İsmailin annesi, îbrahimin bıraktığı sudan içiyor ve çocuğunu emziriyordu. KırbadakTsu”bitince hem kendisi hem de çocuğu susadı. Hacer, susuzluktan dolayı oğlunun boynunun büküldüğünü (Veya ayaklarını yere vurarak debelendiğini) gördü. Hacer, çocuğunun bu acıklı halinden dolayı fenalaşarak yanından ayrılıp biraz öteye vardı ve o. bölgede Kâbeye en yakın olan Safa tepesine doğru gitti ve tepenin üzerine çıktı. Sonra vadiye dönerek, herhangi bir kimse görebilir miyim? diye bakmaya başladı. Fakat hiçkimse göremedi. Sonra Safa tepesinden aşağı indi. Vadiye geçip Merve tepesine geldi. Bu defa onun üzerine çıktı. Sonra herhangi bir kimse görbilir miyim? diye baktı. Fakat hiçbir kimse göremedi. Hacer bu şekilde Safa ile Merve arasında yedi defa gidip geldi.
Abdullah b. Abbas, bu hususta ResuluİIahm şöyle buyurduğunu söylüyor: “İşte insanların Safa ile Merve arasında sa’y yapmaları bundandır.” “Hacer son defa Merve tepesine çıktığında bir ses işitti ve kendi kendine şöyle dedi: “Sus iyice dinle” Sonra dikkatle dinledi. Bu sesi yine işitti. Bunun üzerine: “Ey ses sahibi, sesini duyurdun. Eğer sen, bize yardım etmek kudretinde isen bize yardım et.” dedi. Hacer sözünü bitirir bitirmez, Zemzem kuyusunun yanında bir Melek göründe. O Melek, ayağının topuğu veya kanadıyla yeri eşeliyordu. Nihayet orada su göründü. Hacer, suyun akıp gitmemesi için havuz yapmaya başladı. Bir yandan eliyle suyun Önünü tıkamaya çalışıyor, diğer yandan kırbasına su dolduruyordu. Hacer suyu avuçladıkça su kaynayıp geliyordu.
Abdullah b. Abbas, sözlerine devamla şöyle diyor: “Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah, İsmailin annesi Hacere rahmet eylesin. Eğer o, Zemzemi kendi haline biraksaydi (Veya Zemzem suyunu avuçlamasaydı) Zemzem, akan bir pınar olurdu.”
Abdullah b. Abbas diyor ki: “Hacer bu sudan içti, çocuğunu emzirdi. Melek ona şöyle dedi: “Helak olacağınızdan korkmayın. Zira burada Alİahın evi bulunmaktadır. Bu evi, bu çocuk ve babası yapacaktır. Şüphesiz ki Allah, evinin sakinlerim helak etmez.”
Beytullahın yeri tepe gibi yüksekçe bir yer üzerindeydi. Seller, sağından ve solundan gelip onu aşmdirmışlardı.
Hacer bu şekilde günlerini geçirirken birgün Cürhum kabilesinden bir topluluk (Veya bir aile) onların yanından geçti. Cürhumlular, “Keda” denilen yoldan gelip Mekkenin alt tarafında konaklamışlardı. Cürhumlular, orada bir kuşun havada dolaştığını gördüler ve şöyle dediler: “Şüphesiz bu kuş, bir suyun başında dolaşıyor. Biz ise bu vadide su bulunmadığını biliyoruz.” Bunlar, bir iki gözelteliyici çıkardılar. Bu gözetleyiçiler orada su bulunduğunu gördüler ve gelip haber verdiler. Bunun üzerine Cürhumlular suyun bulunduğu yere geldiler.
Abdullah b. Abbas diyor ki: “Cürhumlular geldiklerinde İsmailin annesi de suyun başındaydı. Ona dediler ki: “Senin civarında konaklamamıza verir misin?” Hacer: “Evet konaklayabilirsiniz fakat bu suda herhangi bir hakkınız yoktur.” dedi. Onlar da “Evet hakkımız yoktur.” dediler.
Abdullah b. Abbas sözlerine devamla diyor ki: “Resulullah (s.a,v.) şöyle buyurdu: “Cürhumiler, Hacerin, birtakım insanlarla konuşmayı arzuladığı bir sırada kendisiyle karşılaştılar.”
Abdullah b. Abbas diyor ki: “Cürhumiler Mekke civarına inip kondular. Sonra asıl kalabalık kısımlarına da haber gönderdiler. Onlar da gelip kondular. (Yerleştiler) Nihayet Mekkenin bulunduğu yer, mamur bir şehir haline gelmeye başladı. Hacerin oğlu İsmail, yiğitlik ve gençlik çağına girmişti. (Bu arada) Cürhumilerden Arapça da öğrenmişti. Artık İsmail, gençlik çağında Cürhumiler arasında en sevimli bir sima olmuştu. Onun soyluluğu, güzel hali, Cürhumileri hayret içinde bırakmıştı. Bu sebeple, İsmail buluğ çağma girince Cürhumiler onu, kızlarından biriyle evlendirdiler… (Hayatın bu döneminde mes’ut bir şekilde yaşarlarken) İsmailin annesi Öldü. (Hacer doksan yaşına girmişti. Onu, Kâbenin bitişiğinde bulunan ve Hıcr-i İsmail diye anılan yere gömdüler.)
İsmail evlendikten sonra İbrahim (Bırakıp gittiği oğlunu ve karısını) arayarak görmeye geldi. İsmail o sırada evde yoktu. İsmailin nerede olduğunu karısına sordu. O da “Rızkımızı tedarik etmek üzere gitti.” Diye cevap verdi. Sonra İbrahim, “Geçiminiz, durumunuz nasıldır?” diye sordu. İsmailin karısı: “Şiddetli darlık içindeyiz, çok kötü bir durumdayız.” diye şikâyet etti. İbrahim: “Kocan geldiğinde benden selam söyle ve ona de, kapısının eşiğini değiştirsin.” dedi. İsmai! geldiğinde, babasının eve gelip gittiğini, (Evin içinde duyduğu güzel bir koku gibi emarelerden) anlar gibi oldu da karısına dedi ki:
— Evimize gelen oldu mu?
— Evet, şöyle şöyle şekilde yaşlı bir kişi geldi. Bana seni sordu. Cevap verdim. Maişetimizi sordu ben de şiddetli darlık içinde olduğumuzu söyledim.” dedi. Bunun üzerine İsmail:
— Sana bir şey vasiyet ve bir söz tevdi etti mi? diye sordu. O da:
— Evet, bana, sana selam söylememi ve “Kapının eşiğini değiştir.” dememi tenbih etti.” dedi. Sonra İsmail kansına:
— O gelen ihtiyar babamdır. Bana, senden ayrılmamı emretmiştir. Artık sen ailenizin evine gidebilirsin.” dedi. Onu boşadı ve Cümumilerden başka bir kadınla evlendi.
İbrahim, Allanın dilediği bir müddet kadar uzaklaştıktan sonra yine geldi. Yine evde İsmaili bulamadı. İsmailin karısının yanına girdi. Ona da İsmaili sordu. O da “Maişetimizi temin etmeye gitti.” dedi. İbrahim:
— Nasılsınız? Geçiminiz, durumunuz iyi midir? diye sordu. İsmailin kansı:
— Biz hayır, saadet ve bolluk içindeyiz.” diye Allaha Hamdü sena etti. İbrahim:
— Ne yeyip ne içiyorsunuz? diye sordu. Kadın:Et yiyoruz, su içiyoruz.” dedi. İbrahim:
— Ya rab, bunların etlerini ve sularını mübarek kıl, onlara bereket ihsan eyle.” diye dua etti.
Resulullah (s.a.v.) buyurmuştur ki: “İbrahim zamanında Mekke civarında hububat bilinmiyordu. Eğer o tarihlerde ve oralarda hububat bilinseydi, İbrahim, hububat hakkında da dua ederdi.”
İbn-i Abbas diyor ki: “İbrahimin bu duası bereketiyledir ki, et ile su Mekkeden başka yerlerde (O sıcak muhitte) Mekkedeki kadar hiçbir kimsenin sihhatma iyi gelmez. Yine İbn-i Abbas, rivayetine devamla diyor ki: “İbrahim gelinine:
— Kocan geldiğinde ona selam söyle ve onu, kapısının eşiğini yerinde tutsun diye emreyle.” demiştir. (Sonra İbrahim Şam’a dönmüştür.) İsmail geldiğinde:
— Evimize gelen oldu mu? diye sordu. Kansı:
— Evet, güzel yüzlü bir ihtiyar geldi.” diye İsmaile o kişiyi methetti. Kadın şöyle dedi:
— Seni sordu. Ben de “Rızkımızı tedarik etmeye gitti.” dedim. “Geçiminiz nasıldır?” diye sordu ben de:
— Hayır ve saadet içindeyiz.” dedim. Sonra İsmail:
— Sana birşey vasiyet etti mi? diye sordu. O da:
— Evet, o muhterem ihtiyar sana selam söyledi ve kapının eşiğini yerinde tutmanı emreyledi.” dedi. Bunun üzerine İsmail hanımına:
— İşte o babamdır. Sen de evimizin eşiğisin. Babam bana, seni hoş tutmamı, iyi geçinmemi emretmiştir.” dedi.
Sonra İbrahim yine bir müddet daha oğlundan ve ailesinden uzakta yaşadı. Ondan sonra^Mekkeye geldi. O sırada İsmail, Zemzem kuyusunun yakınında büyük bir ağacın altında ok’unu yontup düzeltmekte idi. İsmail babasını görünce hemen kalkıp babasına karşı mutad olan sarılmalar ve el yüz, göz öpmelerde bulundular. Sonra İbrahim oğluna: •
— Ey İsmail, Allah teala bana muazzam bir iş emretti.” dedi. İsmail de:
— Babacığım, rabbin ne emrettiyse o emri yerine getir.” dedi. İbrahim:
— Fakat bu işte sen bana yardım edeceksin.” dedi. İsmail:
— Babacığım ben sana, her veçhile yardım ederim.” dedi. İbrahim:
— Allah teala burada bir Beyt (Ev) yapmamı emretti.” diye, etrafında yüksekçe bir tepeye işaret etti.
İbn-i Abbas rivayetine devamla diyor ki: “İbrahimle İsmail işte orada Kâbenin esasını (Temelin) kurup duvarlarını yükselttiler. İsmail taş getirirdi İbrahim de bina ederdi. Nihayet Beyt’in binası ilerleyip duvarları yükseldiğinde İsmail, (Bugün ziyaret edilen malum taşı getirdi.) İbrahim de onu ayağının akma iskele olarak koydu. Üzerinde inşaata devam etti. İbrahim yapar İsmail de taş verirdi. İnşaat tamam olduktan sonra baba oğul: “Rabbimiz bunu bizden kabul et. Şüphesiz ki sen, herşeyi işitensin, bilensin. [3][52] diye dua etmişlerdir. [4][53]
38- Ey rabbimiz, sen bizsim gizlediğimizi de açığa vurduğumuzu da çok iyi bilirsin. Yerde ve gökte htçbirşey Allahtan gizli değildir.
Hz.îbrahim, duasına devamla şöyle diyor: “Ey rabbimiz, sen, benim bu duamla neyi kastettiğimi bilirsin. Zira sen, gizlediğimiz ve açığa vurduğumuz herşeyi çok iyi biliyorsun.
Allah teala Hzjbrahimin sözünü doğrulayarak ona şu cevabı vermiştir: Yerde ve gökte bulunan hiçbirşey Allaha gizli değildir. O halde senin duanı da işitmektedir.
Daha sonra Hz.İbrahim, Allah tealanın, kendisine verdiği nimetlere karşılık ona hamdederek chıâsına şöyle devam etmiştir: [5][54]
39- Yaşlandığım bir sırada, bana İsmaili, îshakı veren Allaha hamdoisun. Şüphesiz ki rabbim, duamı çok iyi işitendir.
Hz.İbrahim, Allah teala tarafından kendisine verilen nimetleri anmak isterken, yaşlı bir durumda olduğu halde kendisine verilen evlat nimetini anmaktadır. Zira kişinin Ölümünden sonra geride kalan nimetlerden biri de kendisine hayır duada bulunan evlat nimetidir.
Resulullah (s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmaktadır:
“İnsanoğlu Öldüğünde ameli kesilir. Ancak üç çeşit ameli müstesna. (Ölümenden sonra) Devam eden sadaka veya kendisinden faydalanılan ilim yahut, kendisine dua eden salih evlat. [6][55]
40- Rabbim, beni ve soyumdan gelen salih kimseleri, namazını dosdoğru kılanlardan eyle. Ey rabbimiz, duamı kabul eyle.
Hz. İbrahim bu âyette de, Ailah tealadan, kendisini ve soyundan gelenleri, ibadetlerin en faziletlisi ve en geniş anlamlısı olan namaza devam etmelerine muvaffak kılmasını talep ediyor.
Abdullah b.Mes’ud, Peygamber efendimizin, namazın fazileti hakkında şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: “Abdullah b. Mes’ud diyor ki:
“Ben “Ey Allanın Resulü, amellerin hangisi daha efdaldir?” diye sordum. Resulullah “Vaktinde kılınan namazdır…” buyurdu[7][56]