SAFİYYE BİNTİ HUYEY (R.ANHUME)

HAMD ALEMLERİN RABBİ OLAN ALLAH AZZE VE CELLE’YE MAHSUSTUR. SALAT RASULULLAH S.A.V ‘E SELAM BÜTÜN MÜMİNLERİN ÜZERİNE OLSUN. İNŞAALLAH
Hz. Safiye, Hazreti Harun’un (a.s.) neslinden gelmekteydi. Babası Yahûdi kabîlelerinden Benî Nâdir’in reisi Huyey İbni Ahtab, annesi de Benî Kureyzâ kabilesinin ileri gelenlerinden Berre binti Semran idi. Anne baba tarafından hanedan bir soya mensuptu.
O, ahlâkî güzelliği ve ailesinin üstünlüğü sebeblerinden bir hanımefendi olarak herkesce beğenilirdi. Hayber’de meşhur şâir ve kumandan Sellâm İbni Mişkem ile nişanlandı. Bundan ayrılınca “el-Kamus” kalesi kumandanı Kinâne İbni Ebi’l-Hukayk ile evlendi. Bu evliliği sırasında bir rüya gördü. Rüyasında Medine’den doğan ay geldi kendi odasına girdi. Bu rüyasını kocasına anlatınca Kinâne öfkelendi ve: “Sen Hicaz meliki Muhammed’e mi varmak istiyorsun? Onun kocan olmasını mı istiyorsun?” diyerek yüzüne şiddetli bir tokat vurdu. Gözü morardı. Fakat Safiyye’nin gönlü artık İslâm ışığı ile aydınlanacaktı. Hadiseler onu İslâm’a kavuşturacak, hatta mü’minlerin annesi olma şerefine erdirecekti. Onun bu şerefe nâil olması şöyle gerçekleşti:
Hicretin yedinci senesinde Resûlullah Efendimiz, Hayber üzerine yürümeye karar verdi. Medine’den sürülen Beni Nâdir ve Beni Kureyza Yahûdilerî Hayber’de de rahat durmadılar. Fesatlarına devam ettiler. Yapılan antlaşmalara riâyet etmediler. Kureyş ile işbirliği yaptılar. Müslümanların ticâret kervanlarını tehdit ettiler. İki Cihan Güneşi efendimiz de Yahûdilerin fesatlarını ocaklarında söndürmek ve Şam ticaret yolunu emniyet altına almak üzere Hayber’in fethini zarûrî gördü. Ashab-ı Kiram henüz Hudeybiye’den yeni dönmüştü, yorgundu. Fakat ilâhi emir gelmiş karar verilmişti. Bunun üzerine ashab yeniden toparlandı ve Hayber üzerine hareket edildi. Bu sefere Ümmü Seleme (r.a.) annemiz de katıldı. Resûlullah Efendimizle beraber yolculuk yaptı.
Hayber’de şiddetli çarpışmalar oldu. Hz. Ali’nin bu savaşta büyük kahramanlıkları görüldü. Onbeş şehit verildi. Yüze yakın Yahûdi öldürüldü. Birçok esir alındı. Ganimetler elde edildi. Safiye (r.a.) de esirler arasında idi. Onun babası ve kocası öldürülmüştü. Ganimet ve esirlerin hepsi bir kalede toplandı.
Efendimiz siyâsî bir taktik olarak, kabile ve kavimlerin reislerinin kızları ile evleniyor ve akrabalık kurarak onların gönüllerini İslâm’a ısındırmaya çalışıyordu. Bu sebepten esirler arasında bulunan Safiye (r.a.) ile görüşmeyi arzu etti. Bilâl-i Habeşi’den (r.a.) onu getirmesini istedi. Hz. Bilâl onu amcasının kızı ile birlikte Efendimizin huzuruna getirirken Yahudi erkeklerinin cesetlerinin yanından geçirdi. Safiye’nin (r.a.) yanındaki kadın ölü cesetleri görünce çığlıklar koparıp yüzünü gözünü tırnaklarıyla yırtmaya başladı. Üstüne başına topraklar saçtı. Saçı başı toz toprak içinde kaldı. Rahmet Peygamberi Efendimiz, durumu öğrenince Bilâl’e (r.a.) serzenişte bulundu ve: “Ey Bilâl! Senden acıma duygusu sökülüp atıldı mı ki, bu kadıncağızları ölülerinin yanından geçirdin? Onları böyle mi getirmeliydin?” dedi. Onun bu davranışından memnun olmadığını duyurdu.
İslam savaş esirlerine iyilik ve güzellikle muamele edilmesini emreden bir dindir, yalnız islam’a dahil olduğunu iddia eden Müslümanlar da birbirlerine dahi bu merhametin, iyiliğin eserinin olmaması bizlere bugün ne kadar islam’a muhtaç olduğumuzun kanıtıdır.
İslam kardeşlik dinidir, islam iyilik dinidir, hoşgörü dinidir, bugün Müslümanlar olarak geldiğimiz noktada ise islam’ın zerresi dahi yoktur.
İslam kardeşliği bütün müminleri gönlüne alabilmek, samimi olabilmek,candan bir dost olabilmek, sevinciyle sevinip derdiyle dertlenmek, zor zamanlarda teselli kaynağı olup gerektiğinde nefsinden fedakarlıkta bulunabilmeyi gerektirir.
Peygamber Efendimize(sav) on yıl boyunca hizmet eden ve Allah Resûlü(sav)`nün terbiyesinde yetişen Enes b. Mâlik radiyallahu anh anlatıyor:
“Resûl-i Ekrem(sav) Efendimiz ile oturuyorduk. Allah Resûlü(sav): ‘Birazdan yanınıza cennetlik bir adam gelecek, onu görmek ister misiniz?` buyurdu. Çok geçmeden Medineli bir sahâbi çıkageldi. Ayakkabılarını elinde tutuyor, yeni abdest aldığı için sakalından sular damlıyordu.
Ertesi gün Efendimiz sözlerini tekrarladığında aynı sahâbi mescidin kapısında beliriverdi. Bu durum üçüncü gün yine aynı şekilde yaşandığında ashâb-ı kirâmdan ilme ve ibadete düşkünlüğü ile tanınan genç sahâbi Abdullah b. Amr, Medineli sahâbinin peşine düştü.
Bu sahâbi, hangi ibadeti ya da hangi özelliği sayesinde cennetle müjdeleniyor, Allah Resûlü(sav) bu müjdeyi neden üç gün boyunca tekrarlıyordu? Abdullah b. Amr bunu öğrenmeli ve Medineli sahâbiyi cennete götürecek ameli kendisi de hayata geçirmeliydi. Medineli sahâbinin kapısını çalarak, kalacak bir yerinin olmadığını, bir süre kendisini misafir etmesini rica etti. İsteği kabul edilince de üç gece bu sahâbinin evinde kaldı ve onunla aynı odada yatıp uyudu.
Abdullah bu süre zarfında adamın davranışlarında bir farklılık göremedi. Gün boyu diğer Müslümanların yapmadığı ve sadece bu zatın yaptığı özel bir şey yoktu. Gece yarısı uyanıp ev sahibinin ne yapacağını merak etti. Acaba kaç rekât gece namazı kılacak, Rabbine yalvarırken neler söyleyecek, gözünden nasıl yaşlar dökülecekti?
Geceler boyu boşuna bekleyip durdu. Ev sahibi, geceleri kalkıp ibadet etmiyor, sabah namazına dek uyuyor, sadece uyanıp yatağında sağına soluna dönerken Allah(Celle Celaluhu)`ı zikrediyor, tekbir getiriyordu. Büyük bir serveti olmadığı için sadaka dağıtamıyor ancak konuşmasına çok dikkat ediyor, dilinden hayırlı ve güzel sözler dökülüyordu.
Abdullah nihayet üçüncü günün sonunda işin aslını ev sahibine anlatarak şöyle dedi: “Hz. Peygamber üç gün üst üste ‘Birazdan yanınıza cennet halkından birisi gelecektir.` buyurdu. Efendimizin bu sözlerinden sonra her defasında sen çıkageldin. Bunun üzerine ben de birkaç gün senin yanında kalarak seni cennet halkından yapan amelini öğrenip onu işlemek istedim. Fakat bu üç gün içerisinde büyük bir amel yaptığını görmedim. Acaba seni bu mertebeye hangi amelin ulaştırmış olabilir?”
Sahâbi, Abdullah`a şu cevabı verdi: ‘Senin gördüğünden başka yaptığım bir ibadetim yok.` dedi.
Abdullah gitmek üzere ayağa kalktı. Aradığı cevabı bulamamıştı. Resûl-i Ekrem bu adamı neden hem de üç kez üst üste Cennetle müjdelemişti. Bu adamda olup da kendinde ve diğer kimselerde olmayan özellik hangisiydi?
Bunları düşündüğü sırada Medineli sahâbinin sesini duydu: ‘Dur yeğenim, söylediğim gibi gördüğünün dışında benim hiçbir amelim yoktur, ancak şu var ki ben hiçbir Müslümana kin gütmem ve Allah(Celle Celaluhu)`ın bir başkasına verdiği nimeti asla kıskanmam.`
Abdullah bunun üzerine: ‘Seni Cennetlik yapan ve bizim sahip olamadığımız şey işte budur.` dedi.”
Sahabenin kardeşliğinin temel dayanağı imanları ve akideleriydi. Bu bağ sayesinde bağlanıp yol aldılar. İnsanın edinebileceği en güçlü bağ Allah için ve Allah yolunda olan bağdır. Ve bu bağ her zaman Müslümanı güçlü ve emin kılar.
HASAN EL BENNA
Aranızdaki kardeşlik bağını koruyun; çünkü sizin silah ve mühimmatınız budur. Demiştir.
Bugün yenilgilerin sebebi, yıkımların sebebi Müslümanların arasında bu bağın olmamasıdır……
Safiye binti Huyey çok korkmuş olmasına rağmen sâkin görünüyordu. Huzura çıkartılınca, Efendimiz onun üzerine bir atkı örttü ve ona İslâmiyeti anlattı. Sonunda şu teklifte bulundu:
“Ey Safiye! Eğer Müslüman olursan seni kendime eş olarak almayı düşünüyorum. Şayet dininde kalmayı tercih edersen seni serbest bırakıp kavminin yanına dönebilirsin.” dedi.
Rahmet ve Şefkat Peygamberi Efendimiz isteseydi onu câriye olarak yanında alıkoyabilirdi. Fakat o böyle yapmadı. Düşkün bir kimseye, nasıl davranılması gerektiğini, esir olarak alınan insanlara da insanca muâmele yapılması lâzım geldiğini ve inanç konusunda herkesin serbest bıkakılması gerektiğini bir ölçü olarak göstermiş oldu.
Bir daha ki ay yazımıza devam edeceğiz inşaAllah…
VELHAMDULİLLAHİ RABBİL ALEMİN