SABIR, SABIRI GEREKTİRİR
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
Hamd âlemlerin Rabbi Rahman ve Rahim, ölüden diriyi- diriden ölüyü çıkartan, geleceğinde hiç şüphe bulunmayan günün sahibi, mümin kullarına merhametli, inkârcılara şiddetli, indirmiş olduğu Kur’an ile bizlere izzet bahşeden ALLAH(CC) aittir.
Salât ve selam âlemlere rahmet olarak gönderilen kendi döneminde ve kendisinden sonra var kılınan mükelleflerin ona(sas) itaatten başka kurtuluşunun mümkün olmadığı önderimiz komutanımız Hz. Muhammed sas’e âline ashabına, bugünden önce yaşamış bugün yaşamakta olan ve kıyamete kadar yaşayacak, hakkın gönüllerini aydınlattığı mücahid müminlere selam olsun.
Geçen ayki yazımızı “Ölçü olarak Resulü ve kendisine nazil olan kitabı kabul etmediler. Bir ya da birkaç yönüyle itaatten yüz çevirdiler. Bu acı başlangıç onların bu hayattaki tercihlerinin karşılığıdır… diyerek sonlandırmıştık.
Kişiler sürekli olarak herhangi bir konuda tercih yapmakla karşı karşıyadırlar. Tercihlerini belirleyen en önemli faktör, İnanç ve bu inancın beraberinde getirdiği düşünce ve anlayışlardır. Hiç şüphesiz mümin’in hayatındaki tercihlerini belirleyen faktörde budur. İslam inancı ve bu inancın beraberinde getirdiği yükümlülükler. Dolayısıyla iman beraberinde takınılacak tavrı da belirler. Tevhid akidesi öyle bir inanç sisteminin temelini oluşturmaktadır ki; Rabbine, Kuran’a, gönderilen Resule, Kendi nefsine, ailesine, topluma, hatta zerreden kürreye bütün varlık âlemine, canlı ve cansız varlıklara varana kadar mevcudat ile arasındaki ilişkiyi bu akide belirler. Gönül rızası ve hoşnutluğu ile sorumluluklar ve vazifeler gün ve gün an be an hayata yansıtılır. Bağlı olduğu bu inanç sistemi hayatın her alanında kendisine yol göstermektedir. Öncelikle dosdoğru fıtrat uyumlu bir fikir, ferdi, toplumsal ve ahlaki kulluk yönüyle yıkılmayan ve asla bozulmayan bir anlayış oluşturur. Allahu Teala’ya sunulması gereken kulluk elbette ki yukarıda sıralandığı kadarıyla sınırlı değildir. Fakat temel unsurlar olarak ele alabiliriz.
Ne, neden ve niçin soruları sırasıyla konuyu, maksadı ve metodu belirler. Yani ne yapmalıyız sorusu konumuzu, neden yapmalıyız sorusu maksadı, nasıl sorusu da metodu belirler. Peki ne yapmalıyız; Kulluk. Peki neden; Çünkü Allah Azze ve Celle’ye verilen ve tutulması gereken bir ahid(söz) var. Peki nasıl sorusu; İşte bu da metodu belirler. Yani Allah Celle Celaluhu’ya nasıl kulluk edeceğim. Bu metodu Kuran ve sünnetten beslenerek Realiteye yansıtamayan bir fert hak üzere mücadele eden bir fert asla olamayacaktır.
Sorumluluklarımızın sınırını belirleme yetkisi Allahu teala’ya mahsustur. Mahsus; Yani hususiyet ifade eder. Başkası değil sadece Allah’a hastır demektir. Öyle ise Allahu teala’nın Kulları için belirlediği şu sınır akıl sahibi bizler tarafından iyi anlaşılmalıdır;
“Sana yakin(Ölüm) gelinceye kadar Rabbine kulluk et”.(Hicr 99)
Bu âyetten da anlaşılıyor ki, kul, mükellef olduğu ibadetleri, aklı başında olduğu sürece, ölünceye kadar devam ettirmek mecburiyetindedir. Nitekim Resulullah (s.a.v.), Basur hastalığına yakalanan ve nasıl namaz kılacağını soran İmran b. Husayn’a şöyle buyurmuştur: “Namazı ayakta kıl. Buna gücün yetmezse oturarak kıl. Şayet buna da gücün yetmezse yan üstü yatarak kıl. Bu da gösteriyor ki, durum ne olursa olsun, kişi ibadetlerine, ölünceye kadar devam edecektir.[1]
Şimdi konumuzun gereği Kulluk etmenin farziyetinden ve gerekliliğinden bahsetmişken, bu kulluk sadece namazı veya bir takım ferdi ibadetleri kapsayan bir kulluk değildir. Kalbindeki düşüncelerine, planlarına, davranış ve sözlerine, ticaret ve alışverişine hülasa hayatın her alanında yapılması gereken bir kulluktur. İlah; Boyun eğilen itaat edilen manasına geldiği gibi Kul; İtaat eden boyun eğen, muhalefet etmeyen gibi manalara gelir. Öyleyse şart ve durum ne olursa olsun Zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir olan Allah’a boyun eğmek bu dinin gereğidir. Zaman’ın geçmesiyle İslami hükümler doğruluğunu ve mükemmelliğini asla kaybetmezler. Çünkü o Allah’ın dinidir. Öyleyse duygular, düşünceler, karşılaştığımız olaylar İnancımızın gereğini yapma konusunda bizi etkilememelidir. İşte bu sebeple sebat etmek için sabra ihtiyaç vardır. Sebat; Hak olan yolda karşılaşılan zorluklarda taviz vermemektir. Öyle ise sabır, sebatın olmazsa olmaz şartıdır. Kuran’ın indirilişinden bu yana müminlerin sorumlulukları değişmemiştir. Fakat zamanımızda İslam inancına sahip olduğunu iddia edenler sanki Kuran değişmişte bugün iman iddiasında bulunanlara bu kadar yapsanız da olur, yaptıklarınızda yeterlidir. diyormuşçasına bir tavır takınıyorlar. Hayır, bu istikametten uzaklaşmaktır. Bugün gösterilen zafiyetin sebebi ilk etapta durduğu doğru yolda sabit kalmak için elinden geleni yapmıyor oluşudur. Bir takım zorluk ve fedakarlıklarla karşılaşınca; Rahatlık, tembellik vurdumduymazlık veya buna benzer kalbi ve ruhi problemler sebebiyle ilk anda veya biraz daha uzun bir süre yapmaktan haz duyduğu itaatkar halini terk edebiliyor. Sabır; farzları, vacipleri, sünnetleri yapma konusunda gereklidir. Haramları, fıskı, günahı yapmamak için yine sabır gereklidir. Bu anlarda savaş içerdedir. Doğruluğundan emin olduğu konularda mümin yapacaklarından taviz veremez, vermemelidir. Ve sabır konusunda da sebata ihtiyaç vardır. Çünkü sabır dayanıklı, güçlü ve kendisini eğitmiş olanların başarabileceği bir durumdur. Sabırda sebat etmek sabrın her amel için gerekli oluşundan kaynaklanır.
Hz. Aişe validemizden rivayet edilen bir hadiste, Resulullah(Sas)’e; Allah katında amellerin en sevimlisi hangisidir? diye soruldu. Resulullah(Sas); “İbadetin azda olsa devamlı olanıdır” buyurdular.
Çünkü Allah Azze ve Celle ile kurulan bağ istendiğinde kurulabilen istendiğinde koparılabilen bir bağ değildir. Akide bağı diğer bütün bağların belirleyicisidir. O halde inancın muhafazası kişinin Kulluktaki kalitesine bağlıdır. Hak yolda sabır gerçek sebattır.
[1] Taberi ilgili ayetin tefsiri