MÜMİNİN KALBİNDE SÖNMEYEN NUR
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd; Alemleri yoktan var eden, Rahman ve Rahim, Din günün sahibi, kendisinden başka bir ilah bulunmayan, yarattıklarını rızıklandıran, yegâne Hakimiyetin sahibi olan Allah (c.c)’ya mahsustur.
Salat ve Selam; Alemlere rahmet olarak gönderilen, kendisine itaat edilmedikçe kurtuluşun asla mümkün olmayacağı, Allah (c.c)’ın dininden asla taviz vermeyen, , müminlere karşı şefkatli, kâfirlere karşı ise şiddetli olan Rasulullah(sav)’a, aline, ashabına ve onun izinden giden müminlerin üzerine olsun inşaAllah.
Allah(cc)’ın, insanlar için seçip beğendiği ve razı olduğu yegane din İslam’dır. Bu din, fertleri arasında merhametli ve derin duygulu şahsiyetler yetiştirmek için ictimai nizamda fakir ve zengin arasındaki husumeti ve hasetliği izale etmek, sosyal dengeyi muhafaza etmek ve muhabbeti artırmak için zekâtı farz kılmıştır. Ayrıca İslâm kardeşliğini gerçekleştirmek ve her mümini “zengin bir kalbe sahip kılmak” için Allah yolunda harcamaya teşvik etmiş ve onu da “İsar” ile zirveye yükseltmiştir. Zira dinîn gayesi, Allah(cc)’ın birliğini tasdikten sonra faziletli ve erdemli insan yetiştirmek suretiyle huzuru hakim kılabilmektir.
Bu itibarladır ki, Peygamberimiz(sav), Medine’ye hicret edince daha yoldayken ilk gerçekleştirdiği cuma hutbesinde ashabına bu hedefi göstermiş ve Medine’de kuracağı İslam toplumunun yükünü kaldırmak için Müslümanları sorumluluk almaya, Allah yolunda harcamaya ve fedakârlığa çağırarak şu yönlendirmede bulunmuştur:
“Ey insanlar! Kendiniz için ahiret azığı hazırlayın ve onu kendinizden önce gönderiniz! Muhakkak ki, bir gün ölecek ve dünyada her şeyinizi geride bırakacaksınız. Sonra Âlemlerin Rabbi, arada bir tercüman ve perde bulunmaksızın sizden her birinize: Sana Benim Resulüm gelip, emirlerimi tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verdim, ihsanda bulundum… Sen bu nimetlerden kendine ahiret payı ayırdın mı? diye soracak… O da sağına bakacak, soluna bakacak, hiçbir şey göremeyecek… Sonra önüne bakacak cehennemden başkasını görmeyecek! Öyle ise yarım hurma ile de olsa, cehennemden kendisini korumaya gücü yeten hemen o hayrı işlesin. Onu bulamayan da güzel bir sözle kendini korumaya çalışsın.”
Allah Resulü(sav), hicret yolculuğunun sona erdiği, etrafında pervane gibi dönen kalabalık bir ashab grubunun da bulunduğu bir sırada böyle bir mesaj vermesi çok manidardır. Gerek geride bıraktığı müşriklerin ağır ihanetleriyle ilgili ve gerekse yaşadığı hicret yolculuğunun meşakkatleriyle ilgili geriye dönük hiçbir söz söylemiyor. Bilakis O, önüne bakıyor; ileride kendilerini bekleyen zor günlerin hesabını yapıyordu. Artık ayakları sağlam yere basmıştı; ama onun önünden ardından hicret edip Medine’de toplanacak muhacirlerin idaresi ,büyük bir sorumluluk olarak karşısında duruyordu. Bu sorumluluğun altından kalkacak fedakâr insanlara ihtiyaç vardı.
İşte bundan dolayı, Allah Rasulü(sav), ashabına ve özellikle Medine halkına bunu gösteriyor, bu motivasyonu sağlamaya çalışıyordu. Bu cemaatin bünyesine bu kültürünün yerleşmesini sağlıyordu. İşte Allah(cc)ın Resulünden aldığı bu mesajla yoğrulan Medine Halkı, Kuran’ın şu iltifatına mazhar olmuştur:
“Kendilerinden önce o yurdu (Medine`yi) hazırlayıp imanı gönüllerine yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (zaruri bir ihtiyaç) olsa bile kardeşlerini öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin `cimri ve bencil tutkularından` korunmuşsa, işte onlar, kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr: 9)
Seyyid Kutub(Rh.a) bu ayetin tefsirinde dikkat çekici bir ifadeye yer vermektedir : İnsanı bütün iyiliklerden alıkoyan bu cimriliktir. İnsanın içindeki bu bencilliktir. Zira iyilik herhangi bir şekilde fedakarlıktır, cömertliktir. Malda özveri duygularda ve heyecanlarda özveri, çabada özveri ve gerektiğinde hayatını ortaya koymakla gerçekleşecek özveridir. Sürekli almayı düşünen, hiçbir zaman vermeyi düşünmeyen cimri bir insanın iyilik yapması mümkün değildir. İşte içindeki bencilliğini yenen bir insan, kendisini iyilikten alıkoyan her engeli aşmış demektir. Artık o cömertçe, bol bol vererek iyiliğe özgürce ulaşabilir. İşte gerçek anlamı ile kurtuluş da budur.
Bu güzel ilahi iltifata mazhar olan ashabın hayatından bir örneği vererek bunun üzerinden ders çıkarmaya çalışalım inşAllah:
Ebû Hureyre(r.a) rivayet ettiğine göre; Bir adam Rasulullah’a(sav) gelerek:
“Ey Allah(cc)’ın Rasulü! ben açım” dedi. Rasulullah(sav), hanımlarından birine haber salarak yiyecek bir şeyler göndermesini istedi, fakat müminlerin annesi: “Seni peygamber olarak gönderen Allah(cc)’a yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yoktur” dedi. Diğer hanımlarının da aynı durumda olması üzerine Rasulullah(sav), ashabına dönerek: “Bu gece bu şahsı kim misafir etmek ister” diye sordu. Ensar`dan biri: “Ben misafir ederim, ya Rasulullah!” dedi ve o yoksulu alıp evine götürdü. Eve varınca hanımına: “Evde yiyecek bir şey var mı” diye sordu. Hanımı: “Hayır, sadece çocuklarımın yiyeceği kadar bir şey var” dedi. Sahabi: “Öyleyse çocukları oyala, sofraya gelmek isterlerse onları uyutmaya çalış, misafir içeri girince de lambayı söndür, biz de sofrada yiyormuş gibi yapalım” dedi.Nihayet o şekilde sofraya oturdular, misafir karnını doyurdu; onlar da aç yattılar. Sabahleyin o sahabiyi gören Rasulullah(sav)şöyle buyurdu:
“Bu gece misafirinize yaptıklarınızdan Allah(cc), ziyadesiyle memnun oldu.” [Buhari-Menâkıbul Ensar, 106; Müslim-Eşribe, 172]
İşte böylece Medine’de Rasulullah’ın(sav) dizi önünde terbiye gören, Onun metoduyla yetişip olgunlaşan İslam cemaati, çok kısa bir sürede en olgun meyvesini verdi. Öyle ki, onlar, var olan imkânlarını mümin kardeşleriyle paylaşmanın da ötesinde şiddetle muhtaç olmalarına rağmen sahip oldukları nimetlerden vazgeçerek onları verebilmenin faziletine ulaştılar.
İşte kardeşiliği nefsine tercih etmek budur. İsar, Şefkat ve merhametin özüdür. Mümin’in kalbinde hiç sönmeyen bir nur, tükenmeyen bir umuttur. insanlığımızın bu âlemdeki kalb yoluyla Hakk`ın vuslatına yönlendiren bir cevheridir. Bu cevheri elde eden mümin, cömert, mütevazı, hizmet ehli ve aynı zamanda ruhlara nizam ve hayat aşısı yapan bir gönül doktorudur. O, ruhlara huzur bahşeden her gayretin ön safında bulunur. Şüphesiz kalbe yerleşen imanın ilk meyvesi merhamettir. Bunun sayesinde ancak müminler sorumluluk bilincini elde eder ve kardeşini nefsine tercih ederler. Allah(cc)`tan korkmayan, Allah(cc)`ın rızasını aramayan, İslam ahlakından yoksun olan insanlara göre dünya, herkesin yaşam mücadelesini; verdiği bir arenadır. Materyalist dünyada her insanın mücadelesi, hayatta kalabilmek, en iyi şartlarda yaşamını sürdürmek, en yüksek kazancı elde etmek ve en güçlü hale gelebilmek içindir. Bunun için gerektiğinde kendisinden zayıf ve aciz gördüğü kişileri ezmeyi, sindirmeyi ve haklarını ellerinden almayı bile mübah görebilir.Bugün İslam ahlakının yaşanmadığı toplumlarında karşılıksız birine fedakârlıkta bulunmak, güçsüz insanlara yardım elini uzatmak, bir başkasının rahatını, sağlığını, mutluluğunu, güvenliğini düşünmek yoktur.
Mümin olmak; bencillikten vazgeçmeyi, fedakar ve cömert olmayı gerektirir, Egosuna karşı, nefsinin fısıldadığı kötülüklere karşı imanıyla direnen kişi, kendisini iyilikten alıkoyan engelleri aşmış demektir. Akabe’yi (sarp yokuşu) aşabilecek olanlar, Allah’ın vadettiği cennet yurtlarına kavuşacak olanlar, veren elin alan elden üstün olduğu bilinciyle hayatlarını yaşayanlardır. İşte gerçek kurtuluş, gerçek başarı ve güzel son onlaradır.
Rabbim bizleri vadettiği cennete ulaştıracak amelleri üzerimizde barındırmayı nasip etsin inşaAllah..
VELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN