BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
KIRMIZI DEVELER
Hamd, gayemizin sadece rızası olduğu, elimizdeki nimetlerin hatta elimizin sahibi, yazmayı öğreten, Alemlerin Rabbi olan Allah’a (cc), Salat ve Selam da Müminlerin Önderi, yaşayan Kur’an, Kainatın göbeğine İslam yazan Muhammed (sav)’e, tertemiz aline ve yiğit ashabına olsun.
“Allah’a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hakk’ın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidâyete erdirmesi, senin için, en kıymetli dünya malı olan kırmızı develerden daha hayırlıdır.”
*
‘’ Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.’’[1]
Rabbimiz, (cc) bizim için din olarak İslam’ı seçti ve İslam’dan razı oldu. Nurlu yoluna davet için peygamberler ve kitaplar gönderdi. Kainata, insan bedeninin her bir hücresine Hak yolu bulabilmeleri için delil ve nişaneler yerleştirdi. Bunun üzerine tüm insanlardan kendisine itaati ve teslimiyeti istedi.[2] Bu dinin yayılmasını, insanların ruh ve yaşantılarına nüfuz etmesini murad etti. Böylece Müminler için yerine getirilmesi gereken görevler meydana geldi.
Hiç şüphe yok ki bu görevlerden en zoru ve ağır olanı, insanı Allah’ın dinine davet etmektir. Bu duruma Rasulullah’ın (sav) ve ashabının yaşam mücadeleleri boyunca tanıklık ettik, kıyamete kadar da Hak yolun yolcuları vesilesiyle tanıklık edeceğiz. Bu Allah (cc) yolunun davetçilerinin kimi zaman bedensel, kimi zaman ruhsal birçok sıkıntı ile mücadele ettiklerini biliyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki onlar ‘’davetçi’’dir ve davetçi olmak büyük bir sorumluluk üstlenmeyi gerektirir. Yine biz biliyoruz ki bu ‘’ağır bir söz’’dür[3] ve ciddi bir hazırlık gerektirmektedir. Bu sebeple İslam davetçisi olan her Mü’min, bu hazırlığı yerine getirmeli, davet ahlakını kuşanmalı ve kendini terbiye etmelidir.
Peki bu ahlak nedir? ‘’Davetçinin Ahlakı’’ nasıl olmalıdır? konularına gelelim.
1- Davetçinin, güzel, yumuşak, sade ve acımalı bir ahlaka sahip olması gerekmektedir. Gönülleri kazanıp insanları etrafında toplayacak bir ahlak.. Öfkeli ve katı kalpli olan davetçinin etrafında hiç kimse toplanamaz. Katı kalpli davetçi dayanışma sağlayamaz. İnsanlar, zayıflık ve eksikliklerini hoş görecek bir halimliğe muhtaçtırlar. Yani büyük, vermeyi bilen, sorunları paylaşan ve kendi sorunlarıyla baş ağrıtmayan bir yüreğe…
‘’ Eğer sen kaba ve katı kalpli olsaydın insanlar etrafından dağılırlardı.’’ [4]
2- İnsanlarla sohbet ve muaşereti kolaylıkla sağlayan af yolunu tutmalıdır. İnsanların mükemmel olmalarını beklememeli, onları zora koşmamalı, hatalarını, zaafiyet ve noksanlıklarını affetmelidir. Ancak bunlar kişisel ilişkilerde böyledir, dini inanış veya şer’i vecibelerde değil. Çünkü Rasulullah (sav) kolaylık gösterir, göz yumar ve müsamahakar olurdu ve bu en çok O’na (sav) yakışırdı. Kendi nefsi için kızmazdı ama Allah’ın (cc) dini çiğnendiği zaman ise hiçbir şey O’nu (sav) yatıştıramazdı.
3- Davetçinin kendisine has sıfatı, ruhu, konuşması, sözü ve edebi vardır.
‘’Allah’a (cc) davet edip salih amel işleyen ve ‘’Ben Müslümanlardanım’’ diyen kimseden daha güzel sözlü olan var mı? İyilikle kötülük elbette ki bir olmaz, öyleyse (kötülüğü) iyilikle defet. O zaman görürsün ki aranızda düşmanlık bulunan kimse sımsıcak bir dost oluvermiş.’’[5]
Bu davet görevi beşeri zaaf ve cehalete, nefsin bildiğiyle övünüp kibirlenmesine rağmen yürütülmesi gerçekten zor bir iştir. Ancak zaten sözün güzelliği, bu tür zor şartlarda anlaşılır. Bir bakarsın ki davet sebebiyle fevri tavırlar bırakılmış, kızgınlık sükunete, şımarıklık da hayaya dönüşmüştür.
4- Davetçi ne olursa olsun sadece Rabbi için kızmalıdır. Rabbinin yüceliği ve saygınlığı çiğnenince kızmalıdır. Rabbi için nefsine karşı gelen zorluklara gayret etmek zorundadır. Çünkü Mümin, yüce ahlaki değerlere dayanmak zorundadır.
5- Davetçi, ciddiyet ve azimle çalışmalıdır. Onun kalbi eğlence ile, safsata ve boş işler ile oyalanmayacak kadar meşguldür. Çünkü inanmış bir kalp, Allah (cc)’ın zikri ve azametinin tasavvuruyla, ayetlerini tefekkürle meşguldür. Akidenin getirdiği sorumluluklar da bir başka meşguliyettir.
6- Davetçi donatım ve desteği elden bırakmamalıdır.
Bunların ilki ‘’ Sabır’’dır. Çünkü yüz kere davete icabet etmeyen bir kalbin yüzbirinci kere veya binbirinci kerede icabet etmesi mümkündür. Yeter ki dava adamı o zamana kadar sabretsin ve umudunu kesmeden davetini sürdürsün.
İkincisi; namazdır. Savaş ortamında namaz kılma emrinin verildiğini biliyoruz.[6] Hiç kuşkusuz namaz savaşın silahlarından biri hatta silahın kendisidir. O, her an hazırda bulunan bir yardımcı ve kalbi besleyen bir azıktır. İnanç, güven ve huzur veren bir destektir. Davetçinin bundan çok ihtiyaç duyduğu nedir?
Üçüncüsü duadır. Davetçi, göğsünü daraltıp çaresiz bırakan dertlerini Allah’a (cc) açmalıdır. Çünkü Rabbi (cc) ‘’ Bana dua edin ki size icabet edeyim ‘’ buyurmuştur.[7]
‘’ Allah (cc) hiç şüphesiz bir kulunun hayır dilemek maksadıyla kendisine açtığı elleri boş çevirmekten haya eder.’’ [8]
Dördüncüsü; zikir ve tesbihtir. Küfre, alaya, inkara ve söz dinlemezliğe sabretmek, sık sık tesbih yapmayı gerektirmektedir. Göğüs darlığından kurtulmanın yolu budur.
Beşincisi; oruçtur. Oruç, kalbi takvayla besleyen bir ibadettir. Takva ise kalpleri akla gelebilecek her tür günahtan önleyen bir koruyucudur.
Altıncısı; takvadır. Kalbi gafletten, zayıflıktan, şu veya bu sebeple yolu kaybetmekten koruyan uyanık bir bekçidir. Davetçinin en büyük korkusu, davet ettiği yoldan dökülmek değil midir? İşte onu bu dökülmeden kurtaracak şey; takvadır.
Sonuncusu; İradedir. İrade eğitiminden geçip kişiliği güçlendirip arzu ve şehvetlerin boyunduruğundan kurtulmak şarttır. İrade, kişideki gizli güçtür. Kişideki taşkınlıkları ve şehvetleri zapteder.
İşte zikrettiklerim ve zikredemediklerim dahil bir davetçinin ahlak portresini oluşturan şeyler bunlardır. Kırmızı develeri isteyen bir davetçi, benliğini bu portreye uygun çizmelidir.. Ki cennete talip olsun.
*
“Allah’a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hakk’ın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidâyete erdirmesi, senin için, en kıymetli dünya malı olan kırmızı develerden daha hayırlıdır.”
selam hidayete tabi olanlara olsun! [9]
[1] Nahl, 125
[2] Nisa,1 ve Ahzab, 71
[3] Müzzemmil,5
[4] Al-i İmran, 159
[5] Fussilet, 33-34
[6] Nisa, 102
[7] Bakara, 60
[8] Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace Selman-ı Farisi’den rivayetle.
[9] S. Kutub, ‘’Davetçinin Yol Azığı’’ kitabı referans alınarak yazılmıştır.