KARANLIK FİTNE
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
Noksan sıfatlardan münezzeh kemal sıfatlarla muttasıf olan Allah (cc)’a zat-ı celaline aziz olan egemenliğine yaraşır şekilde hamd olsun.
Salat ve selam, son peygamber, alemlere rahmet Hz. Muhammed (sav)’e, tertemiz ehl-i beytine, sahabesine ve tüm müminlerin üzerine olsun.
Bu ay herkesin hayatında en az bir kere bile olsa yüksek ihtimalle duymuş olduğu ahir zamanla ilgili bir hadisin üzerinde duracağız inşaAllah.
“…Daha sonra karanlık fitne çıkacak, bu ümmetten dokunmadığı kimse kalmayacak. Bitti, denildiğinde, devam edecek. O fitnede (esnasında) kişi, mümin olarak sabahlayacak akşama kâfir olarak çıkacak. İnsanlar iki çadırda (gurupta) olacaklar. Bunlar, içinde asla nifakın olmadığı iman çadırı ve imanın olmadığı nifak çadırıdır. Siz o güne ulaştığınızda o gün veya yarın Deccâli bekleyiniz.”[1]
Hz. Peygamber (s.a) insanların karanlık fitnelere düşeceğini, bu fitnenin dokunmadık kimse bırakmayacağını söylemiştir. Fitnenin insanlara dokunmasını da, Türkçe karşılığı tokat vurmak olan bir kelime ile ifadelendirmiştir. Efendimiz’in haberine göre, bu fitneyi insanlar, onun bittiğini zannettikleri bir zamanda, tekrar göreceklerdir. O dönemde bazı insanlar, sabahları müslüman oldukları halde, akşam kafir olacaktır. Sarihlerin bildirdiğine göre buna sebep, kişilerin sabahları diğer müslümanların kanlarını mallarını ve ırzlarını haram kabul ettikleri halde, akşam olunca onları helâl saymalarıdır.
Yine Rasûlullah’ın haberine göre, insanlar iki kampa ayrılacaklardır. Efendimiz, bu kampları çadır mânâsına gelen “Fûstât” kelimesi ile ifâde etmiştir. Bazı alimler, fustat kelimesinin, burada, şehir mânâsında olduğunu söylerler. Biz tercemeyi kelimenin hakiki mânâsına göre yaptık ve maksada izah bölümünde işaret etmeyi uygun bulduk.
Bu kelimeyi ister çadır, ister şehir mânâsına alalım, maksat bu mahallerin kendisi değil, içindekilerdir. Yani, Mahal zikredilmemiş içinde olanlar kasdedilmiştir. Buna göre, insanların bir kısmı gerçek mânâ’da mü’min olacak, içlerinde en ufak bir nifak bulunmayacak bazıları da tam manâsıyla münafık olacak, içlerinde hiç bir iman kırıntısı olmayacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, Hz. Peygamber’in imansızları kâfir diye değil, münafık diye ifâde etmesidir. Bundan anlıyoruz ki, anılan fitne geldiğinde kimi insanlar gerçekte mümin olmadıkları halde kendilerini mümin olarak göstereceklerdir. İşte bu halin zuhuru, Deccal’in başka bir ifadeyle kıyametin habercisidir. Çünkü, Deccâl kıyametin büyük âlâmetlerindendir.[2]
Bir başka hadiste ise benzer ifadelerle şöyle buyrulmaktadır:
“Şûphesiz kıyametin hemen önünde karanlık gecenin parçalan gibi büyük fitneler çıkacaktır. O fitnelerde, kişi, mümin olarak sabahlayıp kafir olarak akşamlayacak; mü’min olarak akşamlayıp, kafir olarak sabahlayacaktır. O fitnelerde; oturan, ayakta durandan; yürüyen, koşandan daha hayırlıdır. (O zaman) siz yaylarınızı kırınız, kirişlerinizi (yay iplerinizi) parçalayınız, kılıçlarınızı taşa vurunuz. Eğer sizden birinizi (öldürmek için) evine girilse, o Adem’in iki oğlundan hayırlısı gibi olsun.”[3]
“Resûlullah, kıyamete yakın çıkacak fitnelerin dehşetini belirtmek için, zifirî karanlık gecenin parçalarına benzetmiştir. Yani peş peşe fitneler olacak, her biri, gece parçası gibi karanlık, yani doğru-yanlış, haklı-haksız, isabetli-hatalı vs. şekilde tefrik etmek imkanı tanımayacak, son derece dehşetli olacak demektir. Bu teşbihten maksat fitnenin büyüklüğünü ifadedir.
Hadis-i şerifte kıyamet kopmadan, hemen önce korkunç fitneler olacağı, bu fitnelerin karanlık gecenin bölümlerine benzeyeceği bildirilmektedir. Bu benzetme ile anlatılmak istenen, fitnelerin korkunçluğu, şiddeti, mahiyetinin bilinmemesi iç yüzünün insanlara karşı kapalı olması, sürekliliği ve yaygınlığıdır. O dönemde insanların mü’min olarak sabahlayıp, kafir olarak akşamlamaları veya aksi durumda olmaları, onların inanç ve düşüncelerindeki değişkenliğe işarettir. Yani onların, bir anının başka bir anı tutmayacağının ifadesidir. Yoksa, sadece bu iki vakitteki iman ve fikir farklılığına işaret değildir. Meselâ, o an gelince insanlar, müslüman kanının akıtmanın haram olduğunu söylerken, hemen fikirleri değişecek ve müslüman kanının helâl olduğunu söyleyecek, böylece küfre düşeceklerdir. Böylece kısa zamanda içerisinde mü’minken kafir olacaklardır.
Hadisteki oturanın ayakta durandan; yürüyenin, koşandan hayırlı olmasından murad, fitneye ve fitnecilere uzak kalmanın; hayırda olmanın ölçüsünü ifade eder…[4]
Bu hadisi belki defalarca dinledik, okuduk ve aktardık. Acaba içinde olduğumuzu ya da olacağımızı hiç düşündük mü? Dikkat edilirse fitnelerin bahsedildiği hadislerde ne zaman ne de şahıs isimleri geçmemektedir. Fitnenin özellikleri ve yaşanacak olan olaylar aktarılır genellikle. Peygamberimiz (sav) üzerine düşen görevi layığıyla yerine getirerek kendisinden sonra kıyamete kadar bütün insanlığa seslendi. 14 asır öncesinden bize olacakları bildirmiştir. Peki biz bize layık olanı yapıyor muyuz? Bu uyarılara kulak veriyor muyuz? Konum tespiti yaparak tavır takınıyor muyuz? Bunun gibi bizimle alakalı bir çok soru sorulabilir burada. Bu sorularla makaleyi doldurmak niyetinde değilim. Fitnenin ismine dikkat et! Karanlık Fitne…
Korkutucu dehşet verici. Karanlık bir yere uğrayacaksın ve sana nerede duracağın söylenecek. O karanlıkta sana söylenen yeri nasıl bulabilirsin? Günümüzde teknolojik imkanlarla karanlığa çözüm bulabiliyoruz. Telefonumuzun ışığını yakarak gideceğimiz ya da yönlendirildiğimiz yere doğru gidebiliyoruz. Peki bu karanlık fitnede önümüzü aydınlatacak alet var mı elimizde? Ya da o aletten haberdar mıyız?
14 asır öncesinden Peygamberimiz (sav) karanlık fitneye uğrayacak ümmetine seslenmiş. Oradan yönlendirmeyi yapmış talimatları vermiş. Bu fitneye uğradığında eline feneri alarak bu talimatlara kulak vermelisin. Bu karanlık fitnedeki fenerin aklındır. Bunun yanına sağ duyu, vicdan, irade, samimiyet, eminlik, sabır, itaat(bunları rastgele sıralamadım) eklenmedikçe fener de bir işe yaramaz. Bir bütün halinde bu çağrıya kulak vermeliyiz. Bütün benliğimizle, bütün bildiklerimiz, savunduklarımız ve ezberlediklerimizle. Ancak heva ve hevesi, nefsi istekleri bir kenara bırakarak…
Eğer bunu yapamazsak düşüncelerimizin, fikirlerimizin bir anının bir anı tutmadığını gözlemleriz. Sabah bir fikri savunuyorken akşam ona karşı çıktığımızı gözlemleriz. Akşam bir fikre kan kusup öfkelenirken sabah onu benimser ve savunuruz. Bu tutarsızlık çok sürmez fitne seline kapılıp hadiste belirtilen nifak çadırına doğru iter. En son geriye kalan fikri doğru, iç ferahlatıcı ve hak netice olarak görürüz. İnsan bu sonuca nasıl geldiğine defalarca tutarsız olduğuna bakmaz da en son içinde hissettiğine bakar ve kararını verir. Gönlüm bundan yana der. O gönlün defalarca kuşkuya düştüğünü, tutarsız davrandığını, bir o taraf bir bu tarafa savrulduğunu unutur. Böyle bir gönül ne kadar sağlıklı bir sonuca varabilir. Kaldı ki vereceğimiz kararları hislerimize bakarak mı alacağız vahye göre mi? Vahiy korunmuştur dolayısıyla daima doğru talimatlar ve doğru neticeler verir. Ama akıl, hisler, irade, duygular korunmuş değildir. Her zaman doğru sonuç vermez ve mutmainlik bunların huzuruyla elde edilmez. İnsan ancak kendisini aldatır.
Vahiy yani ilahi teklifler bizim isteklerimize göre şekillenmez, eğip bükülmez. Vahyi kendi iç güdülerine, hislerine ve çıkarmak istedikleri sonuca kurban edenler hiç şüphesiz büyük bir fitnenin içindedirler.
VELHAMDULİLLAHİ RABBİL ALEMİN
SELAM VE DUA İLE
TEVFİK ALLAH (CC)’TANDIR…
[1] Sünen-i Ebu Davud – Fitneler 1. Bab 4262 nolu hadis
[2] İlgili hadisin aynı kitaptaki şerhi
[3] Tirmizî, Filen 133, İbni Mâce, Fiten 10. Ahmed b. Hanbel IV-408.416.
[4] Kütüb-i Sitte Fitneler Bölümü