İZZET ANCAK ALLAH’IN, ONUN RASÜLUNUN VE MÜMİNLERİNDİR.
Hamd Âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahim, Din Gününün Sahibi, Bizden Öncekilerin ve Sonrakilerin Yegâne İlahı, Kulluk Yapılmaya Layık Olan Tek Mabud Allah Subhanehu ve Teâlâ ‘ya mahsustur. O’nun (Subhanehu ve Teâlâ) Kendisini bize bildirdiği şekilde bilir, Öyle Tevhid Eder, Herhangi Bir Ortağının Olmadığını Bilip Öyle İman Ederiz. Kulluğu, İbadeti, Yardımı Yalnız O’na (Subhanehu ve Teâlâ) Has Kılar, Nefislerimizin Şerrinden Amellerimizin Fenalığından O’na (Subhanehu ve Teâlâ) Sığınırız.
Salat ve Selam Âlemlere Rahmet, İnsanlığa Hidayet Olarak Gönderilen Vahyin Elçisi, Nübüvvet Kandilinin Son Işığı, İslam Ümmetinin Lideri, Mücahidlerin Kumandanı, Başkomutan Rasullullah (sav)’e, Kıymetli Ev Halkına, Güzide Ashabına, Onları Takip Eden Tabiilerine, Ardından Geçmişte Yaşamış, Bugün Yaşayan Kıyamete Kadar Yaşayacak Olan Tüm Mü’min ve Mü’mine’lerin üzerine olsun İnşaAllah.
Bugün İslam ümmetinin başına gelen zillet apaçık ortadadır. Ümmet bir beden halinde düşünüldüğünde her organı yaralanmış, azaları kesilmiş ve ölüme terk edilmiş durumdadır. Zayıflık ve bitkinlikleri sebebiyle düşmanları üzerine üşüşmüş her biri bir parça koparmaktadır. Dinleri bozulmuş, dünleri unutturulmuş, yarınlarından umutsuz her biri acı içerisinde kıvranmaktadır.
Coğrafyaları darmadağınık. Kıymet ve ağırlığı kalmamış. Dün kafirler, Müslümanları gördüğünde titrerken bugün Allah onların korkusunu kalplerinden çıkarmış.
Al-i İmran 160:“ Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder?”
Allah’ın kaderinin mutlak etkinliği ile bu kaderin insanların; davranış, eylem ve işlerinin sonucunun gerçekleşmesi arasında şaşmaz bir denge vardır. Yüce Allah’ın kanunu sonuçların sebeplerden sonra gelmesini öngörmektedir. Ancak sonuçları doğuran bizzat sebeplerin kendisi değildir. Müessir etken Allah’tır. Ve yüce Allah, kaderi ve iradesi uyarınca sonuçları sebeplerden sonraya bırakmıştır. Bu yüzden insandan, görevini yerine getirmesini, çaba sarf etmesini, gereken neyse onu yapmasını istemektedir. Sonra da bunların miktarına uygun sonucu meydana getirmektedir.
O halde Allah Subhanehu ve Teala’nın yardımından önce nefislerimize dönmemiz ve onda bulunanları değiştirmemiz, Allah Subhanehu ve Teala’nın gazabına sebep olacak şeylerden uzaklaşıp O’nun razı olacaklarına sarılmamız gereklidir.
Ra’d 11: “Bir toplum kendi nefislerinde bulunanı değiştirmedikçe Allah o toplumu değiştirmez.”
İslam, insan fıtratına aykırı, insanın değerini düşürecek bütün davranışları yasaklar. İçki içmek, zina etmek, hırsızlık yapmak, isyan etmek, muhalefet etmek, bağyetmek, gadretmek gibi. Bunlar ve bunlara benzer bütün fiiller insanın kalitesini düşürür. İşte bu günahlardan sakınanlar izzet, şeref ve haysiyet sahibidirler. Bunları yapanlar ise şereflerini kaybederler, zelil olurlar.
Münafıkun 8: “İzzet ancak Allah’ın, Onun Rasulunun ve (O’na iman ve itaat eden) Müminlerindir.”
Allah Subhanehu ve Teala izzet ve şerefin kaynağının bizzat Muiz olan zatının, Onun Alemlere Rahmet olarak seçtiği elçisinin ve O’nun yolunda sebat ile yürüyen itaatle beraber zerre miktarı sapmayan Müminlerindir diye vaad ettikten sonra başka yerlerde üstünlük aramak, başka yolla zafer beklemek, dünyaperestlik iste yardım istemek ancak izzetten mahrum olmayı doğurur. Sünnetullah ile sabittir ki: İman, ihlas ile emre itaat ahireti isteyerek gönülden dünya sevgisini çıkartıp kalbi ve hayatı Şeriata bağlayan kimselere Allah Subhanehu ve Teala yeryüzü hakimiyeti, zafer ve iktidar ile ikramda bulunmuştur.
Nur 55: “Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va’detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidar sahibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidar sahibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır.”
Tağuti sistemi, devleti, hükümet, parlamento ve diğer kurumları ve bunların kadrolarını benimseyen, onların kuklaları olan, bunlarla uzlaşan onlarla oturup kalkan ve bunların söylemlerini, ideolojik yaklaşımlarını, kavram ve kurumlarını paylaşarak, bunlarla ortak zeminlerde buluşan böylece itibar ve izzet kazanacağını zanneden grup ve ferdlerin durumu tam olarak şudur: idam sehbasına getirilmiş mahkumun kör, sağır ve dilsiz celladının elinden gelecek merhamet kırıntısını beklemesi. Bil ki tağuti sistemler senin celladın ve onlardan sana merhamet asla gelmeyecek. Onlar senin önüne düşmeni ve ipi çekmeye kollamaktadır.(Her ne kadar dilleri ile başka şeyi söyleselerde.)
Bireysel ve toplumsal alanda İslami değişimin ilk basamağı, tağutu, tağuti sistem, ideoloji ve buna dayalı kurum, kural ve kadroların reddi, bunlardan bereatin ilan edilmesi, “velayet”in sadece Allah’a ve mü’minlere tahsis edilmesidir.
Enbiya 105: “Andolsun Zikir’den sonra Zebur’da da : ‘Yeryüzüne Muhlis kullarım varis olacaktır!’ diye yazmıştık.”
Allah vaadinden caymaz! Vaad eden Allah Suhanehu ve Teala, vaad ettiğini yerine getirmeye muktedirdir. Fakat bu vaadin gerçekleşmesi Mesuliyetlerin fark edilmesi, yeryüzü halkının ihlas ve itaatle yüzünü Allah’a ve Rasulune çevirmesine bağlıdır.
Bakara 32: “Ya Rabb! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka ilmimiz yoktur. Şüphesiz Alim ve Hakim yalnız sensin!..”
Hamd, Alemlerin Rabbi olan Allah’a Mahsustur. Allah bize kâfidir ve O ne güzel vekildir!
VELHAMDULİLLAHİ RABBİL ALEMİN