HZ. ALİ (R.A) HAYATI-7
Hamd Âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahim, Din Gününün Sahibi, Bizden Öncekilerin ve Sonrakilerin Yegâne İlahı, Kulluk Yapılmaya Layık Olan Tek Mabud Allah Subhanehu ve Teâlâ ‘ya mahsustur. O’nun (Subhanehu ve Teâlâ) Kendisini bize bildirdiği şekilde bilir, Öyle Tevhid Eder, Herhangi Bir Ortağının Olmadığını Bilip Öyle İman Ederiz. Kulluğu, İbadeti, Yardımı Yalnız O’na (Subhanehu ve Teâlâ) Has Kılar, Nefislerimizin Şerrinden Amellerimizin Fenalığından O’na (Subhanehu ve Teâlâ) Sığınırız.
Salat ve Selam Âlemlere Rahmet, İnsanlığa Hidayet Olarak Gönderilen Vahyin Elçisi, Nübüvvet Kandilinin Son Işığı, İslam Ümmetinin Lideri, Mücahidlerin Kumandanı, Başkomutan Rasullullah (sav)’e, Kıymetli Ev Halkına, Güzide Ashabına, Onları Takip Eden Tabiilerine, Ardından Geçmişte Yaşamış, Bugün Yaşayan Kıyamete Kadar Yaşayacak Olan Tüm Mü’min ve Mü’mine’lerin üzerine olsun İnşaAllah.
Bu yazımızda Hz. Ali(r.a.)’ın bedir gazvesindeki hallerinden bahsetmeye çalışacağız.
Rasûlullah (s.a.v.) ashâbıyla birlikte Bedir’e doğru yola çıktığında deve sayısı yetersiz olduğundan bir deveye sırayla üç kişi biniyordu. Efendimiz de, devesine Hz. Ali ve Ebû Lübâbe ile nöbetleşe biniyordu. Yürüme sırası Peygamber Efendimiz’e gelince arkadaşları:
“–Yâ Rasûlallah! Lütfen siz binin! Biz sizin yerinize de yürürüz” dediler.
Allah Rasûlü (s.a.v.) ise: “–Ben sevap kazanma husûsunda sizden daha müstağnî değilim! Ve aynı zamanda siz yürümeye de benden daha tahammüllü değilsiniz!” buyurdu. (Bu sefer esnâsında Rasûlullah (s.a.v.), beyaz sancağını Mus’ab bin Umeyr’e verdi. İki siyah bayraktan Ukâb ismindekini Hz. Ali, öbürünü de Sa‘d bin Muâz taşıyordu.
Bedir’de iki ordu karşı karşıya gelince Utbe, kardeşi Şeybe ve oğlu Velid, Hz. Ali’nin ifâdesiyle, sadece Câhiliye gururu ve gayretiyle meydana çıkıp:
“–Bizimle kim çarpışacak?” dediler. Onlara karşı, Ensar gençlerinden üçü çıktı. Rasûlullah (s.a.v.), müslümanlarla müşrikler arasındaki bu ilk savaşta, Ensâr’ın müşriklerle karşılaşmasını istemiyordu. Kureyş müşrikleri, karşılarına çıkan Ensâr’a:
“–Siz kimlersiniz?” diye sordular. Ensar gençleri: “–Ensâr’danız!” dediler. Müşrikler: “–Bizim sizinle bir işimiz yok!” dediler. Utbe bin Rebia: “–Biz bunlarla çarpışmak istemiyoruz! Ey Muhammed! Sen kavmimizden, dengimiz olanları karşımıza çıkar! Biz, Abdulmuttalib Oğulları’ndan, amcalarımızın oğullarıyla çarpışacağız!” dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Ensâr gençlerine saflarına dönmelerini emrettikten ve kendilerine dua buyurduktan sonra: “–Kalkınız ey Hâşim oğulları! Bâtıl dâvâlarıyla Allah’ın nûrunu söndürmeye gelenlere karşı Hak yolunda çarpışınız! Zaten Allah, Peygamberinizi de bunun için göndermiştir. Kalk ey Ubeyde bin Hâris! Kalk ey Hamza! Kalk ey Ali!” buyurdu. İsimleri zikredilenler bundan büyük bir şeref duyarak hemen kalkıp müşriklerin karşısına dikildiler. Onlar: “–Siz kimlersiniz? Konuşunuz da sizi tanıyalım, dengimizseniz sizinle çarpışalım!” dediler.
“–Ben Ubeyde’yim!” “–Ben Hamza’yım!” “–Ben Ali’yim!” Bunun üzerine Utbe: “–Bize uygun ve denksiniz!” dedi. Müslüman kahramanların en yaşlısı olan Ubeyde, Utbe ile, Hz. Hamza, Şeybe ile, Hz. Ali Velid bin Utbe ile karşılaştı. Hz. Hamza ile Hz. Ali hasımlarını derhal öldürdüler. Hz. Ubeyde(r.a.) ile Utbe ise, ayakta duramayacak derecede birbirlerini yaraladılar. Hz. Hamza(r.a.) ve Hz. Ali(r.a.), Utbe’nin üzerine yürüyüp ölümünü hızlandırdılar. Hz. Ubeyde’yi kucaklayıp İslâm karargâhına getirdiler. Ubeyde’nin kesilen ayak bileğinden kan ve ilik akmakta idi. Hz. Ubeyde(r.a.) , o hâlinde yanağını Peygamber Efendimiz’in ayağının üzerine koyarak: “–Yâ Rasûlallah! Ben şehit değil miyim?” diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.): “–Evet, şehitsin!” buyurdu. Ubeyde : “–Vallahi Ebû Tâlib sağ olsaydı, söylediği söze kendisinden ziyâde benim lâyık olduğumu anlardı!” dedi ve Ebû Tâlib’in: “Biz onun çevresinde çoluğumuzu, çocuğumuzu unutacak derecede çarpışıp yerlere serilmedikçe, onu size teslim edeceğimizi mi sanıyorsunuz?” diye tercüme edilebilecek beytini okudu. Ubeyde(r.a.) , Bedir’den dönülürken Safra’da vefat etti ve oraya defnedildi.
Bedir Gazvesi günü Kureyş ordusu bir kum tepesinin ardından bütün haşmetiyle çıktığında, Rasûlullah (s.a.v.) kendisine gelen Cibrîl’in söylemesi üzerine Hz. Ali’ye: “–Bana vâdinin kumlarından bir avuç ver!” buyurdu. Hz. Ali’nin verdiği kumu müşriklerin yüzlerine doğru saçarak: “Yüzleri çirkinleşsin, kara olsun!” buyurdu. Orada bulunan bütün müşriklerin gözlerine bu kumdan doldu. O zaman müşrikler tarafında bulunan Hakîm bin Hizâm daha sonra şöyle anlatır:
“–Bedir günü gökten yere doğru gelen bir ses işittik. Sanki tasa çarpan kumların sesiydi. Meğer Allah Rasûlü _ o kumları atmış… Neticede biz hezimete uğradık. Đşte Allah Teâlâ’nın şu sözü bu hâdiseden bahsetmektedir: “Onları siz öldürmediniz fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı. Allah bunu, mü’minleri güzel bir imtihana tabi tutmak için yapmıştı. Doğrusu O işitir ve bilir.” (Enfâl, 17)
Peygamber Efendimiz’in attığı bu bir avuç kum bütün müşrik ordusunun gözlerine doldu ve ashâb-ı kirâm da üzerlerine yürüyüp onların kimini öldürmeye, kimini de esir etmeye başladılar. Müşriklerin bozguna uğraması, işte Peygamber Efendimiz’in bu bir avuç toprağı atmasıyla vuku buldu.
Bedir savaşı esnâsında kabilesi Ebû Cehil’i korumak için birkaç kişiyi onun kılığına sokmuştu. Hz. Ali , Ebû Cehil gibi giydirilen Abdullah bin Münzir’in üzerine yürüdü: “–Al bunu da, Abdulmuttalib’in oğlundan!” diyerek onu Ebû Cehil’in gözleri önünde öldürdü. Mahzum Oğulları bu sefer, Harmele bin Amr’ı Ebû Cehil gibi giydirdiler. Hz. Ali ona doğru vardı ve onun da işini bitirdi. Bunun üzerine Ebû Cehil ve adamları, Halid bin A‘lem’i Ebû Cehil gibi giydirmek istedilerse de Hâlid buna yanaşmadı.
Hz. Ali’nin anlattığına göre, o gün vakit ilerleyince müslümanlarla müşriklerin safları birbirine karıştı. Kum tepesinin üzerinde Sa‘d bin Hayseme(r.a.) , bir müşrikle çarpışıyordu. Başına bir miğfer geçirip ata binmiş olan müşrik, nihayetinde Hz. Sa‘d’ı şehit etti. Hemen atından indi. Hz. Ali’yi tanıdı. Ali ise onu tanıyamamıştı. Müşrik: “–Ebû Tâlib’in oğlu! Çarpışmak için gel!” dedi. Hz. Ali onunla çarpışmaya niyetlenince, müşrik yüksekten aşağı inip Hz. Ali’ye doğru geldi. Hz. Ali(r.a.) , orta boylu olduğu için, o da müşriğin yaptığı gibi yapmak istedi. Müşrik: “–Ey Ebû Tâlib’in oğlu, kaçıyor musun?” dedi. Hz. Ali : “–Hayır! Yanına geleceğim!” dedi ve hazırlandıktan sonra geri döndü. Müşrik, yaklaşıp Hz. Ali’ye kılıcını vurdu. Ali bu darbeyi kalkanıyla karşıladı. Müşriğin kılıcı kalkana saplanıp kaldı. Vurma sırası Hz. Ali’ye gelmişti. Kılıcı omzundan göğsüne doğru öyle bir çaldı ki müşriğin zırhını enlemesine biçiverdi! Müşrik titredi ve sarsıldı. Hz. Ali onu öldürdüğünü sandı. O esnâda arkasından bir kılıcın parlayıp şakıdığını görünce hemen başını eğdi. Kılıcı parlatan zât: “–Al bunu da ben Abdulmuttalib’in oğlundan!” derken, müşrikin kellesi miğferiyle birlikte yere yuvarlandı. Ali dönüp baktığında Hz. Hamza’yı gördü.
Hz. Ömer şöyle der: “–Bedir günü Âs bin Saîd’i arslan gibi toprakları eşerken gördüm. Öküzün boynuzu ile kaşındığı gibi kaşınıyor, yeri kazıyordu. Ben ondan uzak durdum. Amcasının oğlu Ali bin Ebi Tâlib üzerine yürüyüp onu öldürdü!” Hz. Ali , Bedir’de müşriklerin başlarını vurup vurup düşürüyordu.
Müşriklerden Nevfel bin Huveylid Bedir’de müslümanlarla karşılaştığı zaman: “–Ey Kureyş cemaati! Bugün ululuk ve yücelik günüdür!” diyerek haykırmaya başlayınca, Rasûlullah (s.a.v.): “Allah’ım! Nevfel bin Huveylid’e karşı bana yardımcı ol, onun hakkından gel!” diye dua etmişti. Bir müddet sonra Nevfel, Kureyş cemaatinin dağılmaya başladığını görünce, Ensâr mücâhidlerine: “–Kanlarımızı dökmenin size ne faydası var? Sizin süte ihtiyacınız yok mu?” diye seslendi. Esir edilerek ölümden kurtarıldığı takdirde fidye olarak sütlü develer vereceğine işaret ediyordu. Cebbâr bin Sahr onu esir aldı. Önüne katıp götürürken Nevfel, Hz. Ali’nin kendisine doğru koşarak geldiğini gördü ve: “–Ey Ensârlı kardeş! Şu gelen kimdir? Lât ve Uzzâ’ya yemin ederim ki o şahıs beni öldürmek istiyor!” dedi. Cebbâr : “–O, Ali bin Ebi Tâlib’dir!” dedi. Hz. Ali yetişip ona kılıcını çaldı. Kılıç, Nevfel’in kalkanına saplandı. Hz. Ali kılıcını kalkandan kurtardıktan sonra vurup Nevfel’in bacaklarını zırhıyla birlikte kesti. Sonra da başını vücûdundan ayırdı. Rasûlullah (s.a.v.): “–Nevfel bin Huveylid hakkında kimde bilgi var?” diye sorunca Hz. Ali : “–Ben onu öldürdüm!” dedi. Allah Rasûlü (s.a.v.): “–Allahu ekber!” diyerek tekbir getirdi ve: “–Allah onun hakkındaki duâmı kabul buyurdu!” dedi.
Bedir Savaşı’nda İslam ordusunun, kendisinden kat kat güçlü düşman ordusuna karşı elde ettiği büyük zaferde Hz. Ali’nin rolü çok büyüktür. Hz. Ali Bedir’de, savaşın belirleyici faktörü olmuştur. Aynı zamanda Hz. Ali Resulüllah’ın bayraktarlığını da yapıyordu.
Rivayet edilir ki, Kinaneoğulları’ndan bir zat Muaviye b. Ebu Süfyan’ın yanına girer, Muaviye ona şöyle der; “Bedir Savaşı’nı gördün mü?”
Adam, “Evet” deyince, Muaviye, “Gördüğün olayları bana anlat” der. Adam şöyle anlatır:
“Ali b. Ebi Tâlib’i gördüm. Genç bir adamdı. Etrafına dehşet saçan bir aslan gibiydi. Safları yara yara ilerliyordu. Önüne çıkan herkesi öldürüyordu. Vurduğunu deviriyordu.
İnsanlar içinde O’na denk olabilecek, O’nun çevikliğiyle hareket edecek birine hiç rastlamadım. Savaşta kurnaz bir tilki gibiydi. Sanki ensesinde de iki gözü vardı. Sıçradığı zaman yabani hayvanların çevikliği ve çabukluğuyla sıçrardı.”
Evet Hz. Ali (r.a.) ALLAH (c.c.)’ın dininin hakimiyeti adına hangi merhalede olursa olsun en ön saftaydı. Bu yazımızda da bedir harbindeki kahramanlıklarından bahsetmeye çalıştık. ALLAH (c.c.)’ın rızasını aramak onun dini uğrunda azimle gayretle çalışmayı gerekli kılar. Onun hayatında bunu net görüyoruz.
DUALARIMIZIN SONU ALEMLERİN RABBİ OLAN ALLAH (c.c.)’a HAMD ETMEKTİR.