BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
DİNDE DELİLİN ÖNEMİ: İCMA
İttifak etmek, görüş birliğine varmak, azmetmek, kasdetmek. Hz. Peygamber’den sonraki bir çağda amelî bir meselenin şer’î hükmü üzerinde İslâm müctehidlerinin birleşmesi. İslâm hukukunda, müctehidlerin üzerinde ittifak ettikleri dört tane aslî delil vardır: Kitap, Sünnet, İcma, Kıyas.
Önce icma kelimesinin lügat manası üzerinde duralım. İcma Arapça bir kelime olup “azm, kasd ve ittifak” manalarına gelir. Molla Hüsrev: “müçtehid imamların herhangi bir asırda Şer’i bir hüküm üzerinde ittifak etmelerine icma denir” tarifini esas almıştır.
İmam-ı serahsi de şu şekilde tarif etmiştir: “Her asırda fıskını ilan etmeyen, heva ve heveslerine tabi olmayan bütün müçtehid imamların ittifakına icma denir.”
İslâm’da icmâ fikrinin ortaya çıkışı, Sahâbîler asrında başlayıp müctehid imamlar devrine kadar tedrîcî olarak gelmiştir. Bu gelişme üç devre teşkil eder:
l) Sahâbîler, karşılaştıkları yeni meseleler üzerinde ictihad yaparlardı. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer, özellikle âmme hukuku sahasında, istişareye başvurarak şûrâ ictihadı yaptırıyorlardı. Bu ictihadlar sonunda varılan ihtilafsız hükümler, ferdî hükümlerden daha kuvvetli sayılıyor, buna muhâlefet edilmiyordu. İşte bu çeşit hükümlere “İcmâ” adı verilir (İbnu’l Kayyim, İ’lâmu’l-Muvakkıîn, Mısır 1955, I, 61-66).
2) Müctehid imamlar devrinde, her imam ictihad yaparken ülkesindeki fâkihlerin görüşlerine aykırı bir şey söylememek için dikkat eder ve böylece görüşünde yalnız kalmak istemezdi. Meselâ Ebû Hanîfe, kendisinden önce yaşamış oları Kûfe bilginlerinin icmâ ettikleri hususlara uymak için çok titizlik gösterirdi. imâm Mâlik, Medinelilerin icmâını huccet sayardı.
3) Fakîhler, uymak için Ashâb-ı kirâmın icmâ ettikleri meseleleri öğrenmeye büyük bir titizlik gösterirlerdi. Onlar sahâbîlerin icmâ ettikleri, şeylerin dışına çıkmamaya çalışıyorlardı (Muhammed Ebu Zehra, İslâm Hukuku Metodolojisi, çev. A. f ener, Ankara 1986, 171, 172).
İcmâ yalnız bir kısım Şer’î hükümlerde geçerlidir, icma ibadetlerde ve hukukî meselelere ait hususlarda gerçekleşir. Şer’î delillerden çıkarılması mümkün olmayan ahiret halleri, kıyâmet zamanı gibi şeyler icmâ ile bilinemez.
İcmâ ehli; fâsık, bid’atçı olmayan ve ictihad seviye ve gücüne sahip bulunan alimlerdir. İcmâın şartı da, bir asırda, yani, bir zamanda bulunan ve bu özelliklere sahip oları müctehidlerin ittifak etmeleridir. Bu yüzden bir mesele hakkında bir asırdaki müctehidlerden yalnız bir kısmının ittifak etmeleri, bir icmâ mâhiyetinde olamaz. Bazı bilginlere göre, bir, iki kişinin muhâlefeti icmâın oluşmasına engel bulunmaz.
- l) Kur’an-ı Kerîm’de icmâı öngören çeşitli ayetler vardır:
hevasına muhalefet eden ve ihlasla Allah’a teslim olan bir mükellefin;peygamberimizin sünnetine muhalafet etmesi caiz olmadığı gibi, müminlerin yolundan ayrılmasıda caiz değildir. Bu hakikat muhkem nassla sabittir:
“Kendisine doğru yol açıkça belli olduktan sonra, Peygamber’den ayrılıp mü’minlerin yolundan başkasına uyan kimseyi, yöneldiğine döndürürüz ve onu cehenneme yaslandırırız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir ” (en-Nisâ, 4/1 15). “Bu ayetin tefsirine geçmeden önce kısaca hangi hadise üzerine nazil olduğunu kısaca izah edelim. İmam-ı Nevevi’nin tesbitine göre bu ayeti kerime, Ta’mete b. Ubeyrik hakkında inmiştir. Bu şahıs hırsızlık cürümünü işlemiş, bu suçun cezasından kurtulmak için komşusu olan bir yahudinin hırsızlık yaptığını iddia etmiştir. Durum vahiyle peygamber sav’e bildirilip, yahudinin suçsuz olduğu ortaya çıkanca; Şer’i cezadan kurtulmak için, Medineden Mekkeye kaçmıştır. Kaynaklarda orada da hırsızlığa devam ettiği haber verilmektedir. Nihayet birinin duvarını delip hırsızlık yapmak isterken, duvar yıkılmış ve kendisi altında kalarak ölmüştür. Hırsız Ubeyrik; çaldığı malın Rasullullah sav’e vahiyle bildirilmesini dikkate alıp, tahkiki bir imana kavuşmayı dikkate alması gerekirken eski inançlarına (putperestliğe) dönmeyi marifet zannetmiştir.
Bu sebeple kendisine doğru yol (hidayet) apaçık belli olduktan sonra dönenlerin kapsamına girmiştir.dolayısıyla o hevasına tabi olmuş Allah c.c’da onu nefsinin seçtiği şeyle başbaşa bırakmıştır.”
İbni Kesir (R.A) bu ayetin tefsirinde şunları zikretmiştir: Allah Teâlâ : «Kim, kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra peygambere karşı gelir…» buyuruyor. Kim Allah Rasûlü (s.a.) nün getirmiş olduğu şerîat yolundan başkasına girerse o bir tarafta, şeriat bir tarafta olur. Zîrâ bu, kendisine hak ve gerçek açıkça belli olmuş ve ortaya çıkmış olduktan sonra kendisindeki bir kasıddan meydana gelmiştir. Allah Teâlâ : «Mü’minlerin yolundan başkasına uyup giderse…» buyuruyor ki bu, birinci sıfatın ayrılmaz bir parçasıdır. Fakat bazan kanun koyucunun açık emrine muhalefet olabileceği gibi, bazan da üm-met-i Muhammed’in ittifakını kesin olarak bildiği konularda, onların icmâ’ ettikleri, birleştikleri bir konuda da olabilir. Zîrâ onlar (Muhammed Ümmeti) bir konuda birleştiklerinde hatâdan korunmuşlardır. Bu, onlara verilen bir şereften ve peygamberlerine bahşedilen ta’zîmdendir. İmâm Şafiî •—Allah ona rahmet etsin— de uzun uzun düşündükten sonra; bu âyetin, icmâ’a muhalefetin haram olduğu konusunda delil olduğuna karâr vermiştir.”
İmam-ı zemahşeri: “Bu ayet ,icamı ümmetin delil olduğunun işaretidir. Zira ayette “peygambere muhalafet ile müminlerin yolunun dışında bir yol tutmak” aynı mahiyette sayılmıştır. Bu iki cürmün cezaları da eşit tutulmuştur.” Diyerek, bir inceliğe işaret etmiştir.”
İmam-kurtubi: “müminlerin yolundan ayrılmaktan maksad, müctehid imamların icmalarını inkar etmektir. Bu ayeti kerimede de icmai ümmetten ayrılanları tehdit vardır.” Demiştir.
İmam Ebu Bekir El Cassas: “bu ayeti kerimede müminlerin yolundan ayrılanlar cehennem azabı ile tehdit olunmuşlardır. Bundan kasıd, icmaı ümmeti inkar edenlerdir” hükmünü zikretmektedir.
Tefsir-i Haazin de: “peygambere muhalefet etmek ve müminlerin yolundan ayrılmak haramdır. durum böyle olunca müminlerin yoluna uymak vaciptir” denilmektedir.
İmam-ı serahsi: “muhkem bir delile dayanan ve tevatür yoluyla bize intikal eden icmai ümmetin inkar edilmesinin küfür olduğunu beyan etmiştir.” Zira bu fiilde muhkem bir nassı yalanlama söz konusudur.
Bu ayete göre, müminlerin yolundan başkasına uymak caiz değildir. Çünkü böyle yapanlar, Peygamber’den ayrılmış olup, Allah onları cehenneme yaslandıracaktır. Bir kimse müminler topluluğundan ayrılır ve onların görüşlerinin zıddını ileri sürerse, elbette onların yollarına uymamış olur. Meselâ, müminler cemaatı “bu helâldir” derse, aynı şey için “bu haramdır” diyenler, cemaata uymamış olurlar (imâm Şâfiî, er-Risâle, s. 472; İmam Gazzâlî, el-Mustasfâ, I, 175).
“Sizler insanlar için ortaya çıkarılmış, iyiliği emreden ve kötülükten nehyeden en hayırlı ümmetsiniz” (Alu imrân, 3/110).
Bu hayırlı oluş, ittifak ettikleri şeylerin doğru olmasını gerektirir.
“İnsanlar üzerine şahitler olasınız diye, böylece sizi orta bir ümmet kıldık” (el-Bakara, 2/143). Bu ümmetin üzerinde ittifak ettiği şeyin hak olması gerekir.
2) Hadisten deliller:
“Ümmetim dalâlet üzerinde birleşmez” (İbn Mâce, Fiten, 8). “Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir” (Ahmed b. Hanbel, I, 379).hadisi şerifleri icmai ümmetin deliliolark zikredilmişlerdir.
İmâm Şâfiî, icmâ konusunda Hz. Ömer’in Şam’ın Câbiye karyesinde yaptığı bir konuşmada şöyle söylediğini rivayet eder: “Peygamber (s.a.s) benim sizin aranızda yaptığım gibi aramızda ayağa kalktı ve şöyle buyurdu: “Sahabilerime, sonra onların ardından gelenlere, sonra onların ardından gelenlere saygı gösterin. Daha sonra yaları ortaya çıkar. Hatta kişi teklif edilmediği halde yemin eder; İstemediği halde şahitlik yapar. Kimi, Cennetin ortası sevindiriyorsa, o, cemaatten ayrılmasın. Çünkü, şeytan tek kalan kimse ile beraber olup, iki kişiden uzaktır” (Şâfiî, er-Risâle, s. 474).
Hz. Ali’nin şöyle dediği rivayet edilir: “Benim ve Ömer’in re’yi, sahibinden hamile olup çocuk doğuran câriye (Ümmü’l-Veled)’nin satılamayacağı üzerinde birleşmişti. Şimdi ise ben bunların satılabileceğini caiz görüyorum”. Bunun üzerine kendisine; “Ömer’le ittifak ettiğin görüş bu görüşünden daha üstündür” denilmiştir (Şafiî, a.g.e, s. 474).
İcma’ın temelde dayandığı delil (senet):
meslenin diğer bir boyutuda şudur:icmi ümmetin sağlanabilmesi için;aynı asırda yaşayan, ictihad ehliyetine haiz olan, Adaleti ile maruf, fısk ve bidat gibi cürümlerle itham edilmeyen alimlerin, fer’i meselelerin hükmünde ittifak etmeleri zaruridir.
Üzerinde icma bulunan bir meselenin Kitap veya Sünnete dayanması gerekir. Çünkü hüküm koyma hakkı Allah ve Resulune aittir. Müctehidler kendiliklerinden hüküm koyamazlar. Bazı müsteşrikler senetsiz icma yapıldığını öne sürerek, yanılgıya düşmüşlerdir. Ashâb-ı kirâm, icma ettikleri meselelerde görüşlerini dayandıracak bir nass bir dayanak araştırıyorlardı:. Meselâ; Hz. Ebû Bekir’e, halife iken, annenin annesinin annesi (büyük nine) gelip, ölen torunundan miras hakkı istedi. Ebû Bekir (r.a) şöyle dedi: “Allah’ın kitabında senin için bir şey bulamıyorum. Resulullah (s.a.s)’den de bu konuda bir şey duymadım. Şimdi git; senin bu durumunla ilgili olarak arkadaşlarımla görüşeyim veya görüşümü tesbit edeyim”. Öğle namazından sonra Ashâba durumu sordu. Muğîre b. Şu’be (r.a) ayağa kalkarak; Resulullah’ın nineye altıda bir hükmettiğini bildirdi. Muğîre’ye başka şahit soruldu. Muhammed b. Mesleme de Hz. Peygamber’den aynı mahiyette hadis duyduğunu söyledi. Bunun üzerine nineye altıda bir miras hakkı üzerinde icma oluştu (Ebû Dâvud, Feraiz, 5; Tirmizî, Feraiz 10; İbn Mâce, Feraiz, 4; el-Mevsilî, el-İhtiyar, V, 90).
Peygamberimizin vefatından sonra fakih (fıkıh bilgini) sahabiler, ortaya çıkan yeni meseleleri, problemleri çözmek için, ellerinden gelen gayreti sarfetmişlerdir. Halife Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer (ra)döneminde amme hukuku (kamu hukuku, devletin kendi kurumları arasındaki ilişkileri düzenleyen hukuk alanı) ile ilgili ortaya çıkan meseleler, istişare yoluyla karara bağlanmıştır. Fakihler bunu “şura içtihadı” şeklinde ifade etmişlerdir. Bu içtihadları, ferdihükümlerden daha kuvvetli saymışlardır. Rasullaha sav’e muhalefet eden ve müminlerin yolundan ayrılan kimse velevki müslüman olduğunu söylese bile zalimdir,hidayet nimetinin kıymetini dikkate almamış ve adaletten ayrılmıştır.
Yine birbirine mahrem olan kadınların bir nikâh altında toplanamayacağında icma ederken bu konu ile ilgili ayet ve hadislere dayanmışlardır (en-Nisâ, 4/23; Buhârî, Müslim, Ebû Hüreyre’den: el-Kâsânî, Bedâyiü’s-Sanâyi’, II, 262-266; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadir, II, 360-364; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, II, 35, 36).
İcma’ın senedi kıyas veya maslahat da olabilir. Çünkü kıyas ve maslahat da çoğu defa temelde ayet veya hadise dayanır. Meselâ; Hz. Ömer, fethedilen Suriye topraklarının mücâhidlere dağıtılmaması üzerinde icma ederken, önce maslahatı gözönüne alarak Sahâbîlerle iki gün müzakere etmiş, ancak ikna edememiştir. Sonunda şu ayeti zikredince onlar ikna edilmiş ve görüş birliğine varılmıştır. “Allah’ın fethedilen memleketler halkından Peygamberine verdiği şey (ganimet); Allah, Peygamber, Peygamber’e yakınlığı olanlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir; İçinizdeki zenginler arasında elden ele dolaşması için değildir. Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden alıkoyarsa ondan kaçının. Allah’tan sakının, çünkü Allah’ın azabı şiddetlidir” (el-Haşr, 59/7).
İcmanın teşekkül edebilmesi için, mücmel olan fıkhi bir meselenin bulunması zaruridir. Aynı asırda yaşayan müctehit imamlar; Kuran ve sünnette yer alan mücmel bir hüküm üzerinde, kati olarak ittifak ederlerse icma teşekkül eder.icmanın delil olması da buna dayanır. Kati bir nassa dayanan ve tevatürle gelen icmanın inkarı insanı küfre götürür. Zira bunda kati delilleri yalanlama sözkonusudur. Bilindiği gibi bir asırda; tek bir müçtehid bile katılmazsa, icma teşekkül etmez.
Müçtehid olmayan kimselerin tamamı; herhangi bir fıkhi meselede ittifak etseler, bununla icma teşekkül etmez. Dolayısıyla “icma-i ümmet’in” teşkkülü için; aynı asırda yaşayan, birçok müçtehid imama ihtiyaç vardır.