BİR DE MÜSLÜMANIM DE TAM OLSUN !
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kainatı eşsiz bir şekilde yaratan onları tekvini nizamla düzenleyip insanoğlunu da başı boş bırakmayıp teşri kanunlarıyla yön veren, hayatlarını düzenleyen, yaratılış gayesini gösteren yaratan yöneten idare eden Allah Azze ve Celle’ye olsun. Salat ve selam tekvini ve teşri kanunların tatbikini hayatıyla gösteren son örneğimiz önderimiz ve yol göstericimiz olan Hz. MUHAMMED (S.A.V) ‘e aline ashabına ve bugünde onun yolunu takip eden tüm Müslümanların üzerine olsun.
Hasan-i Basri (Rahmetullahi Aleyh)’in bir sözü var ki kişi bu söz üzerinde tefekkür edip kalbinin haline baksa yüzü kızarıp insan içine çıkamaz hale gelmesi gerekmektedir ki tabi ki gerçekten bunu dert edinene bu haller bu hisler olur.
Hasan-i Basri sahabe için ” siz onları görseydiniz onları deli zannederdiniz onlar ise sizleri görselerdi bunlar mümin değil derlerdi.”
Günümüz insanımıza baktığımızda Müslüman ismini İslami kimliği kimseye kaptırmaz dilde ,fakat hayatlara baktığımızda iş yaşamaya geldiğinde elini eteğini her şeyini İslam’dan çekmeye başlar hatta yaşayanlara dahi engel olmaya onların yolunu zorlaştırmaya başlar.
Namazdan sıkılır ilim almak istemez her hangi bir meselesinde Allah(C.C)’ın ve Resulünün(s.a.v) emir ve nehiylerini önemsemez, tesettür kendi nefsi modasına uymaz yada yapsa bile Allah dedi diye değil insanlar ayıplamasın diye giyer, yalnız kendisi için yaşar başkalarına tahammül edemez Allah(Celle Celaluhu)’ın rızasına uymamak için mutlaka bir bahanesi vardır. Şu yazıyı okuduğunuzda eminim kimlerden bahsedildiğini yada kendi içimizde ki hastalığı zaafları görebiliriz.
bu kimseler öyle tembel kimselerdir ki tek gayret ettikleri şey kendilerine Müslümandır denmesi. Fakat kaçırılan bir hakikat var ki Müslüman deniyor diye Müslüman olunmuyor. Birileri canla başla Allah yolunda mücadele edip her türlü fedakarlığı yapacak rahat olması gerektiği yerde rahatsız bir hayat yaşayacak canını malını evladını bu yolda adayacak tek isteği ve arzusu cennet olacak bunu hayatıyla gösterecek sende elini kolunu sallaya sallaya rahatından ödün vermeyerek Allah yolunda cimrilik yapıp canını malını vaktini eşini evladını adamayacaksın ve sonra bende müslümanlardanım diyeceksin.
111- Allah mü’minlerin mallarını ve canlarını karşılığında kendilerine cenneti vermek üzere satın aldı. Onlar Allah yolunda savaşırlar, bu yolda kimi zaman öldürürler ve kimi zaman da öldürülürler. Bu Allah’ın üzerine borç aldığı ve hem Tevrat’ta, hem İncil’de, hem de Kur’an’da yer verdiği bir sözdür. Allah’dan daha çok sözünde duran kim olabilir ki? O halde yaptığınız bu alışverişe sevininiz. İşte büyük kurtuluş, büyük başarı budur.
112- “Allah ile bu alışverişi yapanlar, tevbe edenler, sırf Allah’a kulluk edenler, hamd edenler, Allah yolunda geziye çıkanlar, rükua varanlar, secde edenler, iyiyi emrederek kötülükten sakındıranlar, Allah’ın koyduğu sınırları gözetenlerdir. Mü’minleri müjdele!( TEVBE SURESİ 111-112)
Seyyid Kutup (rh.a) bu ayetlerin tefsirinde şunları bizlere aktarıyor ;
Hiç kuşku yok ki, bu dehşet verici bir ayettir… Mü’mini Allah’a bağlayan ilişkinin ve mü’minlerin hayatları boyunca -Müslüman olmak suretiyle yaptıkları alışveriş sözleşmesinin özünü ortaya çıkarmaktadır. Kim bu alışverişi gerçekleştirir ve bu sözleşmeye bağlı kalırsa, o gerçek mümindir, Mü’mün sıfatını hak etmiştir, onun şahsında imanın gerçeği somutlaşmaktadır. Yoksa iman iddiası, doğrulanmaya ve araştırılmaya muhtaç bir söylentiden öteye geçmez.
Bu sözleşmenin ya da yüce Allah’ın kendisinden bir nimet, bir lütuf ve hoşgörü sonucu isimlendirdiği gibi, bu alışveriş sözleşmesinin özü şudur: Yüce Allah, mü’minlerin gerek canlarından, gerekse mallarından herhangi bir şeyi Allah yolunda sarf etmeksizin alıkoyma hakları yoktur. Canlarını ve mallarını Allah yolunda sarfetme ya da etmeme serbestisine sahip değildirler. Kesinlikle böyle bir seçenekleri yok… Bu, kesinleşmiş bir satış sözleşmesidir. Alıcı sözleşmede geçen şartlara uygun olarak belirlenen ilkeler uyarınca dilediği gibi uygulamada bulunabilir. Satıcı ise, bundan sonra, sağa sola kıvırmadan, seçme hakkına sahip olmadan, tartışma ve mücadeleye girmeden çizilen yolu izlemekten başka bir şey yapamaz. Ancak itaat edebilir. Belirlenen şartları uygular ve tereddütsüz teslimiyet gösterebilir. Bu satışın karşılığı olan ücret, cennettir. Bunu elde etmenin yolu, cihad ve savaştır. Sonuç, zafer ya da şehitliktir.
“Allah mü’minlerin mallarını ve canlarını karşılığında kendilerine cenneti vermek üzere satın aldı. Onlar Allah yolunda savaşırlar, bu yolda kimi zaman öldürürler ve kimi zaman da öldürülürler.”
Kim bu şartlarda canını ve malını satarsa, kim satış sözleşmesini imzalarsa, kim ücretten memnun olup sözleşmedeki şartları yerine getirirse, o mümindir. Dolayısıyla mü’minler, yüce Allah’ın kendilerinden canlarım ve mallarını satın aldığı ve bu satışı gerçekleştiren kimselerdir. Aslında bu alışverişte bir ücretin belirlenmiş olması, yüce Allah’ın mü’minlere yönelik rahmetidir. Yoksa onlara canlarını ve mallarını bağışlayan yüce Allah’dır. Canların ve malların sahibi O’dur. Ne var ki, yüce Allah insana lütfetmiş, onu irade sahibi kılmıştır. Ona lütfetmiş, antlaşmaları ve sözleşmeleriyle bağlamıştır. Bu antlaşma ve sözleşmelerine bağlılığını, yüce insanlık değerinin ölçüsü, bu konuda belirecek herhangi bir eksikliği de, hayvanlık düzeyine -hem de en kötü hayvanın- yuvarlanışın göstergesi kılmıştır.
“Allah mü’minlerin mallarını ve canlarını karşılığında kendilerine cenneti vermek üzere satın aldı. Onlar Allah yolunda savaşırlar bu yolda kimi zaman öldürürler ve kimi zaman da öldürülürler.”
Yardım et Allah’ım… Çünkü bu sözleşme dehşet verici bir sözleşmedir… Yeryüzünün doğusunda ve batısında kendilerini “Müslüman” sanan şu insanlar, yerlerinde oturmuş, Allah’ın ilahlığını yeryüzüne egemen kılmak ve Rabblığın yetkilerini ve özelliklerini gaspeden tağutları kulların hayatından defetmek için cihad etmiyorlar… Öldürmüyorlar… Öldürülmüyorlar… Bırakın öldürmeyi ve savaşmayı, herhangi bir cihad hareketine dahi başvurmuyorlar.
Bu sözler -Peygamberimizin döneminde- onları ilk defa duyanların gönüllerine yol buluyor ve derhal bu mü’min gönüllerde hayatın realitesinin bir parçası haline geliyordu. Onlar bu sözleri sadece zihinsel olarak kavranacak ya da bilinç planında tutulacak anlamlar olarak algılamıyorlardı. Onlar bu sözleri doğrudan doğruya uygulamak üzere algılıyorlardı. Gözle görülen bir harekete dönüştürmek için algılıyorlardı, hayal edilecek bir tablo olarak değil. Abdullah b. Revaha da, ikinci Akabe biatında bu şekilde algılamıştı. Muhammed b. Ka’b el-Kurezi ve başkaları şöyle rivayet ettiler: Abdullah b. Revaha -Allah ondan razı olsun- Akabe biatının gerçekleştiği gece Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- “Rabbin ve kendin için dilediğin şartları koş” dedi. Peygamberimiz, “Rabbim için ona kulluk etmenizi ve hiçbir şeyi ona ortak koşmamanızı, kendim için de canlarınızı ve mallarınızı koruduğunuz şeylerden beni de korumanızı şart koşuyorum” buyurdu… Abdullah, “Peki bunu yaparsak kazancımız ne olacak?” dedi. Peygamberimiz, “Cennet…” dedi. Orada bulunanlar, “Kârlı bir alışveriş, ne bozarız, ne de karşı tarafın bozmasına razı oluruz” dediler.
Evet. Aynen böyle… “Kârlı bir alışveriş, ne bozarız, ne de karşı tarafın bozmasına razı oluruz.” Bu biatı, iki taraf arasında olmuş bitmiş bir alışveriş sözleşmesi olarak algılamışlardı. Artık bitmiştir alışveriş. Ve sözleşme imzalanmıştır. Geriye dönüş söz konusu değildir. “Ne bozarız, ne de karşı tarafın bozmasına razı oluruz.” Alışveriş bittikten sonra, pişmanlık olmaz ve tercih hakkı olmaz. Cennet ise, hemen o an alınan bir karşılıktır, ileride verilmek üzere va’dedilen bir karşılık değildir. Bu sözü Allah vermiyor mu? Alıcı O değil midir? Bu karşılığı vereceğini vadeden O değil midir? Hem de O öteden beri gönderdiği tüm kitaplarında bunu va’d etmemiş midir?
“Bu Allah’ın üzerine borç aldığı ve hem Tevrat’ta, hem İncil’de hem de . Kur’an’da yer verdiği bir sözdür.”
“Allah’dan daha çok sözünde duran kim olabilir ki?”
Evet! Allah’dan daha çok sözünde duran kimdir?
Kuşkusuz Allah yolunda cihad, her mü’minin boynunun borcu olan bir sözleşmedir. Yeryüzüne peygamberler gönderildiğinden, Allah’ın dini insanlara duyurulduğundan beri gelmiş geçmiş her mü’minin boynunun borcudur cihad. Bu her zaman için yürürlükte olan bir kanundur. Bu kanun uygulanmadan hayatta denge sağlanamaz. Bu, kanunu terketmekle hayat kesinlikle düzelmez.
Demek ki bu dava yalnızca söylemle olacak birşey değil o söylemlerin evvela içinin dolu dolu olması şarttır .Zaten yaşayan hayatıyla imanını ispat eden bir Müslüman söylemlere dahi gerek duymaz Allah ve resulü ne emretmişse onu hayatında bahane sunmadan fedakarlıktan kaçmadan rahatını düşünmeden üzerine düşen görevi harfiyyen ihlasla yapmaya çalışır
İşte yaşayan ancak bu isme sahip olabilir yaşamayan yalnızca kendisini bir çocuk gibi oyalar durur. Sahabe gibi yaşamadan onlar gibi İTAAT şuuruna kavuşmadan hakiki manada iman edenlerden olamayız.
Allah Azze ve Celle İslam iddiasını hayatıyla ispatlayan ve can verdiğinde canını Müslüman olarak teslim eden adamlardan olabilmeyi bizlere nasip etsin İNŞAALLAH
VELHAMDULİLLAHİ RABBİLALEMİN