sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA EN’AM SURESİ 74. VE 79. AYETLER

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA EN’AM SURESİ 74. VE 79. AYETLER
09.09.2025
10
A+
A-

İbrahim (A.S.) İle Âzer Arasındaki Tartışma Ve Şirkin Terk Ediliş Sebebi

 

74- Hani İbrahim babası Âzer’e: “Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Gerçekten ben seni ve kavmini apaçık bir sapık­lık içinde görüyorum” demişti.

75-  Biz İbrahim’e göklerin ve yerin mülkünü -kesin bilgiye varanlardan ol­ması için- öylece gösteriyorduk

76- Gece onu bürüyüp örtünce bir yıl­dız gördü, “Benim Rabbim bu (mu)” demişti, fakat o kaybolup gidince: “Ben öyle kaybolup gidenleri sevmem” dedi.

77-  Sonra ay’ı doğarken görünce de: “Benim Rabbim bu (mu)” demişti. Fa­kat o da kaybolunca, “Eğer Rabbim ba­na hidayet etmezse andolsun, ben sa­pıklardan olurum” dedi.

78-  Sonra güneşi doğarken görünce “Rabbim bu (mu) yoksa, bu daha bü­yük” demişti. O da batınca: “Ey kav­mim, ben sizin ortak koştuğunuz şey­lerden tamamen uzağım” dedi.

79- Şüphesiz ki ben yüzümü gökleri ve yeri yaratana Hanîf olarak yönelttim ve ben müşriklerden değilim.

 

Açıklaması

 

Ey Muhammedi İbrahim’in babası Azer’e, “Sen bir takım putları ilâhlar edinip Allah’tan başka onlara ibadet eder misin? Halbuki seni de onları da ya­ratan Allah’tır. O halde ibadete lâyık olan O’dur, onlar değildir” dediğini hatır­lat.

İbni Kesîr, Hz. İbrahim’in babasının adının Âzer olduğu görüşünün doğru olduğunu belirtir.

Hz. İbrahim, babasına şöyle demişti: Ben seni ve bu putlara tapan senin kavmini yani senin yolunu izleyen, senin gittiğin yoldan giden bu kavmi apaçık bir sapıklık içerisinde görüyorum. Onların şaşkın olduklarını, izlemeleri gere­ken dosdoğru yolu bulamadıklarını görüyorum. Onlar dosdoğru yolda gidecek yerde şaşkınlık ve bilgisizlik içerisindedirler. Bilgisizlik ve cahillik içerisinde yüzdüğünüz, aklı selim sahibi olan herkes tarafından açıkça görülebilmektedir. Hem önce kendi ellerinizle yonttuğunuz sonra da tapınıp kutsadığınız taş, ağaç veya maden putlara ibadet etmenizden daha açık bir sapıklık olabilir mi? Nite­kim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Siz elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapı­yorsunuz? Halbuki sizi de, yapıp ettiklerinizi de Allah yaratmıştır.” (Sâffât, 37/95-96). Bir defa sizler şeref itibariyle puttan daha yükseksiniz. Sizin mevki-niz daha üstündür. Sizler akıl sahibisiniz. Putlar ise cansız ve sağırdır, akılları yoktur, kendilerine gelecek bir zararı dahi def edemezler. Bütün bunları görmeyerek kalkıp onları tapınılan ilâhlar mı edineceksiniz?!

“Apaçık sapıklık” ifadesinin anlamı Yüce Allah’ın peygamberi Muhammed (s.a.)’e şu buyruğunda belirttiği gibi doğru yoldan sapmak demektir: “Ve o seni yolunu şaşırmış buldu da, doğru yola iletti.” (Duhâ, 93/7).

Hz. İbrahim’e babasının ve kavminin putlara ve heykellere tapmak şeklin­deki sapıklıklarını gösterdiğimiz gibi, ona ardı arkasına göklerin ve yerin mele-kûtunu da gösterdik. Yani onların harikulade nizam ve son derece üstün yarat­ma ve sanatlarıyla onların yaratılışlarını gösterdik. Böylelikle o kâinatın gizli­liklerine, yerdeki sırlarına muttali oldu. Ta ki bunu bizim birliğimize, kudretimizin büyüklüğüne, ilmimizin genişliğine delil olarak görsün: “Allah’ın her şeyi sapasağlam yapan yaratmasına (bak!)” (Nemi, 27/88).

İşte biz böylece İbrahim’e bunları öğretiyor, gösteriyor ve bu konuda ona başarı ihsan ediyoruz. Kalbine verdiğimiz genişlik ve doğru bakış açısı sayesin­de onu hakka iletiyoruz. Delil gösterme yolunu ortaya koyuyoruz. Ta ki bunun­la o put, güneş, yıldız, ay gibi herhangi bir şeyin hiç bir şekilde ilâh olmasının doğru olamayacağını kesinlikle ve tam anlamıyla bilip anlayanlardan olsun. Çünkü bunların sonradan yaratıldıklarına (hadis olduklarına) ve bunları var eden bir yaratıcının meydana getiren bir yaratıcının doğuşlarını, batışlarını, değiştirmelerini, akıp gitmelerini ve sair hallerini düzenleyen bir müdebbir ol­duğuna dair deliller gayet açıktır. Bunları İbrahim’e gösteriyorduk ki, bu ayet­ler ulûhiyet ve rubûbiyete olduğu gibi, sapık müşriklere karşı da bir delil ol­sun. Yakîn (kesin bilgi), düşünme sebebiyle şüphenin giderilmesinden sonra or­taya çıkan kesin bilgi demektir.

Daha sonra Yüce Allah, Hz. İbrahim’in gördüğü o göklerin ve yerin mele-kûtunu şöylece açıklamaktadır: “Gece onu bürüyüp örtünce bir yıldız gördü.” Yani gecenin karanlığı basınca İbrahim, diğer yıldızlardan aydınlığı ve parlak­lığı ile oldukça farkla büyük bir yıldız gördü. Onun gördüğü bu yıldızın Venüs ya da Jüpiter olduğu söylenmiştir. O şöyle dedi: “Bu, benim Rabbimdir.” Yani o bu sözleri kavmine karşı tartışma ve delil getirme sadedinde söyledi. Bunları onların yaptıklarını reddetmek ve onlara karşı delil getirmek için bir hazırlık olsun diye söylemişti. Önce onlara kanaatlerini kendileriyle paylaştığı vehmini verdi, sonra da aklî ve hissî delillerle onların bu iddialarını çürüttü.

Bu yıldız batınca Hz. İbrahim şöyle dedi: “Bu bir ilâh olamaz. Ben zaten kaybolup gizlenenleri de sevmem.” Çünkü mutlak ilâhın kâinat üzerinde tartı­şılmaz bir egemenliği vardır. O her şeyi işiten, her şeyi görüp gözetendir. Asla kaybolmaz ve asla hiç bir hususta yanılmaz. İlâh denilen şey, nasıl kaybolup gizlenir ki? Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ne diye işitmeyen, görmeyen ve sana hiç bir faydası olmayan şeye itaat edersin?” (Meryem, 19/42).

İşte bu, Hz. İbrahim’in yıldızlara tapmak hususunda kavminin bilgisizliği­ne bir göndermesidir. Katâde der ki: O, Rabbinin zeval bulmadığını ve ebedî ol­duğunu bilmişti.

İbrahim (a.s.) yıldızın ulûhiyetinin tutarsızlığını ortaya koyduktan sonra, daha çok ışık veren ayın ilâhlığının tutarsızlığını ortaya koymaya yöneldi. O aj^ı, ışığıyla her tarafı kuşatmış haliyle doğarken görünce, “Bu benim Rabbim­dir” dedi. Fakat o da bir önceki gecede yıldızın battığı gibi batınca, kavmine işittirecek bir şekilde “Bu da aynı şekilde ilâh değildir” dedi. Andolsun ki eğer Rabbim bana hidayet vermeyip tevhidi ve hakkı bulma hususunda bana yar­dım etmeyecek olursa, hiç şüphesiz yollarını şaşıran, hidayet bulamayan, Al­lah’tan başkasına tapınan sapıklardan olurum. Bu, aynı zamanda açıkça ifade­ye yakın bir tarzda kavminin sapıklığını ortaya koymakta, onların ve ay^ ilâh edinen kimsenin de aynı şekilde sapık olduğuna dikkatlerini çekmekte ve doğ­ru akide bilgisinin ilâhî vahye bağlı olduğuna işaret etmektedir. Daha sonra üçüncü defada kavminin koştuğu şirkten uzak olduğunu açıkça söylediğini gö­rüyoruz.

Hz. İbrahim güneşi doğarken görünce -ki o gördüğümüz yıldızların en bü­yüğü, faydası en kapsamlı ve en aydınlık olanıdır- şöyle dedi: “İşte bu benim Rabbimdir. Çünkü bu öbür yıldızlardan da aydan da daha büyüktür, ışığı ve aydınlığı daha fazladır; o bakımdan bunun Rab olması daha bir yerindedir.”

Fakat güneş de diğerlerinin battığı gibi batınca Hz. İbrahim akidesini açıkça ortaya koydu ve kavminin şirkinden uzak olduğunu şu sözleriyle ifade etti: “Ben yıldızlara ibadet etmekten ve onlara sevgi beslemekten uzağım. Ben ibadetimde gökleri ve yeri, şu gördüğünüz yıldızları yaratana yöneliyorum. Sa­pıklıktan uzak hak ve dosdoğru din olan tevhid dinine yöneliyorum. Ben Allah ile birlikte başka bir ilâh edinen müşrikler arasında yer almam. Ben bu eşyayı yaratan, her şeyin mülk ve hakimiyetini elinde bulundurup onları çekip çevi­ren, her şeyin yaratıcısı, Rabbi, mutlak maliki ve ilâhı olan Yüce Yaratıcıya ibadet ediyorum.” Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz rabbi-niz gökleri ve yeri altı günde yaratan Allah’tır. Sonra Arş’ı istiva etti. Kendisini durmadan kovalayan gündüze geceyi O bürüyüp örtüyor. Güneş’i, Ay’ı ve yıldız­ları emri ile müsahhar kılan O’dur. İyi bilin ki yaratmak da emretmek de O’nundur. Alemlerin rabbi olan Allah’ın şanı ne yücedir7’%A’raf, 7/54).

Geçen bu açıklamalardan açıkça anlaşıldığına göre Hz. İbrahim’in kavmi, putları Rab değil ilâh kabul ediyorlar, yıldızlan ise hem Rab, hem de ilâh edini­yorlardı. İlâh’tan kasıt mabud, yani kendisine ibadet edilen’i rabden kasıt ise efendi, malik, besleyip büyüten, işleri çekip çeviren ve tasarrufta bulunandır. İbadet ise dua ve tazim ile mahlûkatı yaratana yönelmektir. Gerçekte ise mah-lûkatın Allah’tan başka ilâhı da rabbi de yoktur.

Hz. İbrahim’in takındığı tavır, kendisini mümin olmayan birisi gibi göste­ren ve son derece çarpıcı bir üslûpla tartışan, bu tartışmasını örneklerle ispat­layan kişinin tavrıydı. Gerçekte Hz. İbrahim ilâhtık ve rablik makamını tespit etmek için tetkik eden bir kimse durumunda değildi. Çünkü Yüce Allah Hz. İb­rahim hakkında şunları söylemektedir: “Andolsun ki biz İbrahim’e daha önce­den doğru yolu bulmak için imkân vermiştik. Biz onu biliyorduk. O zaman ba­basına ve kavmine şöyle demişti: Bu heykeller nedir ki onlara ibadet edip dur­maktasınız?” (Enbiyâ, 21/51-52); “Gerçekten İbrahim (başlı başına) bir ümmet­ti. Allah’a itaatkâr, hanîf bir Müslümandı. O (asla) müşriklerden olmamıştır. O nimetlerine şükredendi. Onu beğenip seçmiş, kendisini dosdoğru bir yola ilet­mişti. Biz ona dünyada bir güzellik de verdik ve şüphesiz ki o, ahirette de mut­laka salihlerdendir. Sonra biz sana, hanîf bir Müslüman olarak İbrahim’in di­nine uy, o, müşriklerden olmadı, diye vahyettik.” (Nahl, 16/120-123); “De ki: Şüphesiz Rabbim beni dosdoğru bir yola, dimdik ayakta duran bir dine, rnu-vahhid olan İbrahim’in dinine iletti. O, müşriklerden olmadı.” (En’âm/161).

Buharî ve Müslim’de de Ebu Hureyre yoluyla Resulullah (s.a.)’ın şöyle bu­yurduğu rivayet edilmektedir: “Her doğan fıtrat üzere doğar.” Müslim’in Sa-hih’inde ise Iyâd b. Hammâd yoluyla Resulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: “Allah buyurdu ki, şüphesiz ben kullarımı hanîfler olarak ya­rattım.” Yine Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’inde şöyle buyurmaktadır: “İnsanların üzerinde yaratıldığı Allah’ın fıtratına (yönelin)! Allah’ın yaratışında değiştirme yoktur.” (Rûm, 30/30). Yine Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Hani Rabbin Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış, onları kendi­lerine karşı şahit tutup, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye buyurmuştu. Onlar da “Evet şahit olduk” demişlerdi.” (A’râf, 7/172).

Eğer bu, sair insanlar hakkında böyle ise, Yüce Allah’ın tek başına bir üm­met, Allah’a yönelen hanîf bir Müslüman ve asla müşriklerden olmayan İbra­him Halîl, böyle bir konumda, araştıran bir kişi nasıl olabilir ki? Aksine o, Resulullah (s.a.)’tan sonra hiç şüphesiz ve tereddütsüz olarak selim fıtrat ve dosdoğru karaktere herkesten daha lâyık bir kimsedir.

Bu durnumuyla onun, kavminin içinde bulunduğu şirki tetkik eden değil de kavmine karşı tartışan bir kimse olduğunu destekleyen hususlardan bir ta­nesi de ileride gelecek olan “Kavmi onunla tartışmaya kalkıştı…” (ayet, 81) buyruğudur.[1][47]

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.