İMTİHAN GİBİ GÖRÜNEN İKRAM
Hamd Sena övgü Alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam alemlere rahmet olarak gönderdiği Resul’üne ve onun izinden giden Müslümanların üzerine olsun.
İmran’ın hanımı, Kur’ân-ı Kerîm’de ismi açıkça belirtilmeyen ancak faziletli duruşuyla anılan saliha bir kadındır. Rivayetlere göre ismi Hanne bint Fâkûdh idi. İsrailoğulları arasında tanınan dindar bir aileye mensuptu. Eşi İmran, Beytü’l-Makdis’in hizmetkârlarındandı ve bir peygamber değil, yüksek itibarlı salih bir zâttı.
İmran’ın hanımının arzusu, bir erkek çocuk doğurmaktı; “Hani İmran’ın hanımı demişti ki: Rabbim! Karnımdakini tamamen sana adadım, kabul buyur benden; şüphesiz ki Sen hakkıyla işitensin, bilensin.”
(Âl-i İmrân/35)
Bu duayla birlikte, doğacak çocuğunu adamıştı. Çünkü Beytü’l-Makdis’in hizmeti gibi işler ancak erkekler tarafından yapılırdı. Fakat doğurduğunda (erkek çocuk doğuramadığı için hayal kırıklığıyla) şöyle dedi:
“Rabbim, ben onu kız doğurdum…”
(Âl-i İmrân/36)
[Bu söz, onun Allah’ın takdirine razı olduğunu ama beklentisinin tersine gerçekleşen doğum karşısında şaşkınlık duyduğunu gösterir.] (Taberî; İbn Kesîr)
Üzülmüştü.
Ama Allah(c.c) şöyle buyurdu:
“Allah, onun ne doğurduğunu daha iyi bilir.”
(Âl-i İmrân/36)
Dikkat edilirse Allahu Teala “biliyor.” demedi.
“أعلم” (a’lem), “daha iyi bilir” dedi. Bütün varlığı kuşatan, ezelî ve ebedî ilmin, yaratılmış olanın dar görüşüne karşı mutlak üstünlüğünü ilan eden bir kelâmdır.
Allah Teâlâ öyle bir Alîm’dir ki; kâinatın en uzak köşesindeki yıldızın sönüşünü, yeryüzündeki bir yaprağın düşüşüyle aynı anda bilir. O’nun ilminden bir zerre dışarıya çıkamaz. Çünkü O’nun bilgisi, zamanın sınırlarında dolaşmaz; zamanı da yaratan O’dur. O’nun görmesi, sadece gözle değil; kalplerin içindeki en gizli duygulara kadar nüfuz eder. O’nun işitmesi, sadece sözü değil; niyeti de kuşatır.
İşte bu yüzden, Allah’ın “daha iyi bilmesi”, sadece kulların bilmediğini bilmesi değildir. Bu ifade, Senin zahiren eksik, değersiz, hatta yanlış sandığın bir olayın, Allah’ın ilminde hikmetle işlenmiş kusursuz bir kaderin parçasıdır..
“Zahiren eksik gibi görünen birçok olay, bâtınen rahmettir.” (İbn Kesîr, Tefsîr)
Çünkü bu olayın ileride ortaya çıkacak, insanların bilemeyeceği gizli yönleri vardı. Alemlerin Rabbi Allah(c.c) İmran’ın hanımının doğurduğu o kızdan (Meryem’den) bir erkek çocuk (Hz.İsa) yaratmayı takdir etmişti ki, o da insanlara bir mucize ve ümmetine rahmet olacaktı.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurdu ki:
“Erkeklerden birçok kimse kemâle ulaştı. Ancak kadınlardan sadece İmran kızı Meryem ile Firavun’un hanımı Asiye kemâle ulaşmıştır.”
(Buhârî, Enbiyâ, 54; Müslim, Fedâil, 72)
Hadis, İslam’ın kadına bakışındaki derinliği ve ilahi seçimin hikmetini ortaya koyar. Bu, kemâlin ölçüsünün ne soyda, ne cinsiyette, ne de dünyevî güçte olmadığını gösterir. Kemâl; takvada, sabırda, tevekkülde, Allah’a sadakatte aranır.
Kur’an bunu açıkça beyan eder:
“Hani melekler demişti ki: Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni âlemlerin kadınlarına üstün eyledi.”
(Âl-i İmrân / 42)
Sen de bil ki, Rabbini tanı ki; O(c.c), en dar zamanda dahi en geniş rahmetiyle hükmeder.
Bugün şer sandığın nice şeyin ardında, Allah senin için bir Meryem kemâli saklamış olabilir.
Senin gözünde değersiz olan bir an, Allah katında ömrüne yön verecek bir kader başlangıcı olabilir.
Demek ki hayır, sadece senin gördüğünde değil; Allah’ın takdir ettiğindedir. Çünkü;
“Rabbin dilediğini yaratır ve dilediğini seçer. Onların seçme hakkı yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından yücedir, münezzehtir.”
(Kasas/68)
velhamdülillahi rabbil alemin.