VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 94. VE 97. AYETLER

Selama Özen Göstermek Ve Hüküm Verirken İyice Araştırma Yapmak
94- Ey iman edenler, Allah yolunda harbe çıktığınız zaman, tam açıklanmasını bekleyin. Size selâm verene, dünya hayatının menfaatini arayarak “Sen mümin değilsin” demeyin. İşte Allah’ın katında bir çok ganimetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah size lütfetti. O halde iyice açıklanmasını bekleyin. Şüphesiz ki Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.
Nüzul Sebebi
1- Buharî, Tirmizî, Hâkim ve diğer muhaddisler İbni Abbas (r.a.)’tan rivayet ediyorlar: Süleymoğullarından bir adam önüne katıp götürdüğü bir koyun sürüsü olduğu halde Cenab-ı Peygamberin (s.a.) ashabından bir topluluğun yanından geçti ve selâm verdi. Onlar “Bu adam ancak bizden kendini korumak ve kurtarmak için selâm verdi” deyip (müslüman değil zannıyla) adamın üzerine yürüdüler ve onu öldürdüler, koyunlarını da Peygamberimize (s.a.) getirdiler. Bunun üzerine “Ey iman edenler, Allah yolunda harbe çıktığınız zaman…” ayeti indi.
2- Bezzâr’m başka bir vecihle İbni Abbas’tan rivayetine göre Resulullah (s.a.) bir seriyye (askerî birlik) gönderdi. Seriyyede Mikdâd da bulunuyordu. Seriyye varıncaya kadar düşman dağılmış kaçmış, sadece yanında epeyce çok malı bulunan bir adam kalmıştı. Adam “Eşhedü enlâ ilahe illallah (=Allah’tan başka ilâh olmadığına şehadet ederim)” dedi ama Mikdâd onu öldürdü. Döndüklerinde Nebi (s.a.) Hazretleri, Mikdâd’a ‘Yarın kıyamette “Lâ ilahe illallah”ı ne yapacaksın bakalım?” dedi. Allah Teâlâ da bu ayeti indirdi.
3- Ahmed, Taberânî ve başka muhaddisler Abdullah b. Ebî Hadrad el-Es-lemî (r.a.)’den onun şöyle dediğini tahric ediyorlar: Resulullah (s.a.) bizi aralarında Ebu Katâde ve Muhallim b. Cessâme’nin de bulunduğu bir grupla sefere gönderdi. Yolda Amir b. el-Edbat el-Eşceî yanımızdan geçerken bize selâm verdi. Muhallim ise adamın üzerine atılıp onu öldürdü. Medine’ye Nebi (s.a.)’nin yanma geldiğimizde durumu haber verdik. Hakkımızda şu Kur”an ayeti indi: “Ey iman edenler, Allah yolunda harbe çıktığınız zaman…” vd.
İbni Cerir de, İbni Ömer hadisi olarak bir benzer rivayeti tahric etmiştir.
4- Sa’lebî’nin İbni Abbas (r.a.)’tan rivayetine nazaran öldürülenin adı Fe-dek ahalisinden Mirdâs b. Nehîk el-Gatafanî idi. Öldüren ise Üsâme b. Zeyd, o seriyyenin emiri de Galib b. Fedâle el-Leysî idi. Mirdâs, kavmi yenildiğinde tek başına kalmış, koyunlarını da bir dağa sürmüştü. Müslümanlar kendisine yetişince “Lâ ilahe illallah Muhammedun rasulullah, esselâmü aleykum” demişti ama Üsâme b. Zeyd onu öldürmüştü. Döndüklerinde de bu ayet nazil olmuştu.
Ayetin iniş sebebinin bir kaç tane olmasına da bir engel yoktur. İster birinci ve üçüncü rivayetlerdeki gibi koyunların sahibinin İslâmî selâmı vermesinden sonra inmiş, isterse savaşta hemen silâh kullanmaktan sakınmak için inmiş olsun, katil de ister Mikdâd veya Muhallim olsun, isterse Üsame olsun durum aynıdır. Resulullah (s.a.) ayet-i kerimeyi her vaka ve olayla ilgili olan kişilere okumuş olabilir.
Kurtubî der ki: İbni İshak’ın Siyeri, Ebu Davud’un Sünen’i ve İbni Abdi’l-Berr”in el-İstiâb’m&a da zikredildiği üzere ekseri alimlere göre katil Muhallim b. Cessame, maktul (öldürülen) de Amir b. el-Edbat idi. [1][29]
Açıklaması
Ey Allah’ı ve Rasulü’nü tasdik edenler! Düşmana karşı cihad için yola çıktığınız ve Müslüman mı kâfir mi, barışçı mı savaşçı mı diye durumundan şüphelendiğiniz birini gördüğünüz vakit onun hakkında hüküm vermekte acele etmeyin, hakikî durumunu iyice tahkik edin. Size selâm vermesi ve kelime-i şe-hadeti diliyle söylemesi, mümin oluşundan ötürü müdür diye araştırın. Onu öldürmekte acele davranmayın. Teslim olup sizinle savaşmayan ve müslüman olduğunu izhar eden kişiye “Sen mümin değilsin” demeyin. Siz zahire, dış duruma göre amel etmekle memursunuz. İç durumunu Allah Teâlâ daha iyi bilir.
Siz acele ederek dünya hayatının mal ve metamı sonunda kaybedecek olan fani ganimetlerini elde etmek istiyorsunuz ama biliniz ki Allah katında sayılamayacak kadar çok rızıklar, nimet ve lütufiar bulunuyor. Göklerin ve yerin hazineleri O’nun yanındadır. Allah’a itaat ve ibadet ederek o sonsuz nimetleri talep edin, bu sizin için daha hayırlıdır. Sizin bu şekilde davranmanız ve insanların kalplerindeki iman hakkında hüküm vermekte acele ederek onları “Yapmacık olarak, bizden kendini korumak için, kılıç korkusundan dolayı böyle söylüyor” diye itham etmeniz size yakışmaz ve zaten bu muameleniz sahih de olmaz.
Hem nasıl unutursunuz ki sizler de daha önce böyle idiniz. Gizlice iman etmiştiniz, imanınızı müşriklerden gizliyordunuz. Daha sonra imanınızı açığa vurdunuz. Öldürdüğünüz kişinin hali de işte böyleydi, imanını kendi kavminden gizlemekteydi. “O zaman da hatırlayın ki siz yeryüzünde azlıktınız, mus-taz’aflardan (aciz ve zayıf tanınanlardan) idiniz” (Enfâl, 8/26). Allah Teâlâ size lütfetti de emniyet ve huzur haline kavuştunuz, müminler sırasına katıldınız. Allah celle ve alâ size istikamet ve imanınızı açığa vurabilmek gibi nimetleri vermek, dinini aziz kılmak, İslâm’ın gücünü takviye etmek, öldürmekte acele davrananın tevbesini kabul eylemek gibi lütuflarda bulundu. Üsame, bu olaydan sonra “Lâ ilahe illallah” diyen hiçbir kimseyi öldürmeyeceğine yemin etmiştir. Zemahşerî “Önceden siz de böyle idiniz” cümlesinin tefsirinde der ki: İslâm’a ilk girdiğiniz vakit siz de bu halde idiniz. Ağzınızdan kelime-i şehadet duyulur duyulmaz kanlarınız ve mallarınız dokunulmazlık kazandı, gönlünüz-dekinin dilinizden çıkana uygun olmadığının anlaşılması beklenmedi. [2][30]
Allah Teâlâ daha sonra iyice araştırma yapmak icap ettiği hususunu tekit etmiş, yapmaya girişecekleri bir iş ile ilgili açık delillere, yeterli karinelere sahip olmalarını, acele verilmiş bir karar ve zanla hareket etmemelerini emretmiş ve işin gerçeği anlaşılana dek düşünmeleri gerektiğini bildirmiştir. Çünkü
imanın bulunduğuna hüküm vermek için salt görünen hal kâfidir. Öldürmek için ise adamın kâfir olarak kaldığına dair kuvvetli bir delile dayalı zannı galip bulunmalıdır. O halde siz de İslâm’a yeni girenlere, size yapılanı yapın, öldürmekten ve savaştan vaz geçmek için zahirî İslâm’ı muteber kabul edin.
Şüphesiz ki Allah Teâlâ yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır, ahvalinize niyet ve maksatlarınıza vakıftır. Onlara göre size hakettiğiniz karşılığı verecektir. Bu ifade bir tehdit ve vaiddir, aynı hataya düşmenin tekrarlanmaması için bir uyarıdır. O halde hemen öldürmek için koşturmayın, bu konuda ihtiyatlı olun, hataya düşmekten son derece sakının. [3][31]
Mücahidler İle Cihadı Bırakıp Evinde Oturanlar Arasındaki Üstünlük Farkı
95- Müminlerden özür sahibi olmaksızın oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler bir olamaz. Allah mallarıyla, canlarıyla cihad edenleri, derece itibarıyla, oturanlardan çok üstün kıldı. Allah hepsine de cenneti vaad etmiştir. Fakat Allah, cihad edenlere oturanların üstünde daha büyük bir ecir vermiştir.
96- Kendi tarafından dereceler, mağfiret ve rahmet vermiştir. Allah, çok yarhğayıcıdır ve çok esirgeyicidir.
Nüzul Sebebi
Buharî, Berâ (r.a.)’dan rivayet ediyor: “Müminlerden, oturanlar… ile müca-hidler bir olamazlar” ayeti inince Resulullah (s.a.) “Filanı çağırın” dedi. O kimse yanında yazı için gereken hokka, levha, kemik gibi malzemeler olduğu halde geldi. Resulullah (s.a.) “Müminlerden oturanlar ile Allah yolunda cihad edenler bir olamaz” diye yaz buyurdu. O sırada müezzin İbni Ümmi Mektûm, Peygamberin (s.a.) arka tarafında bulunuyordu. Dedi ki: “Ey Allah’ın Rasulü, ben körüm.” Bunun üzerine o ayet yerine “Müminlerden özür sahibi olmaksızın oturanlar ile… mücahidler bir olmaz…” ayeti nazil oldu.
Tirmizî, benzer bir sebebi İbni Abbas hadisinde şöyle rivayet etmiştir: Abdullah b. Cahş ile İbni Ümmi Mektûm “Biz ikimiz de kör kimseleriz” dediler.
İşte “Özür sahibi olmaksızın” cümlesinin eklenmesi sebebinin beyanı budur.
Sûyutî ise; “Müminlerden oturanlar… ile mücahidler bir olamaz” ayeti Müslüman oldukları halde hicret etmeyen, sonra da Bedir günü kâfirlerle birlikte öldürülmüş olan bir topluluk hakkında inmiştir. Ayetin inişi Bedir Gazası zamanında olmuştur.” demektedir. [4][32]
Açıklaması
Bedir Gazasına gitmeyen bir topluluğun yaptığı gibi müminlerden cihada katılmayıp evlerinde, yurtlarında oturanlar ile zalimlerin tecavüzünü engellemek, hakkı hakim kılıp onu savunmak suretiyle Allah’ın rızasını kazanmak için mallarını ve canlarını O’nun yolunda feda ederek cihad edenler bir ve eşit olamazlar. İslâm’ın ilk devrinde, hicret sonrası Bedir Savaşma katılanların cihadı böyleydi.
Ancak Allah Teâlâ, cihad farizası yükümlülüğünden özür sahiplerini istisna etmiştir. Özür sahipleri körlük, topallık gibi hastalığı bulunanlardır. Bu durum, cihadı terk etmeyi mubah kılıcı bir özürü bulunanlar için, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenlerle aynı olmaktan bir çıkış yolu olmaktadır. O sebeple bunlar, güçleri bulunsa cihad etmeye gönülden niyet ettikleri için kınanmaz ve azarlanmazlar. Buharî, Ahmed ve Ebu Davud’un rivayetine göre Resulullah (s.a.) Tebûk Gazasından sonra Medine’ye girerken “Medine’de öyle insanlar var ki gittiğiniz her yerde, geçtiğiniz her vadide sizinle beraber olmuşlardır” buyurdu. Ashab “Kendileri Medine’de bulundukları halde mi?” diye sorunca Resulullah (s.a.): “Evet, Medine’de bulundukları halde. Onları cihada katılmaktan özür alıkoydu” cevabını verdi.
Sonra Allah Teâlâ, cihad edenlerin, özrü bulunmadığı halde cihaddan geri kalıp yurtlarında oturanlara olan üstünlüğünü haber vermiştir. Allah Teâlâ öyle bir dereceye yükselmiştir ki miktarını tahmin mümkün değildir: Dünyada zafer, nusret, iyi nam ve şöhret ile ganimetler, ahirette de cennette bulunan yüksek makamlar ve bol sevaplar…
Allah Teâlâ cihad edene de, cihadı temenni etmekle birlikte bir özrü veya acizliği sebebiyle cihaddan geri kalıp oturana da, her iki zümrenin de imanı kâmil, niyet ve ameli halis olduğu için hüsnâyı, yani cenneti ve bol mükâfat vaad etmiştir.
İbni Kesir diyor ki: Ayet, cihadın farz-ı ayn olmadığına, farz-ı kifâye olduğuna delâlet etmektedir.[5][33]
Daha sonra Allah Teâlâ mutlak olarak mücahitlere özür sahibi olmaksızın cihaddan geri oturanların üstünde daha büyük bir ecir verdiğini haber vermektedir.
Bu büyük ecir, yüksek cennetlerin odalarında bulunan yüce makam ve derecelerdir. İnsanların bunları dünyada sayı ve hesap ile takdir edip ölçmesi zordur. Nitekim Allah Teâlâ bir ayet-i kerimede de: “Baksana, biz onların kimini kiminden nasıl üstün kıldık. Elbette ahiret, dereceler itibarıyla da daha büyüktür, üstün kılmak bakımından da daha büyüktür.” (İsra, 17/21) buyurmuştur. Derecelerdeki üstünlük farkı iman kuvvetine, Allah rızasını rahat ve nimetlere, kamu menfaatini özel menfaate tercih etmeye dayalıdır.
Sahihayn’da Ebu Said el-Hudrî (r.a.) tarafından rivayet edilen hadisinde Resulullah (s.a.) buyuruyor ki: “Cennette yüz derece vardır. Allah bunları kendi yolunda cihad edenler için hazırlamıştır. Her iki derecenin arası, gök ile yeryüzü arası gibidir.” Resulullah (s.a.), İbni Mes’ud (r.a.) tarafından rivayet edilen hadisinde de şöyle buyuruyor: “Kim bir ok atarsa ona bir derece ecir ve sevap verilir.” Bir adam “Ey Allah Rasulü, derece nedir?” diye sorunca Resulullah (s.a.): “Ona gelince, o senin annenin kapı eşiği değildir, iki derece arası yüz senedir.” [6][34] dedi.
Ecir ve sevap aynı zamanda günahların, hataların mağfiret edilmesidir. Bu rahmet ve berekât hallerini, Rahman onlara mahsus kılmış olup fazl u keremi ile mağfiretten fazla olarak vermiştir. O’nun tarafından sunulan bir ihsan ve ikramdır bunlar. Allah Teâlâ’nm şanı ve hiç ayrılmaz daimi sıfatı, hak etmiş olanlara mağfireti ile muamele etmesidir. Rahmeti de aklen bunun kendisine icap ettiği kimseleredir. Ancak bu, ilahî lütfa kalmış bir iştir. [7][35]