VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 5. VE 6. AYETLER

Sefihleri (Kıt Akıllıları), Küçükleri Ve Benzerleri Hacr Altına Almak Ve Reşit Olmadıkça Mallarını Teslim Etmemek
5- Allah’ın sizin için geçimlik kıldığı mallarınızı beyinsizlere vermeyin. Kendilerine bunlardan yedirin, giydirin, bir de onlara güzel söz söyleyin.
6- Yetimleri evlenme çağına erecekleri zamana kadar deneyin. Şayet onlarda bir reşitlik görürseniz mallarını kendilerine teslim edin. Büyüyecekler diye onları israfla tez elden yemeyin. Zengin olan kaçınsın, fakir olan da örfe göre yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman onlara karşı şahit bulundurun. Hesap sorucu olarak Allah yeter.
Nüzul Sebebi
“Yetimleri evlenme çağına geldikleri zamana kadar deneyin…” mealindeki 6. ayet-i kerime Said b. Rifâa ile amcası hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: Ri-fâa vefat etmiş ve oğlu Sabit’i küçük yaşta yetim bırakmıştı. Sabit’in amcası Resulullah’ın yanına varıp şöyle dedi: “Kardeşimin oğlu yanımda yetim olarak bulunmaktadır. Malından bana helâl olan nedir ve malını ben kendisine ne zaman teslim edeyim?” Bunun üzerine Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi indirdi. [1][7]
Açıklaması
Yüce Allah sefih ve savurgan kimselere insanlar için ticaret ve buna benzer yollarla geçimlerini ayakta tutacak bir vasıta kıldığı mallarını teslim etmeyi yasaklamaktadır. Bu yasaklama ise sefihleri hacr altına almanın delilidir.
Sefihlik (ya da hacr altına almak) ya küçüklük ya delilik ya da akıl ve dinde kıtlık, eksiklik, kötü tasarruf ya da iflâs sebebiyle olur. İflâs ise, bir kişinin borca batması ve elindeki malın borcunu karşılamaya yeterli olmaması demektir. Alacaklılar hakimden hacr altına alınmasını isteyecek olurlarsa, hakim de bu borçluyu hacr altına alır.
İlim adamları ayet-i kerime ve muhatap alınanın tayini ve sefihlerden kimlerin kastedildiği hususunda farklı görüşlere sahiptir. Bu görüşlerin en meşhurları şunlardır: Sefihlere mallarını vermemek üzere muhatap alınanlar yetimlerin velileridir. Sefihler ise ya mutlak olarak yetimler yahut da fiilen mallarını saçıp savuran kimselerdir. Bir diğer görüşe göre ise muhatap bütün ümmettir. Yasak da her türlü sefihi kapsamına alır. İbni Abbas ve İbni Mes’ud (r. anhum) derler ki: Burada hitap insanlar arasında aklı eren herkesedir. Sefihlerden kasıt ise kadınlar ve küçüklerdir. Maksat da bunlar arasından reşit olmayan kimselere malın verilmesinin yasaklanmasıdır. Buna göre bu yasak küçük, deli ve savurganlığı sebebiyle hacr altına alman herkesi kapsar.
Birinci görüşe göre, mallar muhatap olan velilere ait zamire izafe olur. Aslında malın yetimlere ait olmasına rağmen böyle bir izafenin yapılması, bu mallan koruma hususunda onları titiz davranmaya itmek içindir. Bu da yetimlerin mallarını kendi mallan gibi gözetmekle olur. Çünkü yetim ile velisi arasında belli bir nesep bağı vardır. İkinci görüşe göre ise mallar lafzın hakikatine uygun olarak muhatap alınanların zamirine izafe edilmiştir. Yani mallar ümmete ait gösterilmiştir.
Yüce Allah’ın, “Allah’ın sizin için geçimlik kıldığı mallarınızı” buyruğunun anlamı ise şudur: Mallar hayatı ayakta tutan unsurdur. Geçimin, işlerin düzene girmesine sebeptir. Ümmetler mal ile ilerler, uygarlık yapısını yükseltir. Fert ve toplum mal ile mutlu olur. Düşmanlara karşı zafer de yine onunla gerçekleşir. Selef ise, “Mal müminin silâhıdır; Allah’ın kendisi dolayısıyla beni hesaba çekeceği bir mal bırakmak, benim için insanlara muhtaç olmaktan daha hayırlıdır” derdi. Rivayet edildiğine göre Süfyan’ın ticaret yaptığı bir malı vardı. Kendisine “Bu ticaret malı seni dünyaya yaklaştınr” denilince şöyle dedi: “Bu ticaret malı dünyaya yaklaştınyor olabilir. Ama beni dünyaya karşı korumuştur da.” Yine selef şöyle derdi: “Ticaret yapın ve kazanın. Çünkü sizler öyle bir zamanda bulunuyorsunuz ki, biriniz muhtaç düşecek olursa, bu ihtiyacı dolayısıyla ilk yiyeceği şey kendi dini olacaktır.” [2][8]
Malın hayatın işlerinin düzenlenmesine araç kılınması onun işletilmesini, arttınlmasını gerektirir. Ancak bu, malı yığmak, saklayıp biriktirmek için olmamalıdır. Ayrıca hikmetli ve harcamalarda iktisatlı davranmak suretiyle malın idare edilmesini de gerektirir. Nitekim Kur’an-ı Kerim şu buyruğu ile müminlere bu yolu göstermiştir: “Ve onlar ki infak ettiklerinde israf da etmezler, cimrilik de göstermezler; bunun arasında orta bir yol tutarlar.” (Furkân, 25/67). Peygamber (s.a.) de iktisatlı davranmayı teşvik etmiştir. Ahmet, İbni Mes’ud’dan, “İktisatlı davranan fakir düşmez” sözünü rivayet ettiği gibi, Tabe-rânî ve Beyhakî de İbni Ömer’den şöyle dediğini rivayet etmektedirler: “Harcamalarda iktisat geçimin yarısıdır. İnsanlara sevgi göstermek aklın yarısıdır. Güzel bir akıl da ilmin yansıdır.”
Yüce Allah’ın, “Kendilerine bunlardan yedirin, giydirin” buyruğunun anlamı da şudur: Yani onların malları, geçimlerini ve yiyecek ihtiyaçlarını karşılayabilecek şekilde olsun. Bunu da mallarını ticaretle arttırarak yapınız. Böylelikle yapılacak olan harcama, mallarının nemasından ve kârından olsun. Sermayeden olmasın ki, bu harcamalar mallarını bitirip tüketmesin. İşte malların yiyimleri ve giyimleri için bir yer olarak tespit edilmesinden anlaşılan budur. O bakımdan Yüce Allah “bunlardan” buyruğunda (minhâ) değil de (fîhâ) diye buyurmuştur.
Yüce Allah’ın, “Bir de onlara güzel söz söyleyin” buyruğunun anlamı da şudur: Yani her veli velayeti altında bulunan kişiye gönlünü hoş edecek güzel sözler söylesin ve ona güzel vaatlerde bulunsun. Meselâ, küçüğe şöyle desin: “Bu mal senin malındır. Ben bu mal üzerinde ancak güvenilir bir vekilim. Büyüdüğünde bu malı sana vereceğim.” Şayet o küçük sefih (kıt akıllı) ise ona öğüt verir, nasihat eder ve israf ve savurganlığı terk etmeye teşvik eder. Bunun sonucunda fakir düşmenin, insanlara muhtaç olmanın kaçınılmaz olacağını anlatır. Güzel (ma’rûf) söz, şer’an veya aklen güzel görülen ve bunun içinde insanın nefsini rahatlatan söz yahut davranıştır. Münker ise şer’an veya aklen çirkinliği dolayısıyla nefsin hoş görmediği şeydir.
Yetimlere mallarının verilmesinin emredilmesinden sonra Yüce Allah bu malın verileceği zamanı ve bundan önceki durumları açıklamaktadır ki bu da o yetimlerin sınanmasıdır. Yüce Allah bizlere mallarını kendilerine teslim etmeden önce yetimleri sınamamızı emretmektedir. Evlenme yaşma geldikleri vakit -ki bu da evlenme yaşıdır- onları denemekle emrolunduk. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Sizden çocuklar ergenlik yaşına geldiklerinde…” (Nûr, 24/59) yani bulûğ yaşına vardıklarında. Bu ise mükellef olmanın sınırıdır. Bu da ya ihtilâm ile olur ya da kızın ay hali görmesiyle olur ya da belli bir yaşı doldurmakla olur. Bu yaş ise Şafiî ve Ahmed’in görüşüne göre on beştir. Bu yaşa gelip de reşit oldukları takdirde, yani koruma, yönetme, artırıp genişletme hususlarında güzel tasarrufta bulunabildikleri zaman mallarını kendilerine teslim ediniz. Aksi takdirde onların reşit olduklarını görünceye kadar sınamaya devam ediniz. Ebu Hanife’nin görüşüne göre ise, yetim yirmi beş yaşına ulaştığı takdirde reşit olmasa dahi, malı kendisine teslim edilir. Çünkü bundan önceki ayet-i kerimede, “Yetimlere mallarını veriniz” diye bu-yurulmaktadır. Diğer taraftan ergenlik yaşma gelip de imanı ve küfrü muteber olan bir kimseye malını teslim etmemek zulme benzer bir şeydir. Ayrıca böyle bir davranış onun insan oğlu olma haysiyetini de ayaklar altına almaktır. Fakat ayet-i kerimenin zahiri bulûğa erseler dahi reşit oldukları görülmedikçe mallarının verilmeyeceğini ortaya koymaktadır. Cumhurun görüşü de budur.
Ebu Hanife ve Şafiî’nin görüşüne göre sınama, ergenlik yaşından önce olur. Buna delil ise gaye (nihai nokta)yi ifade etmek üzere kullanılan (hattâ) = …e, a kadar” edatıdır. Malik’in görüşüne göre ise bu bulûğdan sonra olur.
Ebu Hanife buna bağlı olarak velinin izni ile aklı eren mümeyyiz küçüğün tasarruflarını sahih kabul etmiştir. Çünkü bu bir sınamadır. Bu sınama ise velinin küçüğe alışveriş yapmasına izin vermesi ile ortaya çıkabilir. Bu da böyle birisinin tasarrufunun sahih olmasını gerektirir.
Şafiî ise der ki: Sınama tasarruf iznini gerektirmediği gibi, öyle bir izne bağlı olması da gerekmez. Aksine deneme küçüğün durumuna uygun bir şekilde tasarruf olmaksızın da yapılabilir. Meselâ, ticaret yapan birisinin oğlu ak-din tamamlanmasından öncesine kadar alım ve satım hususunda denenir. Akit o noktaya geldi mi dilediği takdirde veli akdi gerçekleştirebilir. Eğer tasarruf hususunda küçüğe fiilen izin caiz olsa, küçükken malın da ona verilmesi caiz olur. Çünkü malının ona verilmesinin engellenmesinin sebebi, tasarrufunun sahih olmamasıdır. Aynı şekilde küçüğün kendi malındaki tasarrufu da malının ona verilmesine bağlıdır. Malının ona verilmesi ise bulûğ ve ondan sonra reşitlik olmak üzere iki şartın gerçekleşmesine bağlıdır.
Şafiî’ye göre reşitlik, din ve malî konularda salâhtır.
Cumhura göre ise reşitlik, yalnızca malî konularda salâhtır. Daha sonra Yüce Allah şu buyruklanyla velilere bazı şeyleri yasaklamaktadır: Zorunlu bir ihtiyaç olmaksızın ergenlik yaşına varmadan önce yetimlerin mallarını çabucak tez elden çıkarmak için yemeyiniz. Yani onların mallarını sizden alacakları yaşa gelmezden önce çabuk davranarak onları yemeye kalkışmayınız.
İsrafsız olarak ve ergenlik yaşma gelmeden önce ölür korkusuyla eli çabuk tutmak söz konusu olmaksızın, yaptığı işin ve kontrolünün karşılığı olarak yetimin malından yemek zorunda kalan muhtaca gelince: Eğer velayeti altmda bulunan yetimin malına ihtiyacı olmayan zengin bir kimse ise, yetimin malından yemeyip afiflik göstersin. Fakir kimse ise yetimin malından açlığını giderecek, avretini örtecek kadar zorunlu ihtiyacı kadarını yesin. Bunu Ahmed’in Abdullah b. Amr’dan yaptığı şu rivayet de desteklemektedir: Bir adam Resulul-lah (s.a.)’a, “Benim bir malım yok, himayem altmda bir yetimim var” diye soru sorar. Hz. Peygamber ona şöyle der: “İsraf etmeksizin, kendin için mal biriktirmek yoluna gitmeksizin, saçıp savurmaksızın ve malını korumaya kalkışmaksı-zın -yahut- onun malını feda ederek kendi malını kurtarmak yoluna gitmeksizin yetiminin malından yiyebilirsin.”
el-Cassâs [3][9] Yüce Allah’ın, “Büyüyecekler diye onları israfla tez elden yemeyin” buyruğunu büyüme sınırına gelmesi halinde aklı başında olduğu takdirde reşitliğinin görülmesi şartına bağlı kalmaksızın, yetimin malını almaya hak kazandığına delil göstermektedir. Çünkü bulûğdan sonra reşitliğin görülmesi şartı koşulmuştur. Yine el-Cessas bu ayet-i kerimeyi şuna delil gösterir: Büyüme yaşına geldikten sonra yetimin malını elinde tutmak veli için caiz değildir. Eğer bu böyle olmasaydı burada “büyüme”nin söz konusu edilmesinin bir anlamı olmazdı. Zira yetimin velisi, büyümeden önce de sonra da yetimin malında hak sahibi olurdu. İşte bu da yetim büyüme sınırına geldiği takdirde malının kendisine verilmesi hakkını kazandığını göstermektedir. Ebu Hanife bu hususta büyüme sınırım yirmi beş yaş olarak kabul etmiştir. Çünkü bu yaştaki bir kimse dede olması ihtimal dahilindedir. Dede olabilecek yaşta olup da büyükler arasında sayılmamasına ise imkân yoktur.
Şafiîler ise der ki: Yüce Allah’ın, “Büyüyecekler diye” buyruğundan kasıt reşit olarak bulûğa ermeleridir. Bu da Yüce Allah’ın şu buyruğu ile amel etmenin bir gereğidir: “Evlenme çağına erdikleri zamana kadar deneyin. Şayet onlarda bir reşitlik görürseniz, mallarını kendilerine teslim edin.” Yüce Allah bunu büyüme diye ifade etmiştir. Zira adam olma yaşma gelen kimsenin reşit olduğu çoğunlukla görülen bir durumdur.
İlim adamları şöyle bir soru sorarlar: Acaba velinin yetimin malından yedikleri, yaptıklarına karşılık olarak bir ücret sayılır mı sayılmaz mı? Hanefîle-rin görüşüne göre bu bir ücret değildir. Başkalarının görüşüne göre ise bu bir ücrettir ve bunlar zengin ile fakir arasmda fark gözetmezler. Nitekim bir ücret karşılığı yapılan bütün işlerde kıyas bunu gerektirir (yani zengin ile fakir arasında fark olmaması gerekir). O takdirde Yüce Allah’ın, “Zengin olan kaçınsın” buyruğundaki emir de mendup olma şeklinde yorumlanır. Fıkhî kaide ise bu ücretin veliye ister yetsin ister yetmesin ecr-i misil ile belirlenmesini gerektirmektedir.[4][10] Daha sonra Yüce Allah malın ödenme yolunu şöylece açıklamaktadır: Ey veliler ve vasiler! Sizler malları yetimlere teslim ettiğiniz takdirde onlar tarafından malların kabzedildiğine ve bu konuda zimmetinizin ibra olunduğuna dair şahit tutunuz. Çünkü -daha önce sözü geçen önce bulûğ, sonra reşitlik şartlarına riayet ettikten sonra- bu şekilde şahit tutmak sizin itham altında kalmanız ihtimalini uzaklaştırır; bu konuda dava edilmenize imkân vermez ve emanete daha uygundur.
Bu ayet-i kerimenin zahiri ile amel etmenin bir gereği olarak Malikîlerle Şafiîlere göre böyle bir şahit tutmak vaciptir. Çünkü bu şekilde şahit tutmayı terk etmek, karşılıklı davalaşmaya, mahkemeleşmeye götürür. Ayrıca emir kipi vücup ifade eder. Hanefiler ise böyle bir şahit tutmayı mendup kabul ederler. Bunun vücup ifade etmesine mani olan karine ise, vasinin emin bir kimse olmasıdır. Emin bir kimsenin, kendisine güvenene malını verdiği iddiasında bulunacak olursa, yemini ile birlikte sözü doğru kabul edilir. Yüce Allah’ın, “Hesap sorucu olarak Allah yeter” buyruğu ise böyle bir belgelendirmenin gerekmediği hususunda lehlerine delildir. Bunun anlamı da şöyle olur: Sizinle yetimler arasında Yüce Allah’tan daha iyi bir tanık bulunamaz. Böyle bir açıklama Said b. Cübeyr’den rivayet edilmiştir.
Vasinin, malı, baliğ olduktan sonra yetime teslim ettiği iddiası ve küçükken ona yaptığı harcamalar hususunda vasinin sözü doğru kabul edilir mi?
İmam Malik ve Şafiî der ki: Sözü doğru kabul edilemez, çünkü vasi malik değildir. İmam Ebu Hanife ve arkadaşları ise, doğru kabul edilir, derler. Çünkü vasi emindir, eminin ise emin olarak görülmeye devam ettiği sürece yemini ile sözü doğru kabul edilir.
Daha sonra Yüce Allah ayet-i kerimeyi küçük büyük bütün işleri koruyup gözettiğini vurgulayarak sona erdirmekte ve hesaba çeken olarak kendisinin yeterli olduğunu hatırlatmaktadır. Yani sizi gözetleyen ve gizleyip açıkladığınız şeyler dolayısıyla hesaba çeken olarak Allah yeter. [5][11]