VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 165. VE 168. AYETLER

Uhud Gazasında Müminlerin Bir Takım Hataları İle Münafıkların Bazı Kabahatleri
165- Böyle iken başlarına iki katını getirdiğiniz bir musibet size gelip çatınca mı, “Bu bize nereden geldi?” dediniz? De ki: “O kendinizdendir. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.”
166- İki ordunun karşılaştığı gün başınıza gelen musibet Allah’ın emriyle idi. Ve bu müminleri ayırd etmesi içindi.
167- Bir de münafıklık edenleri açığa çıkarmak içindi. Onlara, “Gelin, Allah yolunda savaşın yahut müdafaa yapın” denildiği vakit “Eğer biz savaş olacağını bilseydik, arkanızdan gelirdik” dediler. Onlar o gün imandan çok küfre daha yakındılar. Onlar ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Allah onların gizlediklerini çok iyi bilendir.
168- Kendileri oturup da kardeşleri için, “Eğer bize itaat etselerdi öldürül-mezlerdi” diyenlere de ki: “Eğer doğru söyleyenlerden iseniz haydi kendinizden ölümü geri çevirin!”
Nüzul Sebebi
- ayet-i kerime olan, “Böyle iken başlarına iki katını getirdiğiniz bir musibet…” buyruğu ile ilgili olarak İbni Ebî Hatim, Ömer b el-Hattab’dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bedir günü yaptıkları sebebiyle Uhud günü cezalandırıldılar. Çünkü onlar Bedir’de aldıkları esirler karşılığında fidye almışlardı. Bu bakımdan onlardan yetmiş kişi öldürülmüş, Resulullah (s.a.)’ın arkadaşları kaçmış, Hz. Peygamberin ön dişi kırılmış ve başındaki miğfer parçalanmış, yüzüne kan akmıştı. Bunun üzerine Yüce Allah, “Böyle iken başlarına iki katını getirdiğiniz bir musibet…” buyruğu, “De ki: O kendinizdendir” buyruğuna kadar nazil oldu. (Hz. Ömer) der ki: “Kendinizden” ile kasıt, sizin fidye alnı anızdır. [1][35]
Açıklaması
Bu ayet-i kerime daha önce Uhud savaşı ile ilgili olarak geçen Yüce Allah’ın, “Muhakkak Allah size olan vaadine sadık kaldı.” (Âl-i İmrân, 3/152) ayetine atfedilmiştir. Bunun mahzûf bir buyruğa atfedilmiş olması da mümkündür. Sanki, “Siz bunu yapmış ve o vakit de, “Bu da nereden geldi demiştiniz?” gibidir. Bu da (bu bakımdan) Yüce Allah’ın, “Ey Meryem bu sana nereden geliyor1?” (Al-i İmrân, 3/37) buyruğunu andırmaktadır.
Buyruğun anlamı şudur: Başınıza gelen musibete sebep sizsiniz. Çünkü sizler Medine’den çıkmayı tercih ettiniz yahut da okçular tepesindeki yerinizi bırakıp ayrıldınız. Hz. Ali’den nakledildiğine göre ise sebep; Bedir günü alınan esirlerden müminlerin izin verilmeden önce fidye almalarıdır.
Yüce Allah’ın, “Böyle iken… çatınca mı?” buyruğundaki soru, karşı tarafa cevabı söyletmek ve azarlamak içindir. Yani ey münafıklar ve gazaya katılanlar! İtiraz etmemeli ve hayretle, “Bu olay başımıza nerden geldi yahut bu musibet nereden gelip bizi buldu?” dememelisiniz. Sözü geçen musibet ise Uhud günü onlardan yetmiş kişinin öldürülmesidir. Adeta onlar Allah’ın emirlerine ne kadar muhalefet etseler, ne kadar isyan etseler zaferin her zaman için Müslümanlar tarafında olması gerektiğini sanıyor gibidirler. Diğer taraftan Bedir günü müşriklere kendilerinin gördüğü bu zararın iki katım vermişlerdi. Müşriklerden yetmiş kişiyi öldürmüş, yetmiş kişiyi de esir almışlardı.
Daha sonra Yüce Allah onların bu şekilde soru sormalarına karşılık azarlayarak ve sitemle şöylece cevap vermektedir: Meydana gelen olay sizin masi-yetinizin uğursuzluğundandır. Allah’ın Rasulü size yerinizden ayrılmamanızı emredince sizin ona isyan etmeniz dolayısıyladır. Ey okçular! Siz ona itaat etmeyip karşı geldiniz.
Allah’ın Rasulüne isyan şekilleri pek çoktur: Peygamber (s.a.)’in görüşü Medine’de kalmak yönünde olduğu halde Medine’den çıkmanız, dağılmanız, görüşünüzün zaafı, anlaşmazlığa düşmeniz, Resulullah (s.a.)’ın savaşanların arkasını korumak üzere durmanızı istediği yerden ayrılmak suretiyle emirlerine karşı gelmeniz… Bilindiği gibi cezalar davranışların kaçınılmaz sonuçlandır. Yüce Allah ise masiyeti terk etmek, Allah’ın ve Rasulünün emirlerine bağlı olmak şartıyla size yardım vaadinde bulunmuştur, “Eğer Allah’a dinine yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınıza sebat verir.” (Muhammed, 47/7).
Şüphesiz Allah her şeye kadir olandır. Yani o dilediği şeyi yapar, dilediği gibi hüküm koyar, kimse O’nun hükmüne karşı çıkamaz. O sabır ve sebat göstermeniz şartıyla size yardımcı olmaya kadir olandır. Emrine aykırı davranıp isyan ettiğiniz takdirde de yardımını alıkoymaya gücü yetendir. Bütün bunlar ise sebeplerin sonuçlarla ilişkisini kuran kanuna bağlıdır. Bununla beraber ilâhî kudretin dışında hiç bir şey yoktur.
Daha sonra Yüce Allah teselli ederek şuna işaret etmektedir: Ey müminler! İki ordunun, Müslümanların ordusu ile müşriklerin ordusunun Uhud’da karşılaştığı gün, başınıza gelen her türlü musibet, Allah’ın izni, iradesi, kaza ve kudreti ile olmuştur. O’nun bunda pek çok hikmeti vardır. Varlık aleminde O’nun irade ve hikmetine boyun eğmeyen hiç bir şey yoktur.
Hikmetin tecellilerinden bir kısmı da şöyledir: Şanı yüce Allah müminlerin imanlarının kuvvet ve zaafını, sabır ve sebatlarını yahut tahammülsüzlüklerini bildiğini açıkça ifade eder. O sabreden, sebat gösteren, sarsılmayan kimseleri bildiği gibi, yoldan liderleriyle birlikte dönen Abdullah b. Ubeyy b. Se-lûl’un arkadaşlarını da bilir. Bunlar üç yüz kişi idiler.
İşte bu münafıklar Allah yolunda savaşmaya yahut da canlarını, aile ve vatanlarını savunmaya çağrıldıkları takdirde şöyle cevap verirler: Eğer biz sizin bu gazanızda savaşacağınızı bilseydik mutlaka arkanızdan gelir, sizinle beraber yola koyulurduk. Fakat biz sizin savaşmayacağınızı biliyoruz. İşte bu, münafıklığın kalplerinde oldukça kök saldığını, onların amaçlarının işleri karıştırmak, kötülükleri saklamak, alay etmek, gerçekleri tanınmaz hale getirmek olduğunu, bununla birlikte Uhud’da müşriklerin toplanıp Müslümanların da onlarla karşılaşmaya çıkışlarının, onlarla savaşmak istediklerinin açık bir karinesi olduğunu görüyoruz. Rivayet edildiğine göre ayet-i kerime Abdullah b. Ubeyy b. Selûl ile Medine-i Münevvere’den Resulullah (s.a.) ile birlikte çıkan bin kişi arasında bulunan arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Daha sonra bunlar yolun yansından geri dönmüştü. Sayıları üç yüz kişi idi. Amaçlan Müs-lümanlan zayıflatmak ve onlann bozulmalannı sağlamaktı.
İşte bu münafıkların, “Eğer biz savaş olacağını bilseydik arkanızdan gelirdik” şeklindeki sözleri o gün imandan daha çok küfre yakın olduklarını ortaya koymaktadır. Zira geri dönmeleri ve Müslümanların bozguna uğramalarını sağlamak kararını vermeleri ile bu konudaki karine ve belirtiler açıkça ortaya Çıkmış oluyordu. Allah yolunda cihaddan ve düşmanların saldınsı esnasında İslâm vatanını savunmaktan geri duran bir kimse müminlerden olamaz. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Müminler ancak Allah’a ve Rasulüne iman eden, sonra da şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad eden kimselerdir. İşte onlar doğru olanların ta kendileridir.” (Hucurât, 49/15).
“Onlar o gün imandan çok küfre daha yakındılar.” ayet-i kerimesini, kişinin durumunun değişip duracağına ve bazı hallerde küfre daha yakın, bazı hallerde de imana daha yakın olacağına delil göstermişlerdir.
Onlar doğru olduğuna inanmadıkları bir söz söyledikleri gibi, kalplerinde olmayanı da ağızlanyla söylerler. İşte münafıklann durumu da budur. Onların, “Biz savaş olacağını bilseydik arkanızdan gelirdik.” şeklindeki sözleri de bu kabildendir. Onlar -önceden de açıkladığımız gibi- müşrikler ordusunun uzak şehirlerden Müslümanlara karşı intikam alevleriyle geldiklerini biliyorlardı. Çünkü Bedir günü onlann ileri gelenleri ölmüştü. Uhud’a gelen müşriklerin sayısı Müslümanların bir kaç kat fazlasıydı ve münafıklar Müslümanlarla müşrikler arasında kaçınılmaz bir savaşın olacağını biliyorlardı. Bu ise onlann söylediklerinde yalancı olduklannın delilleri arasındadır. Bundan dolayı Yüce Allah, “Allah onların gizlediklerini çok iyi bilendir.” diye buyurmaktadır: Onlann içlerinde gizledikleri küfrü, Müslümanlar hakkındaki hile ve tuzaklarını çok iyi bilir, demektedir. İşte bu, onlara yapılan açık bir tehdittir. Açıkça onlar rezil edilmektedir. Münafıklığın kendilerine fayda vermeyeceği belirtilmektedir. Münafıklık para etmez bir maldır. Çünkü Yüce Allah onların sırlarını ve niyetlerini çok iyi bilir. Uhud’da savaştan sonra münafıkların söyledikleri sözlerden bir kısmı da Uhud vakasında öldürülen kardeşleri hakkındaki şu sözleridir; Eğer savaşa çıkmayıp oturmalarına dair bizim kendilerine verdiğimiz aklı kabul edip sözümüzü dinleselerdi onlarla birlikte öldürülmezlerdi. İşte bu, onların bu kimselere geri dönmeyi öğütlediklerini ortaya koymaktadır. İbni Cerîr, es-Süddî’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.) bin kişi ile birlikte savaşa çıktı. Sabretmeleri şartıyla onlara zafer vaadinde bulundu. Medine’nin dışına çıktıktan sonra Abdullah b. Ubeyy b. Selûl üç yüz kişi ile birlikte geri döndü. Ebu Cabir es-Sülemî arkalarından gidip geri dönmeleri için seslendi. Şöyle dediler: Eğer biz savaş olacağını bilseydik elbette size uyardık, arkanızdan gelirdik. Eğer sen bize itaat edecek olursan mutlaka bizimle birlikte geri dönersin. İşte Allah onların bu şekildeki sözlerine, “Kendileri oturup da kardeşleri için…” sözleriyle cevap verdi ve onların kötü hallerini açığa çıkardı.
Yüce Allah onların sözlerini reddederek buyurdu ki: Ya Muhammed onlara de ki: Eğer kişi evinde oturmakla öldürülmekten yahut ölümden kurtulabilirse sizin ölmemeniz gerekirdi. Halbuki mutlaka öleceksiniz. İsterse yükseltilmiş burçlarda olunuz. Haydi doğru söyleyen kimseler iseniz kendi ölümünüzü önle-yiniz. Mücahid, Cabir b. Abdullah’tan şunu rivayet etmektedir: Bu ayet-i kerime Abdullah b. Übeyy b. Selûl ile arkadaşları hakkında nazil olmuştur. [2][36]