VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 161. VE 164. AYETLER

Ganimetlerin Paylaştırılmasında Peygamberin Adaleti Ve Ümmetini Islaha Dair Görevleri
161- Bir peygamber için hainlik etmek olur şey değil. Kim hainlik ederse kıyamet günü o hainlik ettiği şey ile gelir. Sonra her nefise ne kazandıysa eksiksiz ödenir. Onlara zulmedilmez.
162- Allah’ın rızasına uyan kimse, Allah’ın gazabına uğrayan ve barınağı cehennem olan kimse gibi midir? O ne kötü bir dönüş yeridir!
163- Onlar Allah katında derece derecedir. Allah yaptıklarını hakkıyla görendir.
164- Andolsun ki müminlere Allah içlerinde kendilerinden onlara ayetlerini okuyan, onları tertemiz eden, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce hiç şüphesiz apaçık bir sapıklık içinde idiler.
Nüzul Sebebi
Ebu Davud ve hasen olduğunu belirterek Tirmizî İbni Abbas’tan şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Bu ayet-i kerime Bedir günü kaybedilen kırmızı bir kadife parçası hakkında nazil olmuştur. Bazıları, “Belki onu Resulullah (s.a.) almıştır” dediler. Bunun üzerine Yüce Allah, “Bir peygamber için hainlik etmek olur şey değil” buyruğunu indirdi.
el-Kelbî ve Mukâtil der ki: Bu ayet-i kerime Resulullah (s.a.)’ın Uhud günü kendilerini bıraktığı noktayı terk eden okçular hakkında nazil olmuştur. Onlar ganimet elde etmek arzusuyla yerlerini bırakmış ve şöyle demişlerdi: Resulullah (s.a.)’ın, “Her kim bir ganimet alırsa o onundur deyip de ganimetleri paylaştırmayacağından korkuyoruz. Nitekim Bedir günü de paylaştırmamış-ti. Resulullah (s.a.) ise onlara şöyle demişti: “Benim emrim size ulaşmadıkça yerleştirdiğim noktayı terk etmeyeceğinize dair size emir vermemiş miydim?” Onlar, “Diğer kardeşlerimizi orada bıraktık” deyince onlara, “Hayır, siz bizim hainlik edeceğimizi ve ganimetleri paylaştırmayacağımızı zannettiniz” diye cevap verdi .[1][33]
Açıklaması
Ayet-i kerimeler Resulullah (s.a.)’ın niteliklerini ve ümmetini ıslah etmeye dair görevlerini beyan etmeye devam etmektedir. Hainlik ona yakışan bir iş değildir. Hatta hiç bir peygambere hainlik yaraşmaz. Çünkü Yüce Allah peygamberlerini makamlarına yakışmayan şeylerden korumuştur. Zira peygamberlik öyle yüksek bir mevkidir ki, o makama sahip olanı aşağılıktan ve bayağı olan işleri işlemekten alıkoyar. İşte bu münafıkların Resulullah (s.a.)’ı -öyle bir işten alabildiğine uzak olduğu halde- hainlikle ve ganimetten hırsızlıkta bulunmakla itham etmelerinin ve bu konudaki hatalarının ne kadar dehşetli olduğunu göstermektedir. Hainlik edip de gizlice ganimetlerden bir şeyler çalan herkes, kıyamet gününde o çaldığı şeyi boynunda taşıyarak gelecektir. Yani öyle bir işi yapmanın sorumluluğunu, işlediği günahın vebalini yüklenmiş olarak gelecektir.
Bu öyle çetin, öyle kesin bir tehdittir ki sünnet-i nebeviyye de bunu desteklemektedir. Buharî ve Müslim Ebu Hureyre (r.a.)’den şöyle dediğini rivayet ederler: Resulullah (s.a.) kalkıp aramızda bir hutbe irad etti. Ganimetten çalmayı, bunun ne kadar büyük bir iş olduğunu söz konusu etti, sonra da şöyle buyurdu:
“Dikkat edin, kıyamet günü sizden herhangi bir kimseyi boynunda böğüren bir deve taşıyarak geldiğini görmeyeyim. O kimse bana, “Ey Allah’ın Rasulü, imdadıma yetiş” diyecek. Ben ona, “Allah’ın azabına karşı yapabilecek bir şeyim yoktur, ben sana tebliğ etmiştim” diyeceğim.”
Dikkat edin kıyamet gününde sizden herhangi bir kimseyi boyununda kiş-neyen bir at taşıyarak geldiğini görmeyeyim. O kimse bana, “Ey Allah’ın Rasulü imdadıma yetiş” diyecek. Bense ona, “Allah’ın azabına karşı sana bir yardımım olamaz, sana tebliğ etmiştim” diyeceğim.
Sizden herhangi bir kimseyi kıyamet gününde boynu üzerinde hakların yazılı olduğu belgeler dolanmış olarak geldiğini görmeyeyim. O bana, “Ey Allah’ın Rasulü, imdadıma yetiş” diyecek ben ise ona, “Allah’ın azabına karşı sana bir şey yapamam, ben sana tebliğ etmiştim” diyeceğim.
Kıyamet gününde herhangi birinizin boynunda altın ve gümüş bulunduğu halde geldiğini görmeyeyim. O kimse, “Ey Allah’ın Rasulü imdadıma koş” diyecek. Ben ise ona, “Allah’ın azabına karşı sana bir faydam olamaz, sana tebliğ etmiştim” diyeceğim.”
İşte bütün bunlar günahın, günahın ağırlığının, o günahı işleyenin rezil edileceğinin temsilî ifadesi kabilindendir. Böyle bir kimsenin kıyamet gününde bu işinin günahını yükleneceğini belirtmektedir. Nitekim bir başka ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: “Ganalılarını sırtlarına yüklenerek… Vah hasret bize! diyecekler. Dikkat edin o yüklendikleri ne kötü bir şeydir!” (En’âm, 6/31)
Her ne olursa olsun haksız yere bir şey almak cezayı gerektirir. Nitekim Yüce Allah Hz. Lokman’m sözünü naklederek şöyle buyurmaktadır: “Ey oğulcuğum! Eğer sen(in yaptığın iş) bir kaya içinde yahut göklerde veya yerde olup da bir hardal danesi ağırlığınca olsa dahi, Allah onu getirir. Şüphesiz Allah Latiftir, her şeyden haberdardır.” (Lokman, 31/16).
Daha sonra ahirette her bir nefse hayır yahut şer türünden ne kazandıysa eksiksiz verilir. Hainlik eden de başkası da haksızlığa uğramaksızın yaptığı işin karşılığını görür ve ondan bir şey eksiltilmez. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur: “Derken kitap konulmuş olacaktır. Günahkârları onun içindekilerden korkuya tutulmuş göreceksin. “Eyvah bize bu kitaba ne olmuş, küçük büyük hiçbir şey bırakmayıp sayıp dökmüş!” derler. Onlar işlediklerini de hazır bulmuş olacaklar. Rabbin kimseye zulmetmez.” (Kehf, 18/49).
Daha sonra Yüce Allah, iyilik yapan kötülük yapan arasında eşitlik olmayacağını belirterek Allah’tan korkan, salih amel işleyen bir kimsenin, Allah’a karşı gelen ve kötü işler yapanla eşit olamayacağını haber vermektedir. Yani Allah’ın teşrî ettiği hususlarda rızasına uyan ve buna bağlı olarak Rabbinin rızasına, pek büyük sevabına hak kazanıp azabından emin olan kimse ile Allah’ın gazabını hak eden ve buna mahkûm olan, bundan kurtuluşu bulunmayan, kıyamet gününde barınağı cehennem olan kimsenin eşit olamayacağını belirtmektedir. Bu da Yüce Allah’ın şu buyruklarını andırmaktadır: “Mümin olan kimse hiç fasık kimse gibi olur mu? Onlar eşit olamazlar.” (Secde, 32/18); “İman edip salih amel işleyenleri yeryüzünde fesat çıkartanlar gibi mi kılarız? Yoksa takva sahiplerini facirler gibi mi kılarız?” (Sâd, 38/28).
Şüphesiz hayır sahiplerinin de şer sahiplerinin de birbirinden farklı derece ve mevkileri vardır. Allah’a itaat eden takva sahiplerinin cennette dereceleri vardır, isyankârların ise cehennemde derekeleri (aşağı doğru inen basamakları) vardır. Dünya hayatında amelleri birbirinden farklı olduğundan dolayı amellerinin karşılıkları açısından da biribirlerinden farklıdırlar.
Derecelerin en yükseği Peygamber Muhammed Mustafa (s.a.)’ın derecesidir. En aşağı basamak ise münafıkların basamağıdır, “Şüphesiz münafıklar cehennemin en alt basamağındadırlar.” (Nisa, 4/145). Yüce Allah kullarının yaptığını çok iyi görendir. Kulların nefislerini arındırmasından ve en üstün dereceye kadar nefislerini temizlemelerinden tutun da en alt basamağa kadar amellerinden hiç bir şey O’na gizli değildir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “O nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir; kötülüklerle örten ise zarara uğramıştır.” (Şems, 91/9-10). Allah amellerinin karşılığını verecektir. Hayırlarını eksilterek veya kötülüklerinin karşılığını artırarak onlara zulmetmez. Aksine herkese amelinin karşılığını verecektir.
Daha sonra Yüce Allah insanlara verdiği lütuf ve nimetlerini beyan etmektedir. Onlara peygamberi Muhammed (s.a.)’i bir takım niteliklere sahip ve bir takım görevlerle yükümlü olarak göndermiştir. Bunları şöylece sıralayabiliriz:
1- O kavminden Hz. İsmail’in soyundan gelen Arabî bir peygamberdir. Bu ise onları, onun vasıtasıyla hidayet bulmaya, onun risaletine güvenmeye sevk eder. Üstelik onunla şerefleri de artmıştır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki o hem senin için, hem kavmin için büyük bir şereftir.” (Zuhruf, 43/44). Özellikle onlar için şeref olması ondan daha çok faydalanmalarını gerektirir. Bununla birlikte Yüce Allah’ın şu buyruğunda olduğu gibi o bütün insanlar için bir rahmettir: “Biz seni ancak âlemlere bir rahmet olmak üzere gönderdik.” (Enbiya, 21/107).
2- O Yüce Allah’ın kudretine, ilmine, vahdaniyetine, sıfatlarının kemaline delâlet eden ayetlerini onlara okumaktadır. Nitekim bir başka ayet-i kerimede Yüce Allah buna şöylece işaret etmektedir: “Muhakkak göklerin ve yerin yaratılmasından gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde elbette olgun akıl sahipleri için ayetler (deliller) vardır.” (Âl-i İmrân, 3/190).
3- Bu peygamber onları putların ve taşların etkili olacağına, kuşların yol göstericiliğine ve bunların dışında kalan benzeri bir takım vehim ve hurafelere inanmak gibi cahiliye döneminin kötü akidesinden, putperestliğin gülünçlüğünden arındırıp temizlemekte, onları sağlıklı aklın, olgun düşüncenin, uygarlığın verilerine, devlet kurmaya, dünyaya karşı övünülecek nitelikteki politika ve idareye, mevcut devletler arasında toplumlarla yarışmaya yükseltmekte, onlara marufu emredip münkerden alıkoymaktadır. Böylelikle şirk ve cahiliye hallerinde içice oldukları kirlilik ve pisliklerden ruhları arınıp temizlenebil-mektedir.
4- Onlara Kur’an’ı ve sünneti öğretmekteydi. Böylelikle aralarından ilim adamları, yazarlar, hikmet sahibi kimseler, komutanlar, bir çok ilim, bilgi ve türlü kültürel sahalarda üstadlar çıkmaktadır. Halbuki bu Rasulden önce, bir sapıklık ve apaçık bir bilgisizlik içindeydiler. Çünkü önceleri okuma-yazma bilmeyen bir ümmet iken İslâm’ın nuru, Kur*an-ı Kerim’in ilmi ile hayatı tanıyarak diğer toplumlarla yanşan ve onları geride bırakan oldukça uygar bir toplum haline geldiler.
İşte bu da Kur”an ve sünnet bilgisinin Araplar önünde aydınlığın, ilmin, üstün hayatın esaslarını öğrenmenin anahtarı olduğuna işaret etmektedir. [2][34]