sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 161. VE 164. AYETLER

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 161. VE 164. AYETLER
13.05.2025
23
A+
A-

Ganimetlerin Paylaştırılmasında Peygamberin Adaleti Ve Ümmetini Islaha Dair Görevleri

 

161- Bir peygamber için hainlik etmek olur şey değil. Kim hainlik ederse kıya­met günü o hainlik ettiği şey ile gelir. Sonra her nefise ne kazandıysa eksik­siz ödenir. Onlara zulmedilmez.

162- Allah’ın rızasına uyan kimse, Al­lah’ın gazabına uğrayan ve barınağı cehennem olan kimse gibi midir? O ne kötü bir dönüş yeridir!

163- Onlar Allah katında derece dere­cedir. Allah yaptıklarını hakkıyla gö­rendir.

164- Andolsun ki müminlere Allah içle­rinde kendilerinden onlara ayetlerini okuyan, onları tertemiz eden, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir peygam­ber göndermekle büyük bir lütufta bu­lunmuştur. Halbuki daha önce hiç şüp­hesiz apaçık bir sapıklık içinde idiler.

Nüzul Sebebi

 

Ebu Davud ve hasen olduğunu belirterek Tirmizî İbni Abbas’tan şöyle de­diğini rivayet etmektedirler: Bu ayet-i kerime Bedir günü kaybedilen kırmızı bir kadife parçası hakkında nazil olmuştur. Bazıları, “Belki onu Resulullah (s.a.) almıştır” dediler. Bunun üzerine Yüce Allah, “Bir peygamber için hainlik etmek olur şey değil” buyruğunu indirdi.

el-Kelbî ve Mukâtil der ki: Bu ayet-i kerime Resulullah (s.a.)’ın Uhud gü­nü kendilerini bıraktığı noktayı terk eden okçular hakkında nazil olmuştur. Onlar ganimet elde etmek arzusuyla yerlerini bırakmış ve şöyle demişlerdi: Resulullah (s.a.)’ın, “Her kim bir ganimet alırsa o onundur deyip de ganimetle­ri paylaştırmayacağından korkuyoruz. Nitekim Bedir günü de paylaştırmamış-ti. Resulullah (s.a.) ise onlara şöyle demişti: “Benim emrim size ulaşmadıkça yerleştirdiğim noktayı terk etmeyeceğinize dair size emir vermemiş miydim?” Onlar, “Diğer kardeşlerimizi orada bıraktık” deyince onlara, “Hayır, siz bizim hainlik edeceğimizi ve ganimetleri paylaştırmayacağımızı zannettiniz” diye ce­vap verdi .[1][33]

 

Açıklaması

 

Ayet-i kerimeler Resulullah (s.a.)’ın niteliklerini ve ümmetini ıslah etmeye dair görevlerini beyan etmeye devam etmektedir. Hainlik ona yakışan bir iş de­ğildir. Hatta hiç bir peygambere hainlik yaraşmaz. Çünkü Yüce Allah peygam­berlerini makamlarına yakışmayan şeylerden korumuştur. Zira peygamberlik öyle yüksek bir mevkidir ki, o makama sahip olanı aşağılıktan ve bayağı olan işleri işlemekten alıkoyar. İşte bu münafıkların Resulullah (s.a.)’ı -öyle bir işten alabildiğine uzak olduğu halde- hainlikle ve ganimetten hırsızlıkta bulunmakla itham etmelerinin ve bu konudaki hatalarının ne kadar dehşetli olduğunu gös­termektedir. Hainlik edip de gizlice ganimetlerden bir şeyler çalan herkes, kıya­met gününde o çaldığı şeyi boynunda taşıyarak gelecektir. Yani öyle bir işi yap­manın sorumluluğunu, işlediği günahın vebalini yüklenmiş olarak gelecektir.

Bu öyle çetin, öyle kesin bir tehdittir ki sünnet-i nebeviyye de bunu des­teklemektedir. Buharî ve Müslim Ebu Hureyre (r.a.)’den şöyle dediğini rivayet ederler: Resulullah (s.a.) kalkıp aramızda bir hutbe irad etti. Ganimetten çal­mayı, bunun ne kadar büyük bir iş olduğunu söz konusu etti, sonra da şöyle buyurdu:

“Dikkat edin, kıyamet günü sizden herhangi bir kimseyi boynunda böğüren bir deve taşıyarak geldiğini görmeyeyim. O kimse bana, “Ey Allah’ın Rasulü, imdadıma yetiş” diyecek. Ben ona, “Allah’ın azabına karşı yapabilecek bir şe­yim yoktur, ben sana tebliğ etmiştim” diyeceğim.”

Dikkat edin kıyamet gününde sizden herhangi bir kimseyi boyununda kiş-neyen bir at taşıyarak geldiğini görmeyeyim. O kimse bana, “Ey Allah’ın Rasulü imdadıma yetiş” diyecek. Bense ona, “Allah’ın azabına karşı sana bir yardımım olamaz, sana tebliğ etmiştim” diyeceğim.

Sizden herhangi bir kimseyi kıyamet gününde boynu üzerinde hakların ya­zılı olduğu belgeler dolanmış olarak geldiğini görmeyeyim. O bana, “Ey Allah’ın Rasulü, imdadıma yetiş” diyecek ben ise ona, “Allah’ın azabına karşı sana bir şey yapamam, ben sana tebliğ etmiştim” diyeceğim.

Kıyamet gününde herhangi birinizin boynunda altın ve gümüş bulunduğu halde geldiğini görmeyeyim. O kimse, “Ey Allah’ın Rasulü imdadıma koş” diye­cek. Ben ise ona, “Allah’ın azabına karşı sana bir faydam olamaz, sana tebliğ etmiştim” diyeceğim.”

İşte bütün bunlar günahın, günahın ağırlığının, o günahı işleyenin rezil edileceğinin temsilî ifadesi kabilindendir. Böyle bir kimsenin kıyamet gününde bu işinin günahını yükleneceğini belirtmektedir. Nitekim bir başka ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: “Ganalılarını sırtlarına yüklenerek… Vah hasret bize! diyecekler. Dikkat edin o yüklendikleri ne kötü bir şeydir!” (En’âm, 6/31)

Her ne olursa olsun haksız yere bir şey almak cezayı gerektirir. Nitekim Yüce Allah Hz. Lokman’m sözünü naklederek şöyle buyurmaktadır: “Ey oğul­cuğum! Eğer sen(in yaptığın iş) bir kaya içinde yahut göklerde veya yerde olup da bir hardal danesi ağırlığınca olsa dahi, Allah onu getirir. Şüphesiz Allah Latiftir, her şeyden haberdardır.” (Lokman, 31/16).

Daha sonra ahirette her bir nefse hayır yahut şer türünden ne kazandıysa eksiksiz verilir. Hainlik eden de başkası da haksızlığa uğramaksızın yaptığı işin karşılığını görür ve ondan bir şey eksiltilmez. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur: “Derken kitap konulmuş olacaktır. Günahkârları onun içindekilerden korkuya tutulmuş göreceksin. “Eyvah bize bu kitaba ne olmuş, küçük büyük hiç­bir şey bırakmayıp sayıp dökmüş!” derler. Onlar işlediklerini de hazır bulmuş olacaklar. Rabbin kimseye zulmetmez.” (Kehf, 18/49).

Daha sonra Yüce Allah, iyilik yapan kötülük yapan arasında eşitlik olma­yacağını belirterek Allah’tan korkan, salih amel işleyen bir kimsenin, Allah’a karşı gelen ve kötü işler yapanla eşit olamayacağını haber vermektedir. Yani Allah’ın teşrî ettiği hususlarda rızasına uyan ve buna bağlı olarak Rabbinin rı­zasına, pek büyük sevabına hak kazanıp azabından emin olan kimse ile Al­lah’ın gazabını hak eden ve buna mahkûm olan, bundan kurtuluşu bulunma­yan, kıyamet gününde barınağı cehennem olan kimsenin eşit olamayacağını belirtmektedir. Bu da Yüce Allah’ın şu buyruklarını andırmaktadır: “Mümin olan kimse hiç fasık kimse gibi olur mu? Onlar eşit olamazlar.” (Secde, 32/18); “İman edip salih amel işleyenleri yeryüzünde fesat çıkartanlar gibi mi kılarız? Yoksa takva sahiplerini facirler gibi mi kılarız?” (Sâd, 38/28).

Şüphesiz hayır sahiplerinin de şer sahiplerinin de birbirinden farklı dere­ce ve mevkileri vardır. Allah’a itaat eden takva sahiplerinin cennette dereceleri vardır, isyankârların ise cehennemde derekeleri (aşağı doğru inen basamakla­rı) vardır. Dünya hayatında amelleri birbirinden farklı olduğundan dolayı amellerinin karşılıkları açısından da biribirlerinden farklıdırlar.

Derecelerin en yükseği Peygamber Muhammed Mustafa (s.a.)’ın derecesi­dir. En aşağı basamak ise münafıkların basamağıdır, “Şüphesiz münafıklar ce­hennemin en alt basamağındadırlar.” (Nisa, 4/145). Yüce Allah kullarının yap­tığını çok iyi görendir. Kulların nefislerini arındırmasından ve en üstün derece­ye kadar nefislerini temizlemelerinden tutun da en alt basamağa kadar amel­lerinden hiç bir şey O’na gizli değildir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmakta­dır: “O nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir; kötülüklerle örten ise zarara uğra­mıştır.” (Şems, 91/9-10). Allah amellerinin karşılığını verecektir. Hayırlarını eksilterek veya kötülüklerinin karşılığını artırarak onlara zulmetmez. Aksine herkese amelinin karşılığını verecektir.

Daha sonra Yüce Allah insanlara verdiği lütuf ve nimetlerini beyan et­mektedir. Onlara peygamberi Muhammed (s.a.)’i bir takım niteliklere sahip ve bir takım görevlerle yükümlü olarak göndermiştir. Bunları şöylece sıralayabili­riz:

1- O kavminden Hz. İsmail’in soyundan gelen Arabî bir peygamberdir. Bu ise onları, onun vasıtasıyla hidayet bulmaya, onun risaletine güvenmeye sevk eder. Üstelik onunla şerefleri de artmıştır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyur­maktadır: “Şüphesiz ki o hem senin için, hem kavmin için büyük bir şereftir.” (Zuhruf, 43/44). Özellikle onlar için şeref olması ondan daha çok faydalanmala­rını gerektirir. Bununla birlikte Yüce Allah’ın şu buyruğunda olduğu gibi o bü­tün insanlar için bir rahmettir: “Biz seni ancak âlemlere bir rahmet olmak üze­re gönderdik.” (Enbiya, 21/107).

2- O Yüce Allah’ın kudretine, ilmine, vahdaniyetine, sıfatlarının kemaline delâlet eden ayetlerini onlara okumaktadır. Nitekim bir başka ayet-i kerimede Yüce Allah buna şöylece işaret etmektedir: “Muhakkak göklerin ve yerin yara­tılmasından gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde elbette olgun akıl sa­hipleri için ayetler (deliller) vardır.” (Âl-i İmrân, 3/190).

3- Bu peygamber onları putların ve taşların etkili olacağına, kuşların yol göstericiliğine ve bunların dışında kalan benzeri bir takım vehim ve hurafelere inanmak gibi cahiliye döneminin kötü akidesinden, putperestliğin gülünçlü­ğünden arındırıp temizlemekte, onları sağlıklı aklın, olgun düşüncenin, uygar­lığın verilerine, devlet kurmaya, dünyaya karşı övünülecek nitelikteki politika ve idareye, mevcut devletler arasında toplumlarla yarışmaya yükseltmekte, on­lara marufu emredip münkerden alıkoymaktadır. Böylelikle şirk ve cahiliye hallerinde içice oldukları kirlilik ve pisliklerden ruhları arınıp temizlenebil-mektedir.

4- Onlara Kur’an’ı ve sünneti öğretmekteydi. Böylelikle aralarından ilim adamları, yazarlar, hikmet sahibi kimseler, komutanlar, bir çok ilim, bilgi ve türlü kültürel sahalarda üstadlar çıkmaktadır. Halbuki bu Rasulden önce, bir sapıklık ve apaçık bir bilgisizlik içindeydiler. Çünkü önceleri okuma-yazma bil­meyen bir ümmet iken İslâm’ın nuru, Kur*an-ı Kerim’in ilmi ile hayatı tanıya­rak diğer toplumlarla yanşan ve onları geride bırakan oldukça uygar bir top­lum haline geldiler.

İşte bu da Kur”an ve sünnet bilgisinin Araplar önünde aydınlığın, ilmin, üstün hayatın esaslarını öğrenmenin anahtarı olduğuna işaret etmektedir. [2][34]

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.